Lübnan eski Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı... ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi: Dünya liderliği ve ahlaki referans

Eski Lübnan Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı: Afganistan’dan çekilmenin Arap dünyasına ve sorunlarına etkileri ne olacak?

Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
TT

Lübnan eski Başbakanı Sinyora Şarku’l Avsat için yazdı... ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi: Dünya liderliği ve ahlaki referans

Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)
Afganların ülkeyi terk etmelerini organize etmek için Kabil Havalimanı girişinde bekleyen ABD Deniz Piyadeleri (EPA)

ABD'nin Afganistan'dan çekilmesiyle ilgili Arap dünyası ve sorunlarına dair çıkarımlar:
1- Son zamanlarda Lübnan’la ilgili acil olarak çözüme ihtiyaç duyan meselelerle ilgili endişelerime rağmen, Afganistan olayı ile ilgili gerçekleri, yorumları ve okumaları takip etmek amacıyla her türlü çabayı gösterdim. İzlenimlerim sırasında özellikle ahlaki boyuttan ve uluslararası politikanın genel perspektifinden ve elbette bölgemiz (Ortadoğu) ve sorunlarına yansıması açısından bu olayla ilgilendiğimi okuyucudan gizlemeyeceğim.
2- Dünya liderliğinin gerektirdiği ahlaki sorumluluğa gelince, ABD’nin Afganistan'dan çekilmesi, bu liderliğin en güçlü ülke yani ABD tarafından mı yoksa üst bir organ olan Birleşmiş Milletler (BM) ve BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından mı temsil edilmesi gerektiği sorusunu akıllara getirdi. ‘Büyüklük’ ile ilgili hikayenin nerede başladığını düşündüm. Eski ABD Başkanı Woodrow Wilson, 1918 yılında (ilk ABD Kongresi'nde) ‘14 İlke’ ve daha sonra 1919 yılında Paris Barış Konferansı'nda Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren antlaşmaların imzalanması ABD’nin tek taraflı dünya liderliğinin yolunu açtı. ABD, iki ideolojik kutbun ortaya çıkmasıyla çok kutupluluğa yönelse de Sovyetler Birliği'nin dağılması ve 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması ile tek kutupluluğa, ardından ise bazı oyuncuların değişmesiyle yeniden çok kutupluluğa döndü. ‘Wilson İlkeleri’ olarak da bilinen bu ilkeleri yeniden okudum. Öncelikle beş tanesinin küresel düzeyde ‘mükemmel ahlaki ilkeler’ olduğunu gördüm. Bu beş ilke şunlar:
a) Tüm barış antlaşmaları açıktan yapılacak ve bundan böyle diplomasi açıktan yürütülecek
b) Savaşta ve barışta denizlerde seyrüsefer özgürlüğüne saygı duyulacak.
c) Uluslar arasında ekonomik bütün engeller mümkün olduğunca kaldırılacak
d) Her ülke silahlarını iç güvenliğin gerektirdiği seviyeye kadar azaltacak
e) Sömürgeler üzerindeki istekler, serbestçe ve tam bir yansızlıkla incelenerek ve bu bölgeler halkının çıkarları da göz önünde tutularak bir sonuca bağlanacak.
Bu beş ilke, dönemin ABD Başkanı tarafından Birinci Dünya Savaşı sonrası barışın kuralları ve ‘eski sömürgeciliğin tasfiyesi’ anlamına gelen, kendi kaderini tayin hakkına dayalı yeni bir uluslararası toplumun temeli olarak ortaya atıldı. Dolayısıyla bu ilkeler, terimleri ve amaçları (ya da felsefeleri) ile tüm dünyayı derinden etkilemiş ve her yerde büyük umutlar uyandırmıştır.
Peki, bu ilkeler, bizi, özünde ahlaki açıdan insani olduğuna ve muzaffer bir gücün heybeti ve zaferin kibri içinde adaletin ve mantığın sesi olduğuna dair herhangi bir şüphede bırakıyor mu?
Wilson, Afganistan'dan utanç verici bir şekilde çekilme ve belirsiz koşullar içinde çekilme açısından Demokrat Başkan Biden'ın tam tersi bir örneği olarak olumlu örnek teşkil ediyor. Ancak Biden bu kararı tek başına almamıştı. ABD’li siyasi ve askeri üst düzey yetkililer, oybirliğiyle, bu geri çekilmenin yaklaşık on yıl önce Bin Ladin'in ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşmesi gerektiği konusunda hemfikirdi. Hatta ABD’nin demokratik siyasi ortamından gelen yorumlar da bu yöndeydi. Bazıları, bunun Bin Ladin'in Tora Bora'daki güçlü ortamından çekilmesiyle olması gerektiğini dahi söylediler.
ABD, 2001 yılında Afganistan'ı işgal etmek için belirtilen hedeflerinden herhangi birine ulaşamaması üzerine geri çekildi. Arkasında -en azından- vatandaşlarını gözetme görevini yerine getirebilecek bir devlet projesi bırakması, daha iyi bir demokratik ortam yaratması ve ülkenin doğasına, geleneklerine ve insanına uygun kalkınma girişimleri bırakması gerekiyordu. Ama bu olmadı. Ayrıca, düşman ilan edilen Taliban dışında, müttefiklerine ve stratejik ortaklarına (her zaman söylediği ve tekrarladığı gibi) danışmadan ve koordinasyonda bulunmadan ülkeden çekildi! Bu bize, Başkan Wilson'ın ünlü ilkelerinin birinci maddesinde ilan ettiği ‘diplomaside şeffaflıkla’ ters düşüldüğünü gösterdi. Bu aynı zamanda mevcut ABD yönetiminin ahlaki, uluslararası ve insani sorumluluklarına olan bağlılığına da tersti.
ABD yönetiminin bu davranışlarının Arap bölgesinde -Irak, Suriye, Yemen ve Filistin'de- yaptıklarına benzer olması, politikalarındaki istikrarsızlığı yansıtırken sadece demokrasiyi desteklediğini, insan haklarına ve ahlaki ilkelere saygı konusunda referans olduğunu göstermek istediği şeklinde belirlediği hedeflere ulaşamadığını ortaya koymakla kalmıyor, bilgi ve öngörü eksikliğini de ortaya koyuyor. Tüm bunlarla birlikte o ülkelerdeki istikrarsızlığa katkıda bulunan sorunlara ve krizlere gerçek çözümler bulamıyor. İsteksizliği nedeniyle tarihi hatalar yapıyor. Bu yüzden müdahalelerinin sonucu yıkıma neden oluyor ve ülkeleri olduklarından daha kötü durumlarda terk ediyor. Ayrıca ABD yönetimlerinin bu ülkelere yönelik müdahalelerindeki ya da politikalarındaki öngörü eksikliği, Irak'ın nispeten de olsa Suriye, Lübnan ve Yemen'i kontrol altına alan İran hegemonyasının kurbanı haline gelmesine neden oldu.
4- ABD’nin farklı bahaneler ve amaçlarla askerlerini gönderdiği çok sayıda ülkeden dersler çıkarmadan hatalarını nasıl tekrarladığı karşısında tüm dünya şaşkına döndü.
Eski Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill'in şöyle dediği aktarılır:
“Amerikalılar her zaman doğru olanı yaparlar, ama tüm yanlış seçenekleri tükettikten sonra.”
Ama neden? Çünkü doğru seçimi yapana kadar mevcut çeşitli seçenekleri deneme lüksüne ve imkanına sahip! Gerçek şu ki, ABD, Afganistan'da züccaciye mağazasına giren bir fil gibi davrandı. İçeriye girdiğinde önüne çıkan her şeyi kırdı. Çıkmaya çalışırken ise kırılmayanları da kırdı! ABD’nin müdahale ettiği ülkelerde ulusal doku tahrip edilmiş ve sabote edilmiştir.
5- Yukarıdakiler göz önüne alındığında en büyük soru şu oluyor: ABD, terörizme ve radikalizme karşı ilan ettiği savaşta ne yaptı? Özetle, bu noktada istenen hiçbir hedefe ulaşamadı! Aksine birçok gözlemcinin de ifade ettiği gibi en güçlü olasılık Afganistan'ın bir kez daha farklı gündemleri ve hedefleri olan terörist grupları cezbeden ve aynı zamanda tıpkı Suriye’nin geldiği duruma benzer şekilde şiddetli bölgesel ve uluslararası rekabetin yaşandığı bir yer olması. Bu, ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın eski Başkan George W. Bush döneminde başlattığı ‘Cumhuriyetçi’ slogan “Yaratıcı Kaos” “demokratik” bir dönüş mü, yoksa Trump'ın üstü kapalı olarak ‘bırakın diğer herkes bedel ödesin ve siz (ABD) en büyük kazanan olun’ sloganına dayanan politikasının özünün – tabii bu politikanın mantıklı bir özü varsa - bir devamı mı? Gerçek şu ki, eski Başkan Trump, mizacından ve düşünmeden ağzına geleni söylemesinden dolayı, bu hedefe ulaşacak kadar kurnaz değildi. Çünkü açıkça “Dostlarımıza, müttefiklerimize ve uluslararası hukuka karşı yükümlülüklerimizi yerine getirmenin bedelini ödemeye hazır değiliz. Bu bedeli onlar ödesinler. Hem de sabit para birimiyle!” ifadelerini kullandı. Trump, BM kararlarını, ilkelerini ve organlarını devre dışı bırakma, hatta yok etme konusunda büyük başarılar! elde etmiştir.
6- Yukarıda bahsedilen iki olasılık (Afganistan topraklarında terör kaosu ve şiddetli rekabet) iki temel gerçekle daha da güçleniyor. Bunlardan birincisi, ABD, Afganistan'da geride toplumuna karşı sorumluluklarını adalet, eşitlik, özen ve belirli bir vizyonla yerine getirebilecek bir ulusal devlet projesini bırakmamıştır. Aksine kalkınma yolunda asgari seviyede de olsa istikrarı sağlamayan bir ekonomik yapı bırakmıştır. ABD’nin Afganistan’ı işgali ile aşiretleşmeye daha fazla yönelen, yani şehirleşmeden uzaklaşan aşiret yapısından bahsetmiyorum bile. O kadar ki, kadınların eğitimi ve kamu yönetimine katılmaları yolunda atılan mütevazı bir adım geri döndü.
Bu bizi, Afganistan çevresinde ve içindeki olası bölgesel ve uluslararası çatışmalarla ilgili ikinci olasılığa getiriyor. Dünya, geçmişte olduğu gibi sadece iki kutup arasında değil, aynı zamanda Rusya, İran ve Türkiye gibi büyük, orta ve küçük kutuplar arasında da soğuk savaşlara yeniden sürükleyen itici bir güce tanık oluyor. Avrupa ve Asya'daki (örneğin Fransa, Almanya ve Japonya) bazı büyük güçler ise bu satranç tahtasında saygın varlıklarını nasıl sürdürebilecekleri konusunda şaşırmış durumdalar!
Bunun yanı sıra ABD, Afganistan'daki yirmi yıllık işgali sırasında, yaklaşık 83 milyar dolar (yaklaşık 710 milyar TL) harcadı. ABD ile müttefik olan diğer ülkeler de Afganistan'daki savaşta ABD’den daha az harcama yapmadılar. Şaşırtıcı ve üzücü rakamlar ve tablolar, harcanan bu paraların yüzde ikisinden daha azının bu ülkede kalkınmaya harcandığını gösteriyor. Şarku’l Avsat’ın köşe yazarlarından Mahmud Muhyiddin, 25 Ağustos 2021 tarihinde gazetede yayınlanan bir yazısında, “Dolayısıyla, bazı sağlık göstergelerinde ve kız çocuklarının eğitiminde sınırlı bir iyileşme olması dışında, ülkenin ekonomik ve sosyal gösterge tablolarının en alt sıralarında yer alması şaşırtıcı değil. İyi niyetli ve cömert bir varsayımla yabancı davetsiz misafirlerin elleriyle bir ulus devlet inşa etmenin imkansız olduğu bugün apaçık ortada” ifadelerine yer verdi.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: ABD yönetimi, savaşa harcadığı paradan Afganlar için daha büyük bir fayda ve ABD’ye daha büyük bir manevi getiri ile kalkınma ve eğitime daha fazla miktar ayırsaydı daha iyi olmaz mıydı?
7- Bu noktada Batılı yorumcuların, özellikle Amerikalıların, stratejik ahlaki bir bakış açısından ABD’nin Afganistan'daki ve ardından Irak'taki deneyimini en çok eleştiren kişiler olması dikkatimi çekti. Araplar da dahil olmak üzere Ortadoğulu yorumcularla karşılaştırıldığında bile en sert eleştirmenler onlardı! Bu ‘ahlakçıların’ başında, 20 Eylül 2021 tarihinde Şarku’l Avsat gazetesinde uzun bir makalesinin yer aldığı İngiliz gazeteci Max Hastings geliyor.
Max Hastings’in makalesi şu dramatik sahnenin tasavvuru ile başlıyor:
