Sovyetler Birliği'nin dağılmasının üzerinden geçen 30 yıl

Bağımsız Devletler Topluluğu, 8 Aralık 1991 tarihinde Belarus’un Viskoli kentinde Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuş devletler topluluğudur.  (AP)
Bağımsız Devletler Topluluğu, 8 Aralık 1991 tarihinde Belarus’un Viskoli kentinde Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuş devletler topluluğudur.  (AP)
TT

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının üzerinden geçen 30 yıl

Bağımsız Devletler Topluluğu, 8 Aralık 1991 tarihinde Belarus’un Viskoli kentinde Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuş devletler topluluğudur.  (AP)
Bağımsız Devletler Topluluğu, 8 Aralık 1991 tarihinde Belarus’un Viskoli kentinde Rusya, Ukrayna ve Belarus arasında imzalanan anlaşma ile kurulmuş devletler topluluğudur.  (AP)

26 Aralık 1991 sabahı Sovyetler Birliği vatandaşları ülkelerinin artık siyasi haritada olmadığı yeni bir hayata uyandı. Milyonlarca Rus ve diğer cumhuriyetlerin vatandaşlarının şu anda karşı karşıya oldukları dönüşümlerin büyüklüğünü anlamaları birkaç yıl aldı. Birliğin kendi içinden 15 cumhuriyet doğdu ve bunlar her yıl bağımsızlıklarını kutluyor. Bazı ülkelerin vatandaşları ise ‘kendi ülkelerinden bağımsız olmanın ne demek olduğunu’ hala anlamış değil.
Unutulmaz günden önceki üç hafta içinde meydana gelen gelişmeler, olayların tırmanmasını endişeyle izleyen siyasi sınıf için şaşırtıcı değildi. 8 Aralık’tan bu yana, Sovyet cumhuriyetlerinin o zamanki başkanları Rus Boris Yeltsin, Ukraynalı Leonid Kravçuk ve Belaruslu Stanislav Shushkevich, Sovyetler Birliği'nin halefi olarak Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kuran ve Belarus’taki “Belovezhskaya” ormanı ile aynı ismi taşıyan anlaşmayı imzaladıklarında, süper gücün ölüm belgesinin resmi olarak verilmesi için geri sayımı başlatmış oldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ya da kısa adıyla SSCB’nin ilk ve son başkanı unvanını ise Mihail Gorbaçov aldı.
Gorbaçov’un, savunmaya söz verdiği devletin artık var olmadığını kabul etmesine ikna olması üç hafta sürdü. Gorbaçov, 25 Aralık akşamı saat 19:38’de devlet televizyonu Istanico kanalında başkanlıktan istifa ettiğini duyurdu. İstifa eden Gorbaçov sakin bir şekilde vatandaşlara hitap ederken, bu esnada SSCB’nin sembolleri indirildi. Bu açıklama metni, makamını ve ülkesini yeni kaybetmiş ­bir liderin duygularını gizlemek için özenle hazırlanmıştı.
Gorbaçov konuşmasında, devleti dağıtma kararının halkın iradesine dayanmadığından yakındı. Bu, sadece dokuz ay önce, Mart ayında gerçekleşen referanduma göndermeydi. Hayatlarında ilk kez bir halk referandumunda oy kullanan seçmenin yüzde 80’i, Sovyetler Birliği’ni koruma arzularını belirtmişti. Seçmenlere sorulan soru şuydu: “SSCB’yi, herhangi bir ırktan bir bireyin hak ve özgürlüklerinin tam olarak güvence altına alındığı, eşit egemen devletlerden oluşan yenilenmiş bir federasyon olarak korumanın gerekli olduğunu düşünüyor musunuz?”
Ermenistan, Estonya ve Gürcistan gibi bazı cumhuriyetler bu referandumu boykot etti. Kazakistan gibi bazı ülkeler ise ‘devletler’ ibaresini ‘cumhuriyetler’ ile değiştirerek referandum sorusunda küçük değişiklikler yaptı. 26 Aralık 1991’den ’tan sonra hızla komünist pelerini çıkarıp bunun yerine ülkeyi on yıllar boyunca yöneten ‘ulusal’ takım elbiseleri giyen çeşitli cumhuriyetlerdeki milliyetçi siyasi seçkinler dikkat çekiciydi.
Geçmiş yıllarda Rusya Devlet Başkan Vladimir Putin, Sovyetler Birliği’nin yokluğunu 20. yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi olarak görmüş ve “Her kim ki Sovyetler Birliği’nin çöküşünden dolayı üzülmüyor, onun kalbi yoktur; her kim ki onu eski şekliyle canlandırmak istiyor, onun aklı yoktur” demişti.
O zamandan bu yana Rusya’nın ve eski Sovyet kardeşlerinin başına pek çok olay geldi. Ancak kesin olan şu ki, dönüşümler kendisini süper gücün varisi olarak tanımlayan Rusya’yı, bugün en karmaşık koşullarla karşı karşıya kalırken yeni bir soruyla yüzleşmeye itti: Rusya mevcut baskılar, ablukalar ve çatışmalar nedeniyle dağılabilir mi?
Tarihten iyi ders alan Putin, bu soruya şu yanıtı verdi: “Madem tarihten bahsediyoruz, hasımlarımızın yüzyıllardır ne dediğini hatırlamalıyız... Rusya’yı yenmek mümkün değil... Rusya ancak içinden bir güçle yenilebilir.” Putin, “Bu mesele, Sovyetler Birliği’ni içeriden yıktıkları 1990’larda olduğu kadar, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarıyla da başarıldı. Bunu kim yapar? Bunlar, Rus halkının ve Rusya İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu’nunda bulunan diğer halkların çıkarlarıyla ilgisi olmayan, diğer yabancı çıkarlara hizmet edenlerdir” dedi.



İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
TT

İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.

Michael Harari

Esed rejiminin çöküşü bölgesel sahneyi yeniden şekillendirdi. Yeni rejimin uzun vadeli istikrarı beklentileri hakkındaki haklı şüphelere rağmen, Ahmed eş-Şara'yı destekleyen geniş bir uluslararası uzlaşı var ve devam eden kaostan ziyade merkezi otorite altında birleşik bir Suriye'yi açıkça tercih ediyorlar. Birçok ülkenin gözünde, İran'ın Suriye'den hızla çekilmesi belki de şu ana kadarki en önemli başarı, zira bölgesel istikrarı artırmak için bir umut penceresi açıyor. Suriye böylece küresel gündemde ve Washington’un gündeminde daha yüksek bir öneme kavuştu. Aynı durum, Suriye ile ortak sınırları olan iki büyük bölgesel aktör olan İsrail ve Türkiye için de geçerli. Her ikisi de Suriye'deki gelişmelere ulusal çıkar meselesi olarak bakıyorlar.

İsrail, aşırı İslamcı bir hükümetin ortaya çıkışından ve Suriye'de aşırı Türk nüfuzundan endişe duyuyor. İsrail hükümeti, Türkiye'nin rolünü ve Kuzey Suriye'deki, özellikle de Kürt bölgelerindeki iddialı müdahalesini kabul etse de ülkenin diğer bölgelerindeki Türk askeri varlığı konusunda kırmızı çizgi çekiyor, bunu önceki İran müdahalesine benzetiyor ve şiddetle karşı çıkıyor görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail, Şam'da güçlü bir merkezi hükümeti tercih edip etmediği konusunda da henüz kesin bir karara varmış değil. Son açıklamaları ve eylemleri, zayıf ve parçalanmış bir Suriye'yi tercih ettiğini gösteriyor; ancak bu hesapları bir dereceye kadar şekillendirecek olan, nihayetinde Washington'un tutumudur. Buna ilave olarak, mevcut koşullarda, özellikle son aylarda askeri üstünlüğünü göstermesinin ardından, İsrail Suriye'nin geleceğini şekillendirmede önemli bir rol oynayabileceğine inanıyor.

Öte yandan Türkiye, Kürtlere (PKK da dahil) karşı son dönemde attığı ve yine benzer tarihsel öneme sahip adımlara paralel olarak, Suriye ile sınırını kendi şartlarına göre istikrara kavuşturmak için tarihi bir fırsat görüyor ve aynı zamanda Şara rejiminin kendisine bağımlılığını pekiştiriyor. İsrail'in kanıtlanmış askeri ve teknik üstünlüğüne rağmen, Türkiye bunu bir engel olarak görmüyor ve mevcut durumu bölgesel konumunu güçlendirmek için altın bir fırsat olarak görüyor (kimileri bunu bölgesel hegemonya arayışı olarak tanımlıyor). Başkan Trump ve Erdoğan ile ilişkisi, Türkiye açısından bu umut verici görünüme katkıda bulunuyor. Dahası, son yıllarda Körfez ülkeleri ve Mısır ile ilişkilerini geliştiren Türkiye, artan bölgesel konumunun olumlu bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor.

Ankara, İsrail'in Süveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, İsrail'in Şara'yı zayıflatma ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir girişim olarak görüyor

Ankara'nın, İsrail'in Suveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, Şara'yı zayıflatmak ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir İsrail girişimi olarak görmesi şaşırtıcı değil. Türkiye Dışişleri Bakanı 25 Temmuz'da yaptığı açıklamada, “Türkiye, istihbarat kanalları ve ortak arabulucular aracılığıyla İsrail'e bir mesaj gönderiyor. Gizli bir ajandamız yok. Hiçbir ülke Suriye için tehdit oluşturmamalı ve Suriye de kimseye tehdit oluşturmamalı... Suriye bizim için kırmızı çizgi; ulusal güvenlik meselesi... Hegemonya peşinde değiliz” dedi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)

Öyle görünüyor ki, İsrail ve Türkiye'nin şu anda Suriye'de çatışan çıkarları var. Önemli soru şu; yanlış değerlendirme ve hesapları önleyecek, olası bir gerilimin doğrudan çatışmaya dönüşmesini engelleyecek karşılıklı bir uzlaşıya varılabilir mi?

Kanaatimce cevap evettir, yeter ki iki hükümet de hayati çıkarlarını ve kırmızı çizgilerini açıkça belirlesin. Şara rejimini destekleme konusunda hakim olan uluslararası mutabakat ve rejimin kontrolünü sağlamlaştırma arzusu (en azından aksi kanıtlanana kadar), hem İsrail'in hem de Türkiye'nin dikkatlice düşünülmüş bir yaklaşım benimsemesini gerektiriyor.

İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle Suriye konusunda iki taraf arasında ortak bir zemin bulunması şarttır

Bunun için birkaç siyasi dayanak gerekiyor:

1. Washington, bölgesel arena ve Ankara, İsrail'in proaktif yaklaşımına, yani askeri müdahalesine, özellikle de Şara rejimine karşı “tetiğe hafifçe basmak” olarak varsayılan müdahalesine olumsuz bakıyor. İsrail'in Dürzi bölgesindeki nüfuzu ile Türkiye'nin Kürt bölgesindeki nüfuzu arasında bir paralellik kurmaya çalıştığı varsayılabilir. Teorik olarak bu anlaşılabilir, ancak pratik ve stratejik açıdan son derece sorunlu. Her halükarda, İsrail'in Suriye sahasında Türkiye üzerinde nüfuz ve etki gücü sahibi olduğu ve bu yönde daha fazla tırmandırmaya gerek olmadığı mesajı alındı. Türkiye de İsrail'in, Suriye'de kendi çıkarları kadar önemli hayati çıkarları olduğunu anlamalı.

2- İsrail, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesini aşırı buluyor ve hayati çıkarlarını tehlikeye atabileceğini düşünüyor. Aslında bölgedeki diğer aktörler de aynı görüşte. Ancak, Suriye'deki Türk askeri varlığının İran'ınkinden daha tehlikeli olduğu yönündeki gizemli İsrailli sesler hatalı ve yanıltıcı olup, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet yaratma riski taşıyor.

3- Suriye'deki Türk hegemonyasının İsrail ve diğerleri açısından istenmeyen bir durum olduğu şüphesizdir. Bunu, özellikle Washington yoluyla öncelikle diplomatik kanallar aracılığıyla sınırlamak için çaba gösterilmelidir. Ancak bu, İran tehdidiyle aynı nitelikte bir tehdit oluşturmamaktadır.

4. Üç tarafın çıkarlarını netleştirmek ve istenmeyen yanlış anlamalara doğru bir kaymayı önlemek için Kudüs-Ankara-Washington üçgeninde yoğun bir diplomatik faaliyete ihtiyaç vardır. İsrail ve Türkiye arasında doğrudan ve gizli bir iletişim kanalı ve Azerbaycan'ın arabuluculuğu şarttır.

5. İsrail, etkileyici askeri başarılarının ardından kibrini dizginlemeli ve mevcut kibrinden vazgeçerek, başarısını maceracı bir şekilde değil akıllıca değerlendiren, rasyonel ve stratejik bir yaklaşım benimsemelidir. Sahadaki askeri başarıları ona bunu yapma fırsatı sunmaktadır.

6. İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle iki taraf arasında Suriye konusunda ortak bir zemin bulunması şarttır. Aralarındaki gerginliği yatıştırmak ve her birinin sorduğu sorulara cevap vermek gerekmektedir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.