Suudi Arabistan ve Türkiye: Geçmişin yükleri, geleceğin fırsatlarını ortadan kaldırmaz

Bölgesel ve küresel zorluklar, analistlerin Erdoğan için bir ‘kurtuluş çizgisi’ olarak gördüğü bir yakınlaşmayı dayattı

Fotoğraf:AA
Fotoğraf:AA
TT

Suudi Arabistan ve Türkiye: Geçmişin yükleri, geleceğin fırsatlarını ortadan kaldırmaz

Fotoğraf:AA
Fotoğraf:AA

Mustafa el-Ensari*
Siyasi anlaşmazlık, iki ülke ilişkilerinin her türlü barış ve gerginliğe sahne olduğu onlarca, hatta yüzlerce yıl boyunca kökleşen Suudi Arabistan ve Türkiye ilişkilerine gölge düşürdü. Ancak koşullar ve gelecekteki fırsatlar, iki tarafı geçici olarak da olsa geçmişin yüklerinden kurtulmaya zorladı. Orta noktada buluşma, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı iki ay önce Suudi Arabistan'a, bu günlerde de Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı Türkiye'ye götürecek noktaya getirdi.
Uluslararası basın ve Arap medyası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Veliaht Prens’i kucaklama sahnesiyle çalkalanıyor. Bir sürelik hasret ve ayrılığın ardından bir ağabeyin kardeşine sarılması gibiydi. Politikacılar, daima istedikleri zaman sevgi ve yakınlığın ortak noktalarını bulmuşlardır. Tıpkı, kendisi ve parti liderlerine kapılarını açtıktan sonra Suudi Arabistan'ı yakından tanıyan Erdoğan başta olmak üzere, anlaşmazlıkları da körüklemek için mazeret bulmakta hiç zorlanmadıkları gibi.
Son zamanlarda Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkesinin ve Suudi Arabistan'ın ‘tarihi, kültürel ve insani ilişkileri olan kardeş ülkeler’ olduğunu söyleyerek bu bağlardan bahsetti. ‘Her türlü siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri güçlendirmek ve aralarında yeni bir dönem başlatmak’ için buna dayanmak istedi.
Ancak Erdoğan, ‘Arap Baharı’ dalgasına kapılarak, Riyad ve  bölgesel müttefikleri Mısır ile Birleşik Arap Emirlikleri’ne karşı tavır almıştı. Ankara, Siyasal İslamcı örgütlerin bölgedeki krizler üzerindeki etkisini genişletmeye çalışmış, Erdoğan’ın bu uğurdaki hırsları Suudi-Türkiye köklü ilişkilerini kopma noktasına getirmişti.
Bu hırs, Kuala Lumpur'da İslam İşbirliği Teşkilatı’na paralel bir blok kurarak İslami safları daha geniş bir şekilde bölme girişimine dönüşmeden önce, Riyad'ın etkisine zarar vermek için olağanüstü çabalamasına yol açtı.
Ancak Erdoğan yine de her fırsatta Türkiye'de, ‘Körfez bölgesindeki kardeşlerinin istikrar ve güvenliğinin, kendi istikrar ve güvenliği kadar önemli olduğunu’ vurguladığını savunuyor.

Yakınlaşma sebepleri ve haritalar çizme
Türkiye'nin 2017'de, Ankara'nın, Türkiye ile Riyad arasındaki sorunun temeli olan Mısır’daki İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) yönetimini savunmak için müttefiki Katar'ın yanında yer aldığı Körfez krizi ortaya çıkmadan önce, Arap Koalisyonu aracılığıyla Riyad'ın ‘Kararlılık Fırtınası Operasyonu’ndaki konumunu ve Yemen'deki meşru hükümeti savunmasını destekleyen İslam ülkeleri arasında yer alması bu açıdan dikkat çekiciydi.
İran'ın bölge güvenliğine yönelik tehdidi gibi Suudiler için kritik bölge dosyalarındaki Türkiye’nin performansı mütevazı kalsa da Uluslararası ilişkiler araştırmacısı Basil el-Hac, Riyad ile Ankara arasındaki uzlaşmanın İran'ı bölgede sınırlayan veya etkisini azaltarak bir dengeye yol açabileceğini düşünüyor.
Prens Muhammed bin Selman'ın Türkiye'ye yaptığı ziyaretin çok önemli olduğunu söyleyen Hac, “Çünkü Rusya'nın Ukrayna'ya özel askerî harekâtı başlatmasının ardından tüm bölgesel ve uluslararası denklemlerin değiştiği bir dönemde yeni bir sayfa açılacak” dedi.
“Körfez Bölgesi’ndeki kardeşlerimizin istikrarına ve güvenliğine, kendi istikrar ve güvenliğimiz kadar önem verdiğimizi her vesileyle ifade ediyoruz.
Terörün her türlüsüne karşı olduğumuzun ve bölgemizdeki ülkelerle teröre karşı iş birliğine verdiğimiz önemin altını çiziyoruz. İlişkilerimizi her alanda geçmiştekinin de ötesine taşıyacağımıza inanıyorum. Rabbimizin rahmet, mağfiret ve şefkatinin gönülleri kuşattığı mübarek Ramazan ayındaki bu seyahatimiz, dost ve kardeş Suudi Arabistan’la yeni bir dönemin kapılarını aralayacaktır”
Resmi bir Türk kaynağı, Riyad'la yeni yakınlaşmanın nedenlerini ‘2011'de Washington'ın Irak'tan çekilmeye ve Tahran'ın yerel ve bölgesel oyuncular pahasına orada yayılmasının ve genişlemesinin yolunu açmaya karar vermesine benzer şekilde ortaya çıkabilecek ve bölgede var olan dengeler ve denklemler oyununu etkileyebilecek bölgesel sürprizlerden kaçınmak için Viyana'daki Batı-İran nükleer görüşmelerinin sonuçlarının ötesindeki aşamaya hazırlık’ olarak açıkladı. Resmi Türk medyasında yer alan bir habere göre bir yetkili, “Bölgede birden fazla aktif ülkenin yeniden konumlandırılması ile ilgili hassas bölgesel dosyalar, haritaların, özellikle de Suriye ve Lübnan aleyhine çizilmemesi için artık Türk-Suudi koordinasyonunu gerektiriyor” dedi.
Yeni ABD yönetiminin iktidara gelmesinden bu yana Körfez ve Türkiye, Beyaz Saray'ın Biden dönemindeki yönelimlerinin umulduğu gibi gitmediğini gördü. İngiliz ‘Chatham House’dan analistler, İran ile bile ikili ve toplu diyalog yoluyla bölgesel iş birliğinin daha etkili olduğu sonucuna vardılar.

