Hizbullah’ın Lübnan’a soktuğu İran petrolü propagandadan ibaret
Hizbullah muhalifleri, İran’ın mazot sevkiyatını eleştirdi: Seçim hedefleri için partizan bir propaganda. Her İran gemisi, yalnızca 5 günlük pazar ihtiyacını karşılıyor
Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)
Beyrut / Caroline Akoum
TT
TT
Hizbullah’ın Lübnan’a soktuğu İran petrolü propagandadan ibaret
Araba ve motosiklet sahipleri, 23 Eylül’de Beyrut’ta bir benzin istasyonunun önünde bekliyor (DPA)
Hizbullah’ın geçen hafta başlayan kayıtdışı ve kaçak İran mazotu ithalat sürecini pazarlamak için yürüttüğü propagandanın aksine sahadaki sonuçlar, bu adımın Lübnan’da büyüyen akaryakıt krizine bir çözüm olarak yansımayacağını gösteriyor. Lübnanlı taraflara göre akaryakıt kaçakçılığının amacı açıkça seçim propagandası.
Benzin İstasyonu Sahipleri Sendikası üyesi George el-Barraks, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Lübnan’da mazot ihtiyacının, 2020 yılındaki tüketim oranına göre, günde 7 buçuk milyon litre olduğu tahmin ediliyor. Lübnan’a ulaşacak her İran mazot gemisi yaklaşık 40 milyon litre taşıyacak ve dolayısıyla, mevcut bilgilere göre Hizbullah, günde yaklaşık 3 milyon litre dağıtım yapıyor. Yani bu, yakıta susamış Lübnan pazarında oldukça küçük bir boşluğu dolduran bir miktardır. Ama denklemde hiçbir şeyi değiştirmez ve kötüleşen krizi sona erdirmez” ifadelerini kullandı.
Bu sayılara göre her İran gemisinin, Lübnan pazarının yaklaşık 5 günlük ihtiyacını karşılayabildiği görülüyor. Kendisine bağlı medya organlarının yaptığı açıklamaya göre Hizbullah, şu ana kadar, bazılarına ücretsiz bazılarına ise ‘El-Amana’ şirketi aracılığıyla resmi olarak belirlenen yüzde 20’lik orandan daha düşük bir fiyata, belirlediği sektör ve taraflara dağıtım yapıyor.
Şirket tarafından yapılan açıklamaya göre, bir bidon mazotun fiyatı 140 bin lira belirlendi. Ayrıca belediyelere ait sağlık tesisleri ve jeneratörler dahil, belirli sektörlere mazot dağıtımı yapılacak. Dağıtımın, yalnızca Hizbullah kontrolündeki bölgelerle sınırlı kalmaması ve rakiplerinin bölgelerine de genişlemesi dikkat çekici.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, birinci ve ikinci gemilerin mazot taşıyacağını, üçüncü geminin ise benzine tahsis edileceğini açıklamıştı. Amacın insanların acılarını hafifletmek olduğunu söyleyen Nasrallah, devlet hastaneleri, yaşlı ve yetim bakım evleri ve Kızılhaç da dahil birçok kuruma, istedikleri taktirde ‘hediye olarak’ dağıtım yapılacağını belirtti. Nasrallah ayrıca, özel hastaneler, fırınlar ve jeneratör sahipleri dahil olmak üzere bir dizi özel kuruma da maliyet fiyatının altında ve Lübnan lirası cinsinden dağıtım yapılabileceğini söyledi.
İran mazotu hakkında Hizbullah karşıtı bir siyasi analist olan Ali el-Emin, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada “Hizbullah tarafından ithal edilen miktarın, bununla hedef kitleyi aldatmak amacıyla yaptığı propagandanın aksine, krizin gerçek anlamda hafifletilmesine katkı sağlamadığı açıktır” dedi.
Emin, Bekaa bölgesinde Ferzol kasabasında olduğu gibi Hizbullah çevresinden uzak bazı bölgelerde yaşananlara değinirken, “Hizbullah’ın istediği bu; Lübnan’da tartışma çıkarıp, ‘Biz mazot getiriyoruz, siz istemiyorsunuz’ demek, silahlar, gıda kartları ile ilgilenmede ve koronavirüs pandemisiyle mücadelede olduğu gibi kendisini zayıflattığı devletin boşluğunu dolduruyormuş gibi sunmaya çalışmak. Bir krize yatırım yapmaya çalışmak. Bu, rakiplerinden önce destekçilerinin önünde de açık ve net hale geldi” dedi. Ali el-Emin, “Hizbullah, ilk günlerinde kendisine bağlı hükümetin yüzünü koruyamadı. Gücünü ve varlığını tehdit ettiğini düşündüğü ülkeye ve kendisine tokat vuran mazot tankları getirdi” şeklinde konuştu.