“11 Eylül'den bu yana geçen yirmi yılda, bazıları geçtiğimiz ay Kabil’de olmak üzere birçok karanlık an yaşandı. Özellikle 2007 yılında Irak'ta yaşanan bir olay beni hala rahatsız ediyor. Irak'taki ABD güçlerinin eski siyasi danışmanı Emma Sky, ABD'nin eski Kara Kuvvetleri Komutanı Raymond T. Odierno ile bir Black Hawk helikopterindeydi. Sky o esnada telsizden, İngiltere'deki üstüne Bağdat'ta bir binanın duvarında “Şehit kahraman Saddam Hüseyin!” yazdığını gördüğünü belirtti. Bu sözleri duyan ABD’li general, sert bir şekilde, asılan diktatörün toplu katliam yaptığını söyledi. Fakat tehlikenin ortasında yaşamayı seven Sky, “Hala sizin mi yoksa Saddam’ın mı daha çok Iraklı öldürdüğünü bilmiyoruz efendim!” dedi. Helikopterde tam bir ölüm sessizliği hakimdi. Hattın diğer ucundaki Sky’ın üstü bile onun fazla ileri gidip gitmediğini merak etti! Ardından General Odierno aniden, “Pilotlar kapıları açın ve bu kadını dışarı atın!” diye bağırdı.
Bu olayla ilgili olarak Hastings, makalesinde, “Sky saygıyı hak ediyor. Çünkü asla ordunun duymak istediklerini söylemedi” diye yazdı.
Makalesinde, hem ABD’li politikacıların hem de generallerin Afganistan’daki ve Irak'taki kibirli davranışlarına iğneleyici göndermelerde bulunan Hastings, 2002 yılında dönemin İngiltere Genelkurmay Başkanı General Mike Jackson ile İngiliz ordusunun katıldığı Irak’ın işgalinin planlanması için Washington'da yapılan toplantılardan döndükten sonra yaptığı bir konuşmada Genelkurmay Başkanı Jackson’ın sert bir şekilde “Bağdat'a gitmek kolay, ama onların (Amerikalılar) girdikten sonra ne yapacakları hakkında hiçbir fikirleri yok” dediğini aktardı.
 Hastings makalesini şu dersle bitiriyor:
“Bir keresinde, Afganistan'da sık sık görev yapan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) kıdemli bir subaya, radikalizmle mücadelede Ebu Gurayb ve Guantanamo gibi yerlerdeki davranışlarımızla ılımlı Müslümanlar arasındaki ahlaki üstünlüğümüzü kaybettik!” Alıntı sona erdi.
8- Kimse Churchill ile Hastings arasındaki İngiliz ‘bilgeliğinin’, sömürgecilikten daha iyi bir sömürgecilik olduğuna işaret ettiği düşüncesine kapılmamalı. ABD’ye Vietnam, Irak ve Afganistan'da ne olduysa, aynısı ve daha kötüsü, halkını kendi kaderini tayin hakkından mahrum ettikten sonra 1947 yılında Hindistan'dan ve 1948 yılında Filistin'den çekilen İngiltere’ye de oldu. İngiltere, İsraillilere Filistin topraklarını kendileri için hazırlamaları, ele geçirmeleri ve yutmaları için bolca zaman verdi.
9- Burada küçük bir müdahalede bulunmalıyım, Afganistan ve Irak'ta terörle mücadele sloganı altında şimdiye kadar yaşananlar, Winston Churchill'in ABD'nin sonunda doğru seçimi yaptığına ilişkin sözlerinin ikinci bölümünü kanıtlamıyor. Dahası, terörizme karşı savaş deneyimi, terörizm ve onun savaşçıları veya onunla savaştığını iddia edenler arasında birçok ‘suç ortaklığına’ tanık oldu.
ABD'nin can ve mal kaybına uğradığı doğrudur. Ancak dünya, ABD’nin iddialarının aksine, az bir ahlakla dünyayı yönetmenin bir sonucu olarak, daha çok can ve mal kaybetmiş, fırsatları boşa harcamış ve medeniyette geri kalmıştır.
10-  Arap dünyasının, değişen bir dünyada ve büyük siyasi dalgalanmaların ortasında çıkarlarını korumak ve davalarını savunmak için stratejik öneme sahip Afganistan olayından çıkarabileceği veya alması gereken derslerle ilgili son bir soru kaldı. Özellikle ülkelerimizin ve halklarımızın başına gelen tüm bu felaketlerden ve talihsizliklerden sonra halen tarih, para, emek ve zaman açısından büyük bedeller ödeyen ve ödemeye devam edenler de, kalkınma fırsatları boşa harcanan ve çarçur edilenler de onlardır. Bu yüzden ülkelerimiz, maceralarında, politikalarında ve yeni silahlarında birçok bölgesel ve uluslararası ülkenin gerçekleştirdiği deneylerin ve testlerin yapıldığı bir yer haline geldi.
Özellikle uluslararası arenada şu an çoğu taraf adına huzursuzluk ve endişeye tanık olurken hala aramızda, reform, iş birliği, sinerji ve ortak Arap çıkarları için çalışma umutlarını ifade eden vatansever ve ortak bir duruş oluşturamadık. Avrupa, iki ana kutuptan yani ABD ile Rusya ve Çin’den ayrı olarak ‘stratejik yeterlilik’ arzusunu her zamankinden daha fazla gösterirken, açık bir şekilde bu iki kutupla da ‘vurgun amaçlı ortaklık’ arayışındadır.
Burada, ‘ayağa kalk ve açıkça fikrini söyle’ anlamına gelen bir İngiliz özdeyişi ‘Stand up to be Counted!’ ifadesini kullanmak istiyorum. Araplar kendilerini hesaba çekmedikçe dünya Arapları nasıl hesaba çekebilir? Dünyanın onları görmesi için bir arada ve beraberlik içinde değiller. Bu nedenle Araplardan hesap sormaktan çıkar elde edeceklerini düşünüyorlar. Eğer Araplar bunu yaparlarsa, ancak o zaman boşa giden haklarını geri alma ve ortak çıkarlarını elde etme yolunda ilerleyebilirler. Eski ve modern tarihte yaşanan olaylar, Arapların ve ülkelerinin bölünme ve ayrışma halinde devam ettikleri ve ortak çıkarlar elde edemediklerini ortaya koyuyor. Bunu yapmadıkça ne kendileri ne de gelecek nesiller saygınlıklarını kazanamayacaklar. Dolayısıyla istenilen gelişmeyi, ilerleme ve refahı elde edemeyecekler ve dünyanın medeniyet, ilerleme ve kalkınmasına aktif olarak katılamayacaklar.
Makalemi şairin şu mısrasıyla sonlandırmak istiyorum:
“Mızraklar bir arada olurlarsa kırılmaya karşı koyabilirler, fakat tek kalırlarsa işte o zaman kırılırlar.”