İran yeni bir 'güç gösterisi' konusunda endişeli
Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinin ardından hâkim olan kutuplaşma, işleri karmaşık hale getirirken aynı zamanda bölge ülkelerinin, özellikle de enerji piyasasını dengeleme konusunda muazzam bir yeteneğe sahip olan Suudi Arabistan'ın önemini hatırlattı. Türkiye, bölgedeki en önde gelen NATO müttefikidir. Bu da pozisyonların koordinasyonunu daha da acil hale getiriyor.
İki büyük ülke arasındaki koordinasyonun önemi, Tahran'ın bundan endişe duymasına neden oldu. Aftab Yezd gazetesi, Veliaht Prens'in Türkiye ziyaretini, ‘güç ve kudretin bir tezahürün’ göstergesi olarak nitelendirdi. Gazete, "Suudi Arabistan ve Türkiye, son yıllarda iki ülke arasında yaşanan anlaşmazlıkların ve sorunların üstesinden gelmeyi başardılar. Bu, İran'a siyasi ve askeri tecritle (tehdit ederek) bir kuşatma döngüsü uygulanmaya başlandığını gösteriyor" değerlendirmesinde bulundu.
Ancak Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Independent Arabia’ya konuşan Türk siyasi analist Turgut Oğlu, Türkiye'nin iktidar partisi ile İran rejimi arasındaki siyasi anlaşmazlıkların önemsiz olduğunu söyledi. "Bazı Arapların, İran'a eşit olan eski Türkiye'nin hala mevcut olduğuna inandığına dikkat çeken Turgut Oğlu, “Türkiye'deki İran lobisinin hiç olmadığı kadar güçlendiğine tanık oluyoruz” dedi. Nitekim, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin birçok liderinin, küçük ayrıntılar dışında ideolojik veya siyasi olarak İran'dan farklı olmadığını belirtti.
İran'ın Türkiye içindeki etkisinin Erdoğan'ın partisiyle sınırlı olmadığını vurgulayan siyasi analist, Davutoğlu'nun ekibi bile siyasi ideolojisinde ‘örneğin, Körfez ülkelerinden ziyade İran'a daha yakın’ olduğuna işaret etti.
Yüzyıllar önce, Osmanlı Türkleri, modern Türk devleti döneminde bu uyum gerilemeden önce, her zaman Irak ve Şam'daki Arap bölgesine yönelik Safevi genişlemesinin karşısında durdular. Ancak 2003 yılında Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi, iki ülkeyi ‘bölge ülkelerindeki etkilerini genişletmeye ve tüm tarihi, coğrafi, sosyal, dini ve kültürel verilerini kullanmaya’ çabalamaya teşvik etti. Kral Faysal Araştırmalar Merkezi'nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve Türkiye ile İran arasındaki özellikle Irak rekabetini inceleyen bir araştırmaya göre bu rekabet, Arap ülkelerinin ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan süreçten geçmesiyle aleni hale geldi.

Tren kaçtı mı?
Türk tarafında, İran'ın genişlemesi Körfez'deki kadar rahatsız edici olmasa da ülkenin ekonomik çıkarları ve Erdoğan'ın 2023 seçimlerini kazanma ihtiyacı ve ülkesinin para biriminin feci şekilde çöküşü, onu ekonomik bir kurtarıcı yapıyor. Şimdi kızgın seçmenlerin oylarını kazanmasını sağlayabilir. Ankara'yı en çok canlandırabilecek Körfez ülkeleri Suudi Arabistan ve BAE, Erdoğan'a bedelsiz fedakarlıklar sunana kadar Biden'e bir şey vermediler. Petrol fiyatlarının toparlanması Türkiye için çok şey yapabilir, ancak soru şu: Türkiye ona ne sunabilir?
Bu bağlamda Turgut Oğlu, ‘Erdoğan'ın seçimleri kurtarma trenini muhtemelen kaçırdığını, ancak Körfez ile Türkiye arasındaki stratejik ilişkilere yapılacak herhangi bir yatırımın olumlu olduğunu söyledi. Suudi Arabistan'ın Türkiye'ye ekonomik açıdan açık olmasının pek çok olumlu etkisi olabileceğine inandığını ancak ‘yine de AK Parti'nin seçilmesine yol açıp açmayacağının belli olmadığına işaret etti.
Körfez turizmi, özellikle Suudi Arabistan, anlaşmazlıktan önceki yıllarda Türkiye için önemli bir kaynak oluşturuyordu. Bu, Ankara'yı suların rotasına dönmesine, iki ülke arasındaki ticaret alışverişinin hareketinde doğrudan bir gelişmeye güvenmeye sevk etti.
Anadolu Ajansı'nın İngilizce yayın yapan sitesinde yer alan bir habere göre, Suudi Arabistan Ticaret Odaları Federasyonu’ndaki kaynaklar, Türkiye'nin Suudi Arabistan'a yaptığı ihracatın, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeldiği açıklamasının ardından hızlı bir şekilde normale döneceği ve Suudi Arabistan'ın Türkiye'den ithalata yönelik herhangi bir yasağının bulunmadığını ve mallarının hala yerel pazarlarda mevcut olduğunu belirtti.
Suudi Genel İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, Suudi Arabistan'ın Türkiye'den ithalatı 2022'nin ilk iki ayında yüzde 2,8 arttı. 2020'de ticaret 8,82 milyar riyalden (2,35 milyar dolar) yüzde 62,3 düşüşle 3,32 milyar riyal (886 milyon dolar) oldu. Daha önce bu rakamın çok üzerindeydi.
Bu nedenle Türkiye Cumhurbaşkanı, Suudi Arabistan'ın ülkesinin pazarlarına dönüşünü ‘çıkış yolu’ olarak değerlendirirken samimiydi. Cidde'deki uzlaşma zirvesinden döndükten sonra basına şu ifadeleri kullandı: “Biliyorsunuz, Körfez ile ilgili çok olumlu gelişmeler var. Son olarak Suudi Arabistan ziyaretimiz önemli bir çıkış noktası olacak. Suudi kardeşlerimizin de Türkiye'ye gelişleri çok daha artacaktır.”

Ortak İslami eylem için
Öte yandan Kuveytli analist Muhammed el-Mulla, Suudi Arabistan'ın Türkiye'ye karşı olumlu tutumu olduğunu düşünüyor. Ancak bunun, siyasi dalgalanmalarıyla tanınan Erdoğan ile geçmiş sayfasını kapatmak anlamına gelmeyebileceğine dikkat çekiyor.
Mulla, “AK Parti'nin amacı Osmanlı İmparatorluğu, Arap ve İslam ulusunun kontrolünü yeniden kazanana kadar İslam dünyasına hâkim olmaktı. Parti lideri, Müslüman Kardeşler'in bir üyesi olduğunu ve bölgedeki tüm İhvan hareketlerinin ilk destekçisi olduğunu inkâr etmiyor. Bu nedenle Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'a yönelik tekrarlanan tacizlerde Müslüman Kardeşler ve İran Devrim Muhafızları kanallarını destekleyen Türkiye'den başlatılan bir medya savaşı yaşandı. Suudi Arabistan'a alternatif olarak, Türk-Malezya-Pakistan ittifakını kurma girişimini de unutmadık ama tüm girişimler başarısız oldu” değerlendirmesinde bulundu.
Bu ve diğer politikaların maliyetinin, ülkenin artan yabancı yatırımlara bağımlılığına ek olarak, Ankara'ya muhtemelen 400 milyar dolardan fazla borca ​​mal olduğu tahmin ediliyor. Bu ise ülkeyi giderek büyüyen bir krize sürükledi. Türkiye Cumhurbaşkanı, iş birliği elini uzattı ve Mısır, BAE ve Suudi Arabistan'dan özür diledi.
Kuveytli analiste göre Suudi Arabistan, bölgenin yararına ortak iş birliğine inandığından geçtiğimiz 28 Nisan'da Erdoğan'ı kabul etti. Muhammed Mulla, “Ziyaretin amacının, tekrarlanan başarısızlıklar ve popülaritesinin düşmesinden sonra yaklaşan seçimlerde partisini kurtarmak için yeni ilişkiler açmak olduğunu biliyor. Böylece Türkiye'nin Müslümanların kıblesi ve Arapların temsilcisi Suudi Arabistan ile yakınlaşması, Cumhurbaşkanı için can simidi olacak diyerek, bunun, Ankara'yı bölgesel durumun gerektirdiği şekilde her türlü tavizde esnek olmaya teşvik ettiğini" kaydetti.

“1932 yılında Türkiye'yi ziyareti sırasında Kral Faysal bin Abdulaziz”
Son dönemde Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki siyasi anlaşmazlığın tırmanmasına rağmen, iki taraf uzun iletişim hatlarını sürdürmeye çalıştı. Ekonomik boykot, özellikle Riyad tarafında gayri resmi olarak popüler olmaya devam etti. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ülkesinin, ‘Haremeyn-i Şerifeyn’in kucaklayıcısı olarak, Türkiye dahil tüm İslam ülkeleriyle güçlü ilişkiler kurmayı amaçladığını ve bunun, genel olarak bölgenin çıkarları ve özel olarak ortak İslami eylem için önemli olduğunu söyledi.
O sırada Türk yetkililer tarafından gerçekleştirilen suistimaller konusundaki tutumuna cevaben, Londra merkezli Şarku'l Avsat’a verdiği röportajda, “Riyad'ın anlaşmazlıkları çözme mirasına dayanarak, Haremeyn-i Şerifeyn ve hedeflerine hizmet etmeye, yurdumuzun güvenlik ve istikrarını, halkımızın refahını sağlamaya, vatanımızın ve İslam dünyasının çıkarlarına zarar veren rekabetlere girmemeye odaklanıyoruz. Bazılarının kendi iç sebeplerinden dolayı, herkes için malum olan olumsuzlukları dikkate almadan, bu hedeflere ulaşmaya devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Geçmişi kurcalamak turizm için zararlı
Tarihsel olarak, 300 yıl önce Diriye'de (şimdi Riyad'ın tarihi mahallesi) ortaya çıkan Suudi devletinin, tarihinin erken dönemlerinden itibaren Arap Yarımadası'ndaki Osmanlı egemenliğine direnmiş ve onlarla vur-kaç savaşları yapmış olması dikkat çekicidir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşüyle ​​vur-kaç sona erdi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ve bu tür acı hatıralar, Körfez ve Arapların Türkiye'ye bakışına gölge düşürmüştür. Birçok Arap'ın o tarihi unuttuğu ve Türkiye'nin en popüler yatırımcıları ve turistleri arasına girdiği bir dönemde, o geçmişi farklı şeyler çağrıştırıyor.
Nitekim Suudi Araştırmacı Muhammed er-Rumeyzan, 2017 yılında Türkiye'ye gelen Suudi turist olgusu üzerine bir araştırma yaptı. Türklerin Suudileri provoke edip ilişkileri tırmandırmasından önce o yıl 350 binden fazla Suudi vatandaşının Trabzon’a gittiğini tespit etti.
Türkiye meselelerinde uzmanlaşmış araştırmacı, Suudi ticari projelerinin ve sözleşmelerinin incelenen şehirde olduğunu kabul ediyor. Araştırmacıya göre en önemli gelişmeye tanık olan ticari faaliyete yansıyan turist sayısı, kentte 30 Suudi şirketinin kurulmasıyla hızlanarak arttı.
Bu, Körfez krizinden sonra turizm faaliyetinin istikrarlı bir şekilde çökmesinden önceydi. Koronavirüs (Kovid-19) salgınının patlak vermesiyle kriz sona ermişti.  Ancak Suudi Arabistan'daki güvenlik yetkilileri, güçlü lideri Ankara'ya gitmeden önce Riyad'ın iyi niyet jesti olarak anlaşılan bir hareketle, nihayet Türkiye'ye seyahat yasağına son verdi. Bu karar, yüzbinlerce Türk ve iki ülke arasında art arda gelen krizlerden önce, her yıl Türkiye'ye seyahat eden Suudiler tarafından memnuniyetle karşılandı.

Soy, çıkar ve coğrafya bağlantıları
Suudilerin kendi ülkelerinde ve genel olarak Arap bölgesinde Osmanlılara yönelik ‘Seferberlik ve Diriye katliamları’ gibi kasvetli tarihi dosyalar açması, tüm sosyal ve dini bağları yok etmedi. Suudi Prenslerinden Turki el-Faysal, son dönemde yaptığı bir açıklamada, "Bizi Türkiye ile sadece coğrafya olarak değil, iki ülke arasındaki insan ve aile ilişkileri açısından da bağlayan bağlar var. Anneannem aslında Türk ya da Çerkez kökenliydi” dedi.
Faysal, ekonomik durumla ilgili olarak, Suudi menşeili ‘Arab News’e verdiği röportajda, "İki ülke arasındaki ilişkiler ister ticaret olsun, ister müteahhitlik, kalkınma projeleri olsun, ister Türkiye'deki Suudi yatırımları vs. olsun karşılıklı yarar açısından daha iyi olmalı. Umuyorum ki ilişkilerin normalleşmesi doğrultusunda tüm bunlar normale döner” ifadelerini kullandı.



Türk istihbaratının geri dönüşü ve dünya siyasetine etkisi

Görsel: Reuters/Al Majalla
Görsel: Reuters/Al Majalla
TT

Türk istihbaratının geri dönüşü ve dünya siyasetine etkisi

Görsel: Reuters/Al Majalla
Görsel: Reuters/Al Majalla

Kemal Allam

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında geçtiğimiz ay yapılan görüşmede, Trump Erdoğan’ın sandalyesini çekerken “Onlar çok akıllı, çok güçlü” ifadelerini kullandı. Trump ile Erdoğan arasındaki şahsi ilişki ve Trump'ın Erdoğan'a duyduğu hayranlık herkesin malumu olsa da Trump'ın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın'a dönerek “Onlar çok akıllı” sözlerini tekrarladığı kameralara yansıdı.

ABD’nin hem Suriye hem de Ukrayna dosyalarında Türkiye'ye güvendiği biliniyor. Ancak Erdoğan'ın bölgenin ‘güçlü adamı’ olduğu şeklindeki bilinen anlatının ötesinde, Türkiye'nin küresel sahnede artan nüfuzunun ardındaki asıl itici güç, Latin Amerika ve Afrika'dan Doğu Asya'nın uzak bölgelerine kadar jeopolitik meselelerde Türk istihbaratının derinleşen rolüdür. Analistler genellikle Türkiye'deki ‘derin devletin’ nüfuzuna odaklansa da Ankara’yı uluslararası sahnede daha etkili bir konuma taşıyan, bu sistemin Türkiye sınırları ötesinde oynadığı artan rolü oldu.

