Endonezya Devlet Başkanı ilk R20 Dinler Zirvesi’nin açılışını yaptı

Endonezya Devlet Başkanı ve Rabıta Genel Sekreteri, G20 tarihinde düzenlenen ilk R20 zirvesi katılımcıları ile birlikte (Şarku’l Avsat)
Endonezya Devlet Başkanı ve Rabıta Genel Sekreteri, G20 tarihinde düzenlenen ilk R20 zirvesi katılımcıları ile birlikte (Şarku’l Avsat)
TT

Endonezya Devlet Başkanı ilk R20 Dinler Zirvesi’nin açılışını yaptı

Endonezya Devlet Başkanı ve Rabıta Genel Sekreteri, G20 tarihinde düzenlenen ilk R20 zirvesi katılımcıları ile birlikte (Şarku’l Avsat)
Endonezya Devlet Başkanı ve Rabıta Genel Sekreteri, G20 tarihinde düzenlenen ilk R20 zirvesi katılımcıları ile birlikte (Şarku’l Avsat)

Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo, G20 kapsamındaki R20 Dinler Zirvesi’nin Bali’deki (bu yıl G20’nin merkezi) açılışını gerçekleştirdi. Endonezya'nın en büyük İslami örgütü Nahdlatul Ulema (NU) ve Dünya İslam Birliği’nin (Rabıta) ortaklaşa düzenlediği zirve, ‘Toplumlar üzerindeki manevi etkisi göz önüne alındığında din olgusunu küresel çözümlerin bir kaynağı olarak vurgulamak’ sloganı altında uluslararası düzeyde önde gelen etkin ve etkili dini liderlerin huzurunda gerçekleştirilecek.
Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri ve zirvenin eş başkanı Şeyh Dr. Muhammed el-İsa, G20 zirvesi çerçevesinde Rabıta ve NU tarafından kurulan küresel girişim niteliğindeki R20 platformunun başlatıldığını duyurdu. Dünyanın en güçlü ekonomilerinden oluşan G20 liderliğinin, tarihteki ilk dinlerin takipçileri ile iletişimi temsil edecek olan bu platforma onay verdiğini vurguladı.
Endonezya Devlet Başkanı, Müslüman Dünya Birliği Genel Sekreterine memnuniyetlerini belirttiği açılış konuşmasında, coğrafyası, tarihi, dinleri, etnik kökenleri ve burada konuşulan diller ile Endonezya’yı karakterize eden kapsamlı çeşitliliğe değindi. Aynı zamanda “Endonezya birçok kabile, dil ve dine sahip bir ülke. Biz hoşgörü, bir arada yaşama ve farklılıklarda bir olma ilkesi altında tek bir devletin bayrağı altında birleştik” vurgusunda bulundu.
Çeşitli dini liderlerin bağımsızlığın ve ulusal birliğin önemli bir parçası haline geldiğini belirtti. Widodo, hükümetin kalkınma programlarının başarısında önemli bir rol oynayan farklı dinlerin takipçisi halklar arasındaki iş birliğinin Endonezya'nın gururu olduğunu vurguladı.
Abdulkerim el İsa, geçmişte ve şimdiki medeniyetler çatışmasının sebeplerinin çoğunda, dinlerin gerçek öğretilerinde değil, bazı dinlerin takipçilerinin eylemleriyle dinlerin öğretilerindeki “görünüşte” köklere dönmeden kaynaklandığını ifade etti. Dini kimliğin, bilhassa dini azınlıklarla ilgili, kaçınılmaz olarak ulusal kimlikle çeliştiğine dair riskli inancın bulunduğunu hatırlatan el İsa, bu dini öğretilere ve ulusal çeşitliliğe sahip toplumlarda bir arada yaşama ve uyumun gerekliliğiyle yüzleşen birtakım zorlukların atfedildiğini ifade etti. Müslümanların, kesin olarak ve açık dini metinlerle İslam'ın çatışmayı ve medeniyet çatışmasını kategorik olarak reddettiğini vurguladıklarını belirtti.
Hikmet ve dürüstlük mantığının, isteklerin ve teorilerin ötesinde girişimler ve başarılara kadar uzandığına dikkat çeken el İsa, “Bu önemli platform aracılığıyla, ‘Doğu ile Batı Arasında Köprülerin Kurulması Forumu’ girişimini başlatmaktan memnuniyet duyuyoruz. Böylece onlarca yıldır süren, ancak kimsenin amacına ulaşamadığı klasik ayrılıkların ve düşmanlıkların aşılmasını umuyoruz” ifadelerini kullandı.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.