Cezayir ile Fransa arasındaki 3 asırlık hesaplaşma

Eski sömürü ülkesi Fransa’nın siyasi gündeminden düşmüyor

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
TT

Cezayir ile Fransa arasındaki 3 asırlık hesaplaşma

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron

Cezayir Cumhurbaşkanlığı ve ordusu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un hem Cezayir Cumhurbaşkanlığı ve ordusu hem de genel olarak tüm ülke için son derece acı verici olarak kabul edilen açıklamaları nedeniyle öfke içinde... Macron’un açıklamaları, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın iktidarı döneminden bu yana Cezayirlileri, Fransa’nın 19. Yüzyıldaki Cezayir işgali ile bağlantılı geçmişin üzerine sünger çekilip yeni bir sayfa açmaya ve acılarını unutmalarına ikna etmek için çaba sarf ettiği ve Fransa’nın artık sabrının tükendiği yönündeki bir duygunun adeta bir yansımasıydı. Cezayirliler ise, Fransa özür dilemeden ve Fransız liderler işgal sırasında korkunç günahlar işlendiğini kabul etmeden geçmişi unutmayı kesinlikle reddediyorlar.
Macron, iktidara gelmesinden bu yana sürdürdüğü ve ‘geçmişin yaralarını iyileştirmek’ olarak adlandırdığı çaba çerçevesinde geçtiğimiz 30 Eylül’de Cezayir'deki savaşı yaşayanların soyundan gelen 18 genci bir araya getirdi. Macron, gençlerin sorduğu sorulardan birine verdiği yanıtta, “Fransız kolonizasyonundan önce bir Cezayir ulusu var mıydı?” diye sordu. Ayrıca, “Türkler, Cezayirlilere ülkelerini sömürgeleştirdiklerini unutturmayı başardılar” ifadelerini kullanan Macron, bu nedenle, ‘Türkler tarafından Mağrip’te yapılan dezenformasyon ve propaganda ile yeniden yazılan tarihe karşı tarihin yeniden yazılması’ çağrısında bulundu.
Cezayir, Emmanuel Macron’un, hem ülke yönetimi hem de halkı için son derece aşağılayıcı bir anlam taşıyan ‘Fransız kolonizasyonunun, sivil müdahale için Fransa’nın gelişinden önce çadırda yaşayan ve koyun güden Cezayirlilere medeniyet getirmek gibi bir takım avantajları olduğu’ şeklindeki sözlerini büyük bir hassasiyetle karşıladı.
Macron, bununla da kalmadı. Sorunun, Cezayir'in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından Cezayir toplumunun derinliklerinde değil, hafızaya bağlı bir rant üzerine kurulmuş siyasi-askeri sistemde” olduğunu söyledi. Cezayir tarihinin yazımının ‘gerçeklere değil, Fransa'ya duyulan nefrete dayandığını’ öne süren Macron, “Cumhurbaşkanı Tebbun ile iyi bir iletişimim var, ama onun çok katı bir sistem tarafından kontrol edildiğini düşünüyorum” dedi. Gözlemcilere göre bu sözler, Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun’un ‘ordu tarafından rehin alınmış olduğu ve aslında iktidarın başı olmadığı’ anlamına geliyor.
Fransa tarafından Cezayir ve Kuzey Afrika'nın Mağrip bölgesindeki diğer ülkelere verilen vizelerin yüzde 50 azaltılması meselesiyle ilgili olarak Macron, kararın, özellikle Paris ve Fransa’nın diğer şehirlerini sık sık ziyaret eden üst düzey yetkilileri kapsayan ‘yönetici çevrelere’ yönelik olduğunu belirtti. Macron, “İktidar çevrelerini, yani kolayca vize almaya alışmış olanları zorlamaya çalışacağız” diyerek Mağripli yönetici sınıfını tehdit etti. Fransa'nın bu kararla yetkililere vermek istediği mesajla ilgili olarak ise Macron, “Yöneticilere, ‘(Fransa'daki) kaçak göçmenleri ve tehlikeli insanları (teröristleri) ülkeden çıkarmak için iş birliği yapmayı reddederseniz, hayatınızı kolaylaştırmayız’ demek istiyoruz” şeklinde konuştu.
Buna karşın Cezayir, Fransa’ya karşı tepki vermekte gecikmedi ve bir takım resmi önlemler aldı. Bu önlemlerin başında Cezayir’in Paris Büyükelçisinin geri çağrılması ve 2013 yılından bu yana aşırılık yanlısı gruplarla mücadele edilen Mali’nin kuzeyinde görev yapan Fransız savaş uçaklarının geçiş güzergahındaki Cezayir hava sahasının kapatılması yer aldı.

Fransa’daki seçim süreci
Bu yeni bölünme sürecinde en çok dikkat çeken ise Fransa'da seçim tarihi yaklaşırken, sanki Fransa’da seçimler, Cezayir konuk olarak davet edilmeden yapılamazmış gibi Fransa ve Cezayir arasındaki gerilimin artması oldu. Bu gerilim de çoğunlukla (Cezayir'in bağımsızlık savaşında Fransa adına savaşan Müslüman Cezayirliler) Harkiler ve (Cezayir’de doğup Fransa kolonizasyonu sırasında Fransızlarla iş birliği yapan ve bağımsızlığın kazanılmasından sonra Cezayir’den ayrılarak Fransa’ya yerleşen Cezayirliler) Kara Ayaklar gibi tarihi dosyaların yeniden hararetli tartışmalarda gündem olmalarıyla oluyor. Bu nedenle çoğu gözlemci Macron'un açıklamalarını önümüzdeki Nisan ayında yapılması planlanan Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemiyle ilişkilendiriyor.

“Machiavelli mantığı”
Cezayirli gazeteci yazar Abdulali Zevagi, konula ilgili Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:
“Fransa Cumhurbaşkanı’nın rezil açıklamaları, kulağa boğazlanmış bir horozun böğürtüleri gibi geliyor. Çünkü adam ikinci kez kazanmayı hedeflediği yeni bir cumhurbaşkanlığı döneminin eşiğinde. Makyavelli mantığındaki bu amaç, onu nezaketten ve diplomatik geleneklerden soyutlamış durumda. Tarih, Fransa’nın Cezayir ile ilişkilerindeki tüm bu aşırılığı hatırlıyor. Bu şekilde küstahça sözler sarf ediyor ve tarihin derinliklerine iniyor. Belki de bu sözler ona bazı seçmenlerin sempatisini kazandıracaktır. Elbette burada göçmenlere düşman olan ve beyaz ırkın üstünlüğü savunan ve İslam karşıtlığı yanılsamasıyla yönlendirilen sömürgeci geçmişe özlem duyan aşırı sağcı kitleyi kastediyoruz. Bu, son yıllarda tüm Avrupa ülkelerinde yeniden canlanan bir eğilim ve bu kasıtlı bir adım gibi görünüyor. Macron, bunu uygulamak için kademeli bir politika benimsedi. Vatanına ve halkına ihanet eden ve onlara karşı Fransa'nın yanında savaşan harkilerden resmi olarak özür diledi.”

Zevagi sözlerini şöyle sürdürdü:
"Fransa’nın cumhurbaşkanları, her seçim döneminde Fransa-Cezayir ilişkilerindeki çetrefilli dosyalara başvururlar ve bazı detayları farklı derecelerde sunarlardı. Ancak mevcut cumhurbaşkanı izin verilen tüm sınırların ötesine geçti. Cezayir'e karşı hâlâ ataerkil bir bakışla, 1962 yılı öncesindeki sömürgesiymiş gibi bakan bir sömürge ideolojisi sürdürüyor gibi görünüyor.  Gerçekten de Macron, Fransız siyasi elitlerinin gizli kapaklı inandıklarını yüksek sesle dile getirdi. İki ülke arasındaki ilişkilerdeki gerçek sorunu gözlerimizin önüne serdi. Fransız elitlerinin tutum ve tepkilerini oluşturan ana güdüyü ortaya çıkardı. Sömürge fikri, Cezayir’i arka bahçesi ve ekonomisinin atardamarlarından biri olarak gören Fransızların karakterinde kök salmıştır. Bu da Fransızların tedavi edilemeyen kronik bir hastalığıdır. "

“Medeniyetten yoksun bölge”
Cezayirli gazeteci yazar, değerlendirmesinde şunları da dile getirdi:
“Fransa’nın, Cezayir’i işgali büyük bir yalana dayanıyordu. Hala da öyle... Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı Macron’da bu yalana tam bir teslimiyetle inanıyor. Vardığı sonuç, Fransa’nın acımasız barbar istilasından önce Cezayir'in medenileştirilmesi gereken medeniyette yoksun bir yer olduğudur. Ama bunu kafalarını keserek, aç bırakarak, yerlerinden ederek ve onlara karşı vahşi katliamlar gerçekleştirerek yaptılar. Oysa hiçbir sömürgeci güç böyle bir şey yapmadı. “
Zevagi’ye göre ‘Macron'un Cezayir’de askeri bir rejimin olduğuna atıfta bulunması, orduya yönelik sert eleştirileri ve siyasi-askeri rejimin Cumhurbaşkanı Tebbun’u kontrol etmekle suçlaması, hezeyan dolu açıklamaları, rastgele veya belli bir tarafa yöneltilmiş mesajlar, Cezayir’de Fransız tarafının aleyhine gerçekleşen bir iç değişimi yansıttığı’ açıkça görülüyor. Macron’un açıklamalarının iki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekteki aşamalarını belirlemenin temel taşı olmaya devam ettiğini söyleyen Zevagi, “Çünkü bu açıklamalar, her Cezayirli için büyük bir anlam ifade eden Cezayir ulusunun varlığını ve ruhunu hedef aldı. Cezayirli yetkililerin açıklamaları, devletin tutumu ve sosyal medya kullanıcılarının Fransa Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını kınayan paylaşımları bu durumu ortaya çıkardı. Tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması, Fransa ile ilişkilerin kesilmesi ve Fransa’nın Cezayir’deki ekonomik ve kültürel çıkarlarının engellenmesi ve Fransa ile ilişkilerin, Cezayir'i geri kalmışlığından ve hem ekonomik hem de sosyal durgunluğundan kurtaracak her derde deva olarak görülmemesi talepleri yaygın bir şekilde dile getirildi” şeklinde konuştu.

Fransa’yı seven Cezayirliler var
Öte yandan Cezayirli siyaset analisti Abdulvahhab Lekevari, Facebook hesabından yaptığı paylaşımda Macron'un açıklamalarını ve neden olduğu öfkeyle ilgili şunları yazdı:
“Macron, hafıza dosyasından beslenen bir siyasi-askeri rejimden bahsetti. Bu egemen iktidarımızın çok doğru bir tanımıydı. Macron, Cezayir halkının Fransa'dan nefret ettiğini söyledi. Fakat bu doğru değil. Fransa'dan gerçekten nefret eden Cezayirlilerin olmasının yanında aynı zamanda Fransa'yı seven önemli sayıda Cezayirli de var. Cezayirlilerin Fransa’dan nefret etmediğinin kanıtı, her gün Fransa’ya umut yolculuğuna çıkan düzensiz göçmenlerdir. Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın 2003 yılındaki sel felaketinin ardından başkentin Bab el-Vad semtini ziyareti sırasında binlerce Cezayirlinin Chirac’ın adını söyleyerek vize talep ettiklerini de unutmadık.”

