Dervişlerin dansı ile yenilenme akımı arasında... Irak'ta ‘Kesnezani tarikatı’ ritüelleri nasıl yayıldı?

Kesnezani tarikatının şu anki başkanı Şeyh Nehru Abdulkerim el-Kesnizani, ‘tarikatın gelenekten yeniliğe, yerelden küresele ve mirastan çağdaşa geçtiğini’ söyledi.
Kesnezani tarikatının şu anki başkanı Şeyh Nehru Abdulkerim el-Kesnizani, ‘tarikatın gelenekten yeniliğe, yerelden küresele ve mirastan çağdaşa geçtiğini’ söyledi.
TT

Dervişlerin dansı ile yenilenme akımı arasında... Irak'ta ‘Kesnezani tarikatı’ ritüelleri nasıl yayıldı?

Kesnezani tarikatının şu anki başkanı Şeyh Nehru Abdulkerim el-Kesnizani, ‘tarikatın gelenekten yeniliğe, yerelden küresele ve mirastan çağdaşa geçtiğini’ söyledi.
Kesnezani tarikatının şu anki başkanı Şeyh Nehru Abdulkerim el-Kesnizani, ‘tarikatın gelenekten yeniliğe, yerelden küresele ve mirastan çağdaşa geçtiğini’ söyledi.

Sabah Nahi
Irak, taabbudi Sufi tarikatlarının çeşitlenmesini kutladı. Bu durum, tasavvuf tarikatlarının imamları arasındaki içtihat ve iletişim, genel olarak tasavvuf felsefesinin yaygınlığı ve aralarındaki büyük müçtehitlerin Irak’ın geneline yerine İslam devletinin başkentlerinden biri olan Bağdat'a gelmesinden kaynaklanıyor. Bağdat, Bin 400 yıl önce, Dördüncü Halife İmam Ali bin Ebu Talib'in Kûfe'ye taşınması ve Hicri 36’ıncı yılda hilafet başkentinin buraya nakledilmesiyle tarihinin en büyük olaylarına tanık olundu. Arap Yarımadası'ndan ve dünyanın çeşitli yerlerinden binlerce mürit ve destekçi, ilim öğrenmek ve araştırmak üzere Irak’a gelmiştir. Tasavvuf düşüncesinin yayıldığı ve tasavvuf ritüellerinin uygulandığı yerler olan tekkelerin çoğaldığı Bağdat, en parlak dönemini Abbasiler zamanında yaşadı. Bu tarikatların en geniş çaplısı İmam Abdulkadir Geylani’ye (1077-1166) nispet edilen Kadiriyye tarikatıdır. Abdulkadir Geylani tarafından kurulan dünyanın en yaygın tarikatı olan Kadiriyye, milyonlarca kişinin mensup olduğu, çeşitli ekolleri kurup yayan en önemli Sufi tarikatlarından biridir. Kadiriyye, İslam dininin Hindistan ve Asya’nın doğusunda yayılmasına katkıda bulundu ve sonuncusu Kesnezaniyye olmak üzere onlarca kola ayrıldı. Kesnezaniyye, bu tarikatın son halkalarından biridir. Sultan Muhammed el-Kesnezani’nin mensubiyetinden sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır.
Ksenzan-2.png
Tarikatın liderliği, babası Şeyh Muhammed Abdulkerim’in ölümünden sonra başa geçen ‘Şemsuddin’ lakaplı Şeyh Nehru el-Kesnezani’nin elinde bulunuyor. (Independent Arabia)
Irak'ın kuzeyindeki Süleymaniye'de ikamet eden tarikatın şu anki lideri Şeyh Nehru Abdulkerim el-Kesnezani, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada tarikatın ‘gelenekten yeniliğe, yerelden küresele ve mirastan çağdaşa geçiş yaptığını’ vurguladı. Genç nesillerin, toplumun her düzeyi ve tüm kesimlerinden insanların uğrak noktası olduğunu söyleyen Şeyh Kesnezani, tarikatın isminin, zahiri anlamının ‘sırlar alemi veya gizli sırlar’ anlamına geldiğini fakat bâtıni anlamının ise Ruhun, aşkınlığa, Muhammediye nurlarının limanlarına, Libya fetihlerine, ruhun tecellisine ve ilahi nimetlerin kaynağına yakınlığına doğru hareketi’ olduğunu söyledi.  
Ksenzan-3.png
Merkezi önce Kerkük sonra Bağdat ve şimdi de Süleymaniye’de olan bu tarikatın liderliği için sabit bir merkez yok. Merkez, tarikat şeyhinin ikamet ettiği yer olarak biliniyor ve müritler de oraya gidiyor. (Independent Arabia)

‘Kesnezani’ tarikatının yayılışı
Merkezi Süleymaniye şehrinde bulunan ve Kuzey Irak, İran ve dünyanın diğer bölgelerinde yayılan bu tarikat, Şeyh Abdulkadir Geylani ve müriti Şeyh Abdulkerim Şah el-Kesnezani’ye nispet edilir. 1819-1899 yılları arasında Süleymaniye'nin Kerbejne köyünde yaşayan Kesnezani bu tarikatın ilk kurucusu kabul ediliyor. Çokça ibadet etmesi, kerametleri ve zühd hayatıyla ön plana çıkan Şeyh Abdulkerim, şimdiki adı Tailfe Dağı olan Sekirma Dağı’ndaki 40 günlük halvetinden sonra ‘Şah el-Kesnezani’ olarak isimlendirilmiştir. Şeyh Nehru el-Kesnezani, Kesnezaniyye tarikatının isminin 1867’de Kerbejne köyünde dünyaya gelen ve 1921 yılında hayatını kaybeden el-Muhacir lakaplı Şeyh Abdulkadir el-Kesnezan’ın şeyh olmasından sonra değiştiğini söyledi. Ömrünü Allah rızası için muhacir olarak geçirdiği için el- Muhacir olarak adlandırıldığını ifade etti. Şeyh Abdulkadir el-Kesnezani, tarikatın üçüncü şeyhi olup zühd hayatı ve abidliği ile meşhurdur.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre tarikatın liderliği, babası Şeyh Muhammed Abdulkerim’in (1938-2020) ölümünden sonra başa geçen ‘Şemsuddin’ lakaplı Şeyh Nehru el-Kesnezani’nin elinde bulunuyor. Bağdat'ta eğitimini tamamladıktan sonra İngiltere'den İslam tarihi doktorası almış eğitimli bir Şeyh olan Nehru el-Kesnezani, bu tarikatın yenilikçi liderlerinden biri olarak kabul ediliyor. Tarikat, şeyh Nehru döneminde, birçok ülkede yaygınlaşana kadar moderniteye ve uluslararası alana güçlü bir şekilde açıldı. Müritlerini eğitim ve öğretime teşvik etti. Aynı zamanda kadınların tarikatta ve hayatın çeşitli yönlerinde öncü bir role sahip olmalarına izin verdi. Tasavvuf ritüellerine müziği dahil etti.
Şeyh Nehru el-Kesneizani, tarikat merkezinin Süleymaniye'de bulunmasının önemine ilişkin bir soruya şu yanıtı verdi:
“Merkezi önce Kerkük sonra Bağdat ve şimdi de Süleymaniye’de olan bu tarikatın liderliği için sabit bir merkez yoktur. Merkez daha ziyade tarikat şeyhinin ikamet ettiği yerdir. Müritler de oraya gelir.”

Sufi ‘Kesnezaniye’ tarikatının dervişlerinin ritüelleri
Tasavvuf ritüelleri, Bağdat'ta defalarca ziyaret ettiğim tekkelerindeki derviş halkalarıyla karakterize ediliyor. Nakledenlere göre Irak ve başka yerlerde yayılan tekkelerde davul çalıp dini ilahiler söylüyorlar. ‘Tarikatın’ suyundan içtikten sonra herkesin içinde karınlarına sokup sırtlarından çıkan şişlerin kendilerine zarar vermeyeceğine inanıyorlar. İnsanlar bu manzara karşısında dehşete düşüyor ve dervişlerin kerametlerini seyretmekten zevk alıyor. Tarikat müritleri, tasavvufi bir vecd haliyle uzun saçları ve okudukları dualarla kafalarını sallıyor. İçinde bulundukları cezbe hali bağlılıklarını ve maneviyatlarını yükseltiyor. Davul ritimleri, kutsal sözler ve dualarla kendinden geçmelerine yol açıyor. Ruhları, bir ruh koruyucusundan başka bir şey olmayan bedeni aşıp gidiyor. Dualar, davul seslerinin yükselmesi ve ‘Meded Meded’ feryatlarıyla bir aşkınlık ve vecd haline giriliyor.
Dünyaya yayılan bu tarikatın lideri Şeyh Nehru şu açıklamada bulundu:
“Tarikat ne özel bir âyin ne de bir âyinler topluluğudur. Daha ziyade nasihat ve hidâyete dayalı bir hayat metodudur. İnsanları gerçek İslam ahlakına ve sevgi, barış ve başkalarıyla birlikte iyi bir şekilde yaşama çağrısı yapan Muhammedi ahlaka davet etmeyi amaçlıyor. Müritlerin çeşitliliğine gelince çoğunluk Kürt mü yoksa Arap mı? Cevap; gözün gördüğüdür. Herhangi bir Kesnezani topluluğunu, bir organizasyon söz konusu olmadan gelişigüzel bir şekilde inceleyen kimse Arap, Türkmen, Sünni ve Şii'nin herkesin aynı zikir halkasında ve aynı safta namaz kıldıklarını görecektir. Tarikatta özel ritüeller yoktur, aksine bunlar virdler, zikirler ve tasavvufi ilahileridir. Bu tüm Sufi tarikatlarında vardır. Hz. Peygamber’i (sav) seven herkes için geçerlidir. Şekli ve yöntemi kişiden kişiye farklılık gösterse de Cenab-ı Hakk'ı zikretmek ve O'nu kendi adıyla tesbih etmek Bütün Müslümanlara emredilmiştir.” 

Kesnezaniye manevi bir bağlılıktır
Şeyh Nehru, “Düzenin, çoğunluğu gençlerden oluşan yüz binlerce insanın dahil olduğu oluşumları veya onu yöneten bir iç sistemi var mı?” sorusuna şu cevabı verdi:
“Tarikat ne bir kurum ne de bir sivil toplum kuruluşudur. Tarikat, müritlerinin tekke adı verilen bir ibadet ve anma yerinde buluştuğu manevi bir bağlılıktır. Birçok yerde çok sayıda tekke mevcut. Aynı durum, iç sistem için de geçerli. Bir iç sistem yoktur, daha ziyade müridin şeyhi ile ilişkisi ve aracısız, bağlantısız bir manevi ilişkidir.”
Peki, bu tarikatın mürit sayısını sayısal olarak ne belirliyor? Tarikat liderine göre Kesnezani tarikatı, geniş çaplı bir yayılım kaydetti. Şeyh Nehru konuya dair şunları söyledi:
“Bu yaşayan bir tarikat olup, mürşitleri aktif faaliyet gösteriyor. Tarikat her geçen gün genişliyor. Tekkeler, dünyanın doğusu ve batısındaki birçok ülkede bulunuyor. Örneğin tarikatı Irak'a ek olarak Avrupa ve Afrika ülkelerinin yanı sıra İran, Ürdün, Sudan, Hindistan, Malezya, Endonezya ve Pakistan'da net bir şekilde bulabilirsiniz.”
Şeyh Abdulkadir Geylani'nin Bağdat'ta Rusafa bölgesindeki türbesi yakınında yayılan Kadiri tekkeleri, uzun saçlarını taktıkları sarıkların altına saklayan dervişlerin ruhları için yaşam yeri olarak varlığını sürdürüyor. Dervişlerin hayatını karakterize eden bir zühd ve tevazu halindeler. Yüce ahlaki değerleri olan bu kişiler halk tarafından saygı ve hürmetle karşılanıyor. Müritlerin, tarikat saflarına kabul edilmesi için yerine getirmeleri gereken herhangi bir koşul bulunmuyor. Kapıları herkese açık olan bu tarikatın önceliklerinden biri diğerlerini kabul edip aradaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır. Çünkü tarikatın öğretilerinde kişi eşsiz ve tekrarı olmayan bir yüce değerdir. Tarikat büyüklerinin vurguladığı gibi, tarikatın gerçek doktrini hümanizmdir.