Osmanlı casuslarından modern zamandaki tezahürlerine

Türk istihbaratının rakiplerine üstünlüğünün tarihteki köklerini anlamak için son zamanlarda yayınlanan üç kitaba başvurabiliriz. Bunlardan ilki tarihçi Emrah Safa Gürkan tarafından kaleme alınan “Sultanın Casusları” adlı kitaptır. Yazar Gürkan bu kitapta, Osmanlı İmparatorluğu'nun gözetleme ve taktik keşiflerin yanı sıra geniş bir stratejik casusluk ağına sahip olduğunu, geleneksel casusluk yöntemlerini kullandığını ve hatta Avrupa saraylarının siyasetine doğrudan müdahaleyi kullandığını belirtiyor.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra hiçbir ülke, Sovyetler Birliği'ne karşı Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nden daha etkili bir istihbarat teşkilatına sahip olmamıştı. Türkler, Soğuk Savaş döneminde Batı'nın birincil gözü ve kulağıydı.

Osmanlı İmparatorluğu, Habsburglar ve Kutsal Roma İmparatorluğu'ndan Vatikan'ın kararlarını etkilemeye kadar, coğrafi konumunu ve insan sermayesini kullanarak Avrupa siyasetinde önemli bir rol oynadı. Osmanlı tüccarları, sanatçıları ve diplomatları kıtaya yayıldı, yerel topluluklara entegre oldu ve karar alma süreçlerine katıldı. Yüzyıllar boyunca gerçek bir rakibi olmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu gücü, Britanya İmparatorluğu'nun desteğini alan Akdeniz güçleri, Avrupa’nın iç işlerine açıkça müdahale etmeye başlayana kadar devam etti.

İbrahim Kalın ve Hakan Fidan gibi isimleri anlamak için kavramsal bir çerçeve sunan diğer iki kitap ise Egemen Bezci’nin “Türk İstihbaratı ve Soğuk Savaş: ile ABD ve İngiltere Arasında Türk Gizli Servisi” ile Benjamin C. Fortna tarafından kaleme alınan ve Türkçe’ye “Kuşçubaşı Eşref” adıyla çevrilen eserlerdir. Fortuna'nın ilk kez 2016 yılında yayınlanan çalışması, Türkiye'nin modern Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) kurucu babası sayılabilecek, "Türkiye'nin Arabistanlı Lawrence'ı" olarak bilinen Eşref Kuşçubaşı'nın gizemli dünyasını inceliyor.

Kafkasya bölgesinden olan Kuşçubaşı Eşref, Osmanlı istihbaratının üstünlüğünü somutlaştırdı. Rusya'ya karşı askeri yenilgileri, çok sayıda mülteciyi seferber ederek ve onları imparatorluk projesinin hizmetinde birer araç olarak kullanarak stratejik kazançlara dönüştürdü. Osmanlı Devleti'nin hem insanını hem de coğrafyasını kullanarak rakiplerini zayıflatmadaki kurnazlığını örneklendirmişti; bu özellik, günümüz Türk istihbarat teşkilatında da varlığını sürdürüyor.

sdfrgt
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump, ABD'nin başkenti Washington’taki Beyaz Saray'da bir araya geldi, 25 Eylül 2025 (Reuters)

Osmanlı İmparatorluğu son dönemlerinde ‘Avrupa'nın hasta adamı’ olarak tanımlanıyordu, ancak yine de Kırım'dan Libya'ya ve Hindistan'a kadar birçok cephede İngiliz, İtalyan ve Rus imparatorluklarını devirmeye çok yaklaştı. Bazı önyargılı Avrupalı tarihçilerin tasvir ettiği kadar zayıf değildi. Güç dengesizliğine rağmen, sayıca daha az ve silahları daha zayıf olan Osmanlı ordusu, Libya'da İtalyanlara, Bulgaristan'da Ruslara ve Irak ile Çanakkale'de İngilizlere önemli yenilgiler yaşatmayı başardı.

Bu başarıların çoğu, Osmanlıların askeri teknik üstünlüğünden ziyade, düşman hatlarının gerisinden elde ettikleri istihbarat bilgilerine atfedilebilir. Osmanlılar bu konuda o dönemde Almanların desteğine güveniyorlardı. Egemen Bezci'nin kitabı, Osmanlı istihbaratını, dağılmış imparatorluğun ordusunu miras alan modern Türk devletiyle ilişkilendirerek bu mirası okuyucusuyla buluşturuyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ten İsmet İnönü ve Fahrettin Altay’a kadar, ilk dönem devlet adamlarının ve yurtdışı büyükelçilerinin çoğu, cumhuriyet kurulmadan önce imparatorluğun çeşitli bölgelerinde görev yapmış subaylardı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra hiçbir ülke, Sovyetler Birliği'ne karşı Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nden daha etkili bir istihbarat teşkilatına sahip olmamıştı. Türkler, Soğuk Savaş döneminde Batı'nın birincil gözü ve kulağıydı. Bunu, Almanya'daki göçmen işçileri Sovyetler Birliği’ni gözetlemek için kullanarak ya da Baas Partisi iktidara gelmeden önce Suriye'de gerçekleşen birçok darbeye derinlemesine müdahil olarak yaptılar.

Kitabının bir bölümünü tamamen Suriye'ye ayıran Bezci, ABD ve İngiltere'nin bu ülkede neler yaptığını ortaya koyuyor ve Suriye'de bugün neler olup bittiğini anlamayı kolaylaştıracak bir giriş sunuyor. Suriye, sadece Şam'ı kimin yöneteceğini belirleyen bir arena değil, aynı zamanda Sovyetlere karşı yürütülen karşı casusluk operasyonlarında hayati bir merkezdi ve önemi Çin'e kadar uzanıyordu.

Polonya ve Macaristan başta olmak üzere Avrupalılar bile, Türk Hava Kuvvetleri'nin dikkat çekici yükselişi nedeniyle, sadece istihbarat konusunda değil, askeri teknoloji konusunda da Türkiye'ye güvenmeye başladılar.

Genç Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıllara dayanan kurumsal hafızayı miras aldı. Modern istihbarat literatüründe yaygınlaşan ve bugün Hillary Clinton, Donald Trump ve NATO ülkelerinin liderleri gibi politikacılar tarafından kullanılan ‘derin devlet’ kavramının ilk çıkış noktasının Osmanlıların ‘derin devlet’ ifadesi olduğu söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluğun çöküşünden sonra hayatta kalmak için bir mekanizma olarak son günlerinde bu terimi icat etti. Böylece bu mirası sadece yeni cumhuriyette değil, Türklerin nüfuz alanı içinde kabul edilen uzak topraklarda da devam ettirebildi.

Hakan Fidan ve İbrahim Kalın da bu mirasın günümüzdeki mirasçıları olarak karşımıza çıkıyor.

Trump’ın “Çok akıllılar” dediği Fidan ve Kalın

Donald Trump'ın Türklerin ‘çok akıllı’ olduğu yönündeki açıklamasına geri dönelim. ABD Başkanı, bu sözle yetinmedi, onların bu kadar güçlü ve zeki olmalarını sevmediğini belirterek, ihtiyatlı ama samimi bir dille hayranlığını “Onları görmezden gelmek mümkün değil” sözleriyle ifade etti. “Türkiye Suriye'yi ele geçirdi” şeklindeki tekrar eden ifadesinden ise Ukrayna'nın Rusya'ya karşı insansız hava araçları (İHA) ile yürüttüğü savaşında Ankara'nın rolüne kadar, Washington'ın Türkiye'ye bakışında bir değişiklik olduğu açıktı.

fghy
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun yüzüncü yılını kutlamak için İstanbul Boğazı'nda düzenlenen deniz geçit töreninde, TCG Anadolu (L-400) çok maksatlı amfibi gemisinde bulunan bir Bayraktar TB2 İHA’sı ve helikopterler, 29 Ekim 2023 (AFP)

Trump'ın Suriye'ye tekrar tekrar odaklanması, Türk istihbaratının başarısının kanıtı oldu. MİT Başkanı İbrahim Kalın, Beşşar Esed’in Rusya'ya kaçmasının ardından Şam'a ilk giden yetkili oldu. Akademisyenlik, klasik müzik, dilbilim ve felsefe gibi çok yönlü bir kariyere sahip olan Kalın, ABD’de eğitim görmüş, ancak kökleri Asya'ya dayanan bir düşünürdür.

Türkiye'nin Şam Büyükelçisi (Nuh Yılmaz), Suriye ve Irak'taki savaş dosyaları arasında gidip gelerek uzun yıllar gölgede kaldıktan sonra, dışişleri bakan yardımcısı olarak kamuoyu önüne çıktı ve ardından şu anki görevine atandı. Rusları ve İranlıları ustaca atlatmayı başaran Büyükelçi hem Türkiye'nin hem de ABD'nin Suriye'de istikrarı sağlamak için ihtiyaç duyduğu kişi haline geldi.

Bir diğer örnekte, İran'da dokuz yıl görev yapan bir Türk diplomat, Türkiye'yi Tahran'la gizli ilişkilerde ve ona karşı yürütülen casusluk faaliyetlerinde kilit oyuncu haline getiren ‘gölge savaşçılardan’ biri olarak değerlendiriliyor.

Çerkeslerin Türk istihbaratında oynadığı rol, Karadeniz bölgesinin jeopolitiğinde Rusya'ya üstünlük sağladığından Moskova'nın Ankara ile koordinasyon kurmaktan başka çaresi kalmamıştır. Türk derin devleti ile Kırım Tatarları arasındaki sağlam bağlar, Rusya’nın bu bölgede yayılmasına karşı mücadelede kilit bir faktör olarak rol oynuyor.

Bu üstünlük, ABD'nin sadece gözlemci olarak kaldığı Ermenistan'da Rusya ile yaşanan çatışmada da açıkça görüldü. Hatta bazıları Türkiye'nin, Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevi için aday gösterdiği Joel Rayburn'ün geri çekilmesinde parmağı olduğunu, çünkü Türkiye'nin uzun süredir Rayburn'ün Suriye konusundaki vizyonuna karşı çıktığını söylüyor. Bir de Trump'ın Türkiye’deki elçisi olmaktan ziyade şakayla karışık ‘Türkiye'nin Ortadoğu Temsilcisi’ olarak anılan ABD'nin Ankara Büyükelçisi (Tom Barrack) var ki, bu da Türkiye'nin ABD'nin üst düzey çevrelerinde ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Türkiye ve Hava Kuvvetleri istihbaratı: Bayraktar'dan Kaan'a

Polonya ve Macaristan başta olmak üzere Avrupalılar bile, Türk Hava Kuvvetleri'nin dikkat çekici yükselişi nedeniyle, sadece istihbarat konusunda değil, askeri teknoloji konusunda da Türkiye'ye güvenmeye başladılar. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu durum artık ABD savunma sanayisine girmeye hazırlanan Bayraktar İHA’larıyla sınırlı kalmayıp Türk istihbaratının, özellikle Hakan Fidan'ın rolüyle yükselişe geçen Pavo Group ve Canik Arms gibi daha küçük şirketleri de kapsıyor.

“Küresel güçlerin savunma tedarikçisi olarak Türkiye'ye yönelmesinin sebebi sadece teknoloji değil, aynı zamanda insan ve teknik unsurları içeren entegre bir istihbarat sistemi olması da buna itiyor.

Fidan, dışişleri bakanlığı görevini üstlenmeden önce yaklaşık 15 yıl boyunca Türkiye'nin istihbarat teşkilatının başında görev yaptı. Ayrıca, Ankara'nın Latin Amerika'dan Afrika ve Güney Asya'ya kadar uzanan etki alanını genişletmesinde önemli bir rol oynayan, Türkiye'nin dünya çapındaki yardım programından da sorumluydu.

Endonezya tarafından satın alınan ve diğer Doğu Asya ülkelerinin de ilgisini çeken TUSAŞ Kaan savaş uçağı, sadece bir mühendislik projesi değil, Türkiye'nin ABD'ye bağımlı olmadan kendi motorlarını geliştirme konusundaki bağımsızlığının da bir ifadesidir.

dfgt
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bölünmüş başkenti Lefkoşa'da, 1974 yılında Kıbrıs'ın işgalini anmak için düzenlenen askeri geçit törenine katıldılar, 20 Temmuz 2025 (Reuters)

Küresel güçlerin savunma tedarikçisi olarak Türkiye'ye yönelmesinin sebebi sadece teknoloji değil, aynı zamanda insan ve teknik unsurları içeren entegre bir istihbarat sistemi olması da buna itiyor. Türkiye'nin ABD ve Avrupa'ya tamamen bağımlı olmadan öğrenme, uyum sağlama ve yenilik yapma kabiliyeti, onu ABD’nin savunma alanında hegemonyasına alternatif arayan Afrika, Asya ve hatta Güney Amerika ülkeleri için cazip bir seçenek haline getirdi.

Türk istihbaratının yükselişi Trump'ın dikkatini çekerken, Avrupalılar da Ankara'yı Rusya ve Çin'e karşı stratejik bir seçenek olarak görmeye başladı.


İsrail Dışişleri Bakanlığı, Trabzon'daki eyleme tepki gösterdi

Kafasına çuval geçirilen Netanyahu maketinin üzerine "Savaş suçlusu" yazılı bir kağıt da asıldı (X/Kemalsaglamart1)
Kafasına çuval geçirilen Netanyahu maketinin üzerine "Savaş suçlusu" yazılı bir kağıt da asıldı (X/Kemalsaglamart1)
TT

İsrail Dışişleri Bakanlığı, Trabzon'daki eyleme tepki gösterdi

Kafasına çuval geçirilen Netanyahu maketinin üzerine "Savaş suçlusu" yazılı bir kağıt da asıldı (X/Kemalsaglamart1)
Kafasına çuval geçirilen Netanyahu maketinin üzerine "Savaş suçlusu" yazılı bir kağıt da asıldı (X/Kemalsaglamart1)

İsrail Dışişleri Bakanlığı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun maketinin cumartesi günü Trabzon'da "Netanyahu'ya idam" afişiyle birlikte bir inşaat vincine asılmasına tepki gösterdi.

Pazar günü X'te yapılan paylaşımda, Artvin Çoruh Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde öğretim üyesi olan Kemal Sağlam'ın öncülüğüyle gerçekleştirilen eylemde TOKİ konutları inşaatındaki bir vincin kullanıldığı hatırlatıldı:

Türk akademisyen Başbakan Netanyahu'nun maketini bir 'İdam Cezası' afişiyle birlikte asıyor. Bir devlet şirketi gururla yardım ediyor. Türk yetkililer bu skandala karşı çıkmadı. Erdoğan'ın Türkiyesi'nde nefret ve antisemitizm kınanmıyor, kutlanıyor.

Sağlam, yerel basına yaptığı açıklamada Gazze'deki katliamlara dikkat çekmek istediğini belirterek "İsrail hükümetinin politikası uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal ediyor" demişti. 

Türkiye'deki resmi makamlar henüz konuya dair herhangi bir açıklama yapmadı. 

Gazze savaşı Ankara-Tel Aviv ilişkilerini gerse de Türkiye, Mısır ve Katar'la birlikte ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik planının garantörlerinden biri oldu. 

ABD'nin talebi üzerine Türkiye, ateşkes ve rehine takası anlaşmasını imzalaması için Hamas'ı ikna etmişti. Trump da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a desteği için teşekkür etmişti.

Diğer yandan Türkiye'nin Gazze Şeridi'ne konuşlandırılacak uluslararası güvenlik gücünde yer alamayabileceği son günlerde bildiriliyor.

