Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Rusya’nın katıldığı savaşlar

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Rusya’nın katıldığı savaşlar
TT

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Rusya’nın katıldığı savaşlar

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Rusya’nın katıldığı savaşlar

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin aylar süren gerginlikten sonra Ukrayna’nın doğusunda bağımsızlıklarını tanıdığı ayrılıkçı ‘cumhuriyetleri’ savunmak amacıyla ‘askeri operasyon’ başlatma kararı verdi. Rus lider Ukrayna sınırına binlerce asker yığdı. AFP’nin haberine göre Ukrayna savaşı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB)  1991’de dağılmasından bu yana Rusya Federasyonu’nun katıldığı ilk savaş değil.

Rusya’nın katıldığı savaşların listesi:
- Moskova,  Çeçenistan’ın de facto bağımsızlığına 3 yıl boyunca göz yumduktan sonra 1994 yılının sonlarında Kuzey Kafkasya’daki bu cumhuriyete ordusunu gönderdi. Ancak federal güçler şiddetli bir direnişle karşılaştılar ve 1996’da geri çekildiler. Fakat Moskova’nın, Kuzey Kafkasya’daki Dağıstan Cumhuriyeti’ne yapılan saldırılardan ve Rusya’nın çeşitli bölgelerinde gerçekleşen kanlı saldırılardan Çeçenleri sorumlu tutmasının ardından o dönem Rusya’da başbakanlık koltuğunda oturan ve günümüzde devlet başkanlığı görevini yürüten Putin ‘Antiterör Operasyonu’ kapsamında bir kez daha Rus ordusunu Çeçenistan’a gönderdi. Rusya, Şubat 2000’de Rus topçularının ve uçaklarının hava saldırılarıyla yerle bir ettiği Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de kontrolü ele geçirdi. Fakat çete savaşları devam etti. Kremlin iki taraftan on binlerce kişinin öldüğü çatışmaların ardından 2009’da operasyonu sonlandırdığını ilan etti.
- Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ve 1990’ların başındaki savaşlardan sonra Tiflis'in kontrolünden çıkan Rus yanlısı ayrılıkçı Güney Osetya bölgesine 2008 yazında kanlı bir askeri operasyon başlattı. Rusya bu operasyona misilleme olarak askeri güçlerini Gürcistan topraklarına gönderdi ve Sovyetler Birliği’nin eski cumhuriyetine 5 gün içinde ezici bir mağlubiyet yaşattı. Çatışmalar yüzlerce kişinin ölümüne neden oldu. Kremlin bu arada Güney Osetya ile diğer ayrılıkçı bölge olan Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanıdı. O günden bu yana büyük bir askeri güç bölgedeki varlığını sürdürüyor. Batılılar bu fiili işgali kınıyorlar.
- 2014 yılında Ukrayna’da yaşanan Avrupa Birliği yanlısı devrim ve dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Rusya’ya kaçmasının ardından Moskova, Kırım yarımadasını ilhak etti. Uluslararası toplum Moskova’nın ilhak kararını tanımıyor. Bu adımın ardından Ukrayna’nın doğusunda Rusya sınırında Donetsk ve Luhansk’tan oluşan Donbas bölgesinde Rus yanlısı ayrılıkçı hareketler baş gösterdi. İki cumhuriyetin bağımsızlığını ilan etmesi sert silahlı çatışmaların patlak vermesine yol açtı. Kiev ve Batı, Rusya’yı asker ve mühimmat göndererek ayrılıkçıları desteklemekle suçlarken, Moskova bu iddiaları her zaman yalanladı ve Ukrayna’da yalnızca ‘Rus gönüllülerinin’ olduğunu kabul ettiğini belirtti.
2015’te Kiev ve Moskova arasında tansiyon düştü ve Minsk Barış Anlaşması imzalandı.
Fakat Moskova 2021’in sonlarından bu yana Ukrayna toprakları çevresinde geniş kapsamlı askeri kara, hava ve deniz tatbikatları gerçekleştirdi ve bu ülkenin sınırlarına 150 binden fazla asker konuşlandırdı.
Rus lider Putin, gerginlikten birkaç ay sonra pazartesi akşamı iki ayrılıkçı bölgenin bağımsızlığını tanıdı ve askeri güçlere bu iki bölgeye konuşlanma emri verdi. Rus güçler dün (perşembe) Ukrayna topraklarında askeri operasyon başlattı. Kiev bu operasyonu ‘tam kapsamlı bir işgal’ olarak nitelendirdi. 2014’ten bu yana Ukrayna’da çıkan çatışmalarda 14 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
- Rusya, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’i desteklemek amacıyla 2015’ten bu yana Suriye topraklarında askeri güçlerini konuşlandırıyor. Beraberinde kanlı bombardımanları ve devasa bir yıkımı getiren bu müdahale, Suriye’deki savaşın seyrini değiştirdi. Suriye rejiminin kritik zaferler elde etmesini ve cihatçı ve muhalif savaşçı grupların kontrol ettiği bölgeleri geri almasını sağladı. Rusya’nın, Suriye’de iki askeri üssü bulunuyor. Üslerden biri ülkenin kuzeybatısındaki Hmeymim Havaalanı’nda, diğeri Akdeniz kıyısındaki Tartus Limanı’nda yer alıyor. Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesine 63 binden fazla asker katıldı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.