Mazot dağıtımı, Ferzol ve Beka’nın Cabula bölgesi gibi Hristiyanlarla sınırlı olan, Hizbullah çevresi dışındaki bölgeleri de içeriyor. Bu durum, çeşitli bölgelerde ve sosyal medya organlarında tartışmalara neden oldu. Bu bağlamda Bekaa bölgesinde bir rahibenin, ‘manastırdaki yetim çocukların sınmasına katkıda bulunacak İran mazotu sağladığı için’ Nasrallah’a teşekkür ettiği bir video yayınlandı. Aynı şey Hizbullah Genel Sekreteri’ne teşekkür eden ve onu ‘dürüst bir adam’ olarak nitelendiren bir videoda görünen Ferzol Belediye Başkanı Melhem el-Gassan için de geçerli. Bu videolar, eleştirilere yol açarken, Zahle’deki Lübnan Kuvvetleri Partisi, Belediye Başkanı’nın açıklamasını ‘Hizbullah’a ve Genel Sekreteri’ne abartılı bir saygı’ olarak nitelendirildi. (Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri Partisi (LKP), “Ferzol halkı, kurumlar devletinin inşasına inanıyor ve kurumları baltalamak ve devletin temel erkanlarını yıkmak için çalışan bir ekibin yanında olmayacaklar” açıklamasında bulundu. Açıklamada, Belediye Başkanı’na ‘sözlerini geri çekmesi ve kasabasının şiddete maruz kalan halkından özür dilemesi’ çağrısı yapılırken, belediyenin ‘akaryakıt ve mal olarak kasaba halkının ihtiyaç duyduğu şeyleri temin etme görevi olduğu’ hatırlatıldı.
Şam ile Özerk Yönetim arasındaki görüşmelerde çıkmazı aşma çabalarıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5179924-%C5%9Fam-ile-%C3%B6zerk-y%C3%B6netim-aras%C4%B1ndaki-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9Fmelerde-%C3%A7%C4%B1kmaz%C4%B1-a%C5%9Fma-%C3%A7abalar%C4%B1
Şam ile Özerk Yönetim arasındaki görüşmelerde çıkmazı aşma çabaları
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz mart ayında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi ile entegrasyon anlaşması imzaladı. (AP)
Şam hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolü altındaki Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (KDSÖY) arasındaki görüşmelerde yeniden çıkmaza girildi. Bu durum, Halk Meclisi Yüksek Seçim Komitesi’nin, ülkenin kuzeydoğusunda bulunan ve yıllardır SDG'nin kontrolü altında olan Haseke ve Rakka vilayetlerinde oy kullanmayı erteleme kararının ardından ortaya çıktı. Komite kararını bu bölgelerdeki güvenlik ve siyasi zorluklara dayandırırken, KDSÖY ve SDG liderleri, siyasi süreçten ve seçimlerden dışlanmalarını müzakere sürecinde bir gerileme ve başlangıç noktasına geri dönüş olarak değerlendirdi. ABD de dahil olmak üzere çeşitli taraflar, iki taraf arasında olası yeni bir üst düzey toplantı için düzenlemeler yapıldığına dair haberler arasında, Kürtler ve Şam hükümeti arasındaki görüşmelerdeki çıkmazı aşmak için çaba sarf ediyor.
Kürt kaynaklar, bir Kürt heyetinin pazartesi günü Amman'da ABD Senatörü Jeanne Shaheen, Temsilci Joe Wilson ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile görüştüğünü söyledi. Görüşmelerde Suriye hükümeti ile müzakereler ve KDSÖY ile SDG'nin SDG lideri Mazlum Abdi ile Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera arasında imzalanan 10 Mart anlaşmasının uygulanması ve SDG'nin yeni Suriye ordusuna entegre edilmesi için mekanizmaların oluşturulması amacıyla, uluslararası katılım ve garantilerle Fransa'da görüşmeler yapma isteğinin ele alındığını belirttiler. Kaynaklar, Kürt heyetin toplantıda Amerikalıların SDG'nin terörle mücadele ve Washington liderliğindeki uluslararası koalisyonla iş birliği çabalarına destek verdiğini duyduğunu da kaydetti. Amerikan heyeti pazartesi günü Şam'da Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile de görüştü.
Ranking Member @SenatorShaheen met with Syrian 🇸🇾 President Al-Sharaa today in Damascus on a bipartisan delegation with @USAMBTurkiye and @RepJoeWilson. They discussed the security situation in Syria and the path to a democratic, prosperous Syria for all Syrians. pic.twitter.com/l9S5hg5NoA
— Senate Foreign Relations Committee (@SFRCdems) August 25, 2025
Geçtiğimiz pazar günü yayınlanan bir açıklamada KDSÖY, yeni Suriye parlamentosunun üyelerinin seçilme mekanizmasını ve kendi bölgelerinde yaşayan yaklaşık 5 milyon kişinin oylarının dışlanmasını eleştirdi. KDSÖY heyetinin Şam ile görüşmelerinde baş müzakereci olan Kürt lider Fevza Yusuf, 9 Temmuz'da başkent Şam'da Suriye hükümeti bakanlarıyla yaptıkları son toplantıda, ‘aday listelerini sunmak ve seçimler için Yüksek Hazırlık Komitesi'ne katılacak temsilcileri seçmek’ konusunda anlaşmaya varıldığını söyledi. Ancak bu anlaşma hayata geçirilememiş görünüyor. Suriye Yüksek Seçim Komisyonu, eylül ayında yapılması planlanan seçimlerden Haseke ve Rakka vilayetlerini (ayrıca ülkenin güneyindeki Suveyda'yı) hariç tutma kararını güvenlik ve siyasi zorluklara bağladı. Halk Meclisi Yüksek Seçim Komitesi Sözcüsü Dr. Nevvar Necme yaptığı basın açıklamasında, bu vilayetlerde seçimlerin yapılamaması nedeniyle Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın ‘bu vilayetler için temsilciler atayabileceğini’ doğruladı.