Tekkeler, zikir çekme diyarıdır
Kesnezaniler, Bağdat'ın batısında Kerh yönündeki el-Amiriye semtinde kendilerine bir tekke edindiler. Tekkeye hizmet eden gönüllüleri, çeşitli yaş ve mezheplerden müritlerini görmek için tekkeleri birkaç kez ziyaret ettim. Kıraat, dini ezberleme ve tahta ve hayvan derilerinden yapılmış davulları çalmayı öğrenme ritüellerini uyguluyorlar. Kesnezani ailesine övgüde bulunuyorlar. Soy ağaçları, soylarının Hüseyin bin Ali bin Ebu Talip’e dayandığını doğruluyor. Bağdat'ta ve dünyanın başka şehirlerinde birkaç kez, Şeyh Nehru bin Muhammed Abdulkerim el-Kesnezani ve küçük kardeşi Şeyh Gandi ile görüştüm. Kadirilerin bir kolu olan Kesnezani tarikatının Şeyhi olan babalarının Şeyh Muhammed Abdulkerim el-Kesnezani'nin benimsediği yaklaşımın asalet ve ahlaki yüceliğine tanık oldum. Kuzey Irak’ta yer alan Süleymaniye şehrindeki Tasavvuf tarikatının yüzbinlerce müridi Irak'ta ve yurt dışında tartışmalara yol açan Sufi tarikatına mensup bir âlim olan Şeyh Muhammed’in cenaze törenine akın etmişti. Ancak bu tarikatın alamet-i fârikası ve Irak'taki geniş çaplı destek görmesi ile ilgili sorular söz konusu.
Peki, bu tarikatın diğer Tasavvuf tarikatlarından farkları neler? Şeyh Nehru, bu soruya şu yanıtı verdi:
“Bütün tasavvuf tarikatlarının ışığı tek bir kandilden kaynaklanır. Aynı Muhammedî nurlardan beslenir. Yöntemleri tamamen vird, zikir ve manevi egzersizlerdir. Ancak fark bu yaklaşımı uygulama yöntemi, müritlerinin faaliyetlerine, şeyhinin manevi gücüne ve yolu yaymaya olan ilgisiyle bağlantılıdır. Tarikat ve müntesipleri, müritlerin saflarına kabul edilmesi konusunda şartlar koşmamış, önceliklerinin merkezine insanlar arasındaki farklılıkların giderilmesini yerleştirmiştir.”

‘Kesnezani’ kutlamaları ve bayramları
Bu tarikatın müritlerine özel bayramlar söz konusu değil. Bayramları, tüm Müslümanların bayramlarıdır. Kutlama münasebetleri yine tüm Müslümanlarınkiyle aynıdır. Diğer Müslümanlarla ayrışmamaya özen gösteriyorlar. Ancak Tarikat Lideri Şeyh Nehru, “Kutlamalara gelince; Kesnezani tarikatı, kutlu doğum ve tarikat şeyhlerinin doğum yıl dönümleri münasebetiyle büyük ve merkezi kutlamalar düzenleyerek ön plana çıkar” diye konuştu.
Son olarak Şeyh Şemsuddin Nehru el-Kesnezani, tasavvufla uyumlu olmayan müzikleri dahil ettiği bu kutlamaların satır aralarında moderniteye vurgu yaptı. Kadınlar da artık bu kutlamalara katılabiliyor. Tasavvuf dünyası, Irak'ta Mezopotamya'ya yerleşen belirli fıkıh ekollerinden ve insanları alçakgönüllülük ve iç huzura çağıran entelektüel Sufi kültürünü yayan yüzlerce seçkin ilim adamının varlığından yararlanır. Kesiezaniye de bu yaklaşımın ve onun yenilenen ritüellerinin bir uzantısıdır.



Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
TT

Akıllı görünme cumhuriyeti: Lübnanlılara şok edici gerçekleri kim açıkça söyleyecek?

Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)
Yönetim oyununda, siyasi sınıf gizlenme, manipülasyon ve siyasi suikast gibi iç savaş taktiklerini sürdürmüştür (AFP)

Tony Bouloss

Lübnan, ekranlarımızda gördüğümüz bakanlar, başkanlar ve milletvekilleri tarafından yönetilmiyor. Lübnan, Taif Anlaşması'ndan bu yana ülkeyi kontrol eden, ekonomik, ailevi ve feodal çıkarlara sahip, köklü ve iç içe geçmiş bir siyasi sınıftan oluşan derin bir devlet tarafından yönetiliyor. Bu sınıf dün savaştı ve bugün de yönetim oyununu oynuyor, ne var ki gizlenme, manipülasyon, belirsizlik ve siyasi suikast, başarılı oldukları için değil, içeriden reform edilmesi imkânsız bir sistem kurdukları için iktidardan hiç ayrılmamış partiler gibi savaş taktiklerini devletin merkezinde tutmayı sürdürdü. Bahsi geçen sistem de krizlerden beslenen ve meşruiyetini kaostan alan bir sistem.

Karşımızda bir “akıllı görünme” cumhuriyeti var ve bu hesaplı belirsizlikler, sistematik yalanlar, çok yüzlü oyunlar ve yönetim politikası olarak zaman kazanma cumhuriyetidir.

Bu cumhuriyette, kimse çıkıp Lübnan halkına açıkça bir şey söylemiyor. Her dosya, her müzakere ve her anlaşma iki yüzle yönetiliyor; halka güven verici bir yüz ve muğlak bir diplomatik yüz. Üçüncü bir yüz ise, kirli anlaşmaların yapıldığı kapalı kapılar ardında ortaya çıkıyor.

Yetkililer halkın önünde egemenlikten bahsederken, diplomatlara farklı bir anlatı sunuyorlar. Uluslararası kurumlara asla tutmayacakları sözler veriyorlar ve kapalı kapılar ardında siyasi güçler karşılıklı yalanlar söyleyip, gizli anlaşmalar yapıyorlar. Siyasi yalancılık Lübnan'da bir anormallik değil; yönetim sisteminin özü. Bu sistem, istikrarının gerçeğe değil aldatmacaya; tek bir net karara değil, çelişkili yorumlara dayandığını onlarca yıl önce keşfetti.

Her şey ikiyüzlülük üzerine kurulu olduğu için Lübnan'da gerçek bir çözüm yok, hiçbir krizden kesin bir çıkış yolu yok; çünkü gerçeğin itirafı, iktidar yapısı için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu sınıf, açık diyalogla değil, karşılıklı yalanlarla yönetiyor. Net kararlar değil, belirsizlikle yönetiyor. Bu nedenle her dosya hiçbir şeyle sonuçlanmıyor.

Yüzü olmayan bir devlet

Kağıt üzerinde, Lübnan devleti, güçler ayrılığı, denetim kurumları ve net anayasasıyla ideal bir devlet. Ancak bu kağıdın ardında, gerçek karar alma süreçlerinin dizginlerini elinde tutan bir gölge güç yatıyor. 40 yılı aşkın süredir her hükümette yer alan güçler, Lübnan'dan geçen her gücün elinde birer araç olarak hareket etmeyi başardı. Bunlar önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün müttefikiydiler, sonra Suriye vesayetinin başlıca ortağı oldular, bugün de Hizbullah tarafından kurulan İran nüfuz ağının bir parçası konumundalar.

Bu güçler, özlerini veya araçlarını değiştirmeden, söylemlerini ve dillerini siyasi ihtiyaçlarına göre değiştiriyorlar. Lübnan çıkmazının özü, yüzleşmenin ve faillerin isimlerinin açıklanmasının engellemesidir. Gerçeğe yaklaştığınız her an, komiteler, medyatik tiyatrolar ve çelişkili yorumlar ile sabote ediliyor.

Bu sınıf, yalnızca bir partiler topluluğu değil, çelişkiler ile kendisini gizleyen bir sistem. Gündüzleri reform bayrağını taşıyor, geceleri ise fiili güçlerle veya yabancı taraflarla anlaşmalar yapıyor. Halka bir şey söylerken, diplomatlara tam aksini söylüyor. Bu davranış kendiliğinden ortaya çıkan bir davranış değil, aksine etkili bir yönetim aracı.

İkiyüzlülük belirsizlik üretiyor ve belirsizlik de otoriteyi koruyor. Böylece “siyasi yalan”, yalnızca söylemde bir sapma değil, kimseyi hiçbir şeye mecbur bırakmadığı ve hesap sormaya kapıyı kapattığı için denklem içinde dengeyi koruyan stratejik bir yapı haline geliyor.

Bu bağlamda, yönetici sınıf metinleri siyasi olarak yorumlamada ustalaştı. Onun için anayasa bir referans noktası değil, yorumlama malzemesidir. 1559'dan 1701 ve 1680'e kadar BM kararları, metinlerine göre değil, siyasi heveslere göre yorumlanır. Taif Anlaşması bile herkes tarafından istediği gibi yorumlandığından, “egemenlik” esnek bir terim, “silahsızlandırma” ertelenebilir bir hedef ve “geçiş aşaması” kalıcı bir aşama haline gelir. Böylece metinler hukuki ilkelere değil, siyasi araçlara dönüşür.

Lübnan'da çözüm tek bir yüzün olmasını gerektiriyor. Ancak yönetimin on yüzü var. Her yüzün bir anlatısı ve her anlatının bir dinleyicisi bulunuyor. Yetkililer, savaştan ziyade, gerçeklerin kendisinden korkarlar, çünkü gerçek belirleyicidir ve kararlılık belirsizliği ortadan kaldırır. Oysa Lübnan'da belirsizlik bir kusur değil, sistemi korumayı, hesap sormayı engellemeyi ve meseleleri çözümsüz bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir siyasi stratejidir.

Gerçeksiz bir patlama

 Beyrut Limanı’ndaki patlama sadece bir felaket değildi; sistemin özü için bir sınavdı. Normal bir ülkede, bu büyüklükte bir patlamanın ardından mahkemeler toplanır ve hükümet istifa ederdi. Lübnan'da medya aktif, ancak gerçek gizli kalıyor.

Binlerce belge, yüzlerce celp, değiştirilen yargıçlar, engellenen soruşturmalar ve tek bir sonuç; hiçbir şey. Çünkü gerçek ortaya çıkarsa, sistem sarsılır. Bu nedenle dava gri bir alanda tutulmaya devam ediliyor; ne resmen kapatılıyor ne de resmen tamamlanıyor. İnsanlar yorulana ve gerçek kaybolana kadar askıda bırakılıyor.

Burada sistemin en belirgin özelliklerinden birini görüyoruz, o da cezadan kurtulma kültürü. Lübnan'da siyasi suikastlar medyatik bir hadiseye dönüşüyor ve ardından hukuken unutuluyor. Refik Hariri suikastından Lokman Selim, Joe Bejjani ve diğer suikastlara, herkes içten içe kimin bundan çıkar sağladığını bilse bile, katil her zaman meçhul.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre bankacılık krizi yalnızca finansal bir olay değil, tamamen politik bir olay. Ortadan kaybolan para boşa gitmedi; bizzat yönetimdeki ağların cebine girdi. Siyasi liderlere, seçim finansmanına, finansal mühendislik planlarına, kaçakçılık ağlarına, partizan çıkarlara ve yabancı kuruluşlarla yapılan anlaşmalara gitti. Bu nedenle, gerçek bir yargılamaya şahit olmamız imkânsız, çünkü bu bir tür kolektif siyasi intihar olurdu.

Böylece, bir kaos ekonomisi yerleşti. Rejim, gerçek bir finansal düzenlemeden vazgeçerek kaçakçılığın tamamen entegre bir ulusal ağ haline gelmesine, bankacılık sisteminin dışında bir nakit ekonomisinin gelişmesine, gerçek sahipleri bilinmeyen paravan şirketlerin türemesine, nakitin günlük hayatın fiili para birimi haline gelmesine izin verdi. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir şeffaflık yok; sadece çöküşten nasıl kâr elde edeceğini bilenlerin çıkarlarına hizmet eden üretken bir kaos var.

Burada iki yüzlülük son derece etkili bir şekilde işliyor:

Yetkililer halkın önünde “mevduatların geri alınmasından” bahsediyorlar.

Diplomatların önünde “gerçekçi çözümlerden” bahsediyorlar.

Ancak kapalı kapılar ardında kayıplar paylaşılıyor ve asıl yararlananlar korunuyor.

İşte siyasi yalanın anlamı budur; biri halka özel, biri uluslararası topluma özel, üçüncüsü ise arka planda gizlice yürütülen anlaşmalara özel bir söylem.

Açıklaması olmayan bir anlaşma

İsrail ile yapılan ateşkes anlaşmasında bile aynı senaryo tekrarlanıyor; yetkililer bir şey duyuruyor, başka bir şey uyguluyor ve üçüncü bir şeyi gizliyor. Hizbullah taahhütlerinin sadece Litani Nehri'nin güneyini kapsadığını iddia ederken, devlet kontrolü dışında hiçbir silahın olmayacağını söylüyor. Ordu, mevzilerin yüzde 90'ının, sonra yüzde 80'inin, sonra da yüzde 85'inin dağıtıldığından bahsediyor; sanki rakamlar bir şans oyunuymuş gibi.

Kimse çıkıp açıklamıyor çünkü açıklama kararlı bir duruş gerektiriyor ve kararlı bir duruş da sorumluluk almak anlamına geliyor ve Lübnan'da sorumluluk büyük bir siyasi suç.

Burada sistemin bir başka yönü ortaya çıkıyor; otoritenin manipülatif dili. “Mekanizma”, “yol haritası”, “teknik açıklama”, “ortak komite” ve “istisnai durumlar” gibi terimler herhangi bir özden yoksun, içi boş terimler. Tek bir şeyi, yani karar almamayı maskeleyen güzel sözler. Hayır demek yerine, “bir mekanizmaya ihtiyacımız var” diyorlar. Evet demek yerine, “teknik bir açıklama bekliyoruz” diyorlar. Bu, boşluğu güzelleştirmek için kullanılan bir dil.

Lübnan'daki sistem çöküşe rağmen yönetmiyor; çöküş aracılığıyla yönetiyor. Her çöküş yeni sadakatler doğuruyor ve halkın gerçeği talep etme gücünü zayıflatıyor. Elektrik sektörünün çöküşü jeneratörler için aracılar, liranın çöküşü karaborsalar ve yargının çöküşü de güçlünün iktidarını doğuruyor. Lübnan'da çöküş bir hata veya başarısızlık değil, bir yönetim aracı.

Lübnan, belirsizliği yönetim doktrini, yalanı hayatta kalma aracı ve ikiyüzlülüğü resmi dil haline getirmiş bir siyasi sistem altında yaşıyor. Hiçbir kriz çözülmüyor, sadece yönetiliyor. Hiçbir gerçek konuşulmuyor, sadece gizleniyor. Hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor, sadece erteleniyor.

Lübnan'ın normal bir devlet olmasını engelleyen şey çözümlerin yokluğu değil, belirsizliğe karşı netliği seçme iradesinin yokluğudur. Siyasi sınıf iki yüzlülük sanatında usta olduğu sürece, her konu yeni bir krize, her kriz de geleceği inşa etmek yerine zaman kazanma fırsatına dönüşecektir.

Yetkililer gerçekle tek bir yüzle yüzleşip halka açıkça “neler olduğunu”, “kimin yaptığını” ve “nasıl düzelteceğimizi” söyleyene kadar Lübnan yeniden ayağa kalkamayacak. O zamana kadar, Lübnanlılara karşı dürüst olmayı reddeden bu “akıllı görünme” cumhuriyeti, krizleri çözmek yerine yönetmeye, çatışmayı önlemek yerine ertelemeye ve devlet kurmak yerine kaosa yatırım yapmaya devam edecektir.


Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
TT

Kordofan'da çatışmalar şiddetleniyor ve sivil hedefler saldırıya uğruyor

Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)
Sudan'ın Faşir kentinde çıkan çatışmada yaralanan ve Tavile Mülteci Kampı’ndaki çadırında oturan Sudanlı bir kadın (AP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Güney Kordofan ve Kuzey Kordofan eyaletlerindeki çatışmalar yeniden şiddetlendi. Çatışan taraflar, yardım konvoylarına ve bir anaokuluna saldırılar düzenlerken, Birleşmiş Milletler (BM) Sudan'ın yeni bir zulüm dalgasıyla karşı karşıya olduğu uyarısında bulundu.

Basında yer alan haberlere göre HDK'ya ait bir insansız hava aracı (İHA) Güney Kordofan eyaletinin Kalogi beldesindeki bir anaokulunu vurdu ve 20'si çocuk olmak üzere 114 kişi öldü, onlarca kişi ise yaralandı.

HDK, orduya ait bir İHA’nın Kuzey Kordofan eyaletinde Dünya Gıda Programı'nın (WFP) insani yardım konvoyunu bombaladığını belirterek, konvoyun ‘gıda güvensizliğiyle boğuşan yerinden edilmiş ailelere acil gıda yardımı taşıyan’ 39 kamyondan oluştuğunu açıkladı.

Bunu insani yardım konvoylarını ‘sistematik olarak hedef alınmaya’ devam etmesinin, temel yardımların ulaştırılmasını engellemeye yönelik tehlikeli bir yaklaşım ve bölgede çalışan uluslararası kuruluşlara yönelik tekrarlanan saldırılar olarak değerlendiren HDK, bunun insani krizi daha da kötüleştirdiğini ve sivillerin çektiği acıları artırdığını belirtti.


Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
TT

Esed rejiminin düşüşünden bir yıl sonra Suriye ve çözülmeyi bekleyen sorunlar

Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)
Hama’da Beşşar Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan büyük kalabalık, 5 Aralık 2025 (AFP)

Haid Haid

Suriye, Beşşar Esed rejiminin çöküşünün birinci yıldönümünde elbette kutlanması gereken, ancak aynı zamanda üzerinde derin derin düşünülmesini de gerektiren bir dönüm noktasında. Geçtiğimiz yıl aralık ayında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, elli yıllık otoriter yönetim, askeri idare ve derin uluslararası izolasyonun sona erdiği tarihi bir kırılma noktası oldu. Aynı zamanda, uzun süredir kapalı olan bir pencereyi açarak siyasi sistemi yeniden düşünme, parçalanmış kurumları yeniden inşa etme ve ulusal iyileşmenin zorlu yoluna girme fırsatı doğurdu.

Suriye'nin geçiş dönemi yetkilileri, geçtiğimiz yıl boyunca birçok kişinin imkânsız olduğunu düşündüğü başarılara imza attı. Diplomatik alanda, ülke onlarca yıllık izolasyon döneminden çıktı ve uzun süredir kapalı olan iletişim kanallarını yeniden açtı. Yaptırımların neredeyse tamamen kaldırılmasına hiç olmadığı kadar yaklaştı. İç politikada ise hizmetleri iyileştirdi, sivil alanı genişletti, istikrarı yeniden sağladı ve bazı sporadik mezhepsel gerilimler olmasına rağmen şiddeti en aza indirdi. Ancak bu başarılar, çözülmemiş derin sorunlarla bir arada varlığını sürdürüyor.

Kurumlar yeniden inşa edilmiş olsa da meşruiyet meselesi halen belirsizliğini koruyor. Siyasi süreçler başlatılmışsa da henüz ülkeyi ortak bir vizyon etrafında birleştirmeyi başaramadılar. Hükümetin iddialı kurtarma planlarına rağmen ekonomik durum kötüleşmeye devam ediyor. Adalet mekanizmaları devreye sokuldu, ancak bunlar sınırlı kalıyor ve en acı gerçeklerden kaçınıyor. Bu eksikliklerin giderilmesini daha fazla ertelemek mümkün değil. Önümüzdeki yıl, geçen yıldan daha belirleyici ve daha tehlikeli olacak.

Beklentiler artıyor, yaşam koşulları kötüleşiyor ve halkın artan hayal kırıklığının keskin bir siyasi bölünmeye dönüşme riski büyüyor. Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Siyasi uzlaşı olmadan ilerleme

Yeni parlamentonun oluşturulması tamamlanmak üzereyken, geçiş süreci yol haritası –ulusal diyalog, anayasal deklarasyon ve geçici temsil organlarının kurulması– resmi olarak tam şekline kavuştu. Bu adımlar, kâğıt üzerinde otoriter bir yönetim sonrası siyasi sistemin temel yapısını özetliyor. Ancak gerçekte, meşruiyet, temsil ve yeni devletin izleyeceği yol konusunda süregelen gerilimleri de ortaya çıkarıyor.

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, sürecin her aşamasını katılımcı ve kapsayıcı olarak sunmaya özen gösterdi. Ulusal diyalog hakkında görüşleri almak için önde gelen isimler, topluluklar ve aktivistlerle istişare etmek üzere komiteler oluşturuldu. Anayasa bildirgesi taslağı hazırlandı, yeni kurumların tasarımı yapıldı. Bu adımların amacı, şeffaflığı sağlamak ve önceki rejimi karakterize eden dışlayıcı uygulamalardan kopmaktı. Ancak, uygulamanın hızı, aşamaların sıralaması ve sürecin sıkı bir şekilde kontrol edilmesi, karışık ve sert tepkilere yol açtı. Yeni yönetimin destekçiler, bu başarıları tarihi bir olay olarak gördüler. Zira böyle kırılgan bir geçiş döneminde, uyumu korumak ve siyasi kaymayı önlemek için bir dereceye kadar merkezi karar alma sürecinin gerekli olduğunu düşünüyorlardı.

Artık Suriye'nin geçiş sürecini ülkenin atlattığı olaylara göre değerlendirmek kabul edilebilir değil. Bu değerlendirmenin, yeni yetkililerin önlerindeki zorlukları ne ölçüde aşabileceklerine göre yapılması gerekir.

Ancak yeni yönetimi eleştirenler, Cumhurbaşkanlığının elinde aşırı miktarda gücü bir araya getiren ve gerçek denetim ve denge mekanizmalarını bariz bir şekilde ortadan kaldıran yukarıdan aşağıya bir yaklaşım gördükleri için tamamen farklı bir görüşe sahipler. En büyük endişeleri, ortaya çıkan sistemin Esad dönemini karakterize eden otokratik yönetim mantığını ortadan kaldırmak yerine yeniden üretmesi olasılığı.

gthyj
Esed rejiminin düşüşünün birinci yıldönümünü kutlayan Suriyeli kadınlar (AFP)

Bu korkular, hükümet ve güvenlik kurumlarında Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ile bağlantılı isimlerin ortaya çıkmasıyla daha da artmış ve güvenin yeniden tesis edilmesi için daha geniş bir katılımın gerekli olduğu bir dönemde siyasi tekel oluşacağına dair endişeleri körüklüyor.

Öte yandan yeni parlamentonun oluşturulması, bu bölünmeleri hafifletmek bir yana, daha da derinleştirdi. Yeni parlamento, yol haritasının resmi gerekliliklerini karşılasa da temsil gücü ve istenen değişimi gerçekleştirecek gerçek güce sahip olup olmayacağı konusunda eski şüpheleri yeniden alevlendirdi. Kısacası, siyasi geçişin ilerlediğini söylemek mümkün, ancak bunu pekiştirmek için gerekli olan birlik, güven ve meşruiyet konularında halen eksiklik var olamaya devam ediyor.

Değişen koşullarda elde edilen kazanımlar

Diplomasi, geçiş sürecinin en göze çarpan başarısı olsa da erken dönemdeki ilerlemenin sınırları en çok ekonomide belirginleşiyor. Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, ekonomiyi canlandırmayı, yol haritasının temel taşı haline getirirken ithalat vergilerini düşürdü, devlet memurlarının maaşlarında yüzde 200 artış yapılacağını açıkladı ve Suriye'nin iş dünyasına açık olduğu mesajını vermek için yatırımcıları çekmeye çalıştı.

Kısa bir süre için bu önlemler somut sonuçlar verdi. Gümrük reformları, ticaretin serbestleştirilmesi ve para biriminin geçici olarak güçlenmesi sayesinde enflasyon geçtiğimiz yılın şubat ayında yüzde 110 civarındayken bir yıl sonra aynı dönemde yüzde 15 civarına kadar sert bir gerileme gösterdi. Ancak bu rahatlama kısa sürdü. Enflasyon yeniden yükseldi ve fiyatlar hızla ücret artışlarını geride bıraktı. Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Şara hükümetinin başarıları arasında, temel ürünlerin tedarikinin iyileştirilmesi, elektrik tedarikinin önemli ölçüde artması ve bazı bölgelerde Esed rejimi döneminde mevcut olanın on katına ulaşması da yer aldı. Yakıt krizi hafifledi ve ekmek artık düzenli olarak temin edilebilir hale geldi.

Ancak açıklanan artış sonrasında dahi, 750 bin Suriye lirası olan asgari ücret, bir aylık temel gıda sepetinin maliyetinin yalnızca üçte birini karşılayabiliyor.

Ancak bu başarılar yüksek bir bedel karşılığında elde edildi. Sübvansiyonların yeniden yapılandırılmasının ardından elektrik, yakıt, ekmek ve ulaşım fiyatları keskin bir şekilde yükseldi. Suriyeliler, 2011 yılından bu yana gelirlerinin daha büyük bir kısmını temel ihtiyaç maddelerine harcıyor ve bu durum, siyasi bölünmeleri aşan bir hayal kırıklığı kaynağı haline geliyor.

Geçiş dönemi yetkilileri, Suriye'nin ekonomik çöküşünün yapısal köklerinden sorumlu değil. Zira bu çöküşün nedenleri on yıllardır süren yolsuzluk, savaş ve kötü yönetimdi.

Karar alma sürecinde yukarıdan aşağıya bir yaklaşım, piyasanın liberalleşmesine hızlı geçiş ve aşırı finansal ve sosyal kırılganlığın yaşandığı bir dönemde sübvansiyonların kaldırılması gibi bütün bunlar, kamuoyu ile anlamlı bir istişare yapılmadan gerçekleştirildiğinden, birçok Suriyeli sadece bu durumla başa çıkmakla kalmayıp, sabırlı kalmakta da zorlanıyor. Sonuç, yüzeysel olarak toparlanıyor gibi görünen, ancak yapısal olarak kırılgan ve siyasi patlamalara giderek daha yatkın hale gelen bir ekonomi oldu.

Adalet, siyaset koridorlarında takılı kaldı

Suriyelilerin adalet ve hesap verebilirlik konusundaki uzun süredir devam eden talepleri ise, son yıllarda hiç olmadığı kadar ilerleme kaydetti, ancak yine de sıkı siyasi ve yapısal kısıtlamalara tabi olmaya devam ediyor.

Mart ayında Suriye’nin kıyı şeridinde gerçekleşen ihlallerle ilgili tarihi duruşma, Esed döneminin özelliklerinden biri olan cezasızlık dönemine son verdi. Esed döneminin güvenlik güçleri üyeleri, ilk kez kamuya açık mahkemelerde yargılandı. Duruşmalar televizyonda yayınlandı, sanıklar avukatlar tarafından temsil edildi ve tanık ifadeleri kamuoyuna açık olarak tartışıldı.

Bu durum, gizlilik ve inkâr alışkanlığı olan topluluklar için güvenlik güçlerinin bile artık hesap verebilirlikten muaf olmadığına işaret eden güçlü bir sembolik değişimdi. Bunun öncesinde hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda'da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıklamış, gerçekleri araştırma komisyonları kurmuş ve sorumlulardan hesap sorma sözü vermişti. Daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir adımla, uluslararası kuruluşların bu ihlallere ilişkin bağımsız soruşturmalara erişimine de izin verdi. Ancak tüm bu ilerlemelere rağmen, adalet gündemi ciddi şekilde kısıtlı kalmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre yetkililer, Esed’in iktidara gelmesinden sonra meydana gelen ihlallerin hesap verilebilirliğini önceliklendirirken, önceki rejimin on yıllardır işlediği suçlarla kapsamlı bir yüzleşmeyi erteliyor. Siyasi açıdan bu, birincisi, son ihlallerin sorumlularının hesap vermesinin, tüm dikkatlerin üzerinde toplandığı bir süreçte hükümetin yurtdışındaki imajını güçlendirmesi, ikincisi ise yetkililerin, eski rejimin sembollerine yönelik geniş çaplı yargılamaların kırılgan barışı tehdit edebileceğini düşünmesi olmak üzere iki hesabı yansıtıyor.

sdghvf
Esed rejiminin düşüşünün yıl dönümü kutlamalarında güvenlik güçleri üyeleriyle hatıra fotoğrafı çekilen Suriyeliler (AFP)

Hükümet, kıyı şeridi ve Suveyda’da meydana gelen ihlalleri kamuoyuna açıkladı, gerçekleri araştırma komisyonları kurdu ve sorumlulardan hesap soracağını taahhüt etti.

Ancak tek neden bu hesaplar değil. Suriye’nin kapsamlı bir geçiş dönemi adaleti sağlamak için gerekli yasal altyapısı yok. Ceza hukuku savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları veya zorla kayıpları tanımıyor ve gerekli reformları hayata geçirecek güçlü bir parlamento olmadan, yargı sisteminin araçları sınırlı kalıyor.

Bunlar çok büyük zorluklar olsa da eski rejimin simalarına hesap soracak herhangi bir önlemin alınmaması giderek daha fazla zarara yol açıyor. Uzun süredir baskı altında yaşayan topluluklar, seçici adaleti başka bir adaletsizlik biçimi olarak görür. Güvenilir bir telafi yolunun olmaması, öfkeyi körüklerken bazı kişileri gayri resmi yollardan adaleti sağlama veya intikam alma yoluna iter.

Sünni aşiretlerin üyelerinin, bir kez daha mezhepçilik açısından çerçevelendirilen bir suç olayının ardından Alevi mahallelerine düzenledikleri son saldırılar, kurumsal adaletin olmadığı veya taraflı olduğu algısı oluştuğunda şiddetin ne kadar çabuk patlak verebileceğini gösterdi.

Kırılgan sakinlik

Güvenlik durumuna, dikkat çekici bir istikrar ve derin yapısal kırılganlık hakim. Yetkililerin iyi yönetimi sayesinde Suriye, Esed rejiminin düşüşünün ardından birçok kişinin beklediği yaygın şiddet olaylarından kaçınmayı başardı.

Silahlı gruplar Savunma Bakanlığı bünyesine girdi ve güvenlik güçlerinin başlangıçtaki disiplini, son derece istikrarsız bir dönemde misillemelerin önlenmesine yardımcı oldu.

Ancak bu istikrar, mezhepsel gerilimin yaşandığı noktalarda defalarca kez sınandı. Geçtiğimiz mart ayında kıyı şeridinde yaşanan ihlaller ve temmuz ayında Suveyda'da yaşanan ayaklanmalar, Savunma Bakanlığı bünyesine yeni entegre edilen güçler üzerindeki kontrolün sınırlarını ortaya koydu. Disiplinin sağlanamadığı birlikler, suistimaller, misillemeler ve aşırı önlemler almış ve topluluklar arasındaki güvensizliği derinleştirdi.

Öte yandan son gelişmeler bazı kurumsal öğrenmelerin olduğunu gösterdi. Alevi nüfusun yoğun olduğu mahallelere yönelik aşiret saldırılarının ardından hükümetin Humus'a hızla müdahalesi, daha geniş çaplı bir mezhepsel çatışmanın patlak vermesini önledi. Koordineli konuşlandırma, önde gelen yerel isimlerle istişare ve sıkı operasyonel kontrol, gecikmeli tepkiler şeklindeki önceki müdahalelerin aksine, şiddetin tırmanmasını önlemeye yardım etti.

Benzer şekilde, kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti. Güvenlik güçlerine göstericileri korumaları, yerel birimleri dizginlemeleri ve şikayetlerin kamuoyuna duyurulmasına izin vermeleri talimatı verildi. Bu yaklaşım, gerilimi tırmandırmak yerine yatıştırmaya yardımcı oldu.

Suriye’nin kıyı bölgesinde son zamanlarda Aleviler tarafından düzenlenen protesto gösterilerini bastırmak yerine koruma kararı alınması dikkate değer bir değişiklikti.

Bu iyileştirmeler önemli olsa da temel sorunları çözmekte yetersizdi. Parçalanmış güvenlik kurumları, zayıf disiplin ve merkezi liderlikten çok yerel liderlere sadık kalan birimler.

Daralan pencere

Suriye’deki geçiş sürecinin ilk yılı önemli başarılar getirdi, ancak merkezi otoriteye dayalı, katılımın dikkatle kontrol edildiği ve en zor kararların ertelendiği bir yönetim modelinin sınırlarını da ortaya çıkardı. İstikrar ve diplomatik atılımlar hükümete zaman kazandırdı, ancak bu zaman sonsuz değil. Halkın beklentileri, devletin bunları karşılama kapasitesinden daha hızlı artıyor ve resmi söylem ile yaşanılan gerçeklik arasındaki uçurum giderek genişliyor. Bu genişleyen uçurum, artık Suriye'nin gelecekteki gidişatını belirleyecek bir fay hattı haline geldi.

Önümüzdeki görev artık sadece düzeni sağlamak değil, ilk yılda kaçınılan gücün nasıl dağıtıldığı, adaletin nasıl sağlandığı, güvenlik güçlerinin nasıl yönetildiği ve ekonomik yüklerin nasıl ele alındığı gibi yapısal sorunları ele almak. Bu tartışmalar zor olabilir, ancak bunları ertelemek daha da tehlikeli.

Sonuç olarak, geçtiğimiz yıl geçiş sürecinin neler vaat edebileceğini gösterdiyse, önümüzdeki yıl da bu temellerin ayakta kalıp kalamayacağını belirleyecek.