Her zaman başlangıç ​​noktasına geri dönmek: Mülteci olmak ne demek?

Göçmenleri ‘üçüncü bir ülkeye’ göndermek, sorumluluğun reddi ve insanlığa karşı acımasız bir hakarettir

İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
TT

Her zaman başlangıç ​​noktasına geri dönmek: Mülteci olmak ne demek?

İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)

Emine Hayri
Eşyalarını toplayıp batıya yöneliyorsun. Yolda uyuyakalıyorsun. Uyandığında kendini uzak güneyde buluyorsun. Kuzeye göç etmeye kararlısın. Yolunu kaybetmişsin. Gücünü yokluyorsun. Sana verilen rotayı takip ediyorsun. Allah’ın selameti ile bu rotaya ulaşıyorsun, ama ulaşmak istediğin yere değil, aksine senin adına seçtikleri üçüncü bir varış noktasına yerleştiriliyorsun.
Sanatçı Muhammed Subhi’nin “Rıhlet el-Melyoon” (Milyonluk Gezi) dizisinde, Suudi Arabistan’a seyahat etmek isteyen bir grup çiftçi, oraya götürüleceklerini düşünürken, çalışıp ekip diktikleri Sina’ya götürülüyor.  

Dizideki çiftçiler ile İngiltere gibi ülkelere göç edip sığınmak isteyenler, ama kendilerini farklı ülkelerde bulanlar arasındaki tek fark, birincisinin dramatik bir eylem olması ve ikincisinin ise (göç etme ve sığınma talebinde bulunmak isteyenlerin büyük bir bölümü de dahil olmak üzere) birçok kişi tarafından durumun bilinmez olmasıdır.
‘Güvenli üçüncü ülke’ sistemi, yıllardır mevcut. Ama beklenmedik bir şekilde yeni gündeme geldi. Zira İngiltere, birkaç hafta önce Ruanda ile yasadışı yollardan İngiltere’ye gelen sığınmacı ve göçmenlere ev sahipliği yapmak için 120 milyon sterlin (yaklaşık 153 milyon ABD doları) değerinde bir ‘anlaşma’ imzaladığını duyurdu.
Verilen tepkiler farklıydı. Anlaşmadan sorumlu olanlar, elbette anlaşmayı ‘sayısız insan ticareti mağdurunun hayatını kurtarmak’ olarak nitelendirdi. Aynı şekilde İngiltere Başkanı Boris Johnson, anlaşmanın ‘cani ticareti durdurmak için iddialı ve cesur bir plan ve yenilikçi bir çözüm’ olduğunu vurguladı. Ayrıca hem Birleşik Krallık İçişleri Bakanı Priti Patel hem de Ruanda Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Dr. Vincent Biruta, zulümden kaçan insanlara güvenlik sağladıklarını savundu. Ama haber karşısında şaşkına uğrayan kesim, muhalifler, ihbarcılar ve bu eylemin derhal durdurulması çağrısı yapanlar açısından tepkileri için birçok gerekçe mevcut. Canterbury Başpiskoposu Justin Welby’e göre çoğu, planın ahlakını ve Allah’ın hükümlerine uyma yeteneğini sorgulamaya başladı.

Allah’ın hükmü
Elbette Allah’ın hükmü, insanlarınkinden tamamen farklı bir hikmettir. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, bu amaçla hazırlanan ‘insani ve merhametli’ plan aracılığıyla, Manş Denizi’ni ‘deniz mezarlığına’ dönüştürmeye son vermek için cesur ve kararlı bir karar almaya ihtiyaç olduğunu belirtti. Johnson’a göre bu plan, son derece caydırıcı olacak.
Yasadışı yollardan gelen mültecilerin üçüncü bir ülkeye aktarımı, sorunu başkalarına havale etmek ve sorumluluktan kaçmak anlamına geliyor. ‘Bu bizim sorunumuz değil’ ya da ‘bu başkalarının sorunu’, İngiltere’nin son zamanlarda reklamsız olarak yükselttiği slogan.


Mevcut Avrupa politikası, ‘sınırdan uzaklaştırma’ veya mültecilerin yükünü diğer ülkelere yükleme ilkesine dayanmaktadır (AFP)

İngiltere, yasadışı göç ve sığınma dalgalarından son derece mustarip. İngiltere’nin göçmenlik ve sığınma meselelerini yönetme konusundaki örgütsel kapasiteleri gelişmemiş olsa da bu durum, son yıllarda artan bir acı. Geçen yıl, tahminen 17 bin göçmen İngiltere’ye geçmeyi başardı. İngiltere kıyılarına tekneyle ulaşanların çoğunluğu, sığınma başvurusunda bulunuyor. Bu göçmenlerin çoğu, Irak, Sudan, Suriye, Yemen, İran, Eritre, Afganistan ve Vietnam’dan geliyor.

Farklı bir İngiliz yaklaşımı
İngiltere, Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasına rağmen göç ve iltica konusunda her zaman kendi yaklaşımını takip etti ve bu konuda, kendisini ortak bir Avrupa sistemi ile sınırlamadı. Bu durum da onu göç etmek ve sığınmak isteyenler için önemli bir hedef ülke haline getirdi. Ancak İngiltere’ye ulaşma arzusu İngiltere’de kabul görme arzusu, belki de yeteneği ile bağdaşmıyor.
Bir arzunun varlığı ya da yokluğu, anlaşmayı kınayan ve onu tüm insan karşıtı ifadelerin en kötüsü olarak nitelendiren insan hakları örgütleri açısından pek bir şey ifade etmiyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı dosya habere göre Uluslararası Af Örgütü, yaşananların İngiltere hükümetinin kaçan insanları dikkate almaksızın temel bir insanlık eksikliğiyle övünmesi olduğunu, bu durumun tehlike, şiddet veya savaş anlamına geldiğini belirten bir bildiri yayınladı. Bildiride, ‘taşıma, aktarma ve yerleştirme’ kelimeleri kullanılmazken, aksine Ruanda’ya sürgün ifadesine yer verildi.

Standart özellikli göçmenler
Birleşik Krallık, göçmen ve mültecilerin yaşlarıyla ilgili yeni prosedürler çıkararak, kabul edilebilecek göçmenler ve mülteciler için standartlar belirleme sürecinde. Zira giderek artan sayıda sığınmacı, yaşlıların erişemeyeceği fayda ve kolaylıkları elde etmek için sahte yaş iddiasında bulunuyor. Bakan Patel, bu davranışı İngiliz sistemine karşı ‘büyük bir suç’ olarak nitelendirirken, gençlerin yararlanabileceği hizmet ve ayrıcalıkların istismar edildiğini vurguladı.
Birleşik Krallık’ta resmi istatistiklere göre geçen yılın ilk dokuz ayında 18 yaşından küçük olduklarını söyleyen kişilerin yaptığı sığınma başvurularının üçte ikisi yalandı. Öyle ki sığınma başvurularının sahiplerinin, yaşları hakkında yalan söylediği ortaya çıktı.
Mültecileri ‘güvenli bir üçüncü ülkeye’ aktararak onlardan kurtulmaya çalışmak, başka bir deyişle mültecileri ve yasadışı göçmenleri başka bir ülkeye yerleştirme çabaları, açıklanmayan veya açıklanmış nedenlerle onları kabul etme olasılığının olmamasından kaynaklanıyor. Bu nedenler, bazıları kamuoyu tarafından inandırıcı olmayan ya da mülteci ve göçmenlerin bazılarını seçip bazılarını dışlarken ırkçılık ve seçiciliği yansıtıyor.

Fazlalıktan kurtulmak
Fazlalık ya da istenmeyen mülteci ve göçmenlerden kurtulmak veya onları farklı isimlendirmeler altında başka bir ülkeye sınır dışı etmek, birkaç gün önce imzalanan İngiltere- Ruanda anlaşmasının sonucu değil. Birçok örnek var ve liste uzun. Bunların en önde geleni, ‘üçüncü ülke’ seçiminde İngiltere ile aynı fikirde olan İsrail olabilir. Yıllardır özellikle Sudan ve Eritre’den yoğun göç dalgalarıyla karşı karşıya kalan İsrail, bu sayıları kontrol altına almak için ‘üçüncü’ ülkelerle anlaşmalar yaptı.
İsrail’in istenmeyen yasadışı göçmenler ve mültecilerle ilgili planı üç seçeneği içeriyor; Geldikleri yere geri gönderimleri, ‘gönüllü sınır dışı etme’ olarak bilinen güvenli bir üçüncü ülkeye gidiş bileti veya İsrail’de hapishaneye koyulma.


Avrupa’ya ulaşmak isteyen ve belirli ülkelerden gelen insanlardan kurtulmak yeni bir konu değil (AFP)

2018 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İsrail’deki ‘gönüllü sınır dışı etme’ programını kınadı. Program, buna uymayanlara karşı ömür boyu hapis anlamına gelebiliyor. Örgüt, İsrail’in yaptıklarını ‘çoğu Sudanlı ve Eritreli olan bu gruplara karşı bir dizi zorlayıcı önlemin son halkası’ olarak nitelendirdi. Program, grupları meşru koruma talep etme haklarından mahrum etmeyi amaçlıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, isimleri birkaç ay gizli tutulsa da ‘güvenli üçüncü ülke’ olarak seçilmiş iki ülkenin, Ruanda ve Uganda olduğunu belirtiyor.
2014- 2017 yılları arasında ‘gönüllü geri dönüş’ programı kapsamında İsrail’den Ruanda ve Uganda’ya yaklaşık dört bin sığınmacı sınır dışı edildi. İsrail basınında çıkan haberlere göre sığınmacıların hemen hemen hepsi ülkeyi tekrar terk etti, bir kısmı ise uzman çetelerin yardımıyla Avrupa’da kalmaya çalıştı.

Yunanistan, Avustralya ve diğerleri
2021 yılında Yunanistan Göç Bakanlığı, Türkiye’yi ‘güvenli üçüncü ülke’ ilan etti. Bu durum, sığınmacıları Türkiye’ye göndermesine izin veriyor. İlanın hedef kitlesi, Afganlar, Suriyeliler, Pakistanlılar, Bengalliler ve Somalililerdi. Yunanistan, kararını yasadışı göçle mücadele yolunda atılmış bir adım olarak nitelendirdi.
Sınır Tanımayan Doktorlar, 2018 yılında ‘Avustralya’nın mülteci taleplerini sınırları dışında işleme koyma politikasının yıkıcı etkisini’ gösteren bir rapor yayınladı. Rapor, Nauru adasındaki sığınmacıların maruz kaldığı psikolojik acının boyutunu ortaya koyuyor. Bazıları, beş yıl veya daha uzun süredir adada yaşıyor ve sığınma başvurularının sonucunu bekliyor.
Avustralya, katı caydırıcılık politikalarının bir parçası olan, kendi toprakları dışında göçmenlik ve sığınmacılarla ilgilenmeyi yasallaştıran ilk ülkelerden biri olarak sayılıyor. Bu politika, insan hakları örgütleri tarafından hem Avustralya içinden hem de dışından çok sayıda eleştiri ve suçlamaya maruz kalmış olsa da meydana gelen tek değişiklik, Nauru adasındaki çocukları başka bir ülkeye, genellikle de ABD’ye göndermekle ilgili.
ABD, Guatemala’yı yasadışı göçü engellemek amacıyla ‘güvenli üçüncü ülke’ olarak belirlemek için bir anlaşma imzalamıştı. Anlaşmaya göre ABD’de sığınma başvurusunda bulunmak isteyen göçmenlerin bunu Guatemala’dayken yapmaları gerekiyor.

Danimarka öncü
Sığınmacıların sınır dışı edilmesi ve İngiltere’den Ruanda’ya yasadışı göç ‘anlaşmasının’ ilanının neden olduğu güçlü tepkilere rağmen Danimarka, ilan edilen bu süreçte İngiltere’nin önünde geliyor. Ancak kararı, belki de dünya salgın işleriyle meşgul olduğu için fark edilmeden yürürlüğe geçti. Geçen yılın ortalarında Danimarka, AB’de sığınma talebinde bulunanların üçüncü bir ülkeye aktarımı prosedürlerini belirleyen bir yasayı parlamentodan geçiren ilk ülke oldu. Yasalara göre sığınmacılar, Danimarka sınırına başvuruyor, ardından diğer ülkelerdeki kabul merkezlerine transfer ediliyor ve başvuruları işleme alınırken orada bekliyorlar.


Avrupa, sığınmacıları ve göçmenleri bölgeden uzaklaştırmak için Kuzey Afrika ülkeleriyle havuç ve sopa oyunu oynuyor (AFP)

Aynı şekilde Danimarka, Şam’ı topraklarındaki Suriyeli savaş mültecilerinin sınır dışı edilmesi için güvenli bir bölge olarak ilan etti. Bu karar, ‘güvenlik üçüncü ülke’ fikrini ortadan kaldırırken, mültecilerin ‘kaçtıkları ülkeye geri gönderilmesini’ öngörüyor.
‘Güvenli üçüncü ülke’, bir kişinin ciddi zarar veya zulüm tehlikesi altında olmadığı ve bu ülkedeyken mülteci statüsü için başvuru yapabileceği ülkedir. Ancak üzerinde uzlaşı sağlanmış herhangi bir liste mevcut değil. Örneğin AB ülkelerinin her birinin kendi ‘güvenli üçüncü ülkeler’ listesi bulunuyor. Bu listenin, bu ülkelerin durum ve koşulları üzerine bir çalışma ve araştırmaya dayalı olarak oluşturulması ve bu ülkelerin, sığınmacıları ve göçmenleri tehlikeye maruz bırakmayacağından emin olunması gerekiyor. Ayrıca sığınma talebinde bulunan kişi, ayrıca ‘üçüncü ülke’ tanımına da mahkeme önünde güvenli olarak itiraz edebilmelidir.