Seçim sürecinin ertelenmesi, Cumhurbaşkanı eş-Şera ile Mazlum Abdi arasında, SDG’yi ve sivil kurumlarını bu yıl sonuna kadar Suriye ordusu ve devlet hizmet departmanlarına entegre etmek için yapılan 10 Mart anlaşmasının uygulanamaması üzerine gerçekleşti. Anlaşma, Irak ve Türkiye ile olan sınır geçişlerini, Kamışlı Uluslararası Havalimanı'nı ve kuzeydoğudaki petrol sahalarını ve enerji tesislerini hükümetin kontrolü altına almayı amaçlıyor. Bu tesisler şu anda SDG'nin kontrolü altında ve onun tarafından yönetiliyor.
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden araştırmacı ve yazar Usame eş-Şeyh Ali
KDSÖY Dış İlişkiler Dairesi Eş Başkanı Bedran Çiya Kurd, Şam'daki yetkililerin siyasi süreç ve geçiş aşamasını Suriye bileşenlerinin katılımı olmadan, tek taraflı olarak yürüttüğüne inanıyor. Kurd, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Bu tek taraflı adımlar eksik ve anayasal dayanak ya da yasal ulusal meşruiyete dayanmıyor” ifadesini kullandı.
KDSÖY kontrolündeki bölgelerin güvensiz olarak tanımlanmasını eleştiren Kurd, bu değerlendirmenin siyasi değil askeri olduğunu söyledi. Şam'daki yetkililerin ‘askeri güçlerinin kontrolü altında olmayan herhangi bir coğrafi alanı güvensiz olarak gördüklerini’ belirten Kurd, “Bu iddia gerçeklere dayanmıyor” dedi.
Bedran Çiya Kurd’un açıklamaları, Şam ile KDSÖY arasında yeni bir ayrılık olduğunu yansıtıyor. İki taraf arasındaki ihtilaflı konular hakkında konuşan Kurd, bu konuların, siyasi sistemin şekli, yeni sistemi tanımlayacak anayasanın niteliği, SDG güçlerinin KDSÖY’nin yapılarını koruyarak coğrafi konumlarında konuşlandırılmış bir askeri blok olarak Savunma Bakanlığı'na entegrasyonu ve siyasi sürece tüm kesimlerin katılımının niteliği gibi temel konular etrafında döndüğünü açıkladı. Kurd, “Geçici yönetim, önceki rejim sırasında baskı, zulüm, dışlama ve ötekileştirmeye neden olan merkezi, üniter sisteme bağlı kalıyor… Tüm bileşenlerin haklarını garanti altına alan, ademi merkeziyetçi, çoğulcu bir siyasi sistem olmadan gerçek bir çözüm mümkün değil. Etnik, dini ve ırksal çeşitliliğin, birleşik bir Suriye çerçevesi içinde korunması gerekiyor” şeklinde konuştu.
Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden araştırmacı ve yazar Usame eş-Şeyh Ali ise Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, Şam'ın tutumunun KDSÖY’nin önerilerinden tamamen farklı olduğunu söyledi. Suriye hükümetinin, SDG güçlerini bir dizi ilke çerçevesinde devlete entegre etmekte ısrar ettiğini belirten Ali, “Suriye hükümeti şunu savunuyor: tek devlet, tek ordu ve tek egemen kurum. Hükümet şu ana kadar, bağımsız kimlik tanıyan veya silahlı grupları Savunma Bakanlığı'nın komuta zinciri dışında tutan her türlü formülü reddetti” ifadelerini kullandı.
Afrin'deki bir polis karakolunda Suriye hükümetine bağlı İç Güvenlik Güçleri'ne katılmak için kayıt sırasına giren Kürt gençler, 21 Ağustos 2025 (AP)
Ali, hükümetin savaşçıları tek bir blok olarak değil, bireyler olarak orduya ve İçişleri Bakanlığı’na entegre etmeyi tercih ettiğini belirtti. Ali sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu, orta ve ağır silahlarını ellerinden aldıktan ve onları güvenlik soruşturmasından ve rehabilitasyondan geçirdikten sonra yapılacak. Şam'ın vizyonuna göre askeri entegrasyonun nihai şekli, SDG savaşçılarının orduya tamamen bireysel olarak entegre edilmesi ve Kürt iç güvenlik güçlerinin (Asayiş) İçişleri Bakanlığı'na bağlı bir iç polis gücü haline dönüştürülmesi olacak.”
Ali, ‘Şam'ın ademi merkeziyetçiliği ve kurumsal ikiliği reddettiğini ve sınırlar, kaynaklar, havaalanları ve ordu yapısı üzerinde tam egemenlik kontrolü karşılığında, vatandaşlık çerçevesinde tüm bileşenlere garanti edilen sivil ve kültürel hakları desteklediğini’ vurguladı.
ABD’nin Irak üslerinden çekilmesi süreci bölgede belirsizliğe yol açtıhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5179917-abd%E2%80%99nin-irak-%C3%BCslerinden-%C3%A7ekilmesi-s%C3%BCreci-b%C3%B6lgede-belirsizli%C4%9Fe-yol-a%C3%A7t%C4%B1
ABD'nin Irak’tan çekilmesi Bağdat'ı tedirgin ederken devlet ile silahlı gruplar arasındaki kırılgan dengeyi ortaya koyuyor (AFP)
TT
TT
ABD’nin Irak üslerinden çekilmesi süreci bölgede belirsizliğe yol açtı
ABD'nin Irak’tan çekilmesi Bağdat'ı tedirgin ederken devlet ile silahlı gruplar arasındaki kırılgan dengeyi ortaya koyuyor (AFP)
Ahmed es-Suheyl
ABD askerlerinin Irak’ın Enbar ilinde bulunan Ayn el-Esed Askeri Üssü’nden ve Bağdat Uluslararası Havaalanı içindeki Victory Askeri Üssü’nden çekilmesi, sadece geçici bir olay ya da Bağdat ile Washington arasında imzalanan ikili güvenlik anlaşmasının uygulanması çerçevesinde atılmış bir adım değil, aynı zamanda Irak devleti için yeni bir sınava dönüştü. Bu gelişme, özellikle de Irak sahnesinde bir değişiklik olasılığı veya en azından ülkeye ekonomik yaptırımlar uygulanması ihtimaliyle ilgili tartışmaların yoğunlaşmasıyla birlikte askeri görüntüsünden daha derin mesajlar taşıyor. Zira bu durum, İran'a sadık silahlı grupların liderlerinin açıklamalarında dahi açıkça görülüyordu.
Irak hükümeti, şu anda yaşananların yalnızca önceden kararlaştırılmış takvimin uygulanması olduğunu vurgulamaya çalışsa da daha fazla ayrıntıya girmekten kaçınması, bu çekilmenin içerdiği siyasi mesajların önemini ortaya koyuyor.
Hükümet, çekilmenin Washington ile yapılan anlaşmalara uygun olarak ilerlediğini söylemekle yetinirken İran yanlısı silahlı gruplar seslerini yükselterek, çekilme belirlenen tarihlerde tamamlanmazsa ABD askerlerinin hedef alınacağı uyarısında bulunuyor.
Yetkililerin ve silahı grupların açıklamaları arasındaki bu çelişki, Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani hükümetini oluşturan, İran'a sadık silahlı grupların çoğunun yer aldığı (Şii) Koordinasyon Çerçevesi saflarında yaşanan bölünme ve kafa karışıklığının boyutuna işaret ediyor.
ABD askerlerinin Ayn el-Esed ve Victory üslerinden çekilmesi, nihai bir çıkış değil, Irak'ı daha çalkantılı bir bölgesel sürece sürükleyen bir yeniden konumlandırmadan ibaret (AFP)
Irak Meclis Başkanı Mahmud el-Meşhedani pazartesi günü ABD'nin Bağdat Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Steven H. Fagin ile yaptığı görüşmede, Washington ile Ayn el-Esed Askeri Üssü’ndeki asker sayısını azaltmak ve operasyonlarını Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) topraklarıyla sınırlı bir ikili çerçeveye aktarmak üzere bir anlaşmaya varıldığını duyurdu.
Hükümet ihtiyatlı davranırken silahlı gruplar yaygara koparıyor
ABD’nin Irak'taki askeri hareketliliğinin yankılarının ardından Bağdat, hükümetin açıklamalarına göre ‘kontrollü’ bir çekilme ile ‘Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) Yasası’ çekişmesi ve Tahran yanlılarının yasayı meclisten geçirmek için artan söylemleri nedeniyle ortaya çıkan siyasi ve medyatik gerginlik arasında yeniden ikili bir yaklaşıma tanık oluyor.
Başbakan Sudani’nin danışmanları, yaşananları ABD askerlerinin ülkeden tamamen çekilmesi olarak gösterme girişimlerine rağmen, Bağdat ve Ayn el-Esed Askeri Üssü’ndeki Uluslararası Koalisyon misyonunun sona erme tarihinin eylül ayı olduğunu, ilişkilerin ikili ortaklık düzeyine geçeceğini ve ikinci aşamanın 2026 eylülüne kadar devam edeceğini söylediler.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre hükümet ayrıntılara girmekten kaçınsa da üst düzey siyasi kaynaklar, ABD'nin çekilmesinin yavaş ve aşamalı olarak gerçekleştiğini belirttiler.
Kaynakların açıklamasında belki de en dikkat çekici olan nokta, yaşananların kapsamlı bir geri çekilme değil, gergin bölgesel koşullar ve İran ile İsrail arasında açık bir çatışma olasılığı göz önüne alınarak hesaplanmış bir yeniden konuşlandırma olduğu gerçeğine açıkça atıfta bulunulmasıydı.
Bazı Iraklı politikacılar, yaşananların şaşırtıcı olmadığını, aksine Bağdat ile Washington arasında önceden varılmış bir anlaşmanın parçası olduğunu vurguluyor (AFP)
Ortaya çıkan fotoğrafların ve videoların ya eski ya da Irak'tan olmadığına dikkati çeken kaynaklar, hükümet, durumun hassasiyetinin farkında olduğundan, bu hareketleri ayrıntılı olarak ele almayacağını ifade ettiler.
Öte yandan silahlı gruplar tarafında, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinde ilişkin hükümetin açıkladığı son tarihler yaklaşırken, gözlemcilerin kritik zamanlarda ‘zafer kazanma girişimleri’ olarak değerlendirdiği tantana devam ediyor. Ketaib Hizbullah tarafından daha önce yapılan açıklamada, grubundan ‘sabrının sınırsız olmadığı’ ve geri çekilme kararlaştırılan takvime göre gerçekleşmezse saldırı başlatacakları uyarısı yapıldı.
