ABD, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine ilişkin anlaşmaları

Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
TT

ABD, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine ilişkin anlaşmaları

Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)
Şubat 2020’de Kamışlı kırsalında görüntülenen Rus, Amerikan ve Suriyeli kuvvetler. (AP)

Türk, Rus ve ABD’li yetkililer, geçmiş yıllarda askeri operasyonların ardından doğan, batı ve doğu kanatlarıyla birlikte Suriye’nin kuzeyindeki askeri düzenlemelere (anlaşmalara) tam olarak uyulması gerektiğini yineliyorlar. Yetkililer, söz konusu anlaşmaların ‘ülke istikrar kazanana kadar’ geçerli olması gerektiğini söylüyorlar. Peki, Washington, Ankara ve Moskova hangi anlaşmaları kastediyor? Üç taraf da bu anlaşmaları aynı şekilde yorumluyor mu? Ordunun, siyasi liderlerin gözetiminde diplomatlar tarafından yazılan anlaşmaları ‘yorumlamasına’ dair bir fark var mı?

Astana’dan İdlib’e
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İdlib’e ilişkin anlaşmaları, üç garantör olan Rusya, İran ve Türkiye’nin 4 Mayıs 2017’de Astana’da imzaladığı ‘gerginliği azaltma muhtırasına’ dönüyor. O tarihte üç ülke, 2254 sayılı uluslararası karar kapsamında ‘Suriye topraklarının egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve entegrasyonuna sıkı bağlılıklar’ da dahil olmak üzere çeşitli başlıkların şart koşulduğu bir belge üzerinde, ‘çatışmasızlık’ konusunda anlaştılar.
Söz konusu dönemde DEAŞ, Nusra Cephesi, Fethu-ş Şam (daha sonra adını Heyetu Tahrir’uş Şam olarak değiştirdi) ve El-Kaide ile DEAŞ ile bağlantılı tüm kişilere, gruplara ve kuruluşlara karşı faaliyetler hız kazandı. Şam, Humus, Dera ve İdlib yakınlarındaki dört yerleşim bölgesi, ‘altı ay süreyle geçici önlem’ olarak muhalifler tarafından kontrol edildi.
Astana’nın garantörleri, 17 Eylül 2018’de askeri gözlemcilerin ve gözlem noktalarının konuşlandırılmasının yanı sıra ‘15-20 kilometre derinliğinde silahtan arındırılmış bir bölgenin kurulmasını’ ve ‘15 Ekim’e kadar tüm radikalizm yanlısı terörist grupların silahtan arındırılmış bölgeden çıkarılmasını’ içeren, İdlib’e ilişkin Soçi Muhtırası’nı kabul etti. Bu durum Türk ordusunun, İran’ın ve Rus gözlemcilerinin bölgeye girmesine zemin sağladı.
Bu anlaşma aynı zamanda, İran- Rusya- Türkiye ortak koordinasyon merkezinin görevlerinin güçlendirilmesinin yanı sıra 10 Ekim 2018’e kadar tüm tankların, roketatarların, topçuların ve havanların silahtan arındırılmış bölgeden çekilmesini, Halep- Lazkiye ve Halep- Hama yollarından transit trafiğin yeniden sağlanmasını ve sürdürülebilir bir barışın sağlanması için etkili önlemlerin alınmasını içeriyordu.

Kontrol noktaları
Süreçte gözlem noktaları oluşturuldu, Hama-Halep yolu açıldı. Ancak anlaşmanın büyük bir kısmı uygulanamadı. Suriye hükümet güçleri, 2020’nin başlarında Rus desteğiyle İdlib’de askeri bir operasyon başlattı. Geniş alanların kontrolünü ele geçirdi ve on binlerce sivili yerinden etti. Türkiye askeri ağırlığını güçlendirdi. Rusya ve Suriye ile neredeyse kanlı bir çatışma yaşandı. 5 Mart 2020’de Moskova’daki uzun bir görüşmenin ardından Putin ve Erdoğan, Soçi Anlaşması’nın bir eki de dahil olmak üzere İdlib konusunda yeni bir uzlaşı sağladılar. Anlaşma, ‘çatışmaların durdurulmasını, Halep- Lazkiye yolunun 6 km kuzeyinde ve 6 km güneyinde güvenli bir koridor oluşturulmasını, 15 Mart 2020’de Halep- Lazkiye yolu boyunca Rus-Türk ortak devriyelerinin başlamasını’ şart koşuyordu.
Ardından ortak devriyeler gerçekleştirildi. Ancak otoyol trafiğe açılmadı ve Şam, çatışmasızlık anlaşmasının sınırlarının gerisine çekilmedi. Temas hatları, geçen eylül ayına kadar Şam ve Moskova İdlib’de harekete geçene kadar 18 ay boyunca sabit kaldı. 26 Eylül’de Rus savaş uçakları, Halep’in kuzeyinde Türk destekli bir gruba saldırdı. Rusya ve Türkiye liderleri arasında 5 Mart 2020’de imzalanan Moskova Anlaşması’ndan bu yana İdlib kırsalında daha önce bombalanmayan bölgeler de hedef alındı.
Gerilim, Putin ile Erdoğan arasındaki 29 Eylül’de düzenlenen zirveye kadar devam etti. İki lider, Soçi’deki görüşmelerin ardından basın toplantısı yapmadı. Ancak sızan bilgiler, Putin ve Erdoğan’ın askeri anlaşmaya ek yaptığı yöndeydi. Türkiye’ye yükümlülüklerini yerine getirmesi, Halep-Lazkiye yolu tarafında güvenli bir alan sağlaması ve radikalizm yanlılarıyla mücadele etmesi için yıl sonuna kadar süre tanındı. Karşılığında ise Rusya’nın kapsamlı askeri operasyonu durdurma ve yerinden edilenleri ve sivilleri Türkiye sınırına yönlendirmeme sözü verildi. Bu durum, HTŞ tarafından Lazkiye kırsalındaki bir başka radikalizm yanlısı gruba yönelik gerçekleştirilen saldırıları açıklar nitelikteydi.

Dera’dan Kamışlı’ya
Üç garantörün anlayışlarıyla eş zamanlı olarak iki boyuta sahip bir Rusya- ABD rotası başlatıldı. Bu rotanın ilk hedefi Suriye’nin güneybatısıydı. Bu, ABD’nin Dera’daki muhalif grupları terk etmesine ve 2018 Temmuz’da hükümet güçlerinin geri dönmesine neden oldu. Söz konusu süreç, geçen ay muhalefetin hafif silahları bırakması, hükümet güçlerinin geri dönmesi ve Ürdün sınırı ile Amman- Şam yolunun açılması ile desteklendi. Diğer bir boyut ise Mayıs 2017’de Fırat’ın doğusu ve batısındaki hava ve kara operasyonları sırasında ABD ve Rusya orduları arasında ‘gerilimin artmasının önlenmesine’ yönelik anlaşmanın imzalandığı, ülkenin kuzeydoğusunu ilgilendiriyor.
Trump Ekim 2019’da güçlerinin Türkiye sınırlarından çekilmesini emretti. Fırat'ın doğusundaki Resulayn ve Tel Abyad arasında askeri kartlar yeniden karıldı. Erdoğan ve Putin, 22 Ekim’de Suriye’nin kuzeydoğusuyla ilgili olarak ‘Suriye’nin toprak ve siyasi birliğini ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini koruma taahhüdünü, terörizmin her biçimi ve tezahürüyle mücadele etme ve Suriye topraklarındaki ayrılıkçı projeleri bozma kararlılığını’ öngören başka bir Soçi anlaşmasına vardılar.
Askeri olarak anlaşma, Tel Abyad ve Resulayn arasında 32 km derinlikte Türk harekâtı alanındaki statükonun korunmasını ve Şam ile Ankara arasında Rusya’nın mevcut şartlar altında bu anlaşmanın uygulanmasını kolaylaştırmak için iki tarafın Adana Anlaşması’na bağlılığını öngörüyor. Türkiye’ye PKK da dahil teröristleri takip etmek için Suriye’nin kuzeyine 5 km girme hakkı tanıyor. Aynı şekilde anlaşmada ek bir başlık daha var. Buna göre 23 Ekim’de Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızlarının, YPG unsurlarının ve silahlarının Suriye- Türkiye sınırından 30 km derinliğe çıkarılmasını kolaylaştırımasını, ardından Kamışlı şehri hariç 10 km derinlikte Barış Pınarı Harekatı bölgesinin batısında ve doğusunda ortak Türk ve Rus devriyelerinin yürütülmesi’ için bölge dışında, Türkiye sınırının Suriye tarafına girmesi öngörülüyor. Anlaşmada ayrıca Halep kırsalındaki Münbiç ve Tel Rıfat’tan ‘tüm Kürt birliklerinin ve silahlarının çıkarılması’ ve ‘terörist unsurların sızmasını engellemek için gerekli tedbirlerin alınması’ öngörülüyordu.
Erdoğan, 17 Ekim’de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile birçok paragraf şart koşan benzer bir anlaşmaya varmıştı. Bu paragraflardan birinde, “Türk tarafı, YPG’nin 120 saat içerisinde güvenli bölgeden çekilmesine izin vermek için Barış Pınarı Harekatı’nı durduracak. Bu süreç tamamlandığında süreç duracaktır” ifadelerine yer veriliyor. İki taraf ayrıca ‘Türkiye’nin ulusal güvenliğine ilişkin endişeleri gidermek için güvenli bir bölge oluşturmanın ve etkinleştirmenin öneminin devam etmesi’ konusunda da uzlaşı sağladı. Böylece güvenli bölgenin uygulanması görevini öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri üstlenecek ve iki taraf kurmak için her düzeyde iş birliğini artıracaktı.
SDG komutanı Mazlum Abdi ve Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Ali Memluk da Suriye güçlerinin Türkiye sınırlarına ve Fırat’ın doğusundaki bazı bölgelere konuşlandırılması için bir mutabakat anlaşmasına vardı.

Kürt koridoru
Türk, Amerikan ve Rus askeri üsleri, Rusya ve ABD uçakları ile Türk İHA’larının konuşlandığı, hava ve kara kalabalıklarının yoğun olduğu Suriye’nin kuzeydoğu kesiminde devriye ve harekatları koordine etmek için harekât odaları oluşturuldu.
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Türk, Rus ve Amerikalı yetkililer, ‘imzalanan tüm anlaşmalara uyulması’ gerektiğini tekrarladı. Moskova İdlib anlaşmasına, Ankara da Fırat’ın doğusuna odaklanırken, Washington ise Ankara’nın operasyonlarını durdurmasını istedi. Ayrıca Washington, sözlerini tuttuklarını, Biden idaresinin Erdoğan ile değil, Kürt müttefik ve dostlarına karşı döndüğünü belirtti. Diğer yandan Ankara, Washington’a ‘YPG’nin sınırdan 30 km derinlikte uzaklaştırılmasını ve Tel Rıfat ve Münbiç’ten geri çekilmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ABD ve Rusya’nın YPG’yi bulundukları bölgelerin en az 30 kilometre güneyine çıkaracağını ancak henüz sözlerini yerine getirmediklerini belirtti. Çavuşoğlu açıklamasında “Gereceğini yapacağız” ifadesini kullandı. Savunma Bakanı Hulusi Akar da YPG’ye atıfla “Suriye'nin kuzeyinde bir terör koridoru kurulması hayali yaşayanlar vardı. Bu terör koridoru, kurmaya çalışan teröristlerin başlarına yıkıldı” dedi.
Türkiye’nin önceliği sınırlarının güneyinde bir ‘Kürt oluşumunu engellemek.  Türkiye geçmiş yıllarda Suriye’nin kuzeyine üç operasyon düzenledi ve anlaşma yaptı. Aralık ayında Rusya ve Suriye hükümet güçlerinin, Rusya’nın Türkiye’ye taviz vermesine, doğuyu batısından ayıran ‘Fırat Kalkanı’ bölgesinin kurulması karşılığında Halep’in doğu mahallelerini kontrol etmesine izin veren bir takas gerçekleşti. Rusya 2018 başında Kürt varlığını daha da zayıflatmak için Zeytin Dalı Operasyonu kapsamında, Türkiye’ye uçaklarını, ordusunu ve Suriyeli muhalif grupları kullanma izni verdi. Ekim 2019’da Tel Abyad ve Resulayn arasında Barış Pınarı bölgesi kuruldu.
Putin, geçen ayın sonunda Erdoğan ile görüşmede önce ek hamlelerde bulundu. İdlib’deki saldırılarına devam etti ve Fırat’ın doğusunda koordinasyonu sağladı. Erdoğan, iki gün sonra yapılacak İklim Zirvesi’nin oturum aralarında Glasgow’da Başkan Joe Biden ile görüşmeden önce Fırat’ın doğusunda ve Halep’in kuzeyinde güçlerine takviye yaptı. Putin ise Kamışlı’ya savaş uçakları konuşlandırdı. Nihayetinde ABD’nin bölgedeki varlığı üzerindeki baskı, Afganistan’dan geri çekilmesinden bu yana artıyor. Bu çerçevede Fırat’ın batısındaki Ebu Kemal ve Mayadin’de bulunan İran, ‘yumuşak güç’ kullanarak ABD’nin alanlarına sızmaya başladı.
Tüm bunlar, İdlib, Halep ve Fırat’ın doğusu arasında kesişen yolun iç içe geçtiğinin ve ordunun, siyasi liderlerin talimatlarının uygulanmasında diplomatlar tarafından yazılan anlaşmalara ilişkin ‘yorumlarının’ farklı olduğunun göstergeleri olarak ön plana çıkıyor. Suriye sahasındaki durum, ABD, Rusya ve Türkiye arasındaki diğer bölgesel, uluslararası ve ikili dosyalarla iç içe geçmiş halini sürdürüyor.



Fas’a tepki yağıyor: Z kuşağı aktivistlerine korkunç muamele

Gençlerin başını çektiği eylemlerde Fas kralı ve başbakanının istifası istenmişti (AP)
Gençlerin başını çektiği eylemlerde Fas kralı ve başbakanının istifası istenmişti (AP)
TT

Fas’a tepki yağıyor: Z kuşağı aktivistlerine korkunç muamele

Gençlerin başını çektiği eylemlerde Fas kralı ve başbakanının istifası istenmişti (AP)
Gençlerin başını çektiği eylemlerde Fas kralı ve başbakanının istifası istenmişti (AP)

Fas'taki Z kuşağı protestolarında gözaltına alınan gençlere kötü muamele edilmesi tepki çekti.

Guardian'ın irtibata geçtiği aile ve avukatlar, gözaltındaki gençlerin polis merkezlerinde dövüldüğünü, saatlerce yiyecek ve su verilmeden tutulduğunu ve bazı durumlarda kendilerine zorla ifade imzalatıldığını savunuyor.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan bir anne, 18 yaşındaki oğlunun protestolara katılmamasına rağmen iki aydan uzun süredir gözaltında tutulduğunu söylüyor:  

Oğlum bir eyleme bile katılmamıştı. Bir büfede yemek yerken gözaltına alındı. Tutuklanırken o kadar kötü dövüldü ki bazı dişleri kırıldı.

Anne, oğlunun polis merkezinde ifade tutanaklarını imzalamayı reddettiği için yeniden dövüldüğünü de sözlerine ekledi. 

Sivil toplum kuruluşu (STK) Fas İnsan Hakları Derneği (AMDH) de bazı kadın protestocuların taciz, hakaret ve cinsiyetçi söylemlere maruz kaldığını aktarıyor.  

Haberde, Agadir yakınlarındaki Lqliaa kasabasında 1 Ekim'de düzenlenen gösterilerde üç protestocunun güvenlik güçleri tarafından vurularak öldürüldüğü iddiası da paylaşılıyor. 

Olayda 12 yaşındaki çocuklar da dahil 14 protestocunun yaralandığı belirtiliyor. Yetkililerse bir grup eylemcinin polis karakoluna saldırdığını, ekiplerin de buna karşılık verdiğini savunuyor. 

Uluslararası Af Örgütü'ne göre şimdiye dek protestolarla bağlantılı olarak 2 bin 400'den fazla kişi hakkında hukuki işlem başlatıldı. 

AMDH, duruşmalarda avukatların bulunmadığına, soruşturmaların yetersiz yürütüldüğüne ve masumiyet karinesinin uygulanmadığına dikkat çekiyor. Onlarca kişiye 15 yıla varan hapis cezaları verildiği aktarılıyor. Çocuklar da dahil birçok göstericinin davası sürüyor.

STK'nin Marakeş şubesinden Mustapha Elfaz, "Gençlerin polis gözetiminde işkence gördüklerine dair korkunç tanıklıklar duyduk" diyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Ahmed Benchemsi şunları söylüyor: 

Hükümet açıkça korktu ve herhangi bir muhalefet biçimine müsamaha göstermeyecekleri yönünde güçlü bir mesaj vermek için böyle bir baskıya başvurdu.

Eylülde patlak veren eylemlerde halk, en az 11 kentte yolsuzluğu protesto etmek için sokaklara dökülmüştü.

Göstericiler, Rabat yönetiminin sağlık ve eğitimi önemsemeyip uluslararası spor organizasyonlarına para akıttığını savunuyor. İspanya ve Portekiz'le birlikte 2030 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmaya hazırlanan ülkede "Stadyumlar burada, hastaneler nerede?" sloganları duyulmuştu. 

Z Kuşağı 212 ve Fas Gençliğinin Sesleri gibi örgütlerin liderlik ettiği protestolar barışçıl başlasa da güvenlik güçleriyle çatışmalar nedeniyle üç kişi yaşamını yitirmiş, 600'den fazla kişi yaralanmıştı.

Independent Türkçe, Guardian, News International


İsrail gaz hamlesiyle Trump-Sisi-Netanyahu görüşmesine zemin mi hazırlıyor?

Sisi ve Netanyahu’nun 2017’de BM Genel Kurulu sırasında gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare (Reuters)
Sisi ve Netanyahu’nun 2017’de BM Genel Kurulu sırasında gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare (Reuters)
TT

İsrail gaz hamlesiyle Trump-Sisi-Netanyahu görüşmesine zemin mi hazırlıyor?

Sisi ve Netanyahu’nun 2017’de BM Genel Kurulu sırasında gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare (Reuters)
Sisi ve Netanyahu’nun 2017’de BM Genel Kurulu sırasında gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aylarca beklettikten sonra Mısır ile yapılan en büyük doğal gaz anlaşmasına onay vermesi, iki lider arasında olası bir zirveye ilişkin İsrail basınında yeni iddialar doğurdu. Ancak Kahire cephesi sessizliğini koruyor.

Şarku’l Avsat’ın CNN’den aktardığı bilgilere göre Netanyahu ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi arasında ABD’de bir görüşme düzenlenmesi gündemde. Ancak sürece yakın Mısırlı bir kaynak, böyle bir buluşmanın kolay olmayacağını belirterek, “Gaz anlaşması tek başına bunu sağlamaz. İsrail’in Gazze anlaşmasını uygulamada ilerleme göstermesi ve Mısır’ın güvenliğini garanti etmesi gerekir. Bölgedeki tansiyon bitmiş değil ve ekonomik çıkar niteliğindeki bir gaz anlaşması bu durumu değiştirmez” değerlendirmesinde bulundu.

CNN’e konuşan bir İsrailli kaynak, Netanyahu’nun gaz anlaşmasına yönelik ilanının “olası Netanyahu–Sisi görüşmesi için hazırlıkların bir parçası” olduğunu aktardı.

Netanyahu’nun bu ay içinde ABD’ye giderek Başkan Donald Trump ile Florida’daki Mar-a-Lago’da görüşmesi bekleniyor. Aynı kaynaklara göre, İsrail hükümeti anlaşmaya resmi onayı aylarca geciktirdikten sonra, sonunda Trump yönetiminin baskısıyla onay verdi. Washington yönetimi, Netanyahu ile Sisi’yi bir araya getirerek bölgesel barış girişimlerini ve “İbrahim Anlaşmaları”nın kapsamını genişletmek istiyor.

Netanyahu çarşamba gecesi yaptığı televizyon konuşmasında, “İsrail tarihindeki en büyük gaz anlaşmasına onay verdim. Anlaşmanın değeri 112 milyar şekel (34.7 milyar dolar). Bunun 58 milyar şekeli (18 milyar dolar) devlet hazinesine girecek” açıklamasını yaptı ve anlaşmanın Amerikan Chevron şirketi ile İsrailli ortaklar üzerinden Mısır’a gaz ihracatını içerdiğini söyledi.

wscf
Deyr el-Belah’taki geçici Filistinli kampından bir kare (AFP)

İsrail ve Mısır, 1979’da barış anlaşması imzalamış olsa da iki lider yaklaşık on yıldır kamuoyu önünde görüşmedi. Kahire’den ise söz konusu iddialara ilişkin henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

Mısırlı düşünür Abdülmünim Said, olası zirveye dair, “Benim için geçerli olan sadece Kahire’den gelen açıklamalardır” diyerek, gaz onayının barış sürecini canlandırıp canlandıramayacağının belirsiz olduğunu ifade etti. Said, “Bu durum sadece ekonomik bir anlaşma olarak kalabilir ve siyasi sonuç doğurmayabilir” dedi.

İsrail medyası ise iddiayı güçlendiren haberlerle çıktı. İsrail Kamu Yayın Kurumu, anlaşmanın Netanyahu ile Sisi arasında bu ay sonunda Florida’da bir görüşme ihtimalini doğurduğunu yazdı. Yedioth Ahronoth ve Kanal 12 de anlaşmanın Netanyahu–Trump–Sisi üçlü zirvesinin önünü açabileceğini aktardı; ayrıca Mısırlı tarafın, görüşmeye katılmak için anlaşma onayını şart koştuğunu belirtti.

Haberlere göre iki lider savaşın başlangıcından bu yana kamuoyuna açık şekilde konuşmadı ve taraflar arasındaki ilişkiler oldukça gergin. Kanal 12, Sisi’nin Temmuz ayında iç ve dış eleştirilere rağmen anlaşmayı kabul ettiğini, ancak İsrail hükümetinin beş ay boyunca süreci geciktirdiğini yazdı.

Aynı kaynaklara göre Mısır, Gazze’deki ateşkes sürecinde ilerleme sağlanmadan ve İsrail’in Gazze–Mısır sınır hattı olan Filadelfi Koridoru’ndan ve Nitsarim bölgesinden çekilmeden zirveye sıcak bakmıyor. Jerusalem Post da, gaz anlaşmasının üçlü zirve için gerekli siyasi tavizlerden yalnızca biri olduğunu kaydetti.

Mısırlı parlamenter Mustafa Bekri ise, gaz anlaşması ile olası liderler zirvesi arasında bağ kurulmasını reddetti. Bekri, İsrail kaynaklarından gelen iddialara itibar edilmemesi gerektiğini, esas olanın resmi Mısır tutumu olduğunu belirterek, “Mısır’ın pozisyonu nettir: Filistin halkının haklarının korunması ve Mısır’ın güvenliğinin garanti altına alınması vazgeçilmezdir” dedi.


Şam ve SDG yıl sonu yaklaşırken entegrasyon sürecini hızlandırmaya çalışıyor

Kamışlı’da gerçekleştirilen törende görüntülenen SDG unsurları (Arşiv – Reuters)
Kamışlı’da gerçekleştirilen törende görüntülenen SDG unsurları (Arşiv – Reuters)
TT

Şam ve SDG yıl sonu yaklaşırken entegrasyon sürecini hızlandırmaya çalışıyor

Kamışlı’da gerçekleştirilen törende görüntülenen SDG unsurları (Arşiv – Reuters)
Kamışlı’da gerçekleştirilen törende görüntülenen SDG unsurları (Arşiv – Reuters)

Suriye hükümeti ile Ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında yürütülen entegrasyon görüşmelerine ilişkin kaynaklar, tarafların yıl sonunda dolacak süre öncesinde tıkanan anlaşmayı ilerletmek için yoğun çaba gösterdiğini aktardı.

Şarku'l Avsat'ın sürece yakın Suriyeli, Kürt ve Batılı kaynaklardan edindiği bilgilere göre taraflar son günlerde temaslarını yoğunlaştırdı. Ancak görüşmelerdeki gecikmelerin yarattığı memnuniyetsizlik dikkat çekiyor. Kaynaklar, mevcut şartlarda anlaşmayı ileriye taşıyacak büyük bir sıçrama beklentisinin zayıf olduğunu belirtiyor.

Beş farklı kaynağa göre, geçici Suriye hükümeti, kuzeydoğu bölgesini kontrol eden Kürt güçlerine bir öneri sundu. Kaynaklar Şam yönetiminin söz konusu öneride, yaklaşık 50 bin savaşçıdan oluşan SDG’nin üç ana tümen ve daha küçük birlikler halinde yeniden yapılandırılmasına kapı araladığı bilgisini verdi.

Öneriye göre SDG, komuta zincirinin bir bölümünden vazgeçecek ve kontrol ettiği bölgeleri Suriye ordu birliklerine açacak.

Ancak kaynaklar, bu planın hayata geçip geçmeyeceğinin belirsiz olduğunu vurguladı. Birçok yetkili, yıl sonuna kısa süre kalmışken kapsamlı bir anlaşmaya varma ihtimalinin zayıf olduğunu, daha fazla müzakereye ihtiyaç duyulduğunu ifade etti.