Her zaman başlangıç ​​noktasına geri dönmek: Mülteci olmak ne demek?

Göçmenleri ‘üçüncü bir ülkeye’ göndermek, sorumluluğun reddi ve insanlığa karşı acımasız bir hakarettir

İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
TT

Her zaman başlangıç ​​noktasına geri dönmek: Mülteci olmak ne demek?

İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)
İngiltere-Ruanda anlaşmasının uzatılması halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir (AFP)

Emine Hayri
Eşyalarını toplayıp batıya yöneliyorsun. Yolda uyuyakalıyorsun. Uyandığında kendini uzak güneyde buluyorsun. Kuzeye göç etmeye kararlısın. Yolunu kaybetmişsin. Gücünü yokluyorsun. Sana verilen rotayı takip ediyorsun. Allah’ın selameti ile bu rotaya ulaşıyorsun, ama ulaşmak istediğin yere değil, aksine senin adına seçtikleri üçüncü bir varış noktasına yerleştiriliyorsun.
Sanatçı Muhammed Subhi’nin “Rıhlet el-Melyoon” (Milyonluk Gezi) dizisinde, Suudi Arabistan’a seyahat etmek isteyen bir grup çiftçi, oraya götürüleceklerini düşünürken, çalışıp ekip diktikleri Sina’ya götürülüyor.  

Dizideki çiftçiler ile İngiltere gibi ülkelere göç edip sığınmak isteyenler, ama kendilerini farklı ülkelerde bulanlar arasındaki tek fark, birincisinin dramatik bir eylem olması ve ikincisinin ise (göç etme ve sığınma talebinde bulunmak isteyenlerin büyük bir bölümü de dahil olmak üzere) birçok kişi tarafından durumun bilinmez olmasıdır.
‘Güvenli üçüncü ülke’ sistemi, yıllardır mevcut. Ama beklenmedik bir şekilde yeni gündeme geldi. Zira İngiltere, birkaç hafta önce Ruanda ile yasadışı yollardan İngiltere’ye gelen sığınmacı ve göçmenlere ev sahipliği yapmak için 120 milyon sterlin (yaklaşık 153 milyon ABD doları) değerinde bir ‘anlaşma’ imzaladığını duyurdu.
Verilen tepkiler farklıydı. Anlaşmadan sorumlu olanlar, elbette anlaşmayı ‘sayısız insan ticareti mağdurunun hayatını kurtarmak’ olarak nitelendirdi. Aynı şekilde İngiltere Başkanı Boris Johnson, anlaşmanın ‘cani ticareti durdurmak için iddialı ve cesur bir plan ve yenilikçi bir çözüm’ olduğunu vurguladı. Ayrıca hem Birleşik Krallık İçişleri Bakanı Priti Patel hem de Ruanda Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Dr. Vincent Biruta, zulümden kaçan insanlara güvenlik sağladıklarını savundu. Ama haber karşısında şaşkına uğrayan kesim, muhalifler, ihbarcılar ve bu eylemin derhal durdurulması çağrısı yapanlar açısından tepkileri için birçok gerekçe mevcut. Canterbury Başpiskoposu Justin Welby’e göre çoğu, planın ahlakını ve Allah’ın hükümlerine uyma yeteneğini sorgulamaya başladı.

Allah’ın hükmü
Elbette Allah’ın hükmü, insanlarınkinden tamamen farklı bir hikmettir. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, bu amaçla hazırlanan ‘insani ve merhametli’ plan aracılığıyla, Manş Denizi’ni ‘deniz mezarlığına’ dönüştürmeye son vermek için cesur ve kararlı bir karar almaya ihtiyaç olduğunu belirtti. Johnson’a göre bu plan, son derece caydırıcı olacak.
Yasadışı yollardan gelen mültecilerin üçüncü bir ülkeye aktarımı, sorunu başkalarına havale etmek ve sorumluluktan kaçmak anlamına geliyor. ‘Bu bizim sorunumuz değil’ ya da ‘bu başkalarının sorunu’, İngiltere’nin son zamanlarda reklamsız olarak yükselttiği slogan.


Mevcut Avrupa politikası, ‘sınırdan uzaklaştırma’ veya mültecilerin yükünü diğer ülkelere yükleme ilkesine dayanmaktadır (AFP)

İngiltere, yasadışı göç ve sığınma dalgalarından son derece mustarip. İngiltere’nin göçmenlik ve sığınma meselelerini yönetme konusundaki örgütsel kapasiteleri gelişmemiş olsa da bu durum, son yıllarda artan bir acı. Geçen yıl, tahminen 17 bin göçmen İngiltere’ye geçmeyi başardı. İngiltere kıyılarına tekneyle ulaşanların çoğunluğu, sığınma başvurusunda bulunuyor. Bu göçmenlerin çoğu, Irak, Sudan, Suriye, Yemen, İran, Eritre, Afganistan ve Vietnam’dan geliyor.

Farklı bir İngiliz yaklaşımı
İngiltere, Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasına rağmen göç ve iltica konusunda her zaman kendi yaklaşımını takip etti ve bu konuda, kendisini ortak bir Avrupa sistemi ile sınırlamadı. Bu durum da onu göç etmek ve sığınmak isteyenler için önemli bir hedef ülke haline getirdi. Ancak İngiltere’ye ulaşma arzusu İngiltere’de kabul görme arzusu, belki de yeteneği ile bağdaşmıyor.
Bir arzunun varlığı ya da yokluğu, anlaşmayı kınayan ve onu tüm insan karşıtı ifadelerin en kötüsü olarak nitelendiren insan hakları örgütleri açısından pek bir şey ifade etmiyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı dosya habere göre Uluslararası Af Örgütü, yaşananların İngiltere hükümetinin kaçan insanları dikkate almaksızın temel bir insanlık eksikliğiyle övünmesi olduğunu, bu durumun tehlike, şiddet veya savaş anlamına geldiğini belirten bir bildiri yayınladı. Bildiride, ‘taşıma, aktarma ve yerleştirme’ kelimeleri kullanılmazken, aksine Ruanda’ya sürgün ifadesine yer verildi.

Standart özellikli göçmenler
Birleşik Krallık, göçmen ve mültecilerin yaşlarıyla ilgili yeni prosedürler çıkararak, kabul edilebilecek göçmenler ve mülteciler için standartlar belirleme sürecinde. Zira giderek artan sayıda sığınmacı, yaşlıların erişemeyeceği fayda ve kolaylıkları elde etmek için sahte yaş iddiasında bulunuyor. Bakan Patel, bu davranışı İngiliz sistemine karşı ‘büyük bir suç’ olarak nitelendirirken, gençlerin yararlanabileceği hizmet ve ayrıcalıkların istismar edildiğini vurguladı.
Birleşik Krallık’ta resmi istatistiklere göre geçen yılın ilk dokuz ayında 18 yaşından küçük olduklarını söyleyen kişilerin yaptığı sığınma başvurularının üçte ikisi yalandı. Öyle ki sığınma başvurularının sahiplerinin, yaşları hakkında yalan söylediği ortaya çıktı.
Mültecileri ‘güvenli bir üçüncü ülkeye’ aktararak onlardan kurtulmaya çalışmak, başka bir deyişle mültecileri ve yasadışı göçmenleri başka bir ülkeye yerleştirme çabaları, açıklanmayan veya açıklanmış nedenlerle onları kabul etme olasılığının olmamasından kaynaklanıyor. Bu nedenler, bazıları kamuoyu tarafından inandırıcı olmayan ya da mülteci ve göçmenlerin bazılarını seçip bazılarını dışlarken ırkçılık ve seçiciliği yansıtıyor.

Fazlalıktan kurtulmak
Fazlalık ya da istenmeyen mülteci ve göçmenlerden kurtulmak veya onları farklı isimlendirmeler altında başka bir ülkeye sınır dışı etmek, birkaç gün önce imzalanan İngiltere- Ruanda anlaşmasının sonucu değil. Birçok örnek var ve liste uzun. Bunların en önde geleni, ‘üçüncü ülke’ seçiminde İngiltere ile aynı fikirde olan İsrail olabilir. Yıllardır özellikle Sudan ve Eritre’den yoğun göç dalgalarıyla karşı karşıya kalan İsrail, bu sayıları kontrol altına almak için ‘üçüncü’ ülkelerle anlaşmalar yaptı.
İsrail’in istenmeyen yasadışı göçmenler ve mültecilerle ilgili planı üç seçeneği içeriyor; Geldikleri yere geri gönderimleri, ‘gönüllü sınır dışı etme’ olarak bilinen güvenli bir üçüncü ülkeye gidiş bileti veya İsrail’de hapishaneye koyulma.


Avrupa’ya ulaşmak isteyen ve belirli ülkelerden gelen insanlardan kurtulmak yeni bir konu değil (AFP)

2018 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İsrail’deki ‘gönüllü sınır dışı etme’ programını kınadı. Program, buna uymayanlara karşı ömür boyu hapis anlamına gelebiliyor. Örgüt, İsrail’in yaptıklarını ‘çoğu Sudanlı ve Eritreli olan bu gruplara karşı bir dizi zorlayıcı önlemin son halkası’ olarak nitelendirdi. Program, grupları meşru koruma talep etme haklarından mahrum etmeyi amaçlıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, isimleri birkaç ay gizli tutulsa da ‘güvenli üçüncü ülke’ olarak seçilmiş iki ülkenin, Ruanda ve Uganda olduğunu belirtiyor.
2014- 2017 yılları arasında ‘gönüllü geri dönüş’ programı kapsamında İsrail’den Ruanda ve Uganda’ya yaklaşık dört bin sığınmacı sınır dışı edildi. İsrail basınında çıkan haberlere göre sığınmacıların hemen hemen hepsi ülkeyi tekrar terk etti, bir kısmı ise uzman çetelerin yardımıyla Avrupa’da kalmaya çalıştı.

Yunanistan, Avustralya ve diğerleri
2021 yılında Yunanistan Göç Bakanlığı, Türkiye’yi ‘güvenli üçüncü ülke’ ilan etti. Bu durum, sığınmacıları Türkiye’ye göndermesine izin veriyor. İlanın hedef kitlesi, Afganlar, Suriyeliler, Pakistanlılar, Bengalliler ve Somalililerdi. Yunanistan, kararını yasadışı göçle mücadele yolunda atılmış bir adım olarak nitelendirdi.
Sınır Tanımayan Doktorlar, 2018 yılında ‘Avustralya’nın mülteci taleplerini sınırları dışında işleme koyma politikasının yıkıcı etkisini’ gösteren bir rapor yayınladı. Rapor, Nauru adasındaki sığınmacıların maruz kaldığı psikolojik acının boyutunu ortaya koyuyor. Bazıları, beş yıl veya daha uzun süredir adada yaşıyor ve sığınma başvurularının sonucunu bekliyor.
Avustralya, katı caydırıcılık politikalarının bir parçası olan, kendi toprakları dışında göçmenlik ve sığınmacılarla ilgilenmeyi yasallaştıran ilk ülkelerden biri olarak sayılıyor. Bu politika, insan hakları örgütleri tarafından hem Avustralya içinden hem de dışından çok sayıda eleştiri ve suçlamaya maruz kalmış olsa da meydana gelen tek değişiklik, Nauru adasındaki çocukları başka bir ülkeye, genellikle de ABD’ye göndermekle ilgili.
ABD, Guatemala’yı yasadışı göçü engellemek amacıyla ‘güvenli üçüncü ülke’ olarak belirlemek için bir anlaşma imzalamıştı. Anlaşmaya göre ABD’de sığınma başvurusunda bulunmak isteyen göçmenlerin bunu Guatemala’dayken yapmaları gerekiyor.

Danimarka öncü
Sığınmacıların sınır dışı edilmesi ve İngiltere’den Ruanda’ya yasadışı göç ‘anlaşmasının’ ilanının neden olduğu güçlü tepkilere rağmen Danimarka, ilan edilen bu süreçte İngiltere’nin önünde geliyor. Ancak kararı, belki de dünya salgın işleriyle meşgul olduğu için fark edilmeden yürürlüğe geçti. Geçen yılın ortalarında Danimarka, AB’de sığınma talebinde bulunanların üçüncü bir ülkeye aktarımı prosedürlerini belirleyen bir yasayı parlamentodan geçiren ilk ülke oldu. Yasalara göre sığınmacılar, Danimarka sınırına başvuruyor, ardından diğer ülkelerdeki kabul merkezlerine transfer ediliyor ve başvuruları işleme alınırken orada bekliyorlar.


Avrupa, sığınmacıları ve göçmenleri bölgeden uzaklaştırmak için Kuzey Afrika ülkeleriyle havuç ve sopa oyunu oynuyor (AFP)

Aynı şekilde Danimarka, Şam’ı topraklarındaki Suriyeli savaş mültecilerinin sınır dışı edilmesi için güvenli bir bölge olarak ilan etti. Bu karar, ‘güvenlik üçüncü ülke’ fikrini ortadan kaldırırken, mültecilerin ‘kaçtıkları ülkeye geri gönderilmesini’ öngörüyor.
‘Güvenli üçüncü ülke’, bir kişinin ciddi zarar veya zulüm tehlikesi altında olmadığı ve bu ülkedeyken mülteci statüsü için başvuru yapabileceği ülkedir. Ancak üzerinde uzlaşı sağlanmış herhangi bir liste mevcut değil. Örneğin AB ülkelerinin her birinin kendi ‘güvenli üçüncü ülkeler’ listesi bulunuyor. Bu listenin, bu ülkelerin durum ve koşulları üzerine bir çalışma ve araştırmaya dayalı olarak oluşturulması ve bu ülkelerin, sığınmacıları ve göçmenleri tehlikeye maruz bırakmayacağından emin olunması gerekiyor. Ayrıca sığınma talebinde bulunan kişi, ayrıca ‘üçüncü ülke’ tanımına da mahkeme önünde güvenli olarak itiraz edebilmelidir.

‘Şüpheli’ anlaşma
Nüfus ve göç çalışmaları uzmanı ve Mısır Göç Araştırmaları Derneği Başkanı Eymen Zuhri, İngiltere ile Ruanda arasında imzalanan anlaşmayı ‘şüpheli’ olarak nitelendirdi. Independent Arabia’ya konuşan Zuhri, anlaşmanın amacının sığınmacıların haklarını baltalamak olduğunu belirtti. Mültecilerin statüsüne ilişkin 1951 sözleşmesi, 1967’de yayınlanan ek protokolü ve diğer uluslararası yasalar ve normlar, sığınmacı hakkını koruyor. Bu çerçevede Zuhri, “Herkes, ayak bastığı herhangi bir ülkede sığınma talep etme hakkına sahiptir. Devletin bu talebi inceleme hakkı var. Ancak bu, bir veya iki yıla kadar uzun zaman alan bir süreçtir. Reddedilebilir veya kabul edebilir. Dosya kapatılsa dahi, kabul eden devletin sığınmacıyı kaçtığı ülkeye geri gönderme hakkı yoktur” ifadelerini kullandı.
Zuhri’ye göre sığınma başvurularının değerlendirilmesi sürecinde İngiltere, sığınma başvuruları karara bağlanana kadar ülkeye gelenleri göndermek için üçüncü bir tarafla anlaşma yapmaya karar verdi. İngiltere’nin talebi kabul edenler, kabul edilecektir. Reddedenler de sığınma talebinde bulunmadığı Ruanda’da kalacak.
Eymen Zuhri, bu durumu, ‘her ne kadar bu yasalar başlangıçta savaş nedeniyle yerinden edilmiş Avrupalı ​​mültecilerin koşullarını düzeltmek için çıkarılmış olsa da’ İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana onayladığı uluslararası sözleşme ve yasaların dışına çıkmak olarak nitelendirdi.
Zuhri, söz konusu anlaşmanın yeni olmadığını söylerken, “Avrupa ülkeleri, sığınmacıları ve göçmenleri kendisinden uzaklaştırmak için yıllardır Kuzey Afrika ülkeleriyle havuç ve sopa oyunu oynuyor. Öyle ki yaklaşık iki yıl önce Libya’ya kamplar kurmak ve sığınmacıları orada tutmak için cömert teklifler sundu. Ama bunlar reddedildi” dedi.

Eski trajedi yenilendi
Eymen Zuhri, “Belli ülkelerden Avrupa’ya gitmek isteyen insanlardan kurtulmak yeni bir mesele değil. Göçmenleri ve mültecileri kabul etme çerçevesinde seçim, iyi bilinen bir konudur. Örneğin herkesi kapsayan karma bir göçü kabul etmektense doktorları, hemşireleri ve bilgi teknolojisi uzmanlarını kabul etmek tercih edilir” şeklinde konuştu.
Zuhri, “AB’den ayrılmasına rağmen İngiltere’nin de dahil olduğu mevcut Avrupa politikası, ‘sınırdan uzaklaştırma’, göç kontrolünün kaldırılması veya ‘göç kontrollerinin haricileştirilmesi/sınıra ulaşmadan yapılması’ (Externalization of migration controls)’ ilkesine dayanmaktadır. Bu ülkeler, diğer ülkelere ‘siyasi, askeri, güvenlik veya maddi destek sağlamak şartıyla’, mültecilerin yükünü yüklemeye çalışırlar” dedi. Eymen Zuhri ayrıca, insan hakları ve göçmen ve mülteci haklarından bahsederken seslerin yüksek olmasına rağmen Avrupa’nın Kara Kıta halkı hakkındaki aşağılayıcı görüşlerinden duyduğu derin üzüntüyü dile getirdi.
Buna rağmen Zuhri, ülkesinden kaçan bir mültecinin ilk ulaştığı ülkeye sığınma başvurusu yapması gerektiğini söyledi.
İlginç bir şekilde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) göre Ruanda, bazen kendisini ‘mültecileri entegre etmede ve yeteneklerini inşa etmelerine ve geliştirmelerine yardımcı olmada izlenecek bir model’ ve bazen de ‘uluslararası hukuk kapsamında mültecilere sağlanması gereken koruma kurallarına saygı gösterilmeyen bir model’ olarak buluyor. Öyle ki İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre Ruanda hükümetinin, Ruandalı unsurların yurtdışındaki Ruandalı mültecilere yönelik suikastlar düzenlediği bilgisi çerçevesinde Ruandalı mültecilerin korku duyduğu Avrupa, Kanada ve Avustralya’ya ulaşan uzun kolları olduğunu belirtti.
Ruanda, yeni bir göç ve sığınma döngüsünün başlangıcı olabilir. İngiltere- Ruanda anlaşmasının uzatılması, ilkesel olarak desteklenmesi ve fikrin kabul edilmesi halinde göç ve sığınma haritası, beraberinde savaşlar, çatışmalar, kıtlık, yoksulluk ve insani felaketlerle değişecektir. İnsan hakları örgütleri kınamaya devam etse ve muhalifler tepkiler gösterse de sınır dışı eden ülkeler, kovmaya devam edecektir.



ABD'li yetkiliden iki ülkeye yapay zeka ve nükleer silah uyarısı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
TT

ABD'li yetkiliden iki ülkeye yapay zeka ve nükleer silah uyarısı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin'in lideri Şi Cinping (AFP)

ABD'li üst düzey bir yetkili Çin ve Rusya'yı, nükleer silahların konuşlandırılmasına ilişkin kararları yapay zekanın değil, sadece insanların verebileceği anlayışına bağlı kalmaya çağırdı.

Dışişleri Bakanlığı'nın silah kontrol yetkilisi Paul Dean perşembe günü verdiği çevrimiçi brifingde, Washington'ın nükleer silahlar üzerinde tamamen insanların kontrol sahibi olacağının altını çizen "açık ve güçlü bir taahhütte" bulunduğunu söyledi. Yetkili, Birleşik Krallık ve Fransa'nın da aynı şekilde hareket ettiğini söyledi.

Silahların Kontrolü, Caydırıcılık ve İstikrar Bürosu'nda bakan baş yardımcısı olan Dean, "Çin ve Rusya Federasyonu'nun da benzer bir açıklama yapmasını memnuniyetle karşılarız" dedi.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesine atıfta bulunan yetkili, "Bunun son derece önemli bir sorumlu davranış normu ve P5 bağlamında çok hoş karşılanacak bir şey olduğunu düşünüyoruz" dedi.

Çin ve Rusya'dan yetkililer henüz yorumda bulunmadı.

Nükleer silah kapasitesini artıran Çin, şubatta en büyük nükleer güçlerin öncelikle kendi aralarında bir ilk kullanım yasağı anlaşması müzakere etmesi çağrısında bulunmuştu.

Geçen yıl Vladimir Putin, Ukrayna'daki savaşta nükleer silahların kullanımına ilişkin sert bir uyarı gibi görünen bir hareketle, Rusya'nın ABD'yle önemli bir nükleer silah anlaşması olan START'a katılımını askıya aldığını duyurmuştu.

Yeni START anlaşması, ABD ve Rusya arasında dönüm noktası niteliğinde ve dünyanın en büyük iki nükleer gücünün birbirlerinin cephaneliğini azaltmasına ve sınırlamasına olanak tanıyor. En son 2021'de 2026'ya kadar uzatılan anlaşma kapsamında iki ülke birbirlerinin nükleer silah tesislerini denetleme hakkına sahip.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçen hafta Pekin'de bir araya geldiğinde ikili görüşmeler yapay zeka teknolojisinin yayılmasını da içeriyordu.

Her iki tarafın yetkilileri gelecek haftalarda yapay zeka üzerine ilk üst düzey ikili görüşmelerini gerçekleştirmede mutabık kalırken, Blinken teknolojiye ilişkin risklerin ve güvenliğin en iyi nasıl yönetilebileceği hakkında görüş alışverişinde bulunacaklarını söylemişti.

ABD Başkanı Joe Biden'ın yönetimi, Çin'le hem nükleer silah politikası hem de yapay zekanın büyümesi hakkında ayrı ayrı görüşmeleri derinleştirmek için çaba sarf ediyor.

Askeri iletişimi normalleştirmeyi amaçlayan Pekin ve Washington'daki yetkililer, ocakta nükleer silah görüşmelerine yeniden başladı ancak iki taraf resmi bir silah kontrol müzakeresinde anlaşmaya varmadı ve yakın zamanda da varmaları beklenmiyor.

Independent Türkçe


Çin'deki "baskıcı yönetimden" kaçan zenginler, soluğu Japonya'da alıyor

Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
TT

Çin'deki "baskıcı yönetimden" kaçan zenginler, soluğu Japonya'da alıyor

Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)
Çin'den Japonya'ya taşınan iş insanları özellikle Tokyo'yu tercih ediyor (Unsplash)

ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Çin'deki "otokratik sistemden" kaçmak isteyen zenginlerin Japonya'ya gittiğini yazdı. 

Haberde, Çin'deki zenginlerin, "özellikle pandemide gittikçe görünür hale gelen otokratik yönetim ve ülkedeki ekonomik yavaşlamanın" etkisiyle Japonya'ya yerleştiği ifade edildi.

Japon Yeni'nin değer kaybetmesiyle yabancıların ülkedeki emlak piyasasına ilgi gösterdiğine dikkat çekilen haberde, Çinli yatırımcıların özellikle başkent Tokyo'daki lüks konutları tercih ettiği belirtildi. 

Aylardır Amerikan doları karşısında değer kaybeden yen, bugün artışa geçti. Bloomberg'in hesaplamasına göre, Japonya Merkez Bankası, para birimini desteklemek için piyasaya yaklaşık 3,5 trilyon yenlik (yaklaşık 730 milyar TL) müdahalede bulundu.

Uluslararası yatırım yoluyla oturum ve vatandaşlık alma işlemlerini yöneten Britanyalı Henley & Partners firmasının haziranda yayımladığı raporda, en az 13 bin 500 yüksek gelirli Çinli yatırımcının 2024'te yabancı ülkelere taşınacağı öngörüsü paylaşılmıştı. 

Japonya'da ikamet eden Çinli sayısı, 2023 sonu itibarıyla 822 bine ulaştı. Bu sayı, bir önceki yıla kıyasla 60 binlik artışa denk geliyor.

Tokyolu emlak komisyoncusu Osamu Orihara, 2019'da pandemi öncesine kıyasla gelirinin neredeyse 4 kat arttığını söyledi.

Çin'de bir demir çelik fabrikası işleten Tomo Hayaşi, geçen yıl Tokyo'ya taşındığını belirtti. 45 yaşındaki Hayaşi'nin yaşadığı 48 katlı binadaki dairelerin yaklaşık üçte biri Çinli isimlere sahip kişilere ait. Haberde, Japonya'ya taşınan birçok Çinlinin adlarını değiştirdiğine de işaret edildi.

Japon emlakçılar, Çinli zenginlerin tatil evi olarak kullanmak için konut satın aldıklarını da söyledi. Ülkenin kuzeyindeki Hokkaido adasında, kayak pistine yakın Furano kasabasında arsa fiyatları geçen yıl yüzde 28 artarak, ülke çapındaki en büyük yükselişi yakaladı.

Diğer yandan haberde Pekin yönetiminin, Çinlilerin ülke dışına çıkarabileceği paralara kısıtlama uyguladığına dikkat çekildi. Ancak Japonya'ya taşınan birçok Çinli iş insanı, yabancı ülkelerde faaliyet gösteren uluslararası şirketlerde çalışıyor. Orihara, müşterilerinin genelde Hong Kong veya Singapur'da banka hesapları olduğunu da söyledi.

Ayrıca sabit bir ofisi ve iki ya da daha fazla çalışanı olan bir Japon firmasına en az 32 bin dolar değerinde yatırım yapan kişiler, iş kurma vizesi satın alabiliyor.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Bloomberg


Ukrayna lideri Zelenski: Savaşı kazanmadan NATO'ya katılamayız

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
TT

Ukrayna lideri Zelenski: Savaşı kazanmadan NATO'ya katılamayız

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'deki emriyle başlayan savaşta çatışmalar, Donetsk bölgesinde yoğunlaşmış durumda (Reuters)

Ukrayna lideri Volodimir Zelenski, Rusya'yı yenmedikleri sürece NATO'ya katılamayacaklarını söyledi.

Zelenski, başkent Kiev'de salı günü yaptığı açıklamada, "Sadece savaşı kazanabilirsek NATO'ya gireceğimize inanıyorum. Savaş sürerken ittifaka kabul edileceğimizi sanmıyorum" dedi. 

Ukrayna lideri, ülkesinin NATO'ya kabul edilmesi için 32 üyeden onay alması gerektiğini hatırlatarak, bazı ülkelerin savaş sürerken Ukrayna'nın NATO'ya katılmasını "riskli gördüğünü" söyledi. 

Zelenski, NATO'ya üyeliğin Ukrayna'nın bağımsızlığını garanti altına alacağını savunarak "Ukrayna'nın ittifaka kabul edilmesi için zafer kazanmalıyız" dedi.

Ukrayna, ittifaka katılmak için resmi başvuruyu Eylül 2022'de yapmıştı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna'nın uzun vadede ittifakın parçası olacağını söylemişti. Fakat NATO, katılım sürecinin tamamlanmasına ilişkin Kiev yönetimine henüz net bir takvim sunmadı. 

Diğer yandan Ukrayna Hava Kuvvetleri Sözcüsü Ilya Evlaş, ABD yapımı F-16 savaş jetlerinin bu ay ellerine geçebileceğini ileri sürdü. Evlaş, Hollanda ve Danimarka'dan gönderilecek jetlerle ilgili henüz takvimin netleşmediğini fakat uçakların bir kısmının 5 Mayıs'tan sonra Ukrayna'ya ulaşacağını düşündüklerini belirtti.

ABD Kongresi'nde 23 Nisan'da yapılan oturumda, Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a toplamda 95 milyar dolarlık yardım paketini içeren tasarı onaylanmıştı. 61 milyar doları Ukrayna için ayrılan paket, ertesi gün ABD Başkanı Joe Biden'ın imzasıyla yasalaşmıştı.

Bunlara ek olarak ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan dün yapılan açıklamada, Rus ordusunun savaşta kimyasal silah kullandığı iddia edildi. 

Açıklamada, Rus ordusunun kloropikrin içeren silahlar kullandığı ve Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'ni (CWC) ihlal ettiği öne sürüldü. Amerikalı yetkililer, ayrıca Rusya'nın farklı kimyasal maddeler eklediği gözyaşartıcılar kullandığını da savundu. 

Bazı herbisitlerde yer alan kloropikrin, I. Dünya Savaşı'nda da kimyasal silah olarak kullanılmıştı.

Rusya ise ABD'nin kimyasal silah iddialarının gerçeği yansıtmadığını savundu. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, bugünkü açıklamasında CWC'nin şartlarını bozacak şekilde hareket etmediklerini ve böyle silahlar kullanmadıklarını savundu.

Independent Türkçe, RT, CNN, AFP


Trump, ABD'nin kendi 7 Ekim saldırısını yaşayacağını iddia etti

Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
TT

Trump, ABD'nin kendi 7 Ekim saldırısını yaşayacağını iddia etti

Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)
Donald Trump çarşamba günü Wisconsin'deki mitingde destekçilerine Biden yönetiminin ABD'de "7 Ekim tarzı bir saldırının" koşullarını yaratmayı planladığını söyledi (AP)

Donald Trump, mahkemeye çıkmadığı gün Wisconsin'de düzenlenen bir mitingde yaptığı göçmen karşıtı kampanya konuşmasında ABD'nin kendi "7 Ekim tarzı saldırısına" doğru gittiğini iddia etti.

Çekişmeli eyalette çarşamba günü konuşan eski başkan, destekçilerine Başkan Joe Biden'ın Ortadoğu'dan "çok sayıda" Gazzeliyi ülke genelindeki kentlere getirmeyi planladığını söyledi.

Trump, Biden'ın geçen yıl İsrail'de meydana gelen ve hâlâ devam eden şiddetli bir çatışmaya yol açan saldırının bir benzerinin "koşullarını yaratmaya kararlı" olduğunu söyledi.

7 Ekim 2023'te militanlar İsrail'in güneyinde çoğu sivil yaklaşık 1200 kişiyi öldürmüş ve 250 civarında kişiyi rehin almıştı. İsrail, militanların halen yaklaşık 100 rehineyi ve 30'dan fazla kişinin cesedini elinde tuttuğunu söylüyor.

Yerel sağlık yetkililerine göre çatışmalarda şimdiye kadar 34 binden fazla Filistinli öldürüldü ve 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i evlerinden sürüldü.

Miting sırasında Trump, Gazze dahil Ortadoğu'dan "binlerce" mültecinin yakında ABD'ye getirileceğini iddia etti.

Destekçilerine "Sınırdan geçerek ülkemizi istila eden milyonlarca ve milyonlarca kişiye ek olarak, bu Wisconsin'deki gençler için harika bir haber, sahtekar Joe'nun şimdi de Ortadoğu'dan çok sayıda Gazzeliyi Amerikan kentlerine, kentlerinize ve köylerinize getirmeyi planladığı bildiriliyor, ki bu sürpriz olmamalı" dedi.

Kentleriniz  ve köyleriniz artık Gazze'den gelenleri kabul edecek. Gazze'den ve diğer çeşitli yerlerden, Yemen'den, diğer birçok yerden birçok insan. Joe Biden, Amerika'da 7 Ekim tarzı bir saldırı için gerekli koşulları yaratmaya kararlı görünüyor. Güney sınırından gelen tüm bu insanlarla bu gerçekleşecek.

Bu ifadeler, Biden yönetiminin savaş yaşanan topraklardan kaçan bazı Filistinlilere kalıcı güvenli sığınak sağlamak amacıyla onları mülteci olarak ABD'ye getirmeyi düşündüğüne dair haberlerin ardından geldi.

CBS News'un elde ettiği federal yönetim içinden belgelere göre, ABD'nin çeşitli federal kurumları, ABD yurttaşı ya da ABD'de daimi ikamet eden birinci dereceden aile fertleri olan Gazzeli Filistinlilerin yeniden yerleştirilmesi için farklı seçeneklerin uygulanabilirliğini ele alıyor.

Beyaz Saray bu tür planlar hakkında kamuoyuna yorum yapmadı.

Çarşamba günü Wisconsin'de yaptığı konuşmada Trump, göçmenliğin her türüne karşı çıkmayı sürdürdü ve kalabalığa "Biz o kadar sorunlu bir ülkeyiz ki böyle bir şey olabilir, onları incelemek imkansız olacak ve zincirleme göç sonucunda sayılar kontrolümüzün ötesinde hızla patlayacak" dedi.

Kontrolden çıkacak çünkü zincirleme göç sayesinde dokundukları herkesi getirebilecekler. Hiçbir koşul altında Gazze gibi Hamas kontrolündeki terör merkezlerinden binlerce mülteciyi Amerika'ya getirmemeliyiz. Bunu yapamayız. Biliyorsunuz ülkemizi de yönetmek zorundayız. İyi olmak iyidir, iyi olmak güzeldir. Ama ülkemizi yönetmek zorundayız.

Independent Türkçe


İran ile İsrail arasında sırada ne var?

İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
TT

İran ile İsrail arasında sırada ne var?

İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)
İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar (Independent Arabia)

John Bolton

İran'ın tercihi ne olursa olsun, İsrail'in Hamas'a karşı kazanacağı kesin zaferin Tahran'ın bölgesel konumunu onarılamaz biçimde zayıflatacağını göz ardı edemez.

İran'ın İsrail topraklarına yönelik ilk açık saldırı devresi, İran topraklarına yönelik ilk açık saldırıyı oluşturan İsrail'in verdiği yanıt ile birlikte artık sona erdi. Ancak tüm bunlara rağmen, Tahran Mollalarının Ortadoğu'da ve Müslümanlar arasında hegemonya kurma yönündeki büyük stratejisinden vazgeçtiğini, İsrail'e karşı uzun süredir devam eden gizli savaşında yatışıp geri çekileceğini kimse düşünmesin. Ancak şimdilik odak noktamız İsrail'in Hamas'ı askeri ve siyasi olarak ortadan kaldırmaya yönelik yakın çabaları ve İran'ın "ateş çemberi" savaş planının geleceği olmalıdır.

İran'ın, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki barbar saldırısı sırasında tam bir "ateş çemberi" stratejisi başlatmayı isteyip istemediği henüz belli değil ve belki de bu konu bir süre daha bilinmez olarak kalacak. İran'ın hedefleri ne olursa olsun, İsrail'in sert tepkisi Hamas'ın konvansiyonel savaş yeteneklerini felce uğrattı. Buna ek olarak, Gazze halkı, Hamas’ın aleyhine dönmeye başladı ki bu hem İsrail hem de Arap dünyası için büyük önem taşıyor. Tahran'ın, 7 Ekim 2023 olaylarıyla ilgili olarak İsrail'in iç siyasi istikrarını ve küresel tepkiyi yanlış değerlendirdiğine şüphe yok. Aynı zamanda İslam Devrimi'nin Dini Lideri Hamaney, Hamas'ın her halükarda kaderine terk edilebileceğine inanıyordu. Ancak İran'ın kendisi ve diğer terörist vekilleri (Husiler, Hizbullah ile Iraklı ve Suriyeli Şii milisler) çok az zarar görmüş olsa da, Hamaney Hamas'ın uğradığı yıkım konusunda endişelenmeli.

Şu anda İran bu yatırımlarından daha fazlasını kaybetme riskini göze almak istemiyor gibi görünüyor. Çoğu Amerikalının kaçınılmaz olarak bildiği gibi Mollaların da Biden yönetiminin iç siyasi zayıflığının boyutunun zaten farkında olmaları muhtemel. Biden'ın ikinci dönem için yeniden seçilmesi konusunda şüpheler hakimken, İran Ayetullahı’nın, Biden'ın İsrail'e destek göstermeye çalıştığı bir dönemde, İsrail'e doğrudan veya müttefik terörist gruplar aracılığıyla yapılacak herhangi bir saldırının ABD'nin güçlü bir tepkisine yol açabileceğinden endişelenmesi haklı ve mantıklı olabilir. ABD seçim kampanyasının beklenmedik sonucu ve Trump'ın ikinci dönem başkanlığının neler getirebileceği, belki de İran tarafında görülen kısa vadeli, geçici duraklamanın açıklaması olabilir. Ayrıca Binyamin Netanyahu hükümetinin düşmesini beklemek de İran için bir hediye olabilir. Zira başka hiçbir İsrailli lider, İran tehdidini bu kadar net bir şekilde anlayamıyor ya da hiçbiri Netanyahu'nun, İsrail'in selefi Ariel Şaron'un "nükleer soykırım" olarak adlandırdığı şeyin kurbanı olmaması konusundaki kararlılığına sahip değil.

Ancak İran'ın tercihi ne olursa olsun, İsrail'in Hamas'a karşı kazanacağı kesin zaferin Tahran'ın bölgesel konumunu onarılamaz biçimde zayıflatacağını göz ardı edemez. Biden yönetimindeki Beyaz Saray bu yaklaşımı izlese bile İsrail kesinlikle sadece saldırılara karşı koyan veya bu bağlamda yanıt verme ile yetinen bir oyuncu değil. Gerçekten de İsrail bundan sonra Hizbullah'ın devasa füze stokunu ve onun oluşturduğu neredeyse varoluşsal tehdidi hedef alabilir. İsrail, İran'ın doğrudan Amerikan müdahalesinden yeterince korktuğuna inanıyorsa, İran'ın büyük karşı saldırılarından korkmadan Hizbullah'ın cephaneliğine karşı kararlı eylemlerde bulunabilir.

Daha da önemlisi, 5 Kasım'da yapılması planlanan ABD seçimleriyle ilgili belirsizlik durumu Tahran'a (gidişat hakkında) net bir yön vermiyor. Trump'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'ye suikast emri vermesine rağmen Emmanuel Macron, Biarritz'deki G7 zirvesinde Trump'ı dönemin İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile görüşmeye neredeyse ikna etmişti. Dolayısıyla, Biden yönetimine hakim olan görünürdeki zayıflık ve tereddütlere rağmen İran Mollaları, ABD'nin temel ulusal güvenlik çıkarlarına ilişkin sınırlı anlayışı ile Trump'ın yeniden başkanlığa dönüşünü beklemeye karar verebilirler. İran’ın 5 Kasım'dan önce büyük yeni askeri girişimlerde bulunmayı reddetmesi, Husilerin, Hizbullah'ın, Şii milislerin ve hatta bizzat İran'ın İsrail veya ABD’nin ceza niteliğindeki saldırılarına maruz kalmasını önleyecektir.

Bu bağlamda İran, hızla büyüyen Çin-Rusya ekseniyle artan uyumunu ve yakınlaşmasını da dikkate alıyor. Söz konusu eksen, Soğuk Savaş sırasındaki Çin-Sovyet ittifakının çağdaş bir versiyonu ve Pekin büyük ortağı, Moskova ise ona bağlı tarafı oluşturuyor. İran, Ukrayna'ya karşı kullanılmak üzere Rusya'ya insansız hava araçları satıyor. Çin ise Rusya'dan petrol ve doğalgaz alımını artırdı. Çin, Rusya'nın uluslararası mali yaptırımlardan kaçmasını kolaylaştırıyor ve belki de ABD seçimlerinden önce Tayvan'a karşı kararlı bir adım atıp atmamayı düşünüyor. Buna karşılık Pekin'in (ve Moskova'nın) ABD seçimlerinin sonuçları belli olana kadar beklemeye veya bu tarihten önce büyük adımlar atmaya ilişkin bakış açısı, her iki durumunda olumlu ve olumsuz noktaları olduğu için hâlâ belirsiz. Bunun ABD başkanlık seçimleri kampanyaları sırasında partiler düzeyinde şiddetli ve hararetli bir tartışmanın konusu olması bile son derece tehlikeli ve belirsiz, Rusya, Çin ve İran açısından önemli bir kararsızlık faktörüdür.

Bu arada İran ile Pekin-Moskova eksenindeki Kuzey Kore gibi diğer ortaklar arasındaki aleni koordinasyon da netleşti. İran ve Kuzey Kore, nükleer silahlar ve balistik füze programları konusunda uzun süredir yakın iş birliği içindeydi, ancak bu iş birliği bariz nedenlerden dolayı gizli tutuluyordu. Dolayısıyla ilişkilerine ilişkin her türlü gizlilik iddiasından vazgeçmeleri, nükleer silahları yaymaya çalışan bu iki haydut devletin kendilerine olan güveninin arttığının bir göstergesidir. Ne yazık ki, ABD'nin düşmanlarının hepsi, Trump'ın ülkesinin düşmanlarıyla "büyük anlaşmalar" yapma arzusunun, Amerikan ulusal çıkarlarına ilişkin her türlü rasyonel hesaplara üstün gelebileceğinin ve kolaylıkla onları geçersiz kılabileceğinin farkındalar.

Önümüzdeki altı ay için en olası senaryo şu; İsrail saldırıları Hamas'ı köhne bir terör ağı olarak bırakacak ve yine İsrail, Batı Şeria ve Gazze'de terör ile bağlantılı olduğundan şüphelendiği kişilere karşı saldırılarını artıracak. Keza Lübnan sınırında İsrail ile Hizbullah arasındaki gerginlik de yükselebilir. 5 Kasım yaklaştıkça ve seçim sonuçları ve genel tablo netleştikçe, İran ve vekilleri büyük bir askeri harekâta mı girişecekleri yoksa yeni bir başkan göreve başlayana kadar mı bekleyecekleri konusunda kendi kararlarını vermek zorunda kalacaklar. Kimse önümüzdeki altı ayın sakin geçeceğini düşünmesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.


İngiliz üniversitelerinde Gazze'deki savaşı protesto etmek için öğrenci gösterileri düzenleniyor

Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
TT

İngiliz üniversitelerinde Gazze'deki savaşı protesto etmek için öğrenci gösterileri düzenleniyor

Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)
Filistin yanlısı öğrenciler dün (Çarşamba) Newcastle Üniversitesi'nde bir araya geldi. (Reuters)

Filistin yanlısı öğrenciler ABD'deki üniversite kampüslerinde yaşanan şiddet olaylarının ardından İngiltere'deki üniversitelerde de gösteriler için bir araya geldi.

Şarku’l Avsat’ın İngiliz haber ajansı PA Media’dan aktardığı habere göre Leeds, Newcastle ve Bristol'daki öğrenciler dün (Çarşamba) Gazze'deki savaşı protesto etmek için üniversite kampüslerinde çadırlar kurdu.

Bristol Üniversitesi öğrencileri gösteriyi ‘üniversitenin İsrail'in Filistinlilere yönelik soykırımına suç ortaklığını protesto etmek için’ düzenlediklerini söylerken, Newcastle Apartheid Off Campus gösterilerinin ‘kurumun yatırım stratejisini ve İsrail ordusunun Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da işlediği savaş suçlarına suç ortaklığını vurgulamak için’ olduğunu belirtti.

Öğrenci aktivistler başka yerlerde de yürüyüş ve gösteriler düzenlediler. Gruplar, Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyona tepki olarak üniversitelerini İsrail'le öğrenci programlarını feshetmeye çağırdı.

İngiltere’deki gösteriler, başta New York'taki Columbia Üniversitesi olmak üzere ABD'deki üniversite kampüslerinde yaşanan şiddet olaylarının ardından geldi.

Kaliforniya Üniversitesi'nde de şiddet olayları patlak verdi ve ABD genelinde binden fazla protestocu tutuklandı.


ABD'deki üniversitelerde yaşanan çatışmaların ve tutuklamaların ardından kampüslere polis konuşlandırıldı

California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
TT

ABD'deki üniversitelerde yaşanan çatışmaların ve tutuklamaların ardından kampüslere polis konuşlandırıldı

California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)
California Üniversitesi'ndeki Gazze savaşı karşıtı protestocular (AFP)

Fransız Haber Ajansı (AFP), ABD’nin Gazze'deki savaşa karşı öğrenci protestolarına tanık olurken polisin bugün Los Angeles ve New York'taki bazı üniversitelerin kampüslerine müdahale ederek yeni tutuklamalar yaptığını bildirdi.

Dallas'taki Teksas Üniversitesi'nde polis Gazze’deki savaşı protesto etmek için kurulan bir kampı dağıttı. Üniversiteden yapılan açıklamaya göre polis en az 17 kişiyi ‘adi suçlar’ işledikleri gerekçesiyle tutukladı.

Yetkililer, polisin New York'taki Fordham Üniversitesi'nde birkaç kişiyi tutukladığını ve bu sabah kampüste kurulan bir protesto kampını tahliye ettiğini açıkladılar.

New York Polis Departmanı’ndan (NYPD) yapılan basın açıklamasında, şehirdeki iki üniversitede yaklaşık 300 kişinin tutuklandığını açıkladı.

Salıyı çarşambaya bağlayan gece, ağır silahlarla donatılmış güvenlik güçleri, Gazze'deki savaşı protesto etmek için Manhattan'ın prestijli üniversitelerinden Columbia Üniversitesi'nde bir binayı işgal eden öğrencileri binadan çıkarıp uzaklaştırdı.

Polisin müdahalesine tanık olan Columbia Üniversitesi öğrencilerinden Meghnad Bose, AFP’ye “Polis onlara karşı acımasız ve düşmanca davrandı” dedi.

Columbia Üniversitesi'ndeki (UCLA) Filistin yanlısı öğrenci gruplarının tek çatı altında toplandığı bir ittifak olan Columbia University Apartheid Divest (CUAD) tarafından yapılan açıklamada, “İnsanları ayrım gözetmeksizin durdurdular ve bazı öğrencileri aldıkları yaralar yüzünden hastaneye kaldırılmak zorunda kaldık” denildi.

UCLA Rektörü Nimet Menuşe Şefik, dün yaptığı açıklamada, “Bu noktaya geldiğimiz için üzgünüm” ifadelerini kullandı.

Protestocuların ‘önemli bir amaç için’ mücadele ettiklerini söyleyen Şefik, ancak üniversite dışından gelen ‘öğrenciler ve aktivistler’ tarafından gerçekleştirilen ‘yıkıcı eylemlerin’ polisin müdahale etmesini gerektirdiğini belirtti. Rektör, protestolar sırasında yapılan ‘antisemitist açıklamaları’ kınadı.

ABD basınına göre Tucson’daki Arizona Üniversitesi ve Wisconsin’deki Madison Üniversitesi’ndeki diğer kampüslerde kurulan protesto kampları da dağıtıldı.

Protesto dalgası

Son iki haftadır ülkenin batısındaki Kaliforniya'dan kuzeydoğusundaki eyaletlere ve Teksas ve Arizona gibi orta ve güney eyaletlerine kadar ABD'nin önde gelen üniversitelerinde Gazze'deki savaşa ve yöneticilerin İsrail'e yardımlar göndermesine karşı çıkan ve İsrail'le bağlantılı şirketlerle ilişkilerin kesilmesini talep eden öğrenci protestoları düzenleniyor.

AFP’nin foto muhabiri, salı gecesi Los Angeles’taki California Üniversitesi'nde, maskeli kalabalık bir grubun Filistin yanlısı göstericiler tarafından kurulan protesto kampına saldırması üzerine taraflar arasında çatışma çıktığını bildirdi.

Foto muhabirinin aktardığına göre saldırgan grup, kampın etrafına kurulan bariyeri aşmaya çalıştı. Bunun üzerine protestocular ile saldırgan grup arasında kavga çıktı.

Dün kampüste sükûnet yeniden sağlanırken polis arabaları olay yerinden ayrılmadı.

AFP’ye konuşan üniversite öğrencilerinden Daniel Harris (23) “Üniversite saldırganların barışçıl protestoculara saldırmasını engellemeli” diye konuştu. Harris, saldırganların ‘öğrenci ya da üniversiteyle herhangi bir bağlantısı olan kişiler gibi görünmediğini’ de sözlerine ekledi.

UCLA Başkanı Gene Block, şiddet olayları patlak vermeden önce üniversite ile bağlantısı olmayan kişilerin varlığıyla ilgili uyarmıştı.

Biden "sesini yükseltmeli!"

Öte yandan Rhode Island'daki Brown Üniversitesi, öğrencilerle, Gazze'deki soykırımı kolaylaştıran ve bu soykırımdan fayda sağlayan şirketlerle ilişkileri kesme konusunda bir oylama düzenlemesi karşılığında protesto kamplarını dağıtma konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu.

AFP’nin verilerine göre ABD polisi, 17 Nisan'dan bu yana en az 30 üniversitenin kampüsünde gözaltılar gerçekleştirdi.

Üniversite yönetimlerinin talebi üzerine olaya müdahale eden çevik kuvvet polislerinin görüntüleri, Vietnam Savaşı sırasında ABD’de yaşanan benzer olayları hatırlatırken görüntüler tüm dünyada viral oldu. Bu gelişmeler, halkı son derece kutuplaşmış bir halde olan ülkede kasım ayında yapılması planlanan başkanlık seçimlerine altı kala yaşandı.

Beyaz Saray tarafından dün yapılan açıklamada ABD vatandaşlarının protesto hakkının desteklendiğini belirtilirken üniversitelerin kampüslerinde ‘öğrencilerin küçük bir yüzdesinin bu aksamaya neden olduğu’ vurgulandı.

Beyaz Saray sözcüsü Karine Jean-Pierre tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Bu aksaklığa az sayıda öğrencinin neden olduğuna inanıyoruz. Eğer protesto etmek istiyorlarsa, ABD vatandaşları bunu barışçıl bir şekilde ve yasalar çerçevesinde yapma hakkına sahiptir.”

Jean-Pierre, Beyaz Saray'ın ‘antisemitizmi kınadığı gibi nefret söylemini de kınamaya devam edeceğini’ vurguladı.

Öte yandan ABD Başkanı Joe Biden, üniversitelerin kampüslerindeki protestolar karşısında şimdiye kadar büyük ölçüde sessizliğini korudu. Ancak nisan ayında Columbia Üniversitesi'nde protestolar başladığında kampüslerde protestoları ‘antisemitist hareketler’ diyerek kınadı.

Eski Başkan Donald Trump Wisconsin'deki bir miting sırasında "New York dün gece kuşatma altındaydı” dedi. Trump ayrıca Başkan Biden'ın bu konuda konuşması gerektiği söyledi.


AB, Suriyeli mülteci akınını önlemek için Lübnan'la 1 milyar euro değerinde anlaşma yapmayı planlıyor

Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
TT

AB, Suriyeli mülteci akınını önlemek için Lübnan'la 1 milyar euro değerinde anlaşma yapmayı planlıyor

Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)
Lübnan’daki yerinden edilmiş Suriyeliler (AFP)

Avrupa Birliği (AB), yaklaşık bir milyar euro değerinde büyük bir mali yardımla halen Lübnan'da ikamet eden Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya doğru akışını durdurmayı planlıyor.

Şarku’l Avsat’ın Alman haber ajansı DPA’dan aktardığı habere göre söz konusu fonlar, Lübnan'da sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerin güçlendirilmesi için kullanılacak.

Fonlar ayrıca Lübnan güvenlik makamları ve silahlı kuvvetlerinin yanı sıra insan kaçakçılığı çeteleriyle mücadele ile ekonomik ve mali reformların gerçekleştirilmesi için de tahsis edilecek.

AB’nin planlamasına göre yasal göçün kolaylaştırılması da öngörülüyor.

AB yetkililere göre destek paketinin bugün (Perşembe) Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Nicos Christodoulides tarafından Lübnan'a yapılacak ziyaret sırasında açıklanması planlanıyor.

Özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi son zamanlarda Lübnan'dan gelen Suriyeli mültecilerin sayısındaki artışı sürdürülemez olarak değerlendirmiş ve AB'yi harekete geçmeye çağırmıştı.


BM: Gazze'nin yeniden inşası önümüzdeki yüzyıla kadar sürebilir

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
TT

BM: Gazze'nin yeniden inşası önümüzdeki yüzyıla kadar sürebilir

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının yol açtığı yıkımın ortasında kalan Filistinliler (EPA)

Bugün (Perşembe) yayınlanan bir Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre, Gazze Şeridi'ndeki evlerin yeniden inşası, yeniden inşa hızının önceki çatışmalarla aynı eğilimi izlemesi halinde önümüzdeki yüzyıla kadar devam edebilir.

İsrail'in yedi ay süren bombardımanı milyarlarca dolarlık hasara yol açtı ve yoğun nüfuslu Gazze Şeridi'ndeki çok sayıda yüksek beton binayı moloz yığınına dönüştürdü. Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre bir BM yetkilisi yıkımın Gazze Şeridi'ni ‘ayın yüzeyine’ benzettiğini söyledi.

Filistinlilere ait veriler, Hamas savaşçılarının 7 Ekim'de İsrail'in güneyine düzenlediği ölümcül saldırılarla tetiklenen çatışmalarda yaklaşık 80 bin evin yıkıldığını gösteriyor. İsrail saldırıları ayrıca, on binlerce Filistinlinin ölümüne neden oldu.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yayınlanan raporda, Gazze Şeridi'nin ‘yıkılan tüm konut birimlerini tamamen restore etmek için yaklaşık 80 yıla ihtiyaç duyacağı’ belirtildi.

Ancak raporda, ‘mümkün olan en iyi senaryoda, inşaat malzemelerinin 2021'de bir önceki krize göre beş kat daha hızlı teslim edilmesiyle, bunun 2040 yılına kadar yeniden inşaya olanak sağlayacağı’ ifade edildi.

UNDP raporu, savaşın sosyo-ekonomik etkilerine ilişkin, mevcut çatışmanın süresine dayanan ve onlarca yıl devam etmesi beklenen acılarla ilgili bir dizi projeksiyon sundu.

UNDP Başkanı Achim Steiner yaptığı açıklamada, “Bu kadar kısa bir süre içinde eşi benzeri görülmemiş düzeyde can kaybı, büyük yıkım ve yoksulluktaki keskin artış, gelecek nesillerin geleceğini tehdit eden ciddi bir kalkınma krizine yol açacaktır” dedi.

Raporda, savaşın dokuz ay daha devam etmesi halinde Gazze Şeridi nüfusu arasında yoksulluğun 2023 yılı sonunda yüzde 38,8'den yüzde 60,7'ye çıkmasının beklendiği ve orta sınıfın büyük bir bölümünün yoksulluk sınırının altına sürükleneceği kaydedildi.


Rapor: Gazze'de ateşkes müzakerelerinde olumlu ilerleme

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
TT

Rapor: Gazze'de ateşkes müzakerelerinde olumlu ilerleme

İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin cenaze namazından (AP)

El-Kahire el-İhbariyye televizyon kanalı bugün (Perşembe) üst düzey bir Mısırlı kaynağa dayandırdığı haberinde Gazze Şeridi'nde bir ateşkes anlaşmasına varılması için yürütülen müzakerelerde ‘olumlu ilerleme’ kaydedildiğini duyurdu.

Arap Dünyası Haber Ajansı'na (AWP) göre adı açıklanmayan kaynak, Mısır'ın tüm taraflarla ‘yoğun’ temaslar yürüttüğünü belirtti.

Hamas ile İsrail arasındaki ateşkes müzakereleri ve esir takası konusunda bilgi sahibi bir kaynak salı günü yaptığı açıklamada, iki taraf arasında bir anlaşmaya varılmasının yakın olduğunu ve uygulamayı engelleyen bazı sorunların hızla çözülmesi halinde birkaç gün içinde anlaşmaya varılabileceğini belirtti.

Arabuluculara yakın olan kaynak AWP’ye yaptığı açıklamada, Mısır'ın önerisinin her iki tarafça da kabul edildiğini, ancak sorunun Hamas'ın hangi nitelikteki (yaş, cinsiyet, sağlık durumu vs.) esirleri serbest bırakacağıyla ilgili olduğunu söyledi.