Yeni bir aşamaya giriş
Bazı Iraklı politikacılar, yaşananların şaşırtıcı olmadığını, aksine Bağdat ile Washington arasında önceden varılan ve şu an kademeli ve sessizce uygulanan bir anlaşmanın parçası olduğunu vurguluyor. Yine de bu görüş, Irak içinde siyasi yansımaların olasılığını dışlamıyor.
Iraklı siyasetçi Leys Şibir, Ayn el-Esed ve Victory üslerinden çekilmenin esasen Irak hükümeti ile ABD arasında Uluslararası Koalisyon misyonunun süresi ve Bağdat ve Enbar'daki görevlerinin sona ermesi konusunda önceden kararlaştırılanların uygulanmasından ibaret olduğunu vurguladı.
Belki de bu süreci nasıl tanımlayacağımızla ilgili olarak ‘bu süreç, silahlı gruplar için bir zafer mi, yoksa yeni bir aşamanın başlangıcı mı?’ şeklinde daha derin bir soru sormalıyız. Şibir, silahlı grupların ‘bu süreci siyasi olarak kendi zaferleri olarak göstermeye çalıştıklarını’ belirtti.
Gerçeğin farklı bir tablo çizdiğini ifade eden Şibir, “ABD, İran ile İsrail arasında açık bir çatışma çıkması durumunda askerlerinin çapraz ateşte kalmasını istemiyor. Bu da ABD’yi Irak'taki nüfuzunu kaybetmeden, IKBY ve Kuveyt gibi daha güvenli yerlere yeniden konumlanmayı tercih etmeye itti” yorumunda bulundu.
Bu adımla Haşdi Şabi Yasası konusundaki tartışmalar arasında bir bağlantı kurmanın ‘masumca’ olmadığını, çünkü Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin bunu Haşdi Şabi’nin meşruiyetini artırmak için kullanmaya çalıştığını düşünen Şibir, yasanın mevcut haliyle kabul edilmesine karşı uyararak, bunun ‘devlete paralel bir gücün yasallaştırılması ve Irak'ın izolasyona, ekonomik baskıya ve muhtemelen yaptırımlara maruz kalmasına yol açması’ anlamına geleceğini vurguladı.
Şibir, şu an silahlı gruplar için bir ‘başarı’ olarak pazarlanan durumun, özellikle Washington'ın Haşdi Şabi Yasası’na ilişkin açıkça yaptığı uyarıları ve grupların ülkedeki güç dengesinde yer almaya devam etmelerini sağlamak için çabalarını açıkça ifade eden Tahran'ın tutumu karşısında, büyük bir siyasi ve stratejik çıkmaza dönüşebileceğini düşünüyor.
Iraklı siyasetçi, Başbakan Sudani’nin DEAŞ’ın yeniden ortaya çıkma olasılığı, ABD'nin sürekli olarak 2014 yılındaki senaryonun tekrarlanması konusundaki uyarıları ve silahlı grupların silahlarına herhangi bir müdahalede bulunulmasına karşı olan Koordinasyon Çerçevesi ve Tahran'ın bu konudaki baskısı olmak üzere üç baskı kaynağıyla karşı karşıya olduğunu belirtti.
Bu üçü de özellikle Koordinasyon Çerçevesi güçlerine yönelik tecrit durumunun yanı sıra Sünni ve Kürt güçlerin ABD ile uyumlu tutumu çerçevesinde siyaset sahnesiyle ve seçimlerle doğrudan bağlantılı.
Irak'taki durum, özellikle 2025 kasımında yapılacak parlamento seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte giderek daha karmaşık hale geliyor (AFP)
Bu baskıların Başbakan Sudani için, özellikle de ikinci kez aday olduğu bir dönemde, büyük zorluklar yarattığına inanan Şibir, Sudani’nin seçeneklerinin ya Washington ile şartlı bir ortaklık kurarak Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin desteğinin bir kısmını kaybetmek ya da kendini tamamen Tahran'ın kucağına atmak ve uluslararası toplum tarafından tecrit edilmekten ibaret olduğunu söyledi.
Şibir, ABD'nin çekilmesinin, silahlı gruplar için bir zafer olarak sunulmasına rağmen, özünde Irak devleti için son bir sınav ve daha derin iç bölünmelerin ve Irak'ın bölgesel çatışmadaki rolünün yeniden şekillenmesinin başlangıcı olduğu değerlendirmesinde bulundu.
Baskıcı mesajlar ve Şii çıkmazı
Bu gelişmelerle birlikte Haşdi Şabi Yasası da bir adım ileri, bir adım geri gidiyor. Geçtiğimiz hafta, Irak Meclisi’ndeki oturumların gündeminde bu yasa hakkında hiçbir şeyden bahsedilmedi. Sızan bilgilere göre Şii güçler arasında bu yasa konusunda dış baskıların açıklanmasından duyulan korkular nedeniyle büyük bir bölünme söz konusu.
Öte yandan siyaset araştırmacısı Nizar Haydar durumu daha geniş bir perspektiften ele alarak, İran ve Irak'taki müttefiklerinin şu an ‘benzeri görülmemiş bir çıkmaza’ girdiğini düşünüyor. Haydar’a göre yıllarca devlet kurumları içindeki nüfuzunu başarıyla pekiştiren ve iktidar koridorlarına sızan Tahran, şimdi ‘bu etkinin zayıflatılması ve Irak siyasi sistemindeki oyunun kurallarının değiştirilmesi’ olasılığından korkuyor.
Tahran'ın Irak'taki İran yanlısı önde gelen liderlerin doğrudan hedef alınmaya başladığı 2016 sonrası deneyimin tekrarlanmasından korktuğunu söyleyen Haydar, bu durumun Tahran'ı sanki Irak'ı yeniden bir çatışma döngüsüne sürükleyebilecek bir döneme hazırlanıyormuş gibi iktidar koltuğuna daha sıkı sarılmaya ittiğini söyledi.
Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede, İran'a sadık silahlı grupların ‘şu anda kuşatma altında’ olduğunu ifade eden Haydar, “Bu grupların varlığı İran'ın siyasi ve ideolojik projesiyle iç içe geçmiş olsa da, Washington doğrudan baskı politikasına geri dönmeye karar verirse, bu gruplar Washington ile doğrudan bir çatışmanın bedelini ödeyebilecek kapasiteye sahip değiller” diye konuştu.
Yeniden konuşlandırma ve strateji değişikliği
Haydar, ABD askerlerinin Irak’tan geri çekilmesiyle ilgili olarak “Şu anda yaşananlar tam bir geri çekilme değil, hesaplı bir yeniden konuşlandırma” değerlendirmesinde bulundu. DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nun adının ikili veya çok taraflı güvenlik ortaklığı olarak değiştirilmesinin, bu güçlerin misyonunun sona erdiği anlamına gelmediğini belirten Haydar, aksine bunun Irak'taki ABD askeri varlığının yeniden tanımlandığını, ancak bunun içerde farklı bir şekilde pazarlandığını belirtti.
Haydar, zamanlamayla ilgili olaraksa bunun siyasi mesajlar içerdiğini düşünüyor, zira Irak bölgesel gerilimin tırmanması ve Tahran ile Tel Aviv arasında bir çatışma olasılığı nedeniyle endişeli bir dönemden geçiyor.
Senaryoyu üç aşamaya ayıran Haydar’a göre bunlardan birincisi, siyasi rejimi devirmeye yönelik bir planın olmaması, ikincisi Şii güçlere doğrudan baskı uygulayarak araçları değiştirmeye çalışma, üçüncüsü ise özellikle İsrail'i hedef alan silahlı grupların liderlerine yönelik tasfiyeler gerçekleştirme olasılığı. İsrail'in bu operasyonları doğrudan gerçekleştirmesi muhtemel olsa da Washington siyasi ve ekonomik baskı ile sınırlı kalacaktır.
Ayrıca, Şii güçlerin karşı karşıya olduğu iç çıkmazı da işaret eden Haydar, “Meclis’te çoğunluğa sahip olmalarına rağmen, Seferberlik Güçleri Yasası gibi stratejilerine hizmet eden yasaları geçiremiyorlar” ifadelerini kullandı. Siyaset araştırmacısı, bu güçlerin, istemedikleri yasa tasarılarını geri çekemeyecek duruma geldiklerini ve bunun da onları bir kısır döngüye soktuğunu söyledi.
ABD'nin Irak'taki siyasi sistemi devirmeye çalışmadığını, ancak onu yöneten araçları ve yüzleri değiştirmek istediğini değerlendiren Haydar, bugün uygulanan baskının, siyasi deneyi devirmek değil, Haşdi Şabi’nin entegrasyonu, dolar kaçakçılığının önlenmesi ve İran'ın etkisinin sınırlandırılması gibi konularda Washington'ın çıkarlarına uygun olarak gidişatı değiştirmek olduğunu belirtti.
Dengeler değişirken Sudani ikilem yaşıyor
Diğer taraftan Başbakan Sudani, anlaşmaya varılan çekilme ile iç ve dış bölünmelere neden olan yasa arasında hassas bir dönüm noktasında bulunuyor. Sudani, özellikle İran tarafından silahlandırılan ve desteklenen Şii güçlerle herhangi bir çatışmaya girmek istemese de Washington ve müttefikleriyle güvenlik ve ekonomik ortaklıklara da ihtiyacı duyuyor.
Akademisyenler, ABD'nin çekilmesinin Irak Başbakanıiçin gerçek bir ikilem yarattığını düşünüyor. Zira Sudani artık Washington ile Tahran arasındaki eski dengeyi sağlayamıyor.
Arizona Üniversitesi'nde araştırmacı ve akademisyen olan Selim Suze, ABD askerlerinin geri çekilmesinin Bağdat ve Washington arasında karşılıklı anlaşma ile gerçekleşmesine rağmen, bunun iki taraf arasındaki ilişkinin kırılganlığını ortaya koyduğunu düşünüyor. Suze, Washington'ın, Haşdi Şabi’nin entegrasyonu, dolar kaçakçılığının kontrol altına alınması ve Tahran'ın nüfuzunun sınırlandırılması gibi önemli konularda hükümetin oyalayıcı tutumundan memnun olmadığını açıkça belirttiğini vurguladı.
Sudani'nin artık geleneksel dengeyi yeniden sağlayamayacağını ifade eden Suze, “Sudani özellikle kendisi de bu sistemin bir parçası olduğundan öncüllerinin yaptığı gibi Washington'ı İran'ın nüfuzunu kabul etmeye ikna edemediği gibi, ABD’nin Haşdi Şabi’yi feshetme yönündeki taleplerini de kabul edememe ikilemiyle karşı karşıya” yorumunda bulundu.