Polonya ve Ukrayna başbakanları, çiftçi protestolarını ele almak için bir araya geldi

AA
AA
TT

Polonya ve Ukrayna başbakanları, çiftçi protestolarını ele almak için bir araya geldi

AA
AA

Shmyhal, mevkidaşı Tusk ile sınır bölgesindeki çiftçi ablukası hakkında istişare etmek için Polonya'nın başkenti Varşova'da bir araya geldi.

Tusk, Ukrayna'dan ithal edilecek mallara sınırlama getirilmesini ve ihtiyaç sahibi ülkelerle yapılan ithalatın artırılmasını teklif etti.

Polonyalı çiftçiler, hükümetin, Ukrayna'dan ucuza tarım ürünü ithalatını askıya almayı kabul etmesi üzerine protestolarını 21 Mart'ta sonlandırmıştı.

Avrupa'da çiftçi protestoları

Başta Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika, Macaristan ve Yunanistan olmak üzere pek çok AB ülkesindeki çiftçiler, son dönemde uygulanan tarım politikalarına tepki gösteriyor.

Tepki gösterilen konular arasında Birliğin tarım politikaları, karmaşık piyasa düzenlemeleri, doğa restorasyon hedefleri, desteklemelerdeki kesintiler, yüksek enerji, yakıt ve gübre maliyetleri, gübre ve pestisit kullanımına getirilen sınırlamalar, Ukrayna'dan gelen ucuz tahıl ürünleri ve su tasarruf tedbirleri yer alıyor.

Çiftçiler, AB'ye, "Yeşil Mutabakat kapsamında karbon gübre ve pestisit kullanımına ilişkin katı kurallar getirerek tarımsal üretimi zorlaştırma" eleştirisinde bulunuyor.


Trump’ın kampanyası için satışa koyduğu ürünler ABD’de gündem oldu

AA
AA
TT

Trump’ın kampanyası için satışa koyduğu ürünler ABD’de gündem oldu

AA
AA

Oyunculuktan ABD Başkanlığına kadar birçok alanda kendini gösteren Trump'ın kendi adını taşıyan markası "Trumpstore.com" internet sitesinde, çeşitli kategorilerde ürünler sunuyor.

Sitede "başarı ve güç kokan" parfümden pijamaya, golf çantasından köpek oyuncağına, dudak nemlendiricisinden spor ayakkabıya geniş bir yelpazede ürünler satışa sunuluyor.

"Victory 45" ürün serisinin bir parçası olan ve "başarı ve güç" koktuğu öne sürülen parfümün üzerinde Trump'ın altın renkli büstü bulunuyor. Parfümün fiyatı ise 99 dolar. Serinin bir diğer ürünü olan altın renkli ve ABD bayrağı desenli 399 dolarlık spor ayakkabısı da hem görünümü hem de oldukça yüksek fiyatı ile dikkati çekiyor.

ABD basınında birçok medya kuruluşu ve sosyal medya kullanıcısı Trump'ın ürünlerini ve fiyatlarını eleştirdi.

MSNBC'deki "All In With Chris Hayes" programının sunucusu Hayes, "Donald Trump'ın acilen paraya ihtiyacı var" yorumunun ardından, Trump'ın koleksiyonundaki ürünleri göstererek dalga geçti.

Trump'ın son zamanlarda yüksek meblağlardaki hukuki harcamaları yüzünden "parasının suyunu çektiğini" ifade eden Hayes, Trump'ın ürünlerinin satışlarının oldukça arttığına dikkati çekti.

Birçok sosyal medya kullanıcısı, Trump'ın kendi ürettiği 59,99 dolarlık Tanrı ABD'yi Korusun (God Bless the USA) İncillerini tanıtmasının ardından, eski Başkanın daha önce İncil hakkında konuştuğu videolardan kesitleri toplayıp, konuya ilişkin "bilgisizliği ile" alay etti.

Trump pazarlamada "yok yok"

Donald Trump'ın emlak sektöründe dolandırıcılık suçlamasıyla yargılandığı dava sonucu çarptırıldığı 175 milyon dolar ceza ve artan hukuki masrafların ardından, kendi markasına ait ürünlerin yelpazesi genişlerken, fiyatlarında da artış görüldü.

Çeşitli spor aksesuarlarından çikolata ve köpek oyuncağına kadar farklı ürünlerin bulunduğu Trump Store'daki en pahalı ürünün 675 dolar ile sınırlı sayıda satılan golf çantası olduğu görüldü. Ürünlerden en ucuzu ise 8 dolarlık bir dudak nemlendiricisi oldu.

İnternet sitesinde 95 dolarlık Mar-a-Lago Noel ağacı süsünden 22 dolarlık köpek oyuncağına kadar çok sayıda ilginç ürün de bulunuyor.

Bu ürünlerin en popülerlerinden bazıları ise 50 dolarlık MAGA (Make America Great Again) şapkası, Trump'ın isminin yer aldığı 185 dolarlık Amerikan futbolu topu ve 125 dolarlık ipek kravat oldu.

Sitede, 185 dolarlık pickleball raketi, Trump'ın imzaladığı 500 dolarlık "Our Journey Together" kitaplarının yanı sıra 28 dolarlık Trump logolu hediye paketi de ürünler arasında yer alıyor.


Çin, Filipinler’i Güney Çin Denizi’ndeki gerilimin nedeni olmakla suçladı

Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
TT

Çin, Filipinler’i Güney Çin Denizi’ndeki gerilimin nedeni olmakla suçladı

Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)

Çin Savunma Bakanlığı, Güney Çin Denizi’nde gerilimin artmasının, Filipinler’in gerçekleştirdiği ‘provokasyonlardan’ kaynaklandığını öne sürdü.

Pekin ve Manila’nın, Güney Çin Denizi konusunda uzun bir anlaşmazlık geçmişi var ve son aylarda tartışmalı küçük adaların yakınında gemileri arasında defalarca gerginlik yaşandı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Bakanlık tarafından bugün yapılan açıklamada, “Filipinler’in gerçekleştirdiği provokasyonlar, Güney Çin Denizi’nde son dönemde artan gerilimin doğrudan nedenidir” denildi.

Bakanlığın açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi;

“Çin, Filipinler’in istediğini yapmasına izin vermeyecek ve buna makul ve kararlı bir şekilde karşılık verecek. Filipinler, dış güçlerin desteğine güvenerek, denizde sık sık hak ihlalleri yapıp, provokasyon ve sorun yaratmanın yanı sıra uluslararası toplumun konuya ilişkin algısını yanıltacak yanlış bilgiler yaymakta.”

Öte yandan Filipinler Devlet Başkanı Bongbong Marcos bugün yaptığı açıklamada Filipinler’in Pekin tarafından ‘sessizliğe sindirilmeyeceğini’ belirtti.

Marcos, müttefik ülkelerle yaptığı istişarelerin ardından sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Hiçbir ulusla, özellikle de dostumuz olduğunu iddia eden uluslarla çatışma istemiyoruz, ancak sessizliğe, teslimiyete veya itaate boyun eğmeyeceğiz” diye yazdı.

Filipinler geçtiğimiz Cumartesi günü, Güney Çin Denizi’ndeki Spratly Adaları yakınındaki İkinci Thomas Sığı’nda karaya oturmuş savaş gemisi BRP Sierra Madre’ye rutin ikmal yapan sahil güvenlik gemilerine, Çin tarafından tazyikli su sıkıldığını ve üç askerin yaralandığını bildirdi.

Çin Sahil Güvenliği ise olayı, ‘Çin sularına zorla girmeye çalışan yabancı bir geminin meşru bir şekilde durdurulması ve uzaklaştırılması’ olarak tanımladı.

Filipinler Dışişleri Bakanlığı’nın olayın ardından Çin’in Manila Büyükelçiliği yetkililerini çağırmasının ardından, iki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları Pazartesi günü bir telefon görüşmesi yaptı.


Ukrayna'daki bombardımanlarda 4 kişi öldü: Moskova ‘modifiye edilmiş bomba’ kullanmış olabilir

Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
TT

Ukrayna'daki bombardımanlarda 4 kişi öldü: Moskova ‘modifiye edilmiş bomba’ kullanmış olabilir

Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)

Rusya'nın dün (çarşamba) aralarında Harkov'un da bulunduğu Ukrayna'nın çeşitli bölgelerine yönelik bombardımanında en az dört kişinin ölmesi ve 28 kişinin yaralanması Kiev'in Batılı müttefiklerinden daha fazla Patriot hava savunma sistemi talep etmesine yol açtı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Batılı müttefiklerine Patriot hava savunma sistemlerinin yanı sıra F-16 savaş uçaklarının da ülkesine ‘teslimatını hızlandırmaları’ yönünde bir kez daha çağrıda bulundu.

Zelenskiy, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Ukrayna'nın hava savunmasını güçlendirmek ve F-16'ların Ukrayna'ya teslimatını hızlandırmak hayati bir görevdir. Dünya çapında çok sayıda bulunan Patriot füzelerinin neden Harkov ve Rus teröristlerin saldırısına uğrayan diğer şehir ve kasabaların semalarını kaplamadığını açıklayacak hiçbir mantıklı gerekçe yok” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Rus haber ajanslarından aktardığı haberlere göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in dün (çarşamba) askeri pilotlara Batılı ülkelerin Ukrayna'ya F-16 savaş uçakları sağlaması halinde bu uçakların savaş alanındaki durumu değiştirmeyecek.

Ajanslar ayrıca, Putin'in uçakların nükleer silah taşıyabileceğini ve Moskova'nın askeri planlamalarında bunu göz önünde bulundurması gerektiğini söylediğini aktardı.

Putin'in Moskova'nın kuzeyindeki bir toplantıda pilotlara yaptığı açıklamalar, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba'nın dün erken saatlerde jetlerin önümüzdeki aylarda Ukrayna'ya ulaşması gerektiği yönündeki açıklamalarının ardından geldi.

Harkov’a saldırılar

Yerel yetkililere göre, savaş öncesi nüfusu yaklaşık 1,5 milyon olan Harkov'da Rusların sivil bölgelere düzenlediği saldırılarda en az bir kişi öldü, dördü çocuk olmak üzere 19 kişi de yaralandı.

Harkov Bölge Valisi Oleg Sinegubov, “Bugün düşman Harkov'u ilk kez ağır kalibreli güdümlü bir füzeyle vurdu” dedi.

Harkov Rusya'nın kuzey sınırında yer alıyor ve Rus güçlerinin düzenli ateşi altında.

Yerel savcılık, Borova köyünde 12 yaşındaki bir çocuğun çarşamba akşamı bir Rus saldırısında öldürüldüğünü, ancak ne tür bir silah kullanıldığının henüz belli olmadığını bildirdi.

Sinegubov daha önce de gece boyunca düzenlenen saldırılarda ve bölgeye yapılan bir insansız hava aracı (İHA) saldırısında dört kişinin yaralandığını söylemişti.

Dün (çarşamba) Rusya'nın Ukrayna'nın diğer bölgelerine yönelik saldırılarında iki kişi daha hayatını kaybetti.

Herson Bölge Valisi, 61 yaşındaki bir kadının Dnipro Nehri kıyısındaki Mykhailivka köyüne yapılan bir İHA saldırısında evinde öldürüldüğünü söyledi.

Dnipropetrovsk Bölge Valisi Serhiy Lysak, güneydoğudaki Nikopol kasabasında bir kişinin daha topçu ateşiyle öldürüldüğünü söyledi.

Ayrıca belediye başkanı Aleksander Sienkevich'e göre, Ukrayna'nın güneyindeki Mıkolayiv şehrinde balistik füze saldırısında sekiz sivil yaralandı.

Ukrayna Batılı müttefiklerinden daha fazla ve daha hızlı yardım istiyor. Ancak Washington'da olduğu gibi Brüksel'de de siyasi bölünmeler son aylarda Kiev'e silah ve yardım ulaştırılmasını engelledi.

Zelenskiy dün, ülkesinin Rus ilerleyişini durdurmak için haftalar önce aceleyle inşa etmeye başladığı yeni savunma hatlarını incelemek üzere Ukrayna'nın kuzeydoğusundaki Sumi bölgesini ziyaret etti.

Ziyaretin ardından Telegram hesabında “Sumi bölgesinde tahkimat inşa etme süreci devam ediyor. Siperleri, sığınakları, atış pozisyonlarını, komuta ve kontrolü denetledim” diye yazan Zelenskiy, Ukrayna'nın savunmasını güçlendirdiğini vurguladı.

Ruslar özellikle geçen haftadan bu yana misilleme olduğunu söyleyerek Ukrayna'ya yönelik bombardımanlarını yoğunlaştırdı.

Ukrayna Hava Kuvvetleri, Rus güçlerinin gece boyunca Ukrayna'ya 13 İran yapımı İHA gönderdiğini, bunlardan 10'unun Harkov bölgesi, komşu Sumi bölgesi ve başkent Kiev yakınlarında düşürüldüğünü bildirdi.

Rusya, hava savunma sistemlerinin son zamanlarda ölümcül Ukrayna saldırılarının sayısında artış görülen sınır kasabası Belgorod yakınlarında 18 füze düşürdüğünü duyurdu.

Belgorod Valisi Vyacheslav Gladkov saldırıda bir kişinin yaralandığını doğruladı.

Modifiye edilmiş bomba

Ukraynalı yetkililer, Rusya’nın dün Ukrayna’nın kuzeydoğusundaki Harkov kentine düzenlediği ve en az bir kişinin ölümüne neden olan hava saldırılarında yeni bir tür güdümlü bomba kullanmış olabileceğini söyledi.

Yetkililer, Rusya'nın 2022'de Ukrayna'ya yönelik topyekûn askeri saldırısından bu yana gerçekleşen son saldırılarda Harkov'da aralarında üç aylık bir bebeğin de bulunduğu dördü çocuk olmak üzere 19 kişinin yaralandığını kaydetti.

Saldırıların bazıları Harkov da dahil olmak üzere bazı bölgelerde elektrik kesintilerine neden oldu.

Zelenskiy saldırıyı ‘Rus terörü’ olarak nitelendirerek kınadı. Harkov Polis Şefi Vladimir Timoşko, Moskova'nın ‘UMBPD-30’ olarak tanımladığı yeni bir tür güdümlü bomba kullanmış olabileceğini söyledi.

Timoşko saldırının gerçekleştiği yerde yaptığı açıklamada “Bu, Rusların son zamanlarda kullandıkları güdümlü hava füzesi ile füze arasında bir şey. Tabiri caizse uçan bir bomba” dedi.

Sinegubov da Moskova'nın yeni bir tür bomba kullanmış olabileceğini öne sürerek, “Görünüşe göre Ruslar modifiye edilmiş bombalarını ev sakinleri üzerinde test etmeye karar vermişler” dedi.

FOTO:  Ukraynalı subaylar, Rusya'nın Harkov'a düzenlediği saldırılarda patlayan mühimmat parçalarını inceliyor. (AFP)

Rusya söz konusu açıklamalar hakkında hemen yorum yapmadı. Savaş binlerce insanı öldürmüş, milyonlarcasını yerinden etmiş ve kasaba ve şehirleri tahrip etmiş olmasına rağmen Moskova sivilleri hedef aldığını reddediyor.

Sinegubov, Telegram üzerinden yaptığı açıklamada iki konut ve bir sağlık kurumunun kısmen yıkıldığını, aralarında bir eğitim tesisinin de bulunduğu 14 binanın da hasar gördüğünü söyledi.

Blinken önümüzdeki hafta Fransa'yı ziyaret edecek

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından dün (çarşamba) yapılan açıklamada, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in önümüzdeki hafta Fransa'yı ziyaret edeceğini ve burada Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelerek Ukrayna'ya destek ve özellikle Gazze'deki savaşın yatıştırılması konularını görüşeceğini duyurdu.

Blinken'in ziyareti Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı ve Kiev'in Batılı müttefiklerinden Patriot hava savunma sistemleri talep ettiği bir döneme denk geliyor.

Washington'da, Ukrayna'ya yapılacak on milyarlarca dolarlık askeri yardım, Cumhuriyetçilerin Kongre'deki muhalefeti nedeniyle askıda kaldı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller gazetecilere yaptığı açıklamada “Blinken Paris'te Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelerek Ukrayna'ya verilen desteği ve Gazze'deki çatışmayı yatıştırma çabalarını ele alacak” dedi.

Bu, akıcı Fransızca konuşan Blinken’in yaklaşık iki yıl sonra gerçekleştireceği ilk ziyaret olacak.

Macron, Aralık 2022'de ABD'ye resmi bir ziyarette bulunmuştu.

Blinken, Paris'in ardından 4 Nisan'da NATO’nun 75’inci yıldönümü münasebetiyle NATO’daki mevkidaşlarının katılacağı bir toplantıya iştirak etmek üzere Brüksel'e gidecek.

Blinken ayrıca Brüksel'de AB liderleri ve ülkesinin Rusya ile olan tarihi ittifakından ayrılmak isteyen Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile bir toplantı gerçekleştirecek.


Bernie Sanders: İsrail köktendinci bir ülke haline geliyor

Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
TT

Bernie Sanders: İsrail köktendinci bir ülke haline geliyor

Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)

Bağımsız Vermont Senatörü Bernie Sanders, İsrail'in Başbakan Binyamin Netanyahu yönetiminde "köktendinci bir ülke haline geldiğini" söyledi.

Yayın organı Crooked Media'ya konuşan Sanders, "Çok fazla kişi bugünkü İsrail'in 20-30 yıl önceki İsrail olmadığını anlamıyor" dedi.

Burası sağcı bir ülke, giderek de köktendinci bir ülke haline geliyor. Yönetimde olan adamlardan bazıları Tanrı'nın kendilerine tüm bölgeyi kontrol etme hakkına sahip olduklarını söylediğine inanıyor.

Sanders, 7 Ekim'de Hamas militanlarının İsrail'e saldırarak yaklaşık 1200 kişiyi öldürmesi ve 200 kişiyi de rehin almasıyla başlayan İsrail-Hamas savaşını uzun zamandır eleştiriyor. Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı'na göre o tarihten bu yana çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 32 binden fazla Filistinli İsrail saldırılarında hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler, Gazze nüfusunun yarısının açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyor.

Sanders sözlerini şöyle sürdürdü:

Sonuç olarak bana göre Hamas bir vahşet işledi, İsrail'in kendini savunma hakkı kesinlikle vardı ancak Filistin halkının tamamına karşı savaş açma hakkı yoktu ve hâlâ da yok. Kayıpların ve ölümlerin üçte ikisi kadın ve çocuklardan oluşuyor. Bu kabul edilemez.

Sanders daha önce The Independent'a verdiği röportajda, ABD'nin İsrail'e devam eden yardımlarına atıfta bulunarak "Netanyahu'nun savaş makinesinin finansmanını kesmek istediğini" söylemişti. Senato Demokrat kurulundaki dört üyeyle (Oregon Senatörü Jeff Merkley, Maryland Senatörü Chris Van Hollen ve Vermonter Senatörü Peter Welch) birlikte Sanders da geçen ay Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a yardım sağlayacak ulusal güvenlik paketine karşı olumsuz oy kullanmıştı. Ancak Sanders henüz Gazze'de kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunmadı.

Bu arada ABD'de Sanders'ın pozisyonuna destek artıyor. Gallup'un çarşamba günü yayımladığı ankete göre, Amerikalıların yüzde 55'i İsrail'in kuşatma altındaki bölgede devam eden saldırılarını onaylamazken, yüzde 36'sı onaylıyor; böylece ilk kez bir anket Amerikalıların çoğunluğunun savaşı desteklemediğini ortaya koyuyor. Bu, kasımda aynı anketin Amerikalıların çoğunun savaşı desteklediğini ortaya koymasından bu yana önemli bir değişim.

Biden yönetimi Filistinlilere yardım konusundaki tutumunu da değiştirmeye başladı.

Pazartesi günü ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde veto oyu kullanmayarak, konseyin savaşta derhal ateşkes talep eden kararı kabul etmesine izin verdi. Savaşın başlamasından bu yana ABD bunu ilk kez yaptı. Daha önce Biden yönetimi, İsrail'in Gazze'de devam eden saldırılarını destekleyen bir ateşkes kararını engellemek için ABD vetosunu üç kez kullanmıştı.

Netanyahu kararı "rehinelerin serbest bırakılması şartına bağlı değil" diyerek eleştirdi.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de salı günü İsrailli mevkidaşıyla yapacağı görüşme öncesinde Gazze'de ölen sivil sayısının "çok yüksek" olduğunu söyledi. Austin ayrıca İsrail'e kıtlığı önlemek için Gazze'ye girmesine izin verdiği yardım miktarını artırması yönünde acil bir çağrıda bulundu.

 Independent Türkçe


Facebook, "Hayalet Avcıları Projesi"yle gizlice Snapchat'i izlemiş

Reuters
Reuters
TT

Facebook, "Hayalet Avcıları Projesi"yle gizlice Snapchat'i izlemiş

Reuters
Reuters

Kamuoyuyla paylaşılan mahkeme dosyalarına göre Facebook, Snapchat kullanıcı verilerine yönelik gizli bir casusluk kampanyası yürütmüş.

Şirket içinde "Hayalet Avcıları Projesi" diye bilinen operasyon, CEO Mark Zuckerberg tarafından 2016'da, rakibinin gizlilik önlemlerinden rahatsızlık duymasının ardından başlatılmış.

Zuckerberg, 9 Haziran 2016'da şirket yöneticilerine gönderdiği bir e-postada "Ne zaman biri Snapchat hakkında bir soru sorsa, trafikleri şifreli olduğu için genellikle cevap onlar hakkında hiçbir analitiğe sahip olmadığımızdır" diye yazmış.

"Ne kadar hızlı büyüdükleri göz önüne alındığında, onlar hakkında güvenilir analitikler elde etmenin yeni bir yolunu bulmak önemli görünüyor. Belki de oturumlar düzenlememiz ya da özel yazılımlar geliştirmemiz gerekiyor. Bunu nasıl yapacağınızı bulmalısınız."

Mahkeme belgeleri, halihazırda Facebook'un operasyon direktörü olarak görev yapan Javier Olivan'ın e-postaya şöyle cevap verdiğini gösteriyor: 

Bunun cevaplamamız gereken en önemli pazar analizi sorularından biri olduğuna tamamen katılıyorum.

Sözkonusu izleme aracı, Facebook'un 2013'te İsrailli bir firmadan satın aldığı ancak artık kullanılmayan Onavo Sanal Özel Ağı'nı (VPN) içeriyordu.

Mahkeme belgelerine göre Onavo'ya sahip olmak, uygulamalar ve sunucuları arasındaki ağ trafiğini "yakalayıp şifresini çözerek" Facebook'un rakip sosyal medya uygulamalarını izlemesine imkan veriyordu.

Zuckerberg'ün 2016 tarihli e-postasını takiben, Onavo mühendisleri "ortadaki adam" (iki bağlantı noktası arasındaki bağlantıyı izinsiz izleme -çn.) izlemesini gerçekleştirmek için "aksi takdirde şifrelenmiş olacak trafiği okumalarına" imkan tanıyan kitler geliştirdi.

"Ayrıntılı uygulama içi faaliyeti ölçme" olanağı veren casusluk tekniği daha sonra Amazon ve YouTube'da kullanıldı.

Kamuoyuyla yeni paylaşılan mahkeme belgeleri, Kaliforniya'da tüketicilerin Facebook'un ana şirketi Meta'ya açtığı toplu davadan geliyor.

Davacı avukatlara göre, "bu programın amaçlanan ve fiili sonucu, Facebook'un o zamanlar yeni yeni gelişmekte olan sosyal reklamcılıktaki rakibi Snapchat de dahil rekabete zarar vermekti.

The Independent yorum için Meta ve Snapchat'in ana şirketi Snap'e ulaştı ancak yanıt alamadı.

 Independent Türkçe


Macron: Avrupa ile MERCOSUR arasındaki ticaret anlaşması çok kötü ve değiştirilmesi gerekiyor

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sao Paulo’da bir konuşma yapıyor (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sao Paulo’da bir konuşma yapıyor (AFP)
TT

Macron: Avrupa ile MERCOSUR arasındaki ticaret anlaşması çok kötü ve değiştirilmesi gerekiyor

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sao Paulo’da bir konuşma yapıyor (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Sao Paulo’da bir konuşma yapıyor (AFP)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği (AB) ile Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR) arasındaki olası bir anlaşmanın mevcut haliyle ‘çok kötü bir anlaşma’ olduğunu söyleyerek, yeni bir anlaşma yapılması çağrısında bulundu.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Macron bugün Brezilya ziyaretinin ikinci gününde Sao Paulo’da düzenlenen bir ekonomik forumda yaptığı konuşmada, “Anlaşma, bugün müzakere edildiği şekliyle sizin için olduğu kadar bizim için de çok kötü bir anlaşmadır” dedi.

Macron, “Bu anlaşmada biyolojik çeşitlilik ve iklim konusunu dikkate alan hiçbir madde yok. Bu yüzden iyi olmadığını söylüyorum” diye ekledi.

Fransız lider, hem AB, hem de MERCOSUR için önemli olan çevre sorunlarını dikkate alan yeni bir anlaşma yapılması yönünde çağrıda bulundu.

MERCOSUR, Latin Amerika’daki Brezilya, Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Bolivya’yi içeren bir blok.

‘20 yıl öncesine dayanan’ geçerliliğini yitirmiş anlaşmayı eleştiren Macron, “Hedeflerimiz ve gerçekliklerimiz ışığında yeni bir anlaşma, kalkınma, iklim ve biyolojik çeşitlilikten sorumlu bir ticaret anlaşması yapalım” dedi.

Macron, kurallarının Avrupa kurallarıyla ‘uyumsuz’ olduğunu söylediği bu ticaret anlaşmasını ilk kez eleştirmiyor.

1999 yılında tartışılmaya başlanan anlaşma taslağı, iki bölge arasındaki gümrük vergilerinin büyük bir kısmının kaldırılmasını ve 700 milyondan fazla tüketiciyi kapsayan bir serbest ticaret bölgesinin kurulmasını amaçlıyor.

2019 yılında, bu müzakereler siyasi bir anlaşmayla sonuçlandı ancak Fransa başta olmak üzere birçok ülke anlaşmanın onaylanmasına engel oldu.

Son zamanlarda, Eski Kıta’daki şiddetli tarım krizi nedeniyle Avrupa’da bu anlaşmaya karşı muhalefet arttı.

Öte yandan Almanya ve İspanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi, bu anlaşmanın onaylanıp yürürlüğe girmesi çağrısında bulunuyor.

MERCOSUR bloğunun en büyük ekonomik gücü olan Brezilya, bu anlaşmanın en önemli destekçilerinden biri.


ABD Dışişleri Bakanlığından Gazze politikası nedeniyle istifa eden Sheline: Bu yönetimle bağlantım kalmasın istedim

AA
AA
TT

ABD Dışişleri Bakanlığından Gazze politikası nedeniyle istifa eden Sheline: Bu yönetimle bağlantım kalmasın istedim

AA
AA

Sheline, The Guardian'a verdiği demeçte, Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa etme nedenlerine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İlişkileri Bölümündeki görevinde kalarak, istişarelerde bulunarak ve endişelerini amirlerine ileterek yönetimin Gazze politikası üzerinde etki yaratmayı umduğunu söyleyen Sheline, ABD'nin İsrail'e silah tedarikini durdurmaya yönelik bir şey yapabileceğine dair inancını kaybettiğini ve bu nedenle istifasını sunduğunu ifade etti.

Bakanlıktaki görevinden istifa etmesine ilişkin, "İstifanın temel nedeni, artık bu yönetimle bağlantımın kalmamasını istememdi." ifadesini kullanan Sheline, birçok meslektaşının kendisine mali zorlukları aşabilirlerse istifa edeceklerini söylediğini ve işten sessizce ayrılmak yerine ayrılma nedenleri hakkında konuşması için kendisini teşvik ettiğini belirtti.

Sheline, "Küçük bir kızım var. Henüz iki yaşında bile değil. İleride bir gün bu konuyu öğrenirse ve Dışişleri Bakanlığında çalıştığım için bana bunu sorarsa ona elimden geleni yaptığımı söyleyebilmek istiyorum." dedi.

ABD'deki "Leahy Yasası" çerçevesinde insan haklarını ihlal ettiği belirlenen devlet ile gruplara silah satılamayacağını ve ABD hükümetinin insani yardımlarının başka bir ülke tarafından kısıtlanmasından ya da engellenmesinden Başkan'ın haberdar olması durumunda söz konusu ülkeye yardımları yasakladığı "Dış Yardım Yasası"nı hatırlatan Sheline, Biden yönetiminin silah tedarik etmeye devam ederek bu gibi yasaları ihlal ettiğini söyledi.

Uluslararası hukukun ihlal edildiğine dair kanıtlar var

Sheline, Dışişleri Bakanlığının, İsrail'in Gazze'ye saldırılarında uluslararası hukuku ihlal ettiğine dair pek çok kanıttan haberdar olduğunu kaydederek, "Burada yasalar açık ve elimizde kanıtlar var. Fakat ayrıntılar takip edilmiyor." ifadesini kullandı.

Bakanlık tarafından incelenen kanıtların ve inceleme sonuçlarının ancak Beyaz Saray istediği zaman kamuoyuyla paylaşılacağını söyleyen Sheline, "Beyaz Saray farklı bir çizgi izlemeye hazır olana kadar Dışişleri Bakanlığında olan diğer bazı şeyler ortaya çıkmayacak." dedi.

Sheline, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) Gazze'de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkese dönüşecek şekilde ramazanda acilen ateşkes sağlanması talep edilen karar tasarısının kabul edilmesine yönelik, "Bu hafif değişimi görmekten memnunum ancak Gazze'deki insanlar için henüz bir fark yaratmadı. Bu gerçekten çok küçük ve geç bir adım." ifadesini kullandı.

Sheline, görevi neden bıraktığına ilişkin kaleme aldığı ve Biden yönetiminin Gazze politikasını sert sözlerle eleştirdiği mektupta, "İsrail'in neden olduğu bu katliamları mümkün kılan bir yönetime hizmet edemeyeceğim için Dışişleri Bakanlığındaki görevimden istifa ediyorum. Bir insan hakları savunucusu olarak ABD'nin sahip olduğu hangi itibarı varsa (Gazze'deki) savaştan bu yana neredeyse tamamen yok oldu." ifadesini kullanmıştı.

Ekim 2023'te ABD Dışişleri Bakanlığı Müttefikler ve Ortaklara Silah Tedariki Bölümünde Genel Müdür olarak çalışan Josh Paul da benzer gerekçelerle görevinden istifa etmişti.

Daha sonra çeşitli yönetim kademelerinde görev yapan yetkililer, ortak bir mektup kaleme alarak Biden yönetimine "İsrail'e silah satışını durdurma" çağrısında bulunmuştu.


Fransa Başbakanı Attal, başörtüsü tartışmasına dahil oldu: "Dava açacağız"

35 yaşındaki Gabriel Attal, 9 Ocak'ta göreve başlamıştı (AP)
35 yaşındaki Gabriel Attal, 9 Ocak'ta göreve başlamıştı (AP)
TT

Fransa Başbakanı Attal, başörtüsü tartışmasına dahil oldu: "Dava açacağız"

35 yaşındaki Gabriel Attal, 9 Ocak'ta göreve başlamıştı (AP)
35 yaşındaki Gabriel Attal, 9 Ocak'ta göreve başlamıştı (AP)

Fransa Başbakanı Gabriel Attal, bir lisede yaşanan başörtüsü tartışmasının ardından okulda mesleki eğitim alan bir Müslüman öğrenciyle ilgili dava açılacağını duyurdu.

Başkent Paris'teki Maurice-Ravel Lisesi'nde 28 Şubat'ta yaşanan olayda kimliği açıklanmayan okul müdürü, üç Müslüman öğrenciden başörtülerini çıkarmalarını istemişti.

Öğrencilerden ikisi müdürün talimatına uyarken biri karşı çıkmıştı. Öğrenci, başörtüsünü çıkarmadığı gerekçesiyle müdürün kendisine vurduğunu öne sürerek yönetici hakkında şikayette bulunmuştu. 

Bunun ardından internette okul müdürüne yönelik ölüm tehditleri paylaşılmıştı. Yöneticiyse çarşamba günü görevinden istifa ettiğini duyurdu.  

Attal, dünkü açıklamasında "Devlet, laikliğe yönelik bu ihlallere karşı, İslamın eğitim kurumlarımıza sızmasıyla ön saflarda mücadele eden bu görevlilerin her zaman yanında olacaktır" dedi.

Başbakan, devletin öğrenci hakkında hukuki işlem başlatacağını da söyledi.

Paris savcılığından yapılan açıklamadaysa, sözkonusu öğrencinin lisede eğitim amaçlı bir programa katıldığı aktarıldı. Savcılık, öğrencinin müdürle ilgili şikayet talebinin reddedildiğini duyurdu. 

Yetkililer ayrıca sosyal medyada müdüre yönelik paylaşılan ölüm tehditleriyle ilgili iki kişinin gözaltına alındığını bildirdi. Şüphelilerin kimliği paylaşılmazken, Fransa Eğitim Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada bu kişilerin okulla herhangi bir bağı olmadığı belirtildi.

Ulusal Birlik'ten radikal sağcı Marine Le Pen, olayda hükümeti suçlayarak "Okullarımızı tehlikelere karşı koruyamıyorlar" dedi.

Ulusal Meclis'teki Sosyalist Grubu Başkanı Boris Vallaud da "Bu kabul edilemez. Bir okul müdürü ölüm tehditleri nedeniyle istifa ediyorsa, bu kolektif bir başarısızlıktır" yorumunu yaptı. 

Fransa'da öğrencilerin başörtüsü, türban veya kipa gibi "dini aidiyet gösteren sembol veya kıyafetler" giymesi 2004'te yasaklanmıştı.

Independent Türkçe, BBC, Guardian, Times of Israel


Beyaz Saray: Netanyahu, Refah görüşmeleri için ABD'ye heyet göndermeyi kabul etti

AA
AA
TT

Beyaz Saray: Netanyahu, Refah görüşmeleri için ABD'ye heyet göndermeyi kabul etti

AA
AA

Beyaz Saray Sözcüsü Karine Jean-Pierre, basın toplantısında konuya ilişkin açıklamalarda bulundu.

Jean-Pierre, Netanyahu'nun ofisinin heyet ziyaretini yeniden planlamayı kabul ettiğini ve ABD ile İsrail'in yeni tarih belirlemek üzere görüşmelere başladığını söyledi.

Refah'a yönelik olası kara saldırılarını görüşmek üzere toplantının yeninden planlanacağını belirten Jean-Pierre, "Refah operasyonları hakkında konuşmak üzere burada toplantı düzenlenmesi konusunda bir anlaşma yapıldığı gerçeğini unutmamalıyız." dedi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) 25 Mart'ta Gazze'de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkese dönüşecek şekilde ramazan ayında acilen ateşkes sağlanması talep edilen karar tasarısı kabul edilmişti.

ABD'nin tasarıyı veto etmemesi nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Refah'a olası kara saldırısını görüşmek için Washington'da yapılması planlanan toplantıya İsrail heyetini göndermekten vazgeçmişti.