‘Şüpheli’ anlaşma
Nüfus ve göç çalışmaları uzmanı ve Mısır Göç Araştırmaları Derneği Başkanı Eymen Zuhri, İngiltere ile Ruanda arasında imzalanan anlaşmayı ‘şüpheli’ olarak nitelendirdi. Independent Arabia’ya konuşan Zuhri, anlaşmanın amacının sığınmacıların haklarını baltalamak olduğunu belirtti. Mültecilerin statüsüne ilişkin 1951 sözleşmesi, 1967’de yayınlanan ek protokolü ve diğer uluslararası yasalar ve normlar, sığınmacı hakkını koruyor. Bu çerçevede Zuhri, “Herkes, ayak bastığı herhangi bir ülkede sığınma talep etme hakkına sahiptir. Devletin bu talebi inceleme hakkı var. Ancak bu, bir veya iki yıla kadar uzun zaman alan bir süreçtir. Reddedilebilir veya kabul edebilir. Dosya kapatılsa dahi, kabul eden devletin sığınmacıyı kaçtığı ülkeye geri gönderme hakkı yoktur” ifadelerini kullandı.
Zuhri’ye göre sığınma başvurularının değerlendirilmesi sürecinde İngiltere, sığınma başvuruları karara bağlanana kadar ülkeye gelenleri göndermek için üçüncü bir tarafla anlaşma yapmaya karar verdi. İngiltere’nin talebi kabul edenler, kabul edilecektir. Reddedenler de sığınma talebinde bulunmadığı Ruanda’da kalacak.
Eymen Zuhri, bu durumu, ‘her ne kadar bu yasalar başlangıçta savaş nedeniyle yerinden edilmiş Avrupalı ​​mültecilerin koşullarını düzeltmek için çıkarılmış olsa da’ İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana onayladığı uluslararası sözleşme ve yasaların dışına çıkmak olarak nitelendirdi.
Zuhri, söz konusu anlaşmanın yeni olmadığını söylerken, “Avrupa ülkeleri, sığınmacıları ve göçmenleri kendisinden uzaklaştırmak için yıllardır Kuzey Afrika ülkeleriyle havuç ve sopa oyunu oynuyor. Öyle ki yaklaşık iki yıl önce Libya’ya kamplar kurmak ve sığınmacıları orada tutmak için cömert teklifler sundu. Ama bunlar reddedildi” dedi.

Eski trajedi yenilendi
Eymen Zuhri, “Belli ülkelerden Avrupa’ya gitmek isteyen insanlardan kurtulmak yeni bir mesele değil. Göçmenleri ve mültecileri kabul etme çerçevesinde seçim, iyi bilinen bir konudur. Örneğin herkesi kapsayan karma bir göçü kabul etmektense doktorları, hemşireleri ve bilgi teknolojisi uzmanlarını kabul etmek tercih edilir” şeklinde konuştu.
Zuhri, “AB’den ayrılmasına rağmen İngiltere’nin de dahil olduğu mevcut Avrupa politikası, ‘sınırdan uzaklaştırma’, göç kontrolünün kaldırılması veya ‘göç kontrollerinin haricileştirilmesi/sınıra ulaşmadan yapılması’ (Externalization of migration controls)’ ilkesine dayanmaktadır. Bu ülkeler, diğer ülkelere ‘siyasi, askeri, güvenlik veya maddi destek sağlamak şartıyla’, mültecilerin yükünü yüklemeye çalışırlar” dedi. Eymen Zuhri ayrıca, insan hakları ve göçmen ve mülteci haklarından bahsederken seslerin yüksek olmasına rağmen Avrupa’nın Kara Kıta halkı hakkındaki aşağılayıcı görüşlerinden duyduğu derin üzüntüyü dile getirdi.
Buna rağmen Zuhri, ülkesinden kaçan bir mültecinin ilk ulaştığı ülkeye sığınma başvurusu yapması gerektiğini söyledi.
İlginç bir şekilde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre Ruanda, bazen kendisini ‘mültecileri entegre etmede ve yeteneklerini inşa etmelerine ve geliştirmelerine yardımcı olmada izlenecek bir model’ ve bazen de ‘uluslararası hukuk kapsamında mültecilere sağlanması gereken koruma kurallarına saygı gösterilmeyen bir model’ olarak buluyor. Öyle ki İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre Ruanda hükümetinin, Ruandalı unsurların yurtdışındaki Ruandalı mültecilere yönelik suikastlar düzenlediği bilgisi çerçevesinde Ruandalı mültecilerin korku duyduğu Avrupa, Kanada ve Avustralya’ya ulaşan uzun kolları olduğunu belirtti.
Ruanda, yeni bir göç ve sığınma döngüsünün başlangıcı olabilir. İngiltere- Ruanda anlaşmasının uzatılması, ilkesel olarak desteklenmesi ve fikrin kabul edilmesi halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir. İnsan hakları örgütleri kınamaya devam etse ve muhalifler tepkiler gösterse de sınır dışı eden ülkeler, kovmaya devam edecektir.



Güney Kore, eski Devlet Başkanı Yoon'a düşmana yardım ettiği gerekçesiyle yeni suçlamalar yöneltti

Güney Kore Eski Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, geçtiğimiz eylül ayında Seul Merkez Bölge Mahkemesi'ndeki duruşma salonuna giriyor (EPA)
Güney Kore Eski Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, geçtiğimiz eylül ayında Seul Merkez Bölge Mahkemesi'ndeki duruşma salonuna giriyor (EPA)
TT

Güney Kore, eski Devlet Başkanı Yoon'a düşmana yardım ettiği gerekçesiyle yeni suçlamalar yöneltti

Güney Kore Eski Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, geçtiğimiz eylül ayında Seul Merkez Bölge Mahkemesi'ndeki duruşma salonuna giriyor (EPA)
Güney Kore Eski Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol, geçtiğimiz eylül ayında Seul Merkez Bölge Mahkemesi'ndeki duruşma salonuna giriyor (EPA)

Güney Koreli savcılar bugün eski Devlet Başkanı Yun Sok-yeol hakkında, düşmana yardım etmek de dahil olmak üzere yeni suçlamalar yöneltti. İddiaya göre Yun Sok-yeol, sıkıyönetim ilan etme çabalarını desteklemek için Kuzey Kore üzerinde insansız hava aracı (İHA) uçuşları emri verdi.

Kuzey Kore geçen yıl, Güney'in başkenti Pyongyang'a propaganda broşürleri atmak için İHA gönderdiğini "kanıtladığını" iddia etti; ancak Seul bu iddiayı doğrulamadı.

defrt
Polis memurları, Seul'deki adliye binası yakınında Devlet Başkanı Yoon Seok-yeol'u desteklemek için protesto düzenleyen Korelileri çevrelemiş (Arşiv- AFP)

Savcılık, bu yıl, Yoon'un Kuzey Kore'yi kışkırtmak ve tepkisini sıkıyönetim ilan etmek için bahane olarak kullanmak amacıyla İHA göndermesinin yasadışı bir girişim olup olmadığını incelemek üzere özel bir soruşturma başlattı.

Başsavcı Park Ji-young bugün, özel bir soruşturma ekibinin eski cumhurbaşkanını genel olarak düşmana "yardımcı olmak" ve "gücü kötüye kullanmakla" suçladığını belirtti.

Park, Yoon ve diğerlerinin "sıkıyönetim ilan edilmesine olanak sağlayacak koşullar yaratmak için komplo kurduklarını (...) ve bunun iki Kore arasında silahlı çatışma riskini artırarak genel askeri çıkarlara zarar vereceğini" söyledi.

Geçen yıl Ekim ayında eski Cumhurbaşkanı Yoon'a gönderilen bir istihbarat notunda, "istikrarsız bir durum yaratılması veya uygun bir anın değerlendirilmesi" çağrısında bulunan ikna edici kanıtlar kanıtlar bulunduğunu da ifade etti.

Notta, ordunun "(Kuzey) itibarını kaybetmesine neden olacak ve böylece bir karşılık kaçınılmaz kılacak Pyongyang veya kıyı kenti Wonsan gibi yerleri hedef alması gerektiği" belirtiliyordu.

y
Koreliler, Seul'deki adliye binası yakınında Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol'u desteklemek için protesto düzenledi (Arşiv- Reuters)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Yoon, geçen yılın Aralık ayında sivil yönetimi baltalamaya çalıştığında Güney Kore'yi siyasi bir krize sürüklemiş, ardından tutuklanarak iktidardayken gözaltına alınan ilk Güney Kore cumhurbaşkanı olmuştu.

Nisan ayında Yoon görevden alındı ​​ve aylar sonra yerine Lee Jae-myung seçildi. Ancak Yoon, isyan ve sıkıyönetim ilanıyla ilgili diğer suçlamalarla hâlâ yargılanıyor.