İran yanlısı silahlı gruplar, hükümeti ABD askerlerini ülkeden çıkarmaya zorlama konusunda ısrarcı bir tutum sergilese de Suze, Tahran'ın ‘ABD askerlerinin Irak’ta kalmasından memnun’ olduğunu düşünüyor. Suze, ABD askerlerinin Irak’taki varlığının ‘silahlı grupların hedef alınmayacağına dair dolaylı bir garanti’ oluşturduğunu belirtti.
Washington'ın artık bu ikili oyuna önem vermediğini ifade eden Suze’ye göre ABD yönetiminin çabaları, Bağdat'tan askerlerini çekmeye, IKBY’de yeniden konuşlanmaya ve Irak'ın Arap bölgesi dışındaki varlığını yeniden tanımlamaya odaklanmış görünüyor.
ABD askerlerinin çekilmesiyle Irak'taki durum, özellikle önümüzdeki kasım ayında yapılması planlanan seçimlerin yaklaşması ve İran ile İsrail arasında yeni bir çatışma olasılığıyla birlikte giderek daha karmaşık hale geliyor. Bu durum, hükümetin dengeyi sağlayamaması halinde iç çatışmaya yol açıp açmayacağına dair spekülasyonlara kapı açıyor.
Baskıcı mesajlar verilirken ve uyarılar yapılırken ABD’nin çekilmesini, üzerinde anlaşmaya varılmış bir hak olarak mı yoksa bu askeri varlığın yeniden tanımlanması olarak mı değerlendirmek arasında değişen görüşler, yaşananların sadece askeri bir hamle değil, Bağdat ile Washington arasındaki ilişkide dönüştürücü bir değişim olduğu noktasında birleşiyor.
Silahlı kurumsallaşma olarak Ulusal Muhafızlar ve Süveyda'yı ayrılmaya hazırlamahttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5179888-silahl%C4%B1-kurumsalla%C5%9Fma-olarak-ulusal-muhaf%C4%B1zlar-ve-s%C3%BCveyday%C4%B1-ayr%C4%B1lmaya
Silahlı kurumsallaşma olarak Ulusal Muhafızlar ve Süveyda'yı ayrılmaya hazırlama
Süveyda’daki 34 silahlı grup, Dürzilerin ruhani liderliğinin kararlarına mutlak bağlılıklarını açıkladı (AFP)
Abdulhalim Süleyman
Süveyda, geçtiğimizi cumartesi gününden bu yana silahlı gruplarını ‘Ulusal Muhafızlar’ adlı bir çatı kuruluş altında birleştirme yolunda ilerliyor. Bu kuruluş, son yıllarda savaş sırasında oluşan ve geçtiğimiz temmuz ayı ortalarında hükümet güçlerine karşı birlikte savaşan çok sayıda grubu içeren kapsamlı bir yapıya sahip.
Silahlı Dürzi grupların liderleri, genellikle askeri sahalarda, törenlerde ve etkinliklerde kuruluşlarını ilan eden askeri oluşumların aksine Suriye'deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin Süveyda ilinin el-Kanavat beldesindeki evinde onlarca savaşçısıyla bir araya gelerek, Dürzilerle olan bağlarını teyit eden ve Şam'a sadık gruplar ve güçlerle çatışmalarda ölen savaşçılarını anan bir bildiri okudular.
34 silahlı grup açıklamada, Dürzilerin ruhani liderliğinin kararlarına mutlak bağlılıklarını ilan ederek, onu dağlarda kendilerini temsil etmeye yetkili meşru temsilci olarak kabul ettiklerini duyurdular ve Dürzileri temsil eden resmi askeri kurum olarak Ulusal Muhafızlara tam entegrasyonlarını ilan ettiler. Açıklamaya göre ‘bize emanet edilen savunma görevlerine’ mutlak bağlılıklarını vurguladılar.
Yeni bir dönem
Bu açıklamanın ardından, bölgedeki silahlı gruplar yeni askeri oluşuma bağlılıklarını ilan etmek için akın etti. Bunlar arasında belki de en öne çıkanı, Şeyh Ebu Hasan Yahya el-Haccar'ın yerine Şeyh Ebu Ziyab Mezid Haddac’ı yeni başkomutan olarak seçen Onurlu Adamlar Hareketi’ydi. Haddac yaptığı açıklamada, Süveyda halkına hizmet edeceklerini ve Onurlu Adamlar Hareketi’nin Ulusal Muhafızları destekleyeceğini ve arkasında duracağını, ruhani liderlik ve ruhani lider Hicri’nin emirlerini ve kararlarını uygulayan organ olarak hareket edeceğini açıkladı.
Öte yandan Şeyh Hicri, Ulusal Muhafızların üyelerini karşılarken Süveyda’nın işlerini denetlemek üzere siyaset, hizmet ve güvenlik komitesinden oluşan hukuk komitesinin yanında, yeni kurulan askeri yapının bayrağı altında yeni bir ‘çalışma’ döneminin başladığını duyurdu.
Onurlu Adamlar Hareketi
Süveyda'da Ulusal Muhafızların kurulduğunun duyurulmasıyla, gözler bu yeni askeri yapıya katılacak gruplara çevrildi. Belki de en etkili katılım, bu yeni askeri kanadın kurulduğunu duyuran gruplar dışında diğer grupların da katıldığı Onurlu Adamlar Hareketi’nin katılımıydı. Katılım, Dürziler tarafından memnuniyetle karşılandı. Bu gelişme, Suriye Geçici Hükümeti'ne bağlı güçlerin kontrol altına almasından sonra Süveyda’da yaşanan ve özellikle siviller arasında çok sayıda Dürzi'nin ölümüne tanık olunan son olayların ardından şekillenmeye başlayan askeri grupların birleşmesi eğilimini ortaya koyuyor.
