Türkiye-Rusya: Dost mu düşman mı? Yoksa pragmatik bir ilişkiden mi ibaret?

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı kırsalında 4 Şubat'ta çekilen bir Rus askeri aracı (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı kırsalında 4 Şubat'ta çekilen bir Rus askeri aracı (AFP)
TT

Türkiye-Rusya: Dost mu düşman mı? Yoksa pragmatik bir ilişkiden mi ibaret?

Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı kırsalında 4 Şubat'ta çekilen bir Rus askeri aracı (AFP)
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Kamışlı kırsalında 4 Şubat'ta çekilen bir Rus askeri aracı (AFP)

Türkiye-Rusya ilişkileri, her zaman, tarihi bir derinliğe sahip olmuş, ancak genellikle çatışmayı barındırmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası onlarca savaşta karşı karşıya geldiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında anlaşmazlığa düştüler. İki ülke, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında iyi ve kabul edilebilir ilişkilere sahiptiler. Ama o dönemde dahi, işler göründüğü kadar iyi değildi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Sovyetler Birliği, Doğu Anadolu'da bazı topraklar üzerinde hak iddia etti. Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenliğinden şikayetçiydi. Ankara, 1952 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) katıldı. Türkiye, Soğuk Savaş boyunca NATO’nun güney kanadında kaldı. Fakat Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Türkiye ve Rusya, bazılarının ‘Kafkaslar ve Orta Asya için büyük yeni oyun’ olarak adlandırdıkları bir rekabet içine girdiler.
Kırım Tatarları, Çerkesler, Nogaylar (Kuzey Kafkasya bölgesinde yaşayan Türk kökenliler) ve küçülen Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer halkları, Rusya’nın 18. ve 19. yüzyıllardaki ilerleyişleri nedeniyle atalarının topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Anadolu'da yeni bir istikrar bulan bu kişiler, Türkiye-Rusya ilişkilerinin de şekillenmesinde etkili oldular.
Bu arka plan göz önüne alındığında ve uluslararası sahnedeki çevre ve yeni stratejik gelişmeler bağlamında Türkiye-Rusya ilişkileri 21. yüzyılın ilk on yılında yeni bir ivme kazandı.

Putin ve Erdoğan
Birçok kişiye göre Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, siyaset yapma biçimleri açısından benziyorlar. (Ortak idealler ve yaşam tarzlarıyla belirlenen bir dostluk açısından) en iyi arkadaşlar olarak sayılamayacakları doğru olsa da şu aralar Türkye-Rusya ilişkilerinin yönetiminde büyük, hatta merkezi bir rol oynayan, karşılıklı çıkar ve menfaate dayalı bir çalışma ilişkisi kurdukları da bir gerçek.
İki ülke arasındaki ilişkiler şu sıralar oldukça aktif görünüyor. Aralarındaki ticaret hacmi, yaklaşık 30 milyar dolara ulaştı. Ortalama olarak ise 25 milyar dolar. Aralarındaki ticaret hacmindeki düşük payına rağmen Rusya, Türkiye'ye doğal gazın yüzde 34'ünü ve petrolün yüzde 11'ini sağlayarak onun ana enerji tedarikçisi olmaya devam ederken, Türkiye, Rusya'ya ağırlıklı olarak tarım ürünleri, makineler, araçlar ve tekstil ürünleri ihraç ediyor.
Genel olarak, ikili ticaret hacminin yaklaşık yüzde 80'i Rusya'nın lehine olsa da makul fiyatlı her şey dahil tatil köylerini seven Ruslar için Ankara hala ana tatil destinasyonu olduğundan, Türkiye bu açığı hizmet ve inşaat sektörleriyle kapatıyor. 2019 yılında Türkiye'ye gelen Rus turist sayısı 7 milyona ulaştı. İnşaat sektöründe ise Türkiye şimdiye kadar Moskova'da toplam değeri yaklaşık 75 milyar dolar olan yaklaşık 1980 projeyi tamamladı.
Türkiye aynı zamanda Rusya’nın doğalgazının boru hatlarına da ev sahipliği yapıyor. Bölgedeki en yeni ortak girişim, Rusya ile Türkiye'yi Karadeniz'in altında 930 kilometrelik iki açık deniz boru hattıyla birbirine bağlayan 2020 yılında da resmi olarak açılışı yapılan Türk Akımı projesidir. Boru hatlarından biri Türkiye'ye doğalgaz getirirken diğeri Avrupa'ya giden doğalgazı taşıyor.
Bir de iki ülke arasında stratejik değerde bir başka iş birliği alanı söz konusu, o da toplam maliyeti 20 milyar dolar olarak tahmin edilen Akkuyu Nükleer Santrali’dir. Santralin ilk reaktörünün 2023 yılında faaliyete geçmesi planlanıyor.
Ancak bunlarla birlikte Rusya ve Türkiye, dünya sahnesinde Suriye, Ukrayna, Libya ve Güney Kafkasya gibi çoğu zaman zıt taraflarda oldukları farklı yerlerde karşı karşıya gelmeye devam ediyorlar. Bazen de bir birlerinin canını acıtıyorlar. Ama genel olarak birlikte bulundukları tüm sahnelerde bir tür diyalog ve iş birliği kurmayı başarıyorlar.

İdlib'de açılan çatlak
Rusya, Suriye'de önemli bir aktör ve Suriye savaşında askeri olarak aktif bir ülke. Suriye konulu Astana süreci de Ankara ile Moskova arasında iş birliğinin önünü açtı. Fakat özellikle İdlib'de, her an bir çatlağın oluşması söz konusu. Erdoğan ile Putin arasında 2018 yılında imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen Suriye rejimi ve Rusya, İdlib’in yarısını ele geçirdiler. İdlib'de rejimin sıklıkla hedef aldığı muhalifler arasında Heyetu Tahriru’ş-Şam (HTŞ) ve diğer çoğu aşırılık yanlısı gruplara mensup binlerce unsur var.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 9 Eylül'de Moskova'da İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ile düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
“Türk meslektaşlarımızın, Rusya ve Türkiye cumhurbaşkanlarının Eylül 2018'de vardıkları anlaşmaları uygulaması gerekiyor. Bu anlaşmalar, ılımlı muhaliflerin başta HTŞ olmak üzere aşırılık yanlısı ve terörist gruplardan ayrılmalarını öngörüyor. Böyle bir çalışmanın devam ettiği doğrudur, ancak ne yazık ki henüz tamamlanmamıştır.”
Lavrov, Dera'daki son gelişmelerle ilgili olarak da, “Dera ve ülke genelinde Suriye ordusu dışında hiçbir silahlı grup, hiçbir bölgeyi kontrol etmemelidir” dedi.
Lavrov'un açıklamaları, gelecekle ilgili ne gibi tahminlerde bulunabileceğimize dair bir mesajı olarak değerlendirilebilir. Esed rejimi ve Rusya’nın kapsamlı bir askeri operasyona girişmesi durumunda İdlib ve orada yaşayan 3,4 milyon insanının başına gelecekler, Rusya ve Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi ihtimaline işaret ediyor. Bu bağlamda, İdlib'de devriye sırasında Türk askerlerinin içinde bulunduğu askeri aracı hedef alan ve iki Türk askerinin şehit olmasına, 3 askerin de yaralanmasına neden olan saldırının kritik bir döneme denk geldiği görülüyor. Türkiye'nin 24 Kasım 2015 tarihinde Suriye'de SU-24 model bir Rus askeri uçağını düşürmesinin ardından Rusya, kendi topraklarında faaliyet gösteren Türk şirketlerinin neredeyse tüm hizmetlerini askıya almış, Rusların Türkiye'yi ziyaret etmesini yasaklamıştı. Bu olay, iki ülke arasında işlerin nasıl gelişebileceğinin açık bir örneğidir. Olaydan sonra Türkiye’nin Suriye'deki askeri faaliyetleri ciddi şekilde etkilenirken Rusya, hava savunma sistemleri de dahil olmak üzere gelişmiş askeri teçhizatla Şam'daki varlığını güçlendirdi. İlişkilerin onarılması için büyük çabalar sarf edildi ve yaklaşık bir yıl uğraşıldı. Türkiye ve Rusya, Libya'da da farklı savaşçı unsurlarla karşı karşıya geldiler. Türkiye’nin dönemin Libya hükümeti, Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin (UMH) talebi üzerine Libya’ya yönelik askeri müdahalesi, savaşın gidişatını değiştirdi. Rusya'nın ve Libya'daki pozisyonunu destekleyen ülkelerin durumu kontrol altına almadıkları doğru olsa da en azından şimdilik, olayların gidişatından memnun değiller gibi göründükleri de bir gerçek.

Kafkasya’da çarpışma
Azerbaycan, 2020 yılında Türkiye’nin desteğiyle Ermenistan’ın işgali altındaki topraklarını geri almayı başardı. Ankara, o dönemde Kafkasya'da önemli bir güç olduğunu gösterdi. Azerbaycan ile ittifakını güçlendiren Türkiye, Kafkaslar ve Orta Asya'daki müttefiklerinden birkaç puan kazandı. Rusya tarafında ise Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, ne Moskova'nın dostuydu ne de dersini almıştı.  Rusya, ateşkes kararını planlamayı başardı. Anlaşma şartlarına göre Azerbaycan 1990 yılından bu yana işgal altında olan topraklarını geri aldı. Her halükarda hem Türkiye hem de Rusya, bu arenada işlerin farklı bir şekil almasını ve aralarında bir çatışmaya dönüşmesini engellemede iyi rol oynadı.
Türkiye ve Rusya Ukrayna'da ise karşı karşıyalar. Çünkü Ankara, Kırım'ın ilhakını tanımadığını açıkça gösterdi. Rusya, siyasi pozisyonlar fiili bir eyleme dönüşmedikçe bunu umursamıyor. Ancak Ruslar, Türkiye ile Ukrayna arasında yapılan son savunma iş birliğin anlaşmasını, özellikle de Türk savaş uçaklarının transferini biraz endişeyle takip ediyorlar.
Afganistan’a gelince, nedenleri herkes için tam olarak açık olmasa da o da iki ülke arasındaki iş birliği veya çatışma için başka bir dosya haline gelebilir. Ancak Türkiye, Taliban’ın yönetimindeki yeni Kabil'de rol almaya istekli görünüyor. Rusya ise Afganistan'a - temelde - güvenlik açısından bakarken, Orta Asya ülkelerine özel ilgi gösteriyor. Bu bölge, stratejik değeri ve yakın dış komşusu ile Moskova liderliğindeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) açısından Rusya için büyük bir öneme sahip.
NATO açısından özel önem taşıyan bir diğer konu da, Karadeniz ve (1936'da Montrö'de imzalanan, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı'nın kontrolünü Türkiye'ye veren) Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Çünkü Rusya, Karadeniz'de NATO gemilerinin bulunmasını istemiyor ve savaş gemilerinin Türkiye’nin boğazlarından geçişini düzenleyen ve varlığını sınırlayan sözleşmenin korunmasında ısrar ediyor. Türkiye cumhurbaşkanı tarafından siyasi olarak pazarlanan Kanal İstanbul projesi, anlaşmanın değiştirilmesi gerekip gerekmeyeceği konusunda bazı soruları gündeme getirse de Türkiye'nin bu konudaki tutumu Rusya'nınkiyle çelişmiyor gibi görünüyor.

S-400 Hava Savunma Sistemi
Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerde yaşanan en önemli gelişme, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemleri satın almasının uzun vadeli sonuçları oldu. ABD ve NATO’daki diğer bazı müttefikleri, Türkiye'ye karşı ‘ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası’ çerçevesinde yaptırımlar uygulayacak kadar ileri giderek, konuya güçlü bir şekilde yanıt verdiler. Bu arada Batılı birçok ülke, S-400 sorununu Türkiye'nin NATO ve Batı'dan uzaklaşmasının bir başka kanıtı olarak sunmaya devam ediyorlar.
Türkiye tarafında ise hikaye oldukça farklı. Türkiye, bir süredir Avrupa Birliği (AB) ve genel olarak Batı tarafından haksızlığa uğradığını ve birçok kez müttefikler tarafından ihmal edildiğini hissediyor. Türkiye’nin AB üyeliği müzakereleri derin bir çıkmaza girmişken, şuan bir de ABD, Kanada, Fransa ve Almanya da dahil olmak üzere birçok müttefik ülkeden silah satışları bazı durumlarda ya kısıtlanmış ya da tamamen yasaklanmış halde.
Türkiye, ABD ve diğer Batılı ülkelerden hava savunma sistemleri satın almaya çalıştığını, ancak reddedildiğini açıkladı. Buna karşın Rusya, Ankara'ya silah satmaya oldukça istekliydi. Türkiye de büyük ihtiyaç duyduğu savunma sistemini satın alabileceği yer olarak Rusya’yı seçti. Çeşitli siyasi görüşlerden nadiren bir konuda fikir birliği sağlayan Türkler bile, ülkelerinin attığı adımın, Rusya'ya olan sevgisinden değil, Batılı müttefiklerinin ve ortaklarının Türkiye’ye kötü muamelede bulunmalarının bir sonucu olduğunda hemfikirler.
Her halükarda, Rusya mutlu görünüyor. Çünkü hem milyar dolarlık silah sistemlerinden birini satmayı başardı, hem de NATO içinde bir çatlak yarattı. Aynı zamanda Türkiye ile Batı arasında zaten gergin olan ilişkileri daha da istikrarsızlaştırdı.
Türkiye'nin, mevcut kötüleşen güvenlik ortamında Rusya'nın ana tehdit olarak görüldüğü NATO’nun bir üyesi olduğu doğru, ama Ankara'nın veya başka bir NATO ülkesinin Rusya ile çeşitli alanlarda ilişki kurmasını engelleyecek hiçbir neden de yok. Bu alışveriş, Türkiye’nin NATO’daki yükümlülükleriyle çelişmeyen karşılıklı yarar ve saygı temelinde yapıldı.
Sonuç olarak, Türkiye ve Rusya, bazıları doğrudan veya dolaylı olarak karşı karşıya gelme olasılığı olan birçok konuda farklı tutumlara sahip olabilirler. Ancak şuan iki tarafın ilişkilerine pragmatizm hakim gibi görünüyor. Bu ilişkilerde zaman zaman çok sabırlı olmak ve bazen bazı şeylere göz yummak gerekse de, her iki ülke de mümkün olduğu sürece diyalog ve iş birliğini, karşı karşıya gelmeye tercih edilebileceklerinin farkında görünüyorlar.
*Şarku’l Avsat Özel

 



İsrail, Ben Gurion Havaalanı saldırısına yanıt olarak Husilere karşı geniş çaplı bir saldırı gerçekleştirdi

TT

İsrail, Ben Gurion Havaalanı saldırısına yanıt olarak Husilere karşı geniş çaplı bir saldırı gerçekleştirdi

İsrail, Ben Gurion Havaalanı saldırısına yanıt olarak Husilere karşı geniş çaplı bir saldırı gerçekleştirdi

İsrail, Husiler tarafından pazar günü Ben Gurion Havaalanı yakınlarına isabet eden füzeli saldırıya beklenen yanıtını, pazartesi akşamı Yemen'in Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde Limanı’na ve bir çimento fabrikasına ağır saldırılar gerçekleştirerek verdi. Böylece Tel Aviv, 20 Temmuz 2023'ten bu yana İran destekli Husilere karşı altıncı misillemesini gerçekleştirdi.

ABD, mart ayı ortalarından bu yana Husileri uluslararası deniz taşımacılığını tehdit etmeyi ve İsrail'e saldırmayı bırakmaya zorlamak için saldırılar düzenlerken, İsrail tarafından yapılan saldırıların verdiği zararın boyutları hakkında henüz bir açıklama yapılmadı.

İsrail ordusuna bağlı haber ajanslarının aktardığına göre saldırılar, İsrail’e yönelik karadan karaya füzeler ve dronelar kullanılarak gerçekleştirilen saldırılara yanıt olarak Hudeyde Limanı ve çevresini hedef aldı.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, Hudeyde Limanı’nda hedef alınan noktaların Husiler için merkezi bir gelir kaynağı oluşturduğu, çünkü Hudeyde Limanı’nın İran savaş araçları, askeri teçhizat ve ek askeri ihtiyaçların transferi için kullanıldığı öne sürüldü.

İsrail ordusunun Arapça sözcüsü olan Avichay Adraee yaptığı açıklamada, saldırıların Hudeyde'nin doğusundaki Husilere ait bir çimento fabrikasının hedef aldığını, çünkü fabrikanın Husiler için gelir kaynağı olduğunu söyledi. Adraee açıklamasında, İsrail ordusunun ‘İsrail vatandaşlarına ve sakinlerine yönelik her tehdide karşı ve gereken her mesafede güçlü bir şekilde hareket etmeye devam etmeye kararlı olduğunu’ vurguladı.

Husiler, Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere destek için İsrail ve ABD güçlerini hedef aldıklarını iddia ederken Yemen hükümeti, Husilerin İran'ın bölgedeki gündemini uyguladığını ve Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğündeki Yemen barış sürecinden kaçtığını söylüyor.

Husiler, pazar günü İsrail'in ilk kez önleyemediği bir balistik füze saldırısında bulundu. Füzenin Ben Gurion Havaalanı yakınlarında infilak etmesi sonucunda büyük bir oyuk oluştu. Bu durum, Husilerin sahip olduğu silahların yarattığı tehdidi arttırarak, Tel Aviv'i daha önce Yemen’e karşı gerçekleştirdiği beş saldırısında olduğu gibi bir misilleme tehdidinde bulunmaya itti.

Yemen Enformasyon, Kültür ve Turizm Bakanı Muammer el-İryani, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, ‘Hudeyde Limanı ve Husilere ait Bacil Çimento Fabrikası’na olanların terörist Husilerin Yemen'e ve Yemenlilere getirdiği çok sayıdaki felakete eklenen yeni bir trajedi’ olduğunu söyledi. İryani, tüm bunların ‘Husilerin Kızıldeniz'de ve ötesinde gerçekleştirdiği, uluslararası seyrüseferi hedef alan, bölgesel ve küresel çıkarları tehdit eden askeri ve düşmanca maceralardan ayrı tutulamayacağını’ vurguladı.

fghyjukı
İsrail'in Yemen'in Hudeyde Limanı’ndaki yakıt depolarını hedef alan saldırıları büyük bir yangına yol açtı (AFP)

İryani, şöyle devam etti:

“Husiler, 2014 yılındaki talihsiz darbeden bu yana İran rejiminin elinde ucuz bir araç olmayı tercih etmiş, kontrolü altındaki bölgeleri İran'ın füze platformları olarak kullanarak Yemen'in, halkının ve ulusal güvenliğinin çıkarlarını hiçe saymıştır.”

İran'ın bölgesel savaşlarını Yemen topraklarından yönettiğinin, Husileri kullanarak kendi altyapısını zarara uğramaktan koruduğunun, Husilerin ise Tahran'ı memnun etmek için Yemen'in elinde kalan tüm imkânları feda etmekten çekinmediğinin açık hale geldiğini vurgulayan İryani, “Belki de İran Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Ben Gurion Havaalanı'nı hedef alan füze saldırısında İran’ın parmağı olduğunu inkâr etme girişimleri bu stratejinin bir parçasıdır. Bu girişim, silahın İran'a ait olduğu, bu sistemleri yöneten uzmanların İranlı olduğu ve siyasi kararın Tahran'dan geldiği gerçeğine dayanmayan sahte bir iddiadır” ifadelerini kullandı.

İryani, mevcut gerilim, bunun tüm sonuçları, kan dökülmesi, halkın açlığa mahkûm edilmesi, ekonominin zarar görmesi ve toplumun mezhepçiliğe sürüklenmesinin yanı sıra nefret ve ayrımcılığa dayalı bir dış gündem lehine Yemenli kimliğini yok etme girişimleri de dahil olmak üzere devlet kurumlarını ele geçirmesinden bu yana tüm yaşananlardan Husileri sorumlu tuttu.

Yemenli bakan, şöyle devam etti:

“Husiler, Yemen'i Arap ve uluslararası çevresinden izole etmeye çalışmış, ülkeyi Yemenlilerin hiçbir ilgisi olmayan çatışmalara sürüklemiş, nefret ve yıkıma dayalı aşırılıkçı hanedan projesini örtbas etmek için Kudüs ve direniş gibi sahte sloganlar kullanmıştır.”

Hudeyde'de yaşananların, ‘terörist oluşum’ diye tanımladığı Husiler yok edilmeden, devlet yeniden tesis edilmeden, Yemen yeniden Arap ülkeleri arasındaki yerine, barışa ve istikrara giden yoluna geri dönmeden Yemen'i kurtarmanın bir yolu olmadığını bir kez daha gösterdiğini vurgulayan İryani, “Bu aynı zamanda Yemen topraklarının, limanlarının ve hayati öneme sahip tesislerinin bir kısmının Husilerin kontrolüne bırakılmasının sadece Yemen'i tehdit etmekle kalmayıp aynı zamanda tüm bölgenin güvenliğini daha fazla kaosa ve gerilime sürüklediğini de kanıtlıyor” dedi.

Öte yandan Hudeyde Valiliği Birinci Müsteşarı Velid el-Kadimi, İsrail'in dün akşam düzenlediği saldırılarda Hudeyde Limanı’nın iskelesinin hedef alındığını ve tamamen tahrip edildiğini, operasyonda Bacil çimento fabrikası ve elektrik santrallerinin de yıkıldığını doğruladı.

Kadimi, Şarku’l Avsat’a yaptığı özel açıklamada, Yemen'in altyapısının tahrip edilmesinden tamamen Husileri sorumlu tuttu.

Kadimi, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“Hudeyde Limanı’nın iskelesinin tamamı İsrail uçakları tarafından hedef alınmış ve imha edilmiştir. Bu da tüm altyapının yok edildiği anlamına geliyor. Altyapının tahrip edilmesinden tamamen terörist Husileri sorumlu tutuyoruz. Zira Kızıldeniz’de İsrail hedefleri olarak adlandırdıkları, ABD’ye ve İsrail'e Yemen'in altyapısını tahrip etmeleri için bir davet niteliği taşıyan gemileri vurmaya devam ediyorlar.”

Yemen’in ikinci büyük limanı olan ve ülkenin gıda ihtiyacının yaklaşık yüzde 80'inin giriş yaptığı Hudeyde Limanı’nın hizmet dışı bırakılmasının Yemen halkı üzerinde olumsuz bir etki yaratacağı uyarısında bulunan Kadimi, “Yemen halkına yönelik insani yardım ve tüm ihtiyaçlar Hudeyde Limanı üzerinden giriş yaptığı için bu durum, Yemen halkı üzerinde olumsuz bir etki yaratacak. Hudeyde Limanı Yemen'in ikinci büyük limanı ve Yemen'in ihtiyaçlarının yaklaşık yüzde 80'ini buradan karşılanıyor. Bugün limandaki iskelenin yıkılması ve ticari gemilerin limana ulaşmasının engellenmesi, tüm Yemen halkı için bir felaket iken, Husiler bunu umursamamakta ve sadece kendi çıkarlarını elde etmeyi düşünmektedir” şeklinde konuştu.

Saldırılarda Bacil çimento fabrikası ile inşa edilen, ancak henüz faaliyete geçmeyen yeni fabrikaya ait jeneratörlerin de zarar gördüğünü belirten Kadimi, açıklamada bulunduğu saatlerde henüz herhangi bir can kaybından haberinin kendilerine ulaşmadığını, ancak özellikle çimento fabrikasında ölenlerin olabileceğini söyledi.

Hudeyde Limanı’nın onarım maliyetinin çok yüksek olacağını ve yeniden inşası için dev şirketlere ihtiyaç duyulacağını ifade eden Kadimi, “Tüm Yemen topraklarının özgürleştirilmesi çağrısında bulunduk. Zira Husiler sadece Yemen'i hedef almakla kalmayıp genel olarak bölgenin güvenliğini yok etmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalıştığı için yok edilmesi gereken habis bir kanser haline gelmiştir” ifadelerini kullandı.