Netanyahu’nun zaferi, Mısır-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler?

Gözlemciler, Kahire’nin hükümetin Filistinlilere yönelik radikal davranışını düzeltmek amacıyla Netanyahu’nun dönüşüyle pragmatik bir şekilde ilgileneceği görüşünde.

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
TT

Netanyahu’nun zaferi, Mısır-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler?

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir süre önce bir araya gelmişlerdi. (AFP)

İbrahim Abdulmecid
İsrail’de son sözü oy sandıkları söyledi ve Binyamin Netanyahu iktidara geldi. Dikkatler, zafer kazanıp kazanmayacağını merak etmekten, hükümetinin şeklini ve özellikle komşu ülkeler olmak üzere farklı konularla nasıl ilgileneceğine yöneldi. Sağ eğilimli Başbakan, daha sert bir hükümet şekline doğru ilerliyor gibi görünüyor. Bu durum, (İsrail ile uzun bir sınırı olan ve İsrail ordusu ile Gazze Şeridi’ndeki Filistinli gruplar arasında sık sık çıkan çatışmalarda geleneksel arabuluculuk yapan) başta Mısır olmak üzere Tel Aviv ile barışçıl ilişkilere sahip Arap ülkeleriyle ilişkilerini etkileyebilir.
Netanyahu, görevden ayrılmasından 18 aydan kısa bir süre sonra, kampının Knesset’te 65 sandalye kazanmasının ardından geçtiği büyük kapıdan başbakanlığa geri döndü. Bu çoğunluk, onu bir hükümet kurmaya yetkin kılan ve İsrail’i yaklaşık üç yıl içinde beş yasama seçimine itmiş kırılgan çoğunluğa sahip hükümetlerin tehlikelerinden koruyan rahat bir çoğunluk.

Çifte radikalizm
İsrail’in ‘şahinlerinden’ biri olarak nitelendirilen Netanyahu’nun hükümeti, ister birinci başbakanlık döneminde (1996- 1999) isterse de ikinci döneminde (2009-2021) olsun, önceki hükümetlerinden daha sert olacak gibi görünüyor. Öyle ki seçimlerdeki iki müttefikinden biri olan Şas 11 sandalye, Dini Siyonizm ise 14 sandalye elde etti. İsrail medyası tarafından yayınlanan sonuçlara göre Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi, 32 sandalye kazandı.
İsrail’de geçen salı günü yapılan seçimlerin sonuçlarındaki en belirgin sürpriz Dini Siyonizm Partisi’nin yükselişi oldu. 14 sandalye kazandı. Yani Knesset’teki en büyük üçüncü parti oldu. Bu, partinin en önde gelen liderlerinden Itamar Ben Gvir’in gelecek hükümete taraf olacağı anlamına geliyor. Itamar Ben Gvir, İsrail ve ABD’de terörist ilan edilen radikalizm yanlısı Yahudi Kach Hareketi’nin bir üyesi.
Ben Gvir, sekiz kez Filistinlilere karşı şiddet eylemlerine karışmakla ve onlara karşı provakasyon yürütmekle suçlandı. Suçlamalar arasında nefreti körüklemek ve terör örgütlerini desteklemek de var. Bir avukat olarak çalışmalarının büyük bir bölümünü yerleşimci davalarını savunmaya adadı. Ben Gvir, İsrail’in bir Yahudi- Siyonist devleti olduğu fikrini savunuyor. Arap kökenli İsraillilere (1948 Arapları) atıfla ‘sadakatsiz’ Arap vatandaşlarının sınır dışı edilmesini talep ediyor ve bir Filistin devletinin kurulmasını reddediyor.

“Faşist hükümet”
Filistinli Siyaset Bilimi Profesörü Eymen er-Ragab, İsrail hükümeti içindeki bu radikal ideolojinin varlığının onu ‘aşırı faşist’ bir hükümet haline getireceğine dikkati çekti. Ragab, “Netanyahu, hükümeti içindeki aşırı sağ üyelerini siyasi tecrübesiyle dizginleyemezse bu durum, farklı konuların ele alınmasını etkileyecektir” dedi.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı haberinde açıklamalarda bulunan Ragab, tüm forumlarda ‘Araplara ölüm’ sloganları atan, ‘ötekini reddetme’ fikirlerinin sahibi Ben Gvir’in, bakanlık görevi üstlenmesi durumunda Kudüs’ü Yahudileştirme planlarını uygulayacağını söyledi. Eymen er-Ragab sözlerini şöyle sürdürdü:
“Filistinlilere saldırabilir veya onları yüzüstü bırakabilir. Başta Mısır ve Ürdün olmak üzere İsrail ile barış ilişkisi olan Arap ülkelerine baskı yapacak ve bu ülkeler elbette beklenen bu radikal uygulamaları reddedeceklerdir. Bu da iki ülkenin Tel Aviv ile ilişkisini zorlayabilir.”
Profesör ayrıca, Kudüs’teki kutsal mekanların denetçisi olması nedeniyle Ürdün üzerindeki baskının daha da artacağına dikkat çekti.