Süveyda'daki tüm silahlı gruplar Ulusal Muhafızlara katıldı (AFP)
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı habere göre Süveyda'dan konuşan gazeteci Revad Bilan, Ulusal Muhafızlar çatısı altında silahlı gruplar için bir askeri kanat oluşturulmasının ve birleşik ordunun kurulmasının, Cebel el-Arab bölgesini gelecekteki saldırılardan korumayı ve güvenliğini sağlamayı amaçlayan yeni yaklaşımın bel kemiği olduğunu söyledi. Bu sürece Süveyda'da aralarında üst düzey yetkililer, liderler, sivil ve siyasi kuruluşların da bulunduğu tüm tarafların sosyal, siyasi ve askeri olarak destek verdiğini ve yardım sağladığını söyleyen Bilan, “Bunun nedeni, güvenliği sağlamak, kurumların faaliyete geçmesi ve korunması için zemin hazırlamak ve bir sonraki aşamaya hazırlanmak için orduya güvenilmesidir” ifadelerini kullandı.
Askeri yapının oluşumu
Süveyda’daki tüm silahlı grupların Ulusal Muhafızlara katıldığını belirten Bilan, Ulusal Muhafızların artık Süveyda’daki tüm silahlı grupları kapsadığını ve lider kadrosunda eski Suriye ordusunda görev yapmış subaylar ile Süveyda'da kalan Dürzilerin yanı sıra Hıristiyanlar ve Sünni Araplar gibi diğer bileşenlerden askeri personelin yer aldığını söyledi. Bilan’a göre bu yeni askeri oluşumun dışında hiçbir askeri veya toplumsal bileşen kalmayacak ve bu oluşum, planlandığı gibi eyalet genelindeki askeri operasyonları kontrol edecek.
Bu yeni askeri oluşumun toplam personel sayısı resmi olarak açıklanmamış olmasına rağmen, Cebel el-Arab bölgesinin tüm kesimlerinin korunmasını sağlayabilecek kapasitede olacağını belirten Bilan, Süveyda’daki Ulusal Muhafızların sayısının ve gücünün 10 bin ila 15 bin savaşçı olmasının beklendiğini, bunun da şu anda dolaşımda olan resmi olmayan bir rakam olduğunu söyledi.
Polis departmanı
Bilan, Ulusal Muhafızlar çatısı altında silahlı grupları birleştirme yönündeki yeni eğilimin yanı sıra, bölgedeki eski Dürzi polis memurları ve diğer yapılardan unsurların oluşturduğu, yaklaşık 3 bin polis memuru ve subaydan oluşan bir sivil polis gücü oluşturmak ve faaliyete geçirmek için çalışmaların sürdüğünü açıkladı. Bu gücün görevi, Ulusal Muhafızlardan bağımsız olarak iç güvenliği sağlamak olacak. Bilan'a göre şu an bölgede bu gücü yeniden yapılandırmak, canlandırmak ve organize etmek için çalışan bir savcı yardımcısı çalışmaları yürütüyor.
Leys el-Balus'a yönelik eleştiriler
Bu adım, Süveyda'daki popüler ve resmi seslerin, Süveyda’daki katliamların ardından kendilerini korumak ve saldırıları önlemek için kendi bölgelerini kurmayı talep etmelerinden birkaç hafta sonra atıldı. Suriye hükümeti, birkaç hafta önce Amman'da düzenlenen toplantıda Şam'ın onayladığı uluslararası ekiplerin katılımıyla bu katliamlara ilişkin soruşturma başlattı.
Öte yandan Şeyh Hikmet el-Hicri, Süveyda’daki yeni askeri yapının üyelerine yaptığı konuşmada, ilgili devletlere ve taraflara bölgenin Şam'dan ayrılması ve bağımsızlığını desteklemeleri çağrısında bulundu. Hicri, Süveyda’nın ‘hükümet güçlerinin elinden çektiği zulmü Dürzilere yönelik soykırım’ olarak nitelendirdi.
Şam, Süveyda'daki silahlı grupların Ulusal Muhafızlar çatısı altında birleşmesine henüz yanıt vermemiş olsa da Süveyda'yı Suriye'den ayırmaya yönelik her türlü girişimi reddediyor.
Bu arada, Onurlu Adamlar Hareketi’nin eski liderlerinden biri olan Şam ile ittifak halindeki Dürzi lider Leys el-Balus, Süveyda'da duyurulan yeni askeri yapının kurulmasını eleştirerek ruhani lider Şeyh Hikmet el-Hicri'ye tepki gösterdi.
Balus, Ulusal Muhafızların kurulduğunun duyurulmasının İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) bir taklidi olduğunu ve burada bilgelik veya sorumluluk mesajı değil, ‘daha çok yıkım ve tahribat getiren bir mesaj’ verildiğini söyledi.
Ancak Süveyda'daki Dürziler, Balus'un Şam hükümetine yakın tutumunu reddediyor ve birçok taraf, onu ‘geçtiğimiz temmuz ayı ortalarında hükümet güçlerinin Süveyda’ya girmesini kolaylaştırmakla’ suçluyor. Bu olayda Süveyda’da yüzlerce kişi ölmüş ve yaralanmış, siviller infaz edilmişti.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة