Monica Bellucci, 'Maria Callas: Mektuplar ve Anılar' ile Türk seyircisinin karşına çıkacak

"Maria Callas: Mektuplar ve Anılar", dünyaca ünlü İtalyan oyuncu Monica Bellucci'nin performansı ile 14 Aralık'ta Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde olacak.

AA
AA
TT

Monica Bellucci, 'Maria Callas: Mektuplar ve Anılar' ile Türk seyircisinin karşına çıkacak

AA
AA

Yunan asıllı soprano Maria Callas'ın Tom Volf tarafından kaleme alınan "Maria by Callas" kitabından yine kendisi tarafından sahneye uyarlanan "Maria Callas: Mektuplar ve Anılar", dünyaca ünlü İtalyan oyuncu Monica Bellucci'nin performansı ile 14 Aralık'ta Zorlu PSM Turkcell Sahnesi'nde olacak.
Monica Bellucci, yeni projesi olan "Lettres et Memoires by Maria Callas" okumalarını sahneleyecek.
Unutulmaz sopranonun eserini titizlikle yorumlayan İtalyan oyuncu Monica Bellucci'nin performansı ile seyirci karşına çıkmaya hazırlanan "Maria Callas: Mektuplar ve Anılar", Callas'ın şöhretinin ötesinde sadece Maria olarak esasında kim olduğunu, nereden geldiğini, şöhretini ne zorluklarla kazandığını, dostluklarını ve aşklarını anlatıyor.
Monica Bellucci'nin hayat verdiği Maria Callas performansının biletlerine çok yakında biletix.com ve passo.com.tr üzerinden ulaşılabilecek.



Oscarlı aktör 20 yıl sonra yine ödül yarışında

Russell Crowe, James Vanderbilt'in Nazi liderlerinin yargılanmasını konu alan yeni II. Dünya Savaşı draması Nuremberg'de başrol oynuyor (Sony Pictures)
Russell Crowe, James Vanderbilt'in Nazi liderlerinin yargılanmasını konu alan yeni II. Dünya Savaşı draması Nuremberg'de başrol oynuyor (Sony Pictures)
TT

Oscarlı aktör 20 yıl sonra yine ödül yarışında

Russell Crowe, James Vanderbilt'in Nazi liderlerinin yargılanmasını konu alan yeni II. Dünya Savaşı draması Nuremberg'de başrol oynuyor (Sony Pictures)
Russell Crowe, James Vanderbilt'in Nazi liderlerinin yargılanmasını konu alan yeni II. Dünya Savaşı draması Nuremberg'de başrol oynuyor (Sony Pictures)

Russell Crowe'un yeni II. Dünya Savaşı draması Nuremberg'deki performansı sinema eleştirmenlerini şaşkına çevirirken birçoğu hevesle, Nazi savaş suçlusu Hermann Göring'i "görkemli" ve "mükemmel" bir şekilde canlandırmasıyla 4. Oscar adaylığını kazanacağını tahmin ediyor.

James Vanderbilt'in (Gizli Dosya [Truth]) yönettiği ve cuma günü vizyona giren (Türkiye vizyon tarihi 30 Ocak 2026) Nuremberg, Nürnberg davaları başlarken ABD Ordusu psikiyatristi Douglas Kelley'nin (Rami Malek canlandırıyor) Nazi bir savaş suçlusu olmakla suçlanan Hermann Göring'le (Crowe) psikolojik bir hesaplaşmaya girmesini konu alıyor.

Filmin kendisi eleştirmenleri ikiye bölse de (halihazırda eleştiri derleme sitesi Rotten Tomatoes'da yüzde 73'lük bir puana sahip), en azından Crowe'un yıllardır görülen en iyi performanslarından birini sergilediği konusunda hemfikir görünüyorlar.

TheWrap'ten Matthew Creith, "Vanderbilt'in filmi, Göring'in hem günahkar hem de aziz olarak gösterilmesi üzerinden ilerliyor" diye yazıyor.

Ancak Göring'i, sinema kariyerinde epeydir görülmemiş bir doruğa ulaşarak canlandıran Crowe çizgisinden asla sapmıyor ve Nazi'yi görkemli bir figür olarak yorumlarken, ortaya muhteşem bir performans koyuyor.

Roger Ebert'ten Zachary Lee de "Crowe, Göring rolünde görkemli ve incelikli bir şekilde korkutucu bir performans sergiliyor" diye övüyor.

Tehlikeli derecede çekici, mütevazı ve nazik; egoist yapısı o kadar içine işlemiş ki, hüküm giyip yargılanma ihtimalini hayal bile edemiyor.

cvfg
Rami Malek (solda) Amerikalı psikolog Douglas Kelley rolünde (Sony Picture)

USA Today'den Brian Truitt, Malek'in Kelley rolünü "etkili" bir şekilde canlandırmasına övgüler yağdırdı ancak ona göre Crowe "daha da mükemmel ve ödül sezonunu altüst etmeye hazır".

Variety'den Owen Gleiberman da benzer şekilde, Malek'in "role konuşkan bir enerji kattığını, aynı zamanda tuhaf bir güvensizlik de getirdiğini; bu esnada Kelley'nin neredeyse işinin ne olduğunu unuttuğunu" belirtiyor. Öte yandan şöye ekliyor:

Buna karşılık Crowe, tasarlanmış biçimde Göring'le seyirciyle arasına mesafe koymasına rağmen mutlak bir hakimiyetle oynuyor.

Associated Press'ten Lindsey Bahr daha ileri giderek filmi "[Crowe'un] ​​yıllar görülen en iyi işlerinden biri" diye nitelendirerek, "bu karizmatik, gösterişli egoisti canlandırmaya çok uygun" olduğunu ekliyor.

AV Club'dan Matthew Jackson ise "Crowe, böyle bir adamı ayakta tutmak için ne kadar cafcaflı bir tavır sergilemesi gerektiğini anlıyor" ifadelerini kullanıyor.

61 yaşındaki Crowe'un bir film rolüyle büyük ödül sezonunun heyecanını yaşamasının üzerinden 20 yıldan uzun zaman geçti. 2000'lerin başında kariyerinin zirvesindeyken, 2000'de Köstebek'le (The Insider) aldığı En İyi Erkek Oyuncu Oscar adaylığıyla başlayarak bu dalda birkaç kez aday gösterilmişti. Ertesi yıl Gladyatör'le (Gladiator) ilk Oscar'ını kazanan aktör, ardından 2002'de Akıl Oyunları'yla (A Beautiful Mind) üçüncü adaylığını aldı.

Robin Hood (2010), Sefiller (Les Misérables / 2012) ve Nuh: Büyük Tufan (Noah / 2014) gibi başka büyük filmlerde de rol alan Crowe, son yıllarda daha küçük ve daha az beğenilen projelere yöneldi.

Independent Türkçe


Bağırsakta yaşayan 15 bakteri en yaygın kalp hastalığıyla bağlantılı çıktı

Yeni bulgular, kalp ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantıyı saptayan, yıllardır süren araştırmalara dayanıyor. Çalışmalar, bağırsağın ayrıca beyin, bağışıklık sistemi ve metabolizma sağlığını da etkilediğini gösteriyor (Unsplash)
Yeni bulgular, kalp ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantıyı saptayan, yıllardır süren araştırmalara dayanıyor. Çalışmalar, bağırsağın ayrıca beyin, bağışıklık sistemi ve metabolizma sağlığını da etkilediğini gösteriyor (Unsplash)
TT

Bağırsakta yaşayan 15 bakteri en yaygın kalp hastalığıyla bağlantılı çıktı

Yeni bulgular, kalp ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantıyı saptayan, yıllardır süren araştırmalara dayanıyor. Çalışmalar, bağırsağın ayrıca beyin, bağışıklık sistemi ve metabolizma sağlığını da etkilediğini gösteriyor (Unsplash)
Yeni bulgular, kalp ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantıyı saptayan, yıllardır süren araştırmalara dayanıyor. Çalışmalar, bağırsağın ayrıca beyin, bağışıklık sistemi ve metabolizma sağlığını da etkilediğini gösteriyor (Unsplash)

Araştırmacılar, bağırsak bakterilerinin dünyanın en yaygın kalp hastalığı türüyle bağlantılı olduğunu perşembe günü açıkladı.

Bir düzineden fazla mikroorganizma türü (15'i de bağırsaklarda yaşıyor) koroner arter hastalığıyla ilişkilendirildi. ABD'de yaklaşık 18 milyon, dünya genelindeyse 250 milyon kişi, atardamarlardaki tıkanıklıklardan kaynaklanan ve kalp krizi veya felce yol açabilen bu hastalıktan muzdarip. Koroner arter hastalığı, dünya çapında her yıl yaklaşık 20 milyon kişinin ölümüne neden oluyor.

Yeni bulgular, kalp ve bağırsak sağlığı arasındaki bağlantıyı saptayan, yıllardır süren araştırmalara dayanıyor. Çalışmalar, bağırsağın ayrıca beyin, bağışıklık sistemi ve metabolizma sağlığını da etkilediğini gösteriyor.

Önceki araştırmalar, bağırsak bakterilerinin koroner arter hastalığının ilerlemesine katkıda bulunduğuna işaret etse de ilgili bakterileri incelememişti.

Güney Kore'nin Seul kentindeki Sungkyunkwan Üniversitesi'nden genomikçi Dr. Han-Na Kim yaptığı açıklamada, "'Hangi bakterilerin orada yaşadığını' belirlemenin ötesine geçtik ve kalp-bağırsak bağlantısında gerçekte ne yaptıklarını ortaya çıkardık" diyor.

Yeni çalışma, bu hastalığa sahip 14 kişinin dışkısını 28 sağlıklı katılımcıyla karşılaştırarak 15 bakteri türünün koroner arterle ilişkili olduğunu buldu.

Bu 15 türden 7'si, koroner arter hastalığı olan kişilerde "kayda değer derecede daha fazla" çıktı. 8'iyse hastalığı olmayanlara kıyasla "kayda değer derecede azalmıştı".

"Jekyll ve Hyde" bakterileri

Mikroorganizmalar üzerine yapılan daha ileri analizler, genellikle "dost" olan bağırsak bakterilerinin, kişinin sağlığı üzerinde olumsuz bir etki yarabileceğini ve mikroorganizmaların sağlıklı veya sağlıksız bir bağırsakta bulunmasına göre farklı şekillerde davranabileceğini gösterdi.

Örneğin geçmişte yapılan çalışmalar, spor oluşturan bazı Lachnospiraceae türlerinin seviyelerinin, koroner arter hastalığıyla bağlantılı olduğunu tespit etmişti. Ancak yeni çalışma, koroner arter hastalığına sahip kişilerde diğer bakteri türlerinin seviyelerinin daha yüksek olduğunu buldu; bu da Lachnospiraceae'nin varlığının farklı hastalarda pozitif veya negatif bir etki yaratabileceğine işaret ediyor.

Kim, Lachnospiraceae'nin "bağırsakların Dr. Jekyll ve Bay Hyde'ı olabileceğini" söylüyor.

Bilim insanı "Şu anda cevapsız kalan en büyük soru, hangi türlerin iyileştirdiği, hangilerinin sorun yarattığı" diyor.

Amerikan Kalp Derneği'ne göre 2022'de ABD'de 371 bin 506 kişinin ölümüne yol açan koroner arter hastalığı, kalp-damar hastalığı kaynaklı ölümlerin önde gelen nedeniydi.

Independent Türkçe


Yavaşlığın kalbinde nefes alan şarkılar: Σtella

Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
TT

Yavaşlığın kalbinde nefes alan şarkılar: Σtella

Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)
Σtella, Adagio'da gitar, yumuşak perküsyon ve sıcak elektronik dokuları bir araya getirerek dinleyiciyi sıcak bir battaniyeye sarar gibi hissettiren bir pop estetiği kuruyor (Dimitra Tzanou)

Gecenin serinliği henüz çekilmemiş, İstanbul'un sokakları usulca güne hazırlanıyor. Terminal Kadıköy'deki kapılarını kısa süre önce açan Paribu Art'ın girişinde bu sabah sessizlik hakim. Fakat bu sakinlik çok uzun sürmeyecek. Sesin, hareketin ve dansın aynı ritimde birleşeceği bir evren kurulmak üzere, yalnızca saatler kaldı. 

2022'den bu yana Kreşendo'nun düzenlediği Bu Festival Bizim, bu yıl 7-8-9 Kasım'da kapılarını açarken, şehrin temposunu bir anlığına değiştiriyor. Paribu Art ve Komünite'de gerçekleşecek üç günlük festival; müzik, dans, paneller ve atölyelerle dolu bir program sunuyor. 

Ve bu evrene, 1980'lerin synth-pop ruhunu günümüze taşıyan, rafine pop estetiğiyle uluslararası dinleyici kitlesi kazanan Σtella da adım atacak. Yunanistan'dan İstanbul'a uzanan bu yolculuk, "yavaşlığın" ve melodinin izinde... 

İçeride bir yerlerde davulun tok sesi yankılanıyor. İstanbul ise karanlık çöktüğünde, en güzel sahnelerinden birinde Σtella'yı ağırlamaya hazırlanıyor.

Gerçek adı Stella Chronopoulou olan Atinalı müzisyenle sohbet ederken, birkaç gün içinde bir kez daha İstanbul'da sahne alacak olmasının heyecanının sesine sindiğini fark ediyorum. "İyiyim" diyor, "Hatta çok iyiyim": 

Bu Festival Bizim'de sahne alacağım için çok heyecanlıyım.

Yeni parçalar 2026'da geliyor

Aynı anda, üzerinde çalıştığı yeni melodiler de aklının bir köşesinde. "Yeni şarkılar geliyor" diyor tatlı bir heyecanla: 

2026 gibi yayımlamayı planlıyorum.

Σtella, modern Yunan popunun dünyaya açılan yüzlerinden biri. Üç milyonun üzerinde aylık dinleyiciye ulaşan İngilizce sözlü şarkıları, tropik renkli disko melodileri, yumuşak gitarları, dramatik ama ölçülü vokalleriyle dikkat çekiyor. Fakat 5. albümü Adagio, onun için yeni bir dönemin de başlangıcı: Daha ağırbaşlı, daha çıplak ve daha "yavaş"… İki seferdir yavaşlığı vurguladığımı fark etmişsinizdir, ne demek istediğime birazdan geleceğiz...

Adagio'nun tohumları aslında epey önce, 2019'da bir feribot yolculuğu sırasında atılmış. "11 saatlik bir deniz yolculuğuydu" diye anlatıyor Stella: 

Biraz nefes almaya ihtiyacım olan bir dönemdi. Telefonumu elime alıp melodilerle oynamaya başladım. Sanki uzun zamandır taşıdığım bir yükü yavaşça bırakıyormuşum gibi...

Stella'nın anlattığına göre o sırada yalnızca bir melodi vardı kafasında. Sözleri yazmaya başladığında ise hiç beklemediği bir şey oldu:

Her seferinde Yunanca kelimeler dökülüyordu. Bunu beklemiyordum. Önce biraz inkar ettim ama sonra akışın peşine düşmeye karar verdim.

Böylece ortaya, albümün ilk Yunanca şarkısı Omorfo Mou çıktı. Bu içgüdüsel an, şarkıya kalbini verdi. Omorfo Mou, Yunancada "güzelim, güzel olanım" gibi bir anlam taşıyor. Kibar, duru, biraz da içe dönük bir sevgi sözü. "Yunan popunda çok kullanılan bir sevgi ifadesi" diyor Stella: 

Ama şarkının melankolisi başka bir yerden konuşuyor, bir şeyden kaçmaktan değil, bir şeye doğru gitmekten bahsediyor.

Şimdi gelelim şu "yavaşlık" meselesine... Albümün adı, klasik müzikte "yavaş çalınması gereken" bölümlere verilen terimden geliyor. Peki bu yavaşlık, Stella'nın müziğinde ve hayatında nasıl bir kapı açtı?

scdfrgt
Kendi ismini taşıyan ilk albümünü 2015'te yayımlayan Σtella, son kaydında ise kontrolü bırakıp arzuların akışına teslim olmayı anlatıyor (Dimitra Tzanou)

"Yavaşlık bir lüks gibi. Ama bazen o lüksü kendiniz yaratmak zorundasınız. Ben, zamanı olduğunda her şeyi ağır ağır yapmayı seven biriyim" diye başlıyor söze Stella. O da bu aceleden, bitmeyen koşturmacadan bunalmış. 

"Hızlı yaşadığımız bir çağdayız" diyerek ekliyor: 

Her şeyin hemen olmasını bekliyoruz. Ama ben etrafımdaki şeyleri hissederek, anlayarak ilerlemek istiyorum. Bir şeye yavaş yaklaştığınızda onu tam anlamıyla yaşıyorsunuz.

Albümdeki atmosfer, tam da bunu hissettiriyor: Naylon telli gitarlar, yumuşak perküsyonlar, sıcak reverb'ler... "Baby Brazil ve 80 Days, tam o üçgeni kuruyor" diyor Stella: 

Tropicália, disko ve yé-yé. Sanırım gitarlar, perküsyon ve sıcak vintage dokular birleştiğinde o his tamamlanıyor.

1969'dan günümüze

Aynı albümde bir başka sürpriz daha var: 1969 tarihli kült Yunan New Wave parçası Ta Vimata. Kendi geçmişine ait olmayan ama ülkesinin hafızasında duran bir şarkıyı bugüne taşıyor Stella. Ve "Bir tür eve dönüş" diyor: 

Hem geçmişle hem kendimle...

Bu dönüşler, aynı zamanda başka seslerle buluştuğu yaratıcı süreçlere uzanıyor. Pandemi sırasında !!!'ten (Chk Chk Chk) Rafael Cohen'le yalnızca e-posta ve Zoom üzerinden yazdığı şarkılar... Henüz yüz yüze bile gelmemiş olmalarına rağmen birlikte besteledikleri 5 parça... Bu şarkılardan üçü, Adagio'nun omurgasını oluşturuyor. "Kimyamız çok hızlı tuttu" diyor.

Albümün açılış parçası Adagio, yavaşlığa yazılmış bir aşk şarkısı gibi. "Garip gelebilir ama sanırım hepimiz bazen geri çekilip, sadece nefes almak istiyoruz" diyor Stella. Bu sözler karşısında sadece sessizliğe gömülüp başımı sallayabiliyorum.

xcdf
Yunanca şarkı söylemeyi uzun süre ağır ve yoğun hissettirdiği için ertelemiş olsa da Stella, Omorfo Mou'yu yazarken kelimelerin içgüdüsel olarak Yunanca döküldüğünü söylüyor (Dimitra Tzanou)

Stella'nın hayatında yavaşlık, yalnızca estetik bir tercih değil; büyüdüğü yerin ritminden de geliyor. "Şehrin hemen üstünde, kırsal sayılabilecek bir semtte büyüdüm" diyerek ekliyor: 

Babam arsayı aldığında arkadaşları onunla 'Kurtlar yer seni' diye dalga geçermiş. Ama benim için bir masal gibiydi. Sabahları keçilerin sesiyle uyanırdım. Sokaklar boştu, istediğimiz gibi oynardık. Kapılar kilitlenmezdi.