Lekevari sözlerini şöyle sürdürdü:
“(Macron), ‘Fransız işgalinden önce bir Cezayir ulusu var mıydı?’ diye sordu. Sorusunun cevabı için Cezayir ulusal hareketinin simgesi, Cezayir devletinin Kurucu Meclisinin ve Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti'nin ilk başkanı Ferhat Abbas’a kadar gitti. Cezayir ulusunu mezarlıklarda aradı, ancak bulamadı.”
Macron’un akıllı ve hırslı bir politikacı olduğunu, tarih de dahil olmak üzere tüm kartlarını ikinci  kez cumhurbaşkanlığını kazanabilmek için kullandığını söyleyen Lekevari, “Özetle, yoksul Cezayirliler hâlâ kimliklerini ve tarihlerini aramaya dalmış durumdalar. Bu ulusun gerçek başlangıcını sorgulamak için tarihle gülünç bir şekilde savaşmak yerine Fransa’dan kurtuluş mucizesinin tarihi olan 5 Temmuz 1962'yi modern Cezayir ulusu için muzaffer bir başlangıç ​​olarak benimsemeleri yeterliydi” ifadelerini kullandı.
Sudanlı yazar Tayyib Salih tarafından 1960’lı yılların ortalarında yazılan ve kimlik meselesi üzerine kurulu ünlü roman ‘Mevsimu'l-Hicre ile'ş-Şemâl’den (Kuzeye Göç Mevsimi) alıntı yapan Lekevari, “Kitap sömürgeciler için şunlar söyleniyor; ‘gelişleri bizim anlattığımız gibi bir trajedi ya da onların tasvir ettiği gibi bir nimet değil, zamanla bir efsaneye dönüşecek melodramatik bir eylemdi. Neden evimize geldiklerini bilmiyorum. Bu, bugünümüzü ve geleceğimizi zehirlediğimiz anlamına mı geliyor? Er ya da geç evlerimizden çıkacaklar. Ancak burada demiryollarını, buharlı gemileri, fabrikaları, hastaneleri ve okulları olacak. Onların dilini hiç bir suçluluk yahut memnuniyet hissetmeden konuşacağız. Sıradan insanlar gibi olacağız. Ve eğer bizler birer yalansak, kendi uydurduğumuz yalanlarız.’”

Cezayir, Fransa’nın elinden kayıp gitti
Cezayirli yazar Abdulcebbar Bata da Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Macron, 4 yıl önce seçim kampanyası sırasında Cezayir'e geldiğinde açıkça ziyaretinin Fransa’nın Cezayir’deki tarihindeki ve geleceğindeki rolü açısından yaptığını söyledi. Ayrıca Cezayir'in sömürgeleştirilmesi insanlığa karşı bir suç olduğunu ifade etti. Bunları söyleyen kişi ile Fransız işgalinden önce bir Cezayir ulusunun varlığını sorgulayan kişinin aynı olması akıl almaz bir durum.  Kendi yarattığınız milletin varlığında ve geleceğinde asla sizden vazgeçemeyeceği de ortadadır. Macron’un ruh haline ve değişken zihniyetine göre yaptığı açıklamalar, bizi tam bir çelişkiye ve gerçeği bulmak için derinlemesine bir okuma yapmaya itiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi, Macron'un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı olmayabilir. Fakat önceki tüm Fransız cumhurbaşkanlarının aksine, çıkışlarında ve son açıklamalarında kendisini bu anormalliğe itenin ne olduğu bulmak için Macron’u içeriden ve dışarıdan çevreleyen tüm faktörler incelenebilir.
Bata’ya göre özellikle yeni Cezayir yönetiminin kendileriyle yapılan anlaşmaları yenilemeyi reddetmesinin ardından Cezayir’i bir daha geri dönmeksizin terk eden Fransız şirketlerinin devasa kayıplarından ve Fransa’ya yakın politikacıların ve işadamlarının Cezayir’de hapishanelere atılmasından geriye kalanların da ülke dışına kaçmasından sonra, Fransa gerçekten Cezayir’in elinden kayıp gittiğini düşünüyor.

Hanad: Macron haklı
Diğer taraftan Cezayirli siyaset bilimi profesörü Muhammed Hanad, Macron'un Cezayir rejimi konusundaki tutumunu güçlü bir şekilde desteklediğini açıkladı. Hanad, ‘Cezayirli yetkililerin, her zamanki gibi, Macron'un açıklamalarının ardından kendinden emin bir yönetim olarak görünme fırsatını kaçırdığını’ yazdı. Hanad, “Ne yazık ki, medya profesyonellerimizin ve entelektüellerimizin çoğu da bunu taklit etti. Cumhurbaşkanı Macron'un söylediklerini sakin bir şekilde gözden geçirecek olursak en başta Fransa'daki politikacıların aklından geçenleri dile getirdiği için Macron’a saygı göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. En az yöneticilerimizin bazılarının yolsuzluklarından ve Fransa'yı paraları ve lüks mülkleri için bir sığınak olarak görmelerinden dolayı gördükleri saygıyı göstermeliyiz. Fransa Cumhurbaşkanı, bağımsızlığını kazanmasının ardından Cezayir'in siyasi ve askeri bir rejimin himayesinde hafıza dosyasından faydalandığını söyledi! Peki, bu doğru değil mi?” yorumunda bulundu. Hanad'a göre hafıza dosyasından sağlanan yarar, başka bir rant kaynağına ve ne olursa olsun muhalif seslerin bastırılmasına dayanır. Cezayir devletinin, bağımsızlık savaşının sona erdiğinin ilan edilmesinden hemen sonra geçici hükümete karşı yapılan bir askeri darbe üzerine kurulduğunu vurgulayan Hanad, “Darbeciler, iktidarlarını güçlendirmek amacıyla - Macron'un da dediği gibi – Cezayir’in tarihini Fransa nefretine dayandırdılar. Ama bugün, bu nefretin sadece kısır bir propagandadan ibaret olduğunu biliyoruz! Bu nedenle, Fransa Cumhurbaşkanı yanlış bilgi ve propagandaya karşı koymak amacıyla Cezayir savaşının tarihini Arapça ve Berberice olarak yazakları vaadinde bulunmakta haklı” ifadelerini kullandı.

Hanad sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ancak Emmanuel Macron'un, Fransa'nın Cezayir'deki rejimi desteklediği yönündeki genel düşünceyi çürüttüğü çok önemli açıklamaları da var. Cezayir'deki rejimin Hirak (Halk hareketi) nedeniyle yorgun ve kırılgan hale geldiğini belirtti ve askeri bir rejim niteliğinde olduğunu vurguladı. Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun ile olan ilişkisine dikkati çekti ve Cezayir Cumhurbaşkanı’nın, katı bir rejimin tarafından kontrol edildiğini söyledi.”
Macron'un ‘yönetici sınıfına’ vize vermeyi kısıtlayarak ‘hayatlarını kolaylaştırmayacakları’ yönündeki tehdidiyle ilgili olarak ise Hanad şunları söyledi:
“Bu, artık onlardan korkmuyor gibi görünen Fransız yetkililerle haşır neşir olanlara saygısızlık anlamına gelmiyor mu? Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Cezayir'deki yönetim sistemine ilişkin son açıklamalarından nasıl bir ders çıkarmalıyız? Eğer karşındaki sana saygı duymuyorsa dönüp kendine bir bak, belki de sebebi sensindir!”



İsrail'in Katar'a saldırısı: Netanyahu, Trump'ın dikkati çeken olumsuz tutumuyla sınırlarını test ediyor

Washington'daki basın toplantısının ardından Trump ve Netanyahu (Reuters)
Washington'daki basın toplantısının ardından Trump ve Netanyahu (Reuters)
TT

İsrail'in Katar'a saldırısı: Netanyahu, Trump'ın dikkati çeken olumsuz tutumuyla sınırlarını test ediyor

Washington'daki basın toplantısının ardından Trump ve Netanyahu (Reuters)
Washington'daki basın toplantısının ardından Trump ve Netanyahu (Reuters)

Brian Katulis

İsrail'in bu hafta Katar'daki Hamas liderlerine yönelik sürpriz saldırısı, Trump yönetiminin ikinci döneminin Gazze’deki savaşı sona erdirme hedefini büyük ölçüde gerçekleştiremediğinin en son göstergesi oldu.

Saldırıdan üç gün sonra perşembe günü öğleden sonra konuşan ABD Başkanı Donald Trump, diplomatik bir çözüm için belirsiz bir umut dile getirerek “İsrail'in Katar'a saldırısının, rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze'de ateşkes için yürütülen müzakereleri etkilememesini umuyorum. Rehinelerin serbest bırakılmasını ve bunun bir an önce gerçekleşmesini istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Trump yönetiminin Ortadoğu'ya yaklaşımının en tuhaf yönlerinden biri, Gazze'deki savaşa verdiği tepkinin çarpıcı pasifliği oldu. ‘Pasiflik’ kelimesi, birçok kişinin Trump ile ilişkilendireceği bir kelime olmasa da bu durum kısmen Beyaz Saray'dan hemen her gün yapılan çılgın hızdaki açıklamalar ve eylemlerden kaynaklanıyor.

“İsrail'in Gazze ve bölgenin diğer yerlerinde gerçekleştirdiği eylemler, Trump'ın en büyük hedeflerinden biri olan Nobel Barış Ödülü'nü kazanmasını ve İsrail ile Suudi Arabistan arasında normalleşme anlaşması sağlanmasını engelliyor. Trump, bu hedefe ulaşmak için benzersiz bir gayretle çalışıyor.   

Trump, Gazze Şeridi'nin tamamen ABD’nin kontrolü altına alınması ve pitoresk (resimsi) bir ‘Gazze Rivierası’ kurulması gibi, dünyanın dikkatini çeken provokatif açıklamalar yapmaya özen gösteriyor. Öte yandan Trump, geçtiğimiz haziran ayında İran'a yapılan ani saldırı ve bu ay Venezuelalı uyuşturucu kaçakçılarına yönelik saldırı gibi hedefli açıklamalara benzer gösterişli tedbirlerle öne çıkıyor. Ancak bu hamleleri, bu alanların herhangi birinde kalıcı sonuçlar doğuracak tutarlı bir stratejik yaklaşımla karıştırmamalıyız.

Trump, İsrail-Filistin cephesinde ise İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve çatışmanın sona ermesi konusundaki beklentileri yükseltti. Ancak, İsrail'in öngörülemez eylemleri bir yandan bölgeyi istikrarsızlaştırırken diğer yandan sahada istediği gibi hareket etmesine olanak tanıdı. İsrail'in Gazze ve bölgenin diğer yerlerinde gerçekleştirdiği eylemler, Trump'ın en büyük hedeflerinden biri olan Nobel Barış Ödülü'nü kazanmasını ve İsrail ile Suudi Arabistan arasında normalleşme anlaşması sağlamasını engelliyor. Oysa Trump bu hedefe ulaşmayı çok istiyor. Ancak şimdiye kadar ABD'nin Arap-İsrail sorununa yönelik politikasında stratejik bir değişiklik olmadı.

Yüksek ses, küçük sopa

Bu durum, ABD’nin eski başkanlarından Theodore Roosevelt'in ünlü sözü “Yumuşak konuş, sert davran” ile özetlenebilecek dış politika ilkesiyle tam bir tezat oluşturuyor. İsrail'in 9 Eylül'de Katar'daki Hamas yetkililerine yönelik eşi görülmemiş saldırısı, NATO dışında, bölgedeki en büyük ABD askeri üssüne ev sahipliği yapan önemli bir ABD müttefikinin, başta İsrail olmak üzere bölgesel aktörlerin, Trump yönetiminin birçok açıdan kenarda durduğu bu bölgenin dinamikleri üzerindeki etkisinin boyutunu gösteriyor.

Trump, ocak ayında ikinci dönemi için göreve başladığında ateşkes anlaşması imzalamak ve rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak gibi güçlü bir başlangıç yapmasına rağmen, o zamandan beri odak noktasını kaybetti. Sosyal medyada paylaştığı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Gazze’de hayali bir sahilinde rahat bir şekilde görünen tuhaf yapay zeka tarafından üretilmiş video, birçok kişiyi şaşırttı ve özellikle de göreve başlamadan önce ulaştığı ateşkes anlaşmasının uygulanmasını sağlamak için yeterli baskı uygulamamış olması nedeniyle endişelendirdi.

İsrail'in Gazze ve bölgenin diğer yerlerinde gerçekleştirdiği eylemler, Trump'ın en büyük hedeflerinden biri olan Nobel Barış Ödülü'nü kazanmasını engelliyor.

Kahire'de geçtiğimiz mart ayında düzenlenen Arap Birliği Olağanüstü Zirvesi, Gazze'nin uzun vadede yeniden inşası ve kalkınması için taahhütler içeren ayrıntılı bir plan ortaya çıktı ve Filistin devletinin kurulması taahhüdü teyit edildi. Ancak Trump'ın ekibi bu fikirleri görmezden geldi ve bununla anlamlı bir şekilde ilgilenmedi. İsrail, müzakerelerde Hamas'a baskı uygulamak amacıyla, askeri harekatını yeniden başlatarak ve insani yardımı kesmek de dahil olmak üzere Gazze'ye boğucu bir abluka uygulayarak mart ayında ateşkesi sona erdirdi.

Trump yönetimi, Gazze'deki insani durum daha da kötüleşince Gazze İnsani Yardım Vakfı’nı (GHK) kurdu. Bu vakıf, Filistinlilerin ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yardım almayı bekleyen en az bin kişinin ölümüne yol açan kusurlu bir yardım mekanizmasıydı. Belki de çok daha fazlası. Bu arada Trump, ekibinin yeni bir ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılması için bir anlaşma sağlayacağına dair ara sıra açıklamalar yaptı. Hatta Katar ve Mısır gibi arabulucular aracılığıyla değil, doğrudan Hamas ile görüşmek gibi alışılmadık bir adım attı.

fvghyju
İsrail'in Katar'ın Doha kentinde Hamas liderlerine düzenlediği saldırının ardından hasar gören bir bina, 9 Eylül 2025 (Reuters)

Ancak, tüm bu adımlar ateşkesin sağlanmasına yetmedi. Bu çatışmayı sürdürülebilir bir şekilde sona erdirmek için tutarlı bir diplomatik çerçeve bulunmadığından, İsrail'in askeri operasyonu devam ediyor. Trump'ın bir gün içinde bunu başarabileceğine dair vaatlerine rağmen, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşında barış anlaşmasına varamaması ile bu durum arasında birçok yönden bazı paralellikler var. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Trump'ın savaşı sona erdirme çabalarını görmezden gelmeye devam ederken, Netanyahu da aynı şeyi yapıyor ve Trump'ın sınırlarını ve bu süreçte onu ne kadar zorlayabileceğini test ediyor. Trump'ın birçok önemli dış politika meselesinde öngörülemez ve dikkat dağıtıcı diplomasisinin sonuçsuz kaldığı herkesçe biliniyor.

Güçlü liderlik ve ortaklarla yakın iş birliği olmadan İsrail mevcut yolunda ilerlemeye devam edecek gibi görünüyor.

Eksik unsurlar

Bu konuda daha iyi sonuçlar elde edilmesine katkıda bulunabilecek iki önemli unsur eksik. Bunlardan birincisi, barışa yol açacak kalıcı bir ateşkes için güvenilir bir formül ve vizyon geliştirmeyi amaçlayan ABD'nin diplomatik liderliğine geri dönülmesi. Bu unsur, daha tutarlı bir stratejik odaklanma ve bu sorunları ele almak için ABD yönetimi içinde özel bir ekip gerektirir, ancak bunların hiçbiri ufukta görünmüyor.

İkinci unsur ise İsrail ile resmi ilişkileri olan Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Fas gibi Arap ülkelerinden ortakların yanı sıra İsrail'e ihtiyaç duyduğu güvenceyi sağlayacak şekilde Filistinlilere diplomatik, ekonomik ve güvenlik desteği sağlayabilecek olan Suudi Arabistan, Katar ve Umman gibi ülkelerle daha yakın iş birliği içinde çalışmaktır.

Bu iki unsur, yani güçlü liderlik ve ortaklarla yakın iş birliği, eksik olduğunda İsrail mevcut yolunda ilerlemeye devam edecek ve Trump yönetimi Ortadoğu'da barışa ulaşma hedefinden uzak kalacak.


Rubio'nun İsrail ziyareti… Gazze ateşkesinde bir atılım mı, yoksa yerinden etmeye destek mi?

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki sahil yolu boyunca eşyalarıyla birlikte Gazze şehrinden güneye doğru ilerleyen Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki sahil yolu boyunca eşyalarıyla birlikte Gazze şehrinden güneye doğru ilerleyen Filistinliler (AFP)
TT

Rubio'nun İsrail ziyareti… Gazze ateşkesinde bir atılım mı, yoksa yerinden etmeye destek mi?

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki sahil yolu boyunca eşyalarıyla birlikte Gazze şehrinden güneye doğru ilerleyen Filistinliler (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki sahil yolu boyunca eşyalarıyla birlikte Gazze şehrinden güneye doğru ilerleyen Filistinliler (AFP)

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun, Gazze Şeridi'nde gerginliğin artması ve İsrail'in Hamas liderlerini hedef alan Doha saldırısının ardından müzakerelerin durması üzerine İsrail'i ziyaret etmesi bekleniyor.

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlara göre, bu ziyaret iki olası senaryo barındırıyor: Ya ‘Gazze Şeridi'nde ateşkes konusunda ciddi görüşmeler yapılmayacak’ ya da ‘yıl sonuna kadar savaşın sona ermesi ve sınırlı bir ateşkesin kabul edilmesi ele alınacak’.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Tommy Pigott'a göre Rubio’nun İsrail ziyaretinin amacı, Gazze şehrinin kontrolünü ele geçirmeyi de içeren İsrail'in yeni operasyonundaki ‘operasyonel’ hedeflerini görüşmek. Pigott ayrıca, bu ayki Birleşmiş Milletler (BM) toplantısına atıfta bulunarak, Rubio’nun, ‘Hamas terörizmini ödüllendiren Filistin devletinin tek taraflı olarak tanınması da dahil olmak üzere, İsrail karşıtı hareketlerle mücadele etme taahhüdünü yineleyeceğini’ bildirdi.

Pigott'a göre, Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile New York'ta yaptığı görüşmenin hemen ardından gerçekleşen bu ziyarette Rubio, ‘ABD'nin İsrail'in güvenliğine olan bağlılığını vurgulayacak ve Hamas'ın bir daha Gazze Şeridi'ni yönetmemesini ve tüm rehinelerin geri dönmesini sağlamanın gerekliliğini ifade edecek.’

İsrail'in planladığı ‘gönüllü göç’ konusu, Rubio'nun İsrail ziyareti sırasında, Filistinlileri kabul edecek birkaç ülkeyle yapılan görüşmelerin bir parçası olarak gündeme getirilecek.

Arap ve uluslararası toplum tarafından reddedilen yerinden edilmeye dayalı plan, İsrail güvenlik birimleri tarafından Binyamin Netanyahu'ya sunuldu. İsrail'in Kanal 12 televizyonunun cuma günü yayınladığı habere göre söz konusu plan, Gazze Şeridi sakinlerinin önümüzdeki aydan itibaren hava ve deniz yoluyla Gazze Şeridi'nden ayrılmalarına izin veriyor.

Rubio ve Netanyahu arasındaki görüşmeler, İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee'nin dün Gazze şehrinin bazı bölgelerinin tahliye edileceğini duyurmasının ardından gerçekleşti. Adraee, ordunun tahminlerine göre Gazze şehrinin çeyrek milyondan fazla sakininin kendi güvenlikleri için şehirden ayrıldığını belirtti ve Hamas'ı yenilgiye uğratmakta kararlı olduklarını vurguladı.

fgthyju
Nuseyrat Mülteci Kampı yakınlarındaki sahil yolu boyunca eşyalarıyla birlikte Gazze şehrinden güneye doğru giden Filistinlileri izleyen bir adam (AFP)

Amerikalı stratejik ilişkiler uzmanı Irina Tsukerman'a göre, Rubio'nun İsrail'e gelişi daha acil bir soruyu gündeme getiriyor: “Washington ateşkes için zemin mi hazırlıyor, yoksa başka taktikler için siyasi koruma mı sağlıyor?”

Tsukerman, “Rubio'nun gündemindeki acil konu, her iki tarafın da zafer olarak pazarlayabileceği sınırlı bir ateşkes için bir çerçeve sağlamak… Bu, İsrail'e Gazze şehri içinde ve dışında büyük ölçekli operasyonları durdurmak için net parametreler belirlemesi konusunda baskı yapmak ve Katar'daki Hamas müzakerecilerinden rehineler ve insani koridorlar konusunda garantiler almak anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.

Tsukerman'a göre Rubio'nun, Netanyahu'ya kişisel olarak baskı uygulayarak iç siyasi talepler ile Washington'un savaşı uluslararası alanda kararlı ve sorumlu olarak sunulabilecek şartlarla sona erdirme stratejik ihtiyacını dengelemesi bekleniyor.

Bu nedenle Tsukerman'a göre Rubio'nun ziyareti, sadece mevcut çatışmaları sona erdirmekle kalmayıp, Washington ve en yakın müttefikleri için elverişli koşullar altında ‘ertesi gün’ için siyasi sistemin ilk bölümlerini yazmayı da amaçlıyor. Tsukerman, ABD Başkanı Donald Trump'ın ‘savaş için siyasi bir zaman sınırı belirlediğini ve bunun 2026 ABD seçim yılına kadar sürmesine izin verilemeyeceğini’ vurguladığını belirtti.

Öte yandan Filistinli siyasi analist Dr. Abdulmehdi Mutava, Rubio'nun İsrail ziyaretinin Gazze ateşkesi ile hiçbir ilgisi olmadığına inanıyor. Çünkü bu konudan ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff sorumlu. Mutava, ziyaretin Filistinlilerin yerinden edilmesine ilişkin düzenlemelere ve Başkan Donald Trump'ın Netanyahu'nun Gazze'yi işgalini tamamlamasına itiraz etmediğinin teyit edilmesine odaklanacağını düşünüyor. Ancak İsrail ve ABD kaynaklarından sızan bilgilere göre, bunun için belirlenen en uzun süre bu yılın sonu.

Mutava, ABD – İsrail koordinasyonunun, Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona ermesinden sonraki gün için, özellikle Hamas'ın silahsızlandırılması için net bir plan olduğunu doğruladığını ve bu nedenle ateşkes çağrısının şu anda dikkate alınmayabileceğini ifade etti.

dfty
İsrail hava saldırıları sonrası Gazze şehrinden yükselen dumanlar (AFP)

Uluslararası arena, Arap ülkeleri ve İslam dünyası Gazze Şeridi'nde ateşkesin sağlanması konusunda kararlılığını sürdürüyor. Ürdün Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Bakan Eymen es-Safadi ve İngiliz mevkidaşı Yvette Cooper'ın yaptıkları telefon görüşmesinde, Gazze Şeridi'nde kalıcı ve kapsamlı bir ateşkesin sağlanması için çabaların yoğunlaştırılması gerektiğini yinelediklerini duyurdu.

Ürdün ve Birleşik Krallık'ın bu tutumu, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya dışişleri bakanlarının 9 Eylül'de Doha'ya yapılan İsrail saldırısının ‘müzakere yoluyla bir anlaşmaya varılmasına ciddi bir tehdit oluşturduğunu’ belirten ortak açıklamalarının ertesi günü geldi. Söz konusu açıklamada şöyle denildi: “Katar ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade ediyor ve İsrail ile Hamas arasındaki arabuluculuk çabalarında Katar'ın oynamaya devam ettiği önemli rolü tam olarak destekliyoruz.”

Üç ülke, ‘sivil halkın kitlesel göçüne, sivil kayıplara ve hayati altyapının tahrip olmasına neden olan İsrail'in Gazze şehrindeki askeri operasyonlarının derhal durdurulması’ çağrısında bulundu.

Mutava, Washington'un ısrar ettiği tek çözümün, İsrail'in herhangi bir anlaşmadan geri adım atmaması için, gelecekte Hamas'ın yokluğu ve uluslararası güçlerin varlığıyla birlikte, Başkan Trump'ın kapsamlı bir anlaşma önerisini kabul etmek olduğunu düşünüyor. Mutava, İsrail operasyonlarına devam ettiği sürece bu çözümün gerçekleşme olasılığının düşük olduğunu ve bu nedenle savaşı sona erdirmek için acil bir müzakere veya anlaşma olmadığını belirtti.

Çatışmanın yıl sonuna kadar devam edeceğini düşünen Tsukerman sözlerini şöyle noktaladı: “İsrail'in operasyonlarını ABD'nin stratejik çıkarlarıyla uyumlu hale getirmek ve Trump'a siyasi bir zafer kazandırmak, hem yurt içinde hem de yurt dışında yankı uyandıracaktır.”


Ebu Gayt, Şarku'l Avsat'a konuştu: Doha Zirvesi, Katar'ın yalnız olmadığına dair bir mesaj

Kahire'deki Arap Birliği Genel Merkezi (Şarku'l Avsat)
Kahire'deki Arap Birliği Genel Merkezi (Şarku'l Avsat)
TT

Ebu Gayt, Şarku'l Avsat'a konuştu: Doha Zirvesi, Katar'ın yalnız olmadığına dair bir mesaj

Kahire'deki Arap Birliği Genel Merkezi (Şarku'l Avsat)
Kahire'deki Arap Birliği Genel Merkezi (Şarku'l Avsat)

Arap ve İslam ülkelerinin dışişleri bakanları, bugün Katar'ın başkenti Doha'da bir araya gelerek, İsrail'in Doha'ya yönelik saldırısıyla ilgili bir karar taslağını görüşecekler. Bu toplantı, yarın Katar'ın ev sahipliğinde düzenlenecek olağanüstü Arap Birliği – İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinde liderlere sunulmak üzere hazırlık niteliğinde.

Bu gelişme, zirveye katılan ülkelerin dışişleri bakanları arasında, resmi toplantılar başlamadan önce bölgesel ve uluslararası gelişmelerle ilgili tutumları koordine etmek için temasların devam ettiği bir dönemde gerçekleşti.

Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, “Zirvenin toplanması, Katar'ın yalnız olmadığı ve Arap ve İslam ülkelerinin onun yanında olduğu mesajını veriyor” dedi.

Ebu Gayt, Şarku'l Avsat'a yaptığı özel açıklamada, “İsrail saldırıları, ne yazık ki, uluslararası toplumun iki yıldır Gazze Şeridi'ndeki soykırım suçuna sessiz kalmasından ve işgalci liderlerin istedikleri her şeyi yapıp paçayı sıyırabilecekleri hissine kapılmalarından kaynaklanıyor. Bu talihsiz durumun sona erdirilmesi gerekiyor. Zira böyle devam ederse uluslararası hukukun çöküşünün bedelini hepimiz ödeyeceğiz” ifadelerini kullandı.

Katar Haber Ajansı (QNA), Katar Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Macid bin Muhammed el-Ensari'nin dün yaptığı açıklamada, “Zirvede, pazar günü yapılacak dışişleri bakanları hazırlık toplantısı tarafından sunulan, İsrail'in Katar devletine yönelik saldırısı hakkında bir karar taslağı tartışılacak” dediğini aktardı. El-Ensari, ülkesinin ‘bölgedeki son gelişmeler ışığında yarın olağanüstü Arap Birliği – İİT zirvesine ev sahipliği yapacağını’ belirtti.

El-Ensari, ‘bu zamanda Arap Birliği – İİT zirvesinin toplanmasının birçok anlamı ve etkisi olduğunu, İsrail'in bir dizi Hamas liderinin konutlarını hedef alan alçakça saldırısı karşısında İslam dünyasının Katar ile dayanışma içinde olduğunu yansıttığını ve bu ülkelerin İsrail'in uyguladığı devlet terörizmini kategorik olarak reddettiklerini teyit ettiğini’ bildirdi.

Geçtiğimiz perşembe günü Katar, İsrail Hava Kuvvetleri’nin salı günü Hamas liderlerinin konutlarına düzenlediği ve Körfez, Arap ve uluslararası ülkeler ve kuruluşlar tarafından kınanan saldırıyı görüşmek üzere acil bir Arap Birliği – İİT zirvesi düzenleneceğini duyurdu.

Zirvede, durumun yansımaları ve bölgenin daha fazla çatışmaya sürüklenmesini önlemek için atılması gereken adımlar tartışılacak. İran, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın zirveye katılacağını doğrularken, Irak da Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin katılacağını doğruladı. Türkiye Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yarın Doha'yı ziyaret edeceğini açıkladı.

dfrgty
Geçtiğimiz mayıs ayında Bağdat'ta düzenlenen Arap Birliği Zirvesi’nde çekilen hatıra fotoğrafı (Arap Birliği)

Bölge ülkeleri arasındaki ‘ortak koordinasyon’ kapsamında, Doha'da düzenlenecek olağanüstü Arap Birliği – İİT zirvesi öncesinde Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati, Suudi Arabistanlı mevkidaşı Prens Faysal bin Ferhan, Türk mevkidaşı Hakan Fidan ve Pakistanlı mevkidaşı Muhammed İshak ile telefon görüşmeleri gerçekleştirdi.

Mısır Dışişleri Bakanlığı'nın dün yaptığı resmî açıklamaya göre, görüşmelerde ‘mevcut durumun değerlendirilmesi’ ele alındı ve bölgenin karşı karşıya olduğu ciddi siyasi ve güvenlik sorunları ile son olayların yansımalarıyla nasıl başa çıkılacağı konusunda görüş alışverişinde bulunuldu. Bakanlar, ‘bölgedeki bu tehlikeli dönemde İslam ülkeleri arasında dayanışmanın önemi ve İslam dünyasının çıkarlarını gerçekleştirmek ve bölgenin güvenliği ve istikrarına katkıda bulunmak için siyasi, diplomatik ve ekonomik alanlarda koordinasyonu sürdürmenin gerekliliğini’ vurguladılar.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi Üyesi Muhammed Hicazi, ‘zirvenin, uluslararası toplum tarafından kınanan İsrail'in Katar'a saldırısının ardından çok tehlikeli ve hassas bir dönemde gerçekleştiğini’ vurguladı. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin ‘benzeri görülmemiş bir oturumda’ saldırıyı kınadığını belirtti.

Şarku'l Avsat'a konuşan Hicazi şu ifadeleri kullandı: “Zirvenin gündeminde birçok madde yer alacak, bunların başında İsrail'in Katar'a saldırısı geliyor. Ayrıca iki devletli çözüme bağlılık teyit edilecek ve Filistinlilerin yerinden edilmesi bölgesel istikrarı tehdit ettiği gerekçesiyle reddedilecek. Zirve, uluslararası topluma bir mesaj gönderecek ve İsrail'in Filistin halkını sistematik olarak yerinden etmesini reddettiğini vurgulayacak.”

BM Güvenlik Konseyi cuma günü, İsrail'in Katar topraklarına yönelik saldırısını kınadı ve İsrail'in adının anılmadığı bir açıklamada, üyelerinin ‘önemli bir arabulucu olan Doha'ya yönelik saldırıları kınadıklarını’ belirtti.

Hicazi, zirvede, ‘bölgesel iş birliği ve güvenlik için ortak bir vizyon üzerine Suudi Arabistan - Mısır girişimi temelinde Arap Birliği tarafından yayınlanan son kararın tartışılacağını’ beklediğini belirtti. Hicazi ayrıca, zirvenin ardından, bölgedeki bölgesel güvenlik ve iş birliğinin temellerini ve ilkelerini belirleyen bir siyasi deklarasyon yayınlamak amacıyla sınırlı toplantılar ve yürütme düzeyinde başka toplantılar yapılacağını beklediğini ifade etti.

efrt
Geçtiğimiz salı günü Doha'da İsrail saldırısının ardından olay yerinden yükselen dumanı izleyen bir genç (AFP)

Arap diplomatik kaynaklar, Suudi Arabistan ve Mısır'ın girişimiyle Kahire'de düzenlenen son toplantıda Arap dışişleri bakanları tarafından kabul edilen bölgesel güvenlik ve iş birliği ortak vizyonunun, bölgedeki iş birliğinin temelini oluşturduğu ve bölgesel güvenliğin sağlanması için bir yol haritası çizdiği için zirveye katılan liderler tarafından tartışılacağını doğruladı.

Bu ayın başlarında Arap Birliği tarafından dışişleri bakanları düzeyinde kabul edilen bölgedeki güvenlik ve iş birliğine ilişkin ortak Arap vizyonu şu iki maddeyi içeriyordu: ‘İsrail'in Arap topraklarını işgaline son verilmesi için çalışılması gerektiğinin vurgulanması ve İsrail'in bazı Arap topraklarını işgalinin devam etmesi veya diğer Arap topraklarını işgal etme ya da ilhak etme tehdidinin varlığı göz önüne alındığında, bölge ülkeleri arasında iş birliği, entegrasyon ve bir arada yaşama için yapılan herhangi bir düzenlemenin kalıcı olacağına güvenilemeyeceği.’

Şarku'l Avsat'a konuşan Arap diplomatik kaynaklar, ‘zirvenin amacının İsrail'in ihlallerine ilişkin tutumları koordine etmek, son saldırıların ardından Katar ile dayanışmayı teyit etmek ve Katar ile Arap ve İslam dünyasının dayanışmasını ifade etmek, aynı zamanda İsrail'in uygulamalarını reddettiğini dünyaya duyurmak’ olduğunu belirtti.

Kaynaklar, Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman'ın ABD ziyareti ve ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesinin sonuçlarına dayanarak, ‘İsrail'in uygulamalarına yönelik uluslararası ve Amerikan kınamalarının Arap ve İslam dünyasının tutumunu güçlendireceğini ve etkisini artıracağını, böylece işgalci devleti ihlallerini durdurmaya zorlayacak bir güç haline getireceğini’ ifade etti.

Trump, cuma günü New York'ta Katar Başbakanı’nı akşam yemeğine davet etti ve ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff da yemeğe katıldı. Yemek, Katar Başbakanı, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Beyaz Saray'da bir saat süren görüşmesinin ardından gerçekleşti.