Kamuoyu yaklaşan 5’li Arap Zirvesi’ne odaklandı

Sisi ve Muhammed bin Zayed Mısır-BAE iş birliğini geliştirme olanaklarını görüştü

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Âl Nahyan BAE’li mevkidaşı pazar günü el-Alameyn şehrindeydi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Âl Nahyan BAE’li mevkidaşı pazar günü el-Alameyn şehrindeydi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
TT

Kamuoyu yaklaşan 5’li Arap Zirvesi’ne odaklandı

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Âl Nahyan BAE’li mevkidaşı pazar günü el-Alameyn şehrindeydi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Âl Nahyan BAE’li mevkidaşı pazar günü el-Alameyn şehrindeydi (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Arap ve bölgesel gözlemcilerin dikkati, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ürdün, Bahreyn ve Irak olmak üzere 5’li Arap liderler zirvesi düzenlenmesinin beklendiği, Mısır’ın kuzeybatı kıyısındaki el-Alemeyn şehrine odaklandı.
Diğer yandan, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve BAE Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed Âl Nahyan dün (Pazar), ekonomi ve kalkınma alanları başta olmak üzere iki ülke arasında iş birliğini genişletme fırsatlarını görüşmek üzere bir araya geldi. Sisi dün, BAE Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed Âl Nahyan’ı el-Alameyn Havalimanı’nında karşıladı. Mısır Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “İki liderin görüşmesi sırasında, uluslararası meseleler, bölge güvenliği ve Arap dünyasındaki mevcut durum hakkında vizyonları ele alındı ve görüş alışverişi yapıldı” ifadelerine yer verildi.
Mısır Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Bessam Radi toplantı ile ilgili olarak “Arap dünyasının tanık olduğu zorluklara karşı mücadele için Arap ortak eyleminin ve saflarının güçlendirilmesinin önemi vurgulandı. Bölge ülkelerinin krizlerine yönelik kalıcı çözümlere ulaşmayı amaçlayan tüm çabaları birleştirmenin, bölgede güvenlik ve istikrarın temellerinin atılmasının yanı sıra halklar için istikrar ve barışın sağlanmasına katkıda bulunduğu belirtildi” açıklamasında bulundu.


Sisi, Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan’ı karşılıyor

İkili düzeyde, iki kardeş ülke arasındaki iş birliği yollarının, ilişkilerin ufkunu genişletmek için birçok umut verici fırsatının yanı sıra ve halkları için sürdürülebilir kalkınma, ilerleme ve refah elde etmek üzere özellikle ekonomik ve kalkınma alanlarında stratejik ortaklığı güçlendirme ele alındı.
Bu sırada, eXtra news kanalı da dahil olmak üzere yerel Mısır medyası, ‘konu hakkında bilgili’ olarak nitelendirilen bir kaynaktan “Mısır, BAE, Ürdün, Bahreyn ve Irak liderlerinin el-Alameyn şehrinde yaklaşan bir zirve yapacaklarını” aktardı. Kaynak bunun için herhangi bir tarih belirtmedi.
Kanal, kaynağın “Zirve, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin daveti üzerine, ülkeler arasında daimi koordinasyon ve istişare çerçevesinde, ortak Arap eylemini güçlendirmek ve Arap-Arap ilişkilerini mevcut çeşitli uluslararası ve bölgesel zorluklar karşısında ileri bir düzeye taşımak üzere toplanacak” ifadelerini de aktardı.
Söz konusu 5 ülke, ekonomik ve kalkınma iş birliğini geliştirmeyi amaçlayan üçlü ve ikili iş birliğinde bulunuyor. Geçtiğimiz birkaç ay içinde, farklı noktalarda içlerinden bazı liderlerinin toplantılarına tanık olundu.
Güney Sina’da yer alan Şarm eş-Şeyh şehri Haziran ayında, Mısır, Ürdün ve Bahreyn liderlerinin gerçekleştirdiği bir zirveye ev sahipliği yaptı. Zirvede Stratejik ilişkiler, üç ülke arasındaki ikili iş birliği yolları ve ortak ilgi alanına giren çeşitli konularda karşılıklı koordinasyonun yanı sıra bölgesel ve uluslararası alandaki son gelişmeler ve bölgenin mücadele ettiği zorluklar ele alındı.
Şarm eş-Şeyh’teki bu zirve, ABD Başkanı Joe Biden’ın da katıldığı Suudi Arabistan’daki Cidde Zirvesi’nden yaklaşık bir ay önceydi.
Söz konusu 5 ülkeden bazılarının yer aldığı başka bir zirve Nisan ayında Mısır’da gerçekleşmişti. Zirvede Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi, Ürdün Kralı II. Abdullah ve o sırada Abu Dabi Veliaht Prensi olan Şeyh Muhammed bin Zayed Al Nahyan ile görüştü. Mısır Cumhurbaşkanlığı tarafından o dönemde yapılan açıklamada 3 liderin “Bölgesel ve uluslararası çok sayıda gelişmelerden kaynaklanan ekonomik ve sosyal krizlerin yanı sıra bölgenin karşı karşıya olduğu büyük zorlukların gölgesinde, iki ülke arasındaki ilişkileri genişleten, ortak çıkarlar sağlayan ve ortak Arap eylemi kapsamında gelen stratejik ortaklığın ufuklarını genişletmeye başlama isteklerini” ele aldıkları açıklandı.
Bir başka zirvenin düzenlendiği yer de Mart ayında Ürdün’ün Akabe şehri olmuştu. Ürdün Kralı II. Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı’nı ve o zaman Abu Dabi Veliaht Prensini ve Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’yi ağırladı. Üç lider o dönemde başka bir görüşmeye de katıldı. Görüşmeye, Ürdün Kralı II. Abdullah’ın huzurunda, Ürdün Veliaht Prensi, Suudi Arabistan Devlet Bakanı ve Bakanlar Kurulu üyesi Prens Turki bin Muhammed bin Fahd, Şeyh Hamdan bin Muhammed bin Zayed Al Nahyan ve BAE Devlet Başkanlığı İşleri’nde Özel Danışman Şeyh Muhammed bin Hamad bin Tahnun Al Nahyan’da katıldı.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.