Stella'nın bu anlattıkları bugün hâlâ masal gibi. Kaçımız kapıların kilitlenmediği bir dünya hayali kurmadık ki?

"Bazen o eski ritmi arıyorum"

Gelelim bugüne... Konserler, turneler, şehir hayatı derken bugün Stella'nın hayatı çok daha hızlı. "Bazen o eski ritmi arıyorum" diyerek ekliyor: 

Adagio, galiba o özlemin albümü.

O anda fark ediyorum; Adagio, aslında pek çoğumuzun kurduğu hayallerin, göğsüne taş basarak dindirmeye yeltendiği özlemlerin albümü. Adagio, hepimizin albümü. 

Stella, sadece bu albüm özelinde değil, tüm yaratıcı süreçlerinin kalbinde bir sırrı saklıyor. O, kariyerinin en kalabalık döneminde bile üretmek için "boşluklara" ihtiyaç duyuyor: 

Bazen hiçbir şey yapmazsın... Ve yine de bir şey olur.

Kısa bir sessizlik olunca, "Uzaktan bakınca boş duruyor gibisindir ama aslında içeride bir şeyler çalışıyordur" diye açıklıyor: 

Fikirler sessizlik anlarında büyür. Bazen kariyer çok gürültülü olur ama yaratıcılık sessizlik ister. O yüzden ara vermeyi, geri çekilmeyi öğreniyorsun.

Bu düşünce aklıma kesinlikle yatıyor.

İstanbul'da Yunanca şarkılar

Biraz da İstanbul konserinden bahsedelim... Onu geçen yılki konserde canlı izleme fırsatı bulanlar, kendilerini aşağı yukarı neyin beklediğini biliyor. Bir de bu deneyimi ilk kez yaşayacak olanlar var... 

Biz sürprizi bozup şimdiden söyleyelim: Konserin repertuvarında Yunanca şarkılar da var. "Evet, ikisini de söyleyeceğim" diyor: 

22 günlük Avrupa turnesinden yeni döndüm. Her şehirde aynı şey oldu: Şarkıların dilini değiştirdiğim anda salondaki enerji de değişti. Çok sıcak, çok içten bir tepkiydi. İstanbul'da da öyle olmasını diliyorum.

"Yunanistan'da müziğe destek neredeyse yok"

Ülkesinin sınırlarını çoktan aşıp giden Stella, yıllardır uluslararası bir kitleye sahip. Peki Yunanistan'dan bir başka Stella'nın daha çıkması için nasıl bir altyapı gerekiyor?

Yanıtı derin bir iç çekiş gibi:

Yunanistan sanatın doğduğu yer olabilir ama müziğe destek neredeyse yok. Genç müzisyenleri destekleyecek programlar yok. Fonlar çok az. Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerle kıyaslayınca arada uçurum var. Benim başardığım her şey çok fazla kişisel emek, sabır ve ısrarla oldu.

St. Vincent ve Annie Lennox benzetmeleri yıllardır Stella'nın peşinde dolaşıyor. Ama o bu benzetmeleri birer sınır gibi görmüyor. "Özgürüm" diyor rahat bir tonda ve yeni sesler denemekten de korkmadığını söylüyor: 

Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. Her albümde paletimi değiştiriyorum. Merak beni ileri taşıyor.

Söz artık Stella'yla kavuşmayı bekleyen İstanbul'daki dinleyicilerine geliyor. Onlar için bir mesaj istiyorum Stella'dan. Kısa, net, politik ve çok insani bir kapanışla vedalaşıyoruz. "Ben de sizi görmeyi çok istiyorum" diyor: 

Ve şunu söylemek istiyorum: Özgür Filistin!

Stella'nın sözleri asılı kalıyor havada ve ben bir kez daha sessizce başımı sallıyorum. Çünkü bazen bir şarkıdan önce sessizlik söyler gerçeği.

Independent Türkçe