Tunus Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun feshini tartışıyor

Tunus siyaseti Said’in Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nu feshetme kararını tartışıyor

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said (Reuters)
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said (Reuters)
TT

Tunus Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun feshini tartışıyor

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said (Reuters)
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said (Reuters)

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun kaderine yönelik tartışmayı, seçilmiş komisyonu fesheden, yeni yapısını ve üyelerinin nasıl seçileceğini belirleyen bir kararname yayınlayarak çözdü.
Yeni seçim kurulu, önceden olduğu gibi 9 değil 7 üyeden oluşuyor. Cumhurbaşkanı Said önceki seçimler için kurulan Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu üyelerinden üçünü seçerken, bu üyelere bilgi sistemleri ve güvenlik alanında bir uzmanın yanı sıra geçici Yüksek Yargı Konseyi tarafından tavsiye edilen üç hakim de dahil olacak. Cumhurbaşkanı, Seçim Komisyonu Başkanını bizzat seçecek.
25 Temmuz’da gerçekleştirilmesi beklenen referandumu ve 17 Aralık’ta gerçekleştirilmesi planlanan parlamento seçimlerini denetlemek üzere oluşturulacak olan bu organın yapısını belirleyen kararnamenin yayınlanmasının ardından, çok sayıda siyasi parti ve sosyal parti kararname ile ilgili farklı görüşlerini dile getirdi.
İslamcı çizgideki Nahda Hareketi ve Sosyalist çizgideki İşçi Partisi, seçim kurulunun oluşturulmasına yönelik bu yeni formülü reddetme konusunda aynı fikirde.
Nahda Hareketi yaptığı açıklamada, bu kararnamenin “Tunus halkının ve devriminin küçümsenmesini, devletin daha fazla dağıtılmasını, tüm otoritelerin ele geçirilmesini ve ülkedeki demokratik kazanımların sabote edilmesini ifade ettiğini” belirtti. Açıklamada, Bağımsız Seçim Yüksek Kurulu’nun feshedilmesinin ve yeni bir kuruluşunun duyurulması, ‘darbenin temel ayaklarını tamamlama yolunda yeni bir adım’ olarak değerlendirdi. Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi yaptığı basın açıklamasında, Cumhurbaşkanı Said’in Bağımsız Seçim Kurulu üzerindeki kontrolünün, yaklaşan seçimlerin güvenilirliğini kaybetmesi anlamına geldiğine yönelik uyarıda bulundu.
25 Temmuz 2021 sürecini yani geçen yılın yazından bu yana Cumhurbaşkanı Said tarafından açıklanan olağanüstü adımları destekleyen, Halk Hareketi Genel Sekreteri Zuheyr Hamdi, önceki Yüksek Seçim Kurulu’nu eleştirdi ve Başkanı Nebil Beffun’u, binlerce gencin bilgileri dışında geçmiş seçimlere kaydetmekle suçladı. Hamdi önceki kurumun bağımsızlığına ilişkin şüphelerini dile getirdi. Beffun’un ‘Nahda Hareketinin kollarından biri’ olduğunu belirtirken, Beffun’a kurumla birlikte görevden birlikte ayrılması çağrısında bulundu. Ayırca Hamdi, seçim kurulunu, Nahda Hareketi’nin iktidarda kalmasının arkasında olmakla suçladı.
Hamma el-Hammami liderliğindeki İşçi Partisi, Bağımsız Seçim Yüksek Kurulu konusundaki yasada yapılan değişikliği kınayarak, “Tek amacı, Cumhurbaşkanı Said’in eğilimlerinin doğasını ortaya koyan bir şekilde herhangi bir ulusal veya yerel seçim sürecine el koymak” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre, kurulun artık bütünüyle gerek devlet başkanı tarafından doğrudan (3 üye) veya gerekse dolaylı olarak yani, Yüksek Yargı Konseyi tarafından yapılan tavsiyelere göre atanacağını belirtiyor.
Tunus Cumhurbaşkanı, Arap ve İslam ülkelerinin büyükelçileri ile Tunus’taki Arap ve İslam kuruluşlarının başkanlarına verdiği iftarda yaptığı konuşmada, “Bir devlette tek bir tutum olması, demokrasinin bulunmadığı anlamına gelmez. Devlet, ulus ve halka yönelik meselelerde belli başlı esaslar üzerinde uzlaşı sağlanması ve tutumların birleştirilmesi, kötülüklerden sakınılmasını ve bunların üstesinden gelinmesini sağlar” ifadelerini kullandı.
Tunus Cumhurbaşkanı, 2021 Temmuz ayında Tunus’ta Anayasa’nın 80'inci maddesinin yürürlüğe girdiğini ve istisnai tedbirlerin kabul edildiğini duyurduktan sonra çeşitli adımları atmıştı. Bunlar arasında Hişam el-Meşişi hükümetinin görevden alınması, Tunus parlamentosunun feshedilmesi, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve seçilmiş Yüksek Yargı Konseyinin feshedilmesi yer alıyordu. Ayrıca, Tunus Parlamentosu tarafından seçilen Bağımsız Seçim Yüksek Kurulu’nun feshedildiği duyurularak, yapısının nasıl olacağı ve üyelerinin nasıl belirleneceğine yönelik değişiklikler yapmak için geçici bir yargı konseyinin getirilmesi kararı da alınmıştı.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.