Moskova ile Wagner arasındaki güç mücadelesi Afrika'da ‘sessiz’ bir anlaşmazlık yaşandığını gösteriyor

Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
TT

Moskova ile Wagner arasındaki güç mücadelesi Afrika'da ‘sessiz’ bir anlaşmazlık yaşandığını gösteriyor

Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)
Wagner, üyelerinin Cumhurbaşkanı Faustin-Archange Touadéra'nın koruması olarak çalıştığı Orta Afrika'da varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor (AFP)

Sagir el-Haydari

Orta Afrika Cumhuriyeti son günlerde, Rus yetkililer ile paramiliter grup Wagner arasında bir çekişme sahnesine dönüştü. Wagner grubu, geri çekilmeyi ve görevlerini Rusya Savunma Bakanlığı'nın komutası altında faaliyet gösteren Afrika Kolordusu'na devretmeyi reddediyor.

Batı medyasında yer alan haberlere göre Rusya, Bangui'ye Wagner'in hizmetlerinden vazgeçmesi ve Afrika Kolordusu'na aylık milyonlarca dolar ödeme karşılığında bu hizmetleri Afrika Kolordusu ile sürdürmesi için baskı yapıyor. Orta Afrika Cumhuriyeti yetkilileri ise bu ödemeyi karşılayamayacaklarını belirtiyor. Bu durum, Rusya'nın Afrika kıtasındaki nüfuzunda önemli bir değişiklik olduğu izlenimini veren bir gelişme yaşandı.

ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) tarafından yayınlanan bir dergi olan Africa Defense Forum (Afrika Savunma Forumu), Orta Afrikalı bir yetkilinin “Hükümet, Wagner’in hizmetlerini Afrika Kolordusu'nun hizmetlerine tercih ediyor, çünkü Wagner üyeleri iyi performans gösteriyor ve ülkemizin coğrafyasını ve kendilerinden ne beklendiğini daha iyi anlıyorlar” dediğini aktardı.

Şahsi çekişmenin bir uzantısı

Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2023 yılının ağustos ayında Wagner'in komutanı ve kurucusu Yevgeny Prigojin'in öldürülmesinin ardından, ülkesinin Afrika kıtasındaki nüfuzunu yeniden düzenlemek ve bunu devletle sınırlamak amacıyla Rusya Savunma Bakanlığı'na Afrika Kolordusu'nu kurması için yeşil ışık yaktı.

Ancak Wagner, üyeleri Orta Afrika Cumhurbaşkanı Faustin Archange Touadéra'nın korumaları olarak görev yaptığı ülkede varlığını halen güçlü bir şekilde sürdürüyor. Wagner üyeleri ülkeye geldiklerinden bu yana, gerginliklerin yatışmasına ve yaklaşık iki yıl önce yapılan referandumla anayasanın değiştirilmesine yardımcı oldular.

df
Wagner, madencilik ve koruma sözleşmeleriyle sahadaki varlığını sürdürüyor (AFP)

Afrika işleri uzmanı Fransız siyasi analist Pierre-Louis Raymond, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki hızlı gelişmelerin Prigojin ile Putin arasında var olan şahsi çekişmenin boyutunu ortaya koyuyor, ancak elbette bu çatışmanın ötesine geçerek Wagner’in genel olarak Putin rejiminin devam etme kabiliyetine artık inanmadığını söyleyebiliriz.”

Putin'in Ukrayna'ya karşı savaşında bir çıkmaza girdiğini düşünen Raymond, “Bu savaşta kazanan yok, Putin rejiminin Rus İmparatorluğu’nu yeniden kurma arzularıyla uyumlu hale geleceğine dair öngörülebilir bir ihtimal de yok. Bu yüzden Wagner şimdi ayrılmayı seçti. İki taraf arasında bir güç mücadelesi var ve Wagner'in geleneksel nüfuz alanlarında Rusya Savunma Bakanlığı'na hizmet vermeyi bırakma eğilimi giderek güçleniyor.”

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde iki taraf arasında nüfuz mücadelesi olduğunu vurgulayan Raymond, ancak sorunun çok daha derin olduğunu ve Wagner'in mevcut liderliğinin Putin'in görevden ayrılacağına ve halefinin Wagner'in kaybettiği nüfuzu geri kazanabileceğine inandığına işaret etti. Bununla birlikte Raymond’a göre Rusya'nın Afrika'daki nüfuzu devam ediyor.