Tehlikeyi sezme
Ben Gvir, seçimlerden önce Netanyahu ile hükümet kurmak için müzakerelere girmesi durumunda iç güvenlik pozisyonunu devralmak isteyeceğini açıklamıştı.
Diğer yandan Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şukri, geçen perşembe günü ABD’li mevkidaşı Antony Blinken ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail seçimlerinin sonuçlarına değindi. Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre Şukri, ‘Filistin topraklarında sükuneti korumanın, Filistin halkına karşı her türlü tırmandırıcı veya kışkırtıcı önlemden kaçınmanın ve yeni İsrail hükümetinin kurulmasından sonra barış sürecini yeniden başlatma çabalarını yoğunlaştırmanın’ önemli olduğunu dile getirdi. Bu çerçevede Kahire, yeni İsrail hükümetinin net olmasını bekliyor.
Ragab, Kahire’nin mevcut haliyle radikal sağdan kaynaklanan tehlikeyi sezdiğini, Filistin’deki durumun istikrarından endişe duyduğunu ve aşırılık göstergesinin yükselişinin farkında olduğunu belirtti. “Mısır, ateşkesi dayatmada önemli bir rol oynayacak ve Filistinlilerin İsrail hükümetinden ayrılmasına izin vermeyecek” dedi.
Aynı şekilde el-Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi danışmanı Hasan Ebu Talib de İsrail hükümetlerinin tüm sınıflandırmalarıyla birlikte Mısır’la pragmatik bir şekilde ilgilendiğini belirtti. Ebu Talib, Netanyahu’nun ‘Mısır’ın konuya dair rolünü etkisiz kılma veya rolünü daha az önemli hale getirme’ çabalarına rağmen Mısır’ı, Filistin davasında rol oynayan bir ortak olarak nitelendirdi. Ebu Talib’e göre Netanyahu, Gazze’deki gruplarla çatışmalar sırasında defalarca tekrarlandığı gibi Filistin’de işlerin kötüye gitmesini önlemek için Kahire’nin neler yapabileceğinin de farkında.

İki devletli çözüm
Independent Arabia’ya konuşan Hasan Ebu Talib şu açıklamada bulundu:
“Mısır’ın seçim sonucuyla ilişkisi doğrudan değil, yeni hükümetin ister Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde isterse de 1948 Filistin toprakları içinde olsun, Filistinlilere karşı üstleneceği politika ve uygulamalarla ilgili.”
Bu seçimlerdeki en önemli değişkenin, yeni İsrail hükümetine damgasını vuracak aşırı radikalizm olduğunu belirten Ebu Talib, seçim kampanyalarını ve adayların açıklamalarını takiple şunları söyledi:
“Hükümetin daha fazla yerleşim yerine imza atması beklenebilir. Bu durum da Filistin Ulusal Otoritesi üzerinde daha fazla baskı anlamına geliyor. Bu noktada Mısır, Filistin Otoritesi’nin yetki süresinin dolmasına ve iki devletli çözüme karşı dikkatli olmalıdır.”
Ebu Talib, Filistin yönetiminin performansına ilişkin tüm yorumlara rağmen, varlığını sürdürmesinin ‘iki devletli çözümü koruduğunu’, buna karşılık Netanyahu ve çevresindeki tüm radikalizm yanlılarının da iki devletli çözümü engellemeye ve bitirmeye yöneleceğini vurguladı. El-Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi danışmanına göre bu da Filistin davasını 1993’te imzalanan Oslo Barış Anlaşması’nın öncesine götürüyor. Netanyahu’nun önceki hükümetinde İsrail’i ‘tamamen Yahudi’ bir devlet olmaya çağırdığına ve İsrail vatandaşlığına sahip Arapların bile haklarını inkâr ettiğine dikkati çeken Hasan Ebu Talib sözlerine şöyle devam etti:
“Bu çağrıları yeniden gündeme getirmesi ile Filistinlileri yerinden etmek, öldürme ve yerleşim operasyonlarını genişletmek için çalışması bekleniyor. Bu noktada başta Mısır ve Ürdün olmak üzere Arap ülkeleri bu uygulamalarla ilgilenecektir. İsrail’in önlemleri ne kadar katı olursa, Kahire ve Amman da o kadar çok iki devletli çözümü korumak için çalışmak zorunda kalacak.”