ABD Dışişleri Marco Rubio, Gazze'de görev yapacak güvenlik gücünün İsrail tarafından da onaylanması gerekeceğini cuma günü söyledi.

Rubio, Türkiye'nin katılımına dair doğrudan açıklama yapmazken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Yardımcısı JD Vance'le 22 Ekim'de yaptığı görüşmede Türkiye'nin olası rolüne dair "Bu konuda karar İsrail yönetimine danışılarak alınacak. Çok net görüşlerim var" demişti.

Independent Türkçe, RT, Haber61


Reuters: Türkiye, ABD ve Avrupa’yla savaş jeti pazarlığında

Analizde, Erdoğan'ın son dönemdeki diplomatik başarılarını kullanarak ABD'yle savaş jeti anlaşmalarını tamamlamak istediği yazılıyor (Reuters)
Analizde, Erdoğan'ın son dönemdeki diplomatik başarılarını kullanarak ABD'yle savaş jeti anlaşmalarını tamamlamak istediği yazılıyor (Reuters)
TT

Reuters: Türkiye, ABD ve Avrupa’yla savaş jeti pazarlığında

Analizde, Erdoğan'ın son dönemdeki diplomatik başarılarını kullanarak ABD'yle savaş jeti anlaşmalarını tamamlamak istediği yazılıyor (Reuters)
Analizde, Erdoğan'ın son dönemdeki diplomatik başarılarını kullanarak ABD'yle savaş jeti anlaşmalarını tamamlamak istediği yazılıyor (Reuters)

Türkiye bölgedeki hava gücünü artırmak için Avrupa ve ABD'den savaş jetleri satın alma çalışmalarını hızlandırdı.

Reuters'ın analizinde Ankara yönetiminin, ABD'nin tedarik ettiği F-15, F-16 ve F-35 jetlerine sahip İsrail'in Gazze, İran, Suriye, Lübnan ve Katar'a düzenlediği saldırılar karşısında tedirgin olduğu yazılıyor. Türkiye'nin "potansiyel tehditlere karşı koymak ve savunmasız kalmamak için hava gücünün hızla artırılmasını" istediği ifade ediliyor.

Kimliğinin paylaşılmaması şartıyla konuşan bir kaynak, Türkiye'nin acil ihtiyacını karşılamak için Katar ve Umman'dan 12 adet kullanılmış Eurofighter Typhoon jeti satın alacağını söylüyor.

Satışın, Eurofighter konsorsiyumundaki Birleşik Krallık (BK), Almanya, İtalya ve İspanya tarafından onaylanması gerekiyor. Bu süreçte 28 yeni savaş uçağının daha ileri tarihlerde tedarik edilmesi planlanıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Katar ve Umman ziyaretlerinde jet sayısı, fiyatlandırma ve teslim takvimini gündeme getireceği öne sürülüyor.

BK ve Türkiye, temmuzda 40'a yakın Eurofighter uçağı için ön anlaşma imzalamıştı. Londra yönetiminden bir kaynak, "Sözleşmenin son detaylarını yakında belirlemeyi umuyoruz" diyor.

Türkiye Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, nihai bir anlaşmaya varılmadığı ve Britanya'yla görüşmelerin olumlu yönde ilerlediği, diğer konsorsiyum üyelerinin de jet tedarikini desteklediği belirtiliyor.

Katar ve Umman ise gelişmelerle ilgili yorum yapmadı.

Türkiye, 2020'de Rus menşeli S-400 hava savunma sistemlerini satın almış, ABD de misilleme olarak CAATSA yaptırımlarını devreye sokup Ankara'yı F-35 programından çıkarmıştı.

Analizde, Erdoğan'ın geçen ay Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump'la görüşmesinde ilerleme sağlanamadığı savunuluyor. Ancak Türkiye'nin, Gazze savaşında Hamas'ı ateşkes anlaşmasını imzalamaya ikna etmekte oynadığı rolle ivme kazandığı, bu sayede CAATSA yaptırımlarını aşmayı istediği aktarılıyor.

Kaynaklar, Trump'ın özel bir "muafiyet" kararı alarak, F-35 tedarikinin önünü açabileceğini söylüyor. Ankara'nın ilerleyen süreçte Washington'a böyle bir hamle teklifiyle gidebileceği öne sürülüyor.

AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Harun Armağan şu yorumları yapıyor:

CAATSA meselesinin çözülmesi gerekiyor. Bunun başkanlık muafiyetiyle mi yoksa Kongre kararıyla mı olacağı ABD'nin inisiyatifinde. Diplomasi ve işbirliği çabaları sürerken, bu CAATSA meselesi biraz tuhaf görünüyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Trump'ın Türkiye'nin stratejik önemini bildiğini ve "tüm bu bekleyen sorunlara yaratıcı çözümler aradığını" söylüyor. Ancak olası planlara dair daha fazla bilgi paylaşmıyor.

Reuters, Türkiye'nin Batılı ülkelerden silah tedarikinde yaşadığı zorlukların ardından kendi beşinci nesil savaş uçağı KAAN'ı geliştirdiğine de dikkat çekiyor. Ancak KAAN'ın, Türk hava gücünün belkemiğini oluşturan F-16'ların yerini almasının yıllar sürebileceği yazılıyor. Ayrıca hava savunma sistemi Çelik Kubbe'nin geliştirme sürecinin de hızlandırıldığı belirtiliyor.

Independent Türkçe, Reuters, Defence News