Bangui'deki endişeler

Bu gelişmeler, Kremlin'in Afrika'da nüfuz kazanma çabalarına engel teşkil eden faktörleri ortaya koyuyor. Bu çabalar, yoğun diplomatik faaliyetler ve kıtanın yeni liderleriyle yapılan görüşmelere rağmen sonuç vermiyor.

Bu sorun, Wagner'in pozisyonlarını ve görevlerini devretmeyi reddetmesinden daha derin bir boyuta sahip gibi görünüyor, zira Orta Afrika Cumhuriyeti'nin kendisi de buna hazır görünmüyor. Robert Lansing Küresel Tehditler ve Demokrasiler Araştırma Enstitüsü'nün bir raporuna göre siyasi açıdan, Cumhurbaşkanı Touadéra'nın çevresi, Orta Afrika Cumhuriyeti subaylarıyla bağlantıları olan ve sahada korku salan Wagner'in adamlarına güveniyor. Onları resmi bir Rus birliğiyle değiştirmek, rejimi iktidarda tutan hassas dengeyi bozabileceği konusunda ciddi endişeler söz konusu.

df
Afrika Kolordusu, Rusya ordusundan subay ve personel ile eski Wagner üyelerinden oluşuyor (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Afrika Kolordusu, Rusya ordusundan subay ve personelin yanı sıra eski Wagner üyelerinden oluşuyor. Kolordu şu anda Mali ve Nijer gibi birkaç Afrika ülkesinde faaliyet gösteriyor, ancak Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kontrolü ele geçirme çabaları büyük zorluklarla karşı karşıya.

Gerilim ve derin dönüşüm

Uluslararası ilişkiler uzmanı ve siyaset araştırmacısı Halid Muhammed el-Hicazi, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Wagner’in Kremlin'e karşı doğrudan bir isyan başlatmasının olası olmadığını, ancak iki taraf arasındaki ilişkilerin gerginlik ve köklü bir değişim döneminden geçtiğinin kesin olduğunu söyledi. Wagner’in 2018 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti'ne girdiğinden beri, Rusya'nın Afrika kıtasındaki en önemli etki aracı haline geldiğini belirten Hicazi, “Hükümet güçlerini eğitiyor ve büyük ekonomik ayrıcalıklar karşılığında altın ve elmas zengini maden sahalarını koruyor. Zamanla Wagner, Rus ordusunun bir kolundan, ülke içinde kendi çıkarlarını korumaya çalışan yarı bağımsız bir aktöre dönüştü ve bu durum Moskova'da endişe yarattı” değerlendirmesinde bulundu.

Hicazi, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Wagner'in 2023 yılının haziran ayında Rusya'da isyan çıkarmasının ardından Moskova, Afrika'daki askeri varlığını yeniden yapılandırmak için Afrika Kolordusu adında yeni bir oluşum kurdu. Bu oluşumun amacı, Wagner'in doğrudan nüfuzunu azaltmak ve Rusya Savunma Bakanlığı'nın kontrolünü artırmaktı. Ancak Wagner üyeleri, onları isyancı gruplara karşı istikrar sağlayan bir güç olarak gören Bangui hükümetiyle hala güçlü ilişkiler içindedir ve bu da onlara merkezi Rus karar alma mekanizmasından büyük ölçüde bağımsızlık sağlıyor.”

Sadakat konusundaki bu anlaşmazlığın, Moskova ile Wagner arasında Orta Afrika Cumhuriyeti’nde nüfuz için gizli bir rekabet ortamı yarattığını söyleyen Hicazi, “Rusya, güvenlik ve ekonomi ağları üzerindeki resmi kontrolünü yeniden kazanmaya çalışırken, Wagner madencilik ve koruma sözleşmeleriyle bölgedeki varlığını sürdürerek kolayca göz ardı edilemeyecek bir güç haline geldi. Moskova, kıtada Wagner ile açık bir çatışma istemese de Wagner'in devam eden nüfuzunun disiplinli, merkezi kontrol altındaki bir devlet olarak imajını tehdit ettiğini kabul ediyor” diye ekledi.

Rusya’nın varlığının zayıflaması

Rus yetkililer bu gerginlikler hakkında kamuoyuna herhangi bir açıklama yapmazken bu durum, Moskova'daki siyasi çevrelerde, Kremlin'in Batı ile ilişkilerini koparmak isteyen Afrikalı liderlerle kurduğu ittifakların çökmesine yol açabileceği endişesini uyandırıyor.

Genel olarak Afrika kıtası düzeyinde, bazı Afrika ülkelerinin Moskova ile paralı askerleri arasındaki anlaşmazlığı şüpheyle karşıladığını belirten Hicazi, bu yüzden mevcut gerilimin Rusya'nın varlığını geçici olarak zayıflatabileceğini düşündüğünü ifade etti.

Rusya'nın Afrika'daki varlığının ekonomik ve askeri bağlar sayesinde halen sağlam olduğunu söyleyen Hicazi, ancak özel askeri şirketlere daha az bağımlı olan daha kurumsal bir etki modeline doğru kaymakta olduğunu belirtti.

Uluslararası ilişkiler uzmanı ve siyaset araştırmacısı Hicazi, sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Kısacası Wagner, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Kremlin'e karşı isyan etmedi, ancak nispeten bağımsız hareket eden bir varlık haline geldi ve Rusya'yı, araçlarının kontrolünü kaybetmeden Afrika kıtasındaki etkisini sürdürme stratejisini yeniden düşünmeye zorladı.”


ABD Başkanı Trump, BBC Genel Müdürü Davie’nin istifasının ardından BBC'deki ‘yozlaşmış gazetecileri’ eleştirdi

İngiliz Yayın Kurumu (BBC) Genel Müdürü Tim Davie (AP)
İngiliz Yayın Kurumu (BBC) Genel Müdürü Tim Davie (AP)
TT

ABD Başkanı Trump, BBC Genel Müdürü Davie’nin istifasının ardından BBC'deki ‘yozlaşmış gazetecileri’ eleştirdi

İngiliz Yayın Kurumu (BBC) Genel Müdürü Tim Davie (AP)
İngiliz Yayın Kurumu (BBC) Genel Müdürü Tim Davie (AP)

ABD Başkanı Donald Trump dün, Cumhuriyetçi liderle ilgili bir belgeselin kurgulanmasıyla ilgili bir skandalın ardından İngiliz Yayın Kurumu (BBC) Genel Müdürü’nün istifası sonrası BBC’de halen ‘yozlaşmış gazetecilerin’ olmasını kınadı. Sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı paylaşımda yozlaşmış gazetecilerin ifşa edildiğini yazan Trump, bu kişilerin dürüst olmayan kişiler olduğunu ve başkanlık seçimlerine müdahale etmeye çalıştıklarını da sözlerine ekledi. Trump, “Üstelik bu kişiler, birçok kişinin en yakın müttefikimiz olarak gördüğü yabancı bir ülkeden geliyorlar. Bu, demokrasi için kötü bir durum” diye ekledi. BBC'nin ABD’deki son başkanlık seçimlerinden bir hafta önce yayınladığı bir belgeselde, Trump'ın 6 Ocak 2021'deki konuşmasından video klipler gösteriliyordu. Trump, bu konuşmada, Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden'a karşı yenilgiye uğramasına rağmen iktidarda kalmak için destekçilerini Kongre Binası'na saldırmaya teşvik etmekle suçlanmıştı.

BBC Genel Müdürü Tim Davie (solda) ve BBC Haber Direktörü Deborah Turness dün istifa ettiklerini açıkladı.

Eleştirmenler, BBC belgeselinde konuşmanın kurgulanmasının yanıltıcı olduğunu, çünkü Trump'ın destekçilerinin barışçıl bir şekilde protesto etmelerini istediğini söylediği kısmın kesildiğini söylediler.

Davie, BBC çalışanlarına yazdığı mektupta, beş yılın ardından istifasının ‘tamamen kendi kararı’ olduğunu belirtti. Davie, “Genel olarak BBC iyi bir performans sergiliyor, ancak bazı hatalar da oldu ve Genel Direktör olarak tüm sorumluluğu üstlenmeliyim” diye ekledi. Davie, şu anda Yönetim Kurulu ile birlikte, önümüzdeki aylarda halefinin görevi sorunsuz bir şekilde devralabilmesi için zamanlamayı koordine etmek üzere çalıştığını açıkladı.

Öte yandan Deborah Turness, Trump hakkındaki belgeselin başlattığı tartışmaların ‘sevdiği bir kurum’ olan BBC'ye zarar verecek bir noktaya geldiğini ve BBC News'in genel müdürü olarak nihai sorumluluğun kendisine ait olduğunu söyledi.

The Daily Telegraph gazetesi, BBC'ye standartlar ve yönergeler konusunda danışmanlık yapmak üzere işe alınan yazar Michael Prescott tarafından derlenen bir dosyanın bazı bölümlerini yayınladığından beri, üst düzey kanal yöneticileri üzerinde baskı artmıştı. Trump'ın konuşmasının düzenlenmesinin yanı sıra, dosya BBC'nin transseksüel konularını ele alışını eleştiren gazete, BBC Arapça servisinin İsrail'e karşı önyargılı olduğu yönündeki endişeleri aktardı.