Pragmatik yaklaşım
Ebu Talib, Kahire’nin Netanyahu’nun hükümete dönüşüyle ​​pragmatik bir şekilde ilgileneceğini vurgularken, bunun ise Netanyahu’nun radikalliğini memnuniyetle karşılamak anlamına gelmediğini söyledi. Hasan Ebu Talib’e göre aksine hükümetin Filistinlilere yönelik radikal davranışını ‘onarmak’ amacıyla ABD tarafını diyaloga dahil etme girişimi de dahil, İsrail hükümetiyle doğrudan ve dolaylı diyalog kanalları var. ABD Başkanı Joe Biden, iki devletli çözümü desteklediğinden bahsederken Mısır, bu rolü Avrupa ülkeleriyle de oynayacak. Aynı şekilde danışman, ancak ABD başkanlık seçimlerine iki yıldan az bir süre kaldığı göz önüne alındığında Washington’ın İsrail üzerindeki baskısının sınırları olacağını belirtti.
İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, 22 Ağustos’ta aynı ayın başlarında Mısır arabuluculuğunda bir ateşkesle sona eren son Gazze savaşı nedeniyle Mısır-İsrail ilişkilerinde bir krizin yaşandığını açıkladı. Gantz ayrıca, “Mısır önemli bir bölgesel oyuncu ve İsrail’in en önemli dostlarından biri” dedi. Diğer yandan İsrail Güvenlik Teşkilatı Şin Bet Başkanı Ronen Bar’ın Kahire ziyaretiyle Tel Aviv’in ilişkileri iyileştirmek istediği görüldü. Ronen Bar, Gazze’deki ateşkesi takip etmek ve sakinliği korumak için Mısır Genel İstihbarat Teşkilatı Başkanı ile bir araya gelmişti.

Yakınlaşma adımları
Mısır-İsrail ilişkileri geçtiğimiz iki yıl boyunca, eski Başbakan Naftali Bennett’ın Eylül 2021’de Şarm Eş-Şeyh’i ziyareti sırasında birkaç yakınlaşma adımına tanık oldu. Bu, bir İsrail başbakanının 2011’den bu yana Mısır’a yaptığı ilk ziyaretti ve ardından geçen mart ayında bir başka ziyaret daha gerçekleşti. Ekim 2021’de devlete ait ‘EgyptAir’ havayolunun İsrail’e ilk uçuşu yapıldı. Bu, İsrail Havacılık İdaresi tarafından ‘tarihi bir adım’ olarak nitelendirildi.
Aynı şekilde Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki Refah sınır bölgesinde sınır muhafızlarının sayı ve kabiliyetleri artırılarak Mısır askeri varlığını güçlendirmeye imkân verecek şekilde barış anlaşmasının güvenlik eki değiştirildi. Bu, Kasım 2021’de Mısır-İsrail Ortak Askeri Komitesi’nin toplantısı sonucunda ilan edildi. Mısır silahlı kuvvetleri, anlaşmanın Mısır ulusal güvenliğini koruma, sınırları kontrol etme ve güvence altına alma çabalarının bir parçası olduğunu bildirdi.



Trump’ın kararları Suriye’nin çehresini nasıl değiştirdi?

Geçen 10 Kasım’da Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında gerçekleşen görüşmeden bir kare (AFP)
Geçen 10 Kasım’da Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında gerçekleşen görüşmeden bir kare (AFP)
TT

Trump’ın kararları Suriye’nin çehresini nasıl değiştirdi?

Geçen 10 Kasım’da Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında gerçekleşen görüşmeden bir kare (AFP)
Geçen 10 Kasım’da Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara arasında gerçekleşen görüşmeden bir kare (AFP)

Bölgesel ve uluslararası düzeyde son derece karmaşık bir tabloda; güvenlik dosyalarının stratejik, ekonomik başlıkların ise siyasi alanla iç içe geçtiği bir ortamda, ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Ocak 2025’te Beyaz Saray’a dönüşünden bu yana Suriye dosyasına yaklaşımını yeniden şekillendiriyor. Barack Obama ve Joe Biden dönemlerinde tereddütler ve çelişkili gündemlerle karakterize edilen Amerikan politikalarının ardından Washington, bugün ideolojik kaygılardan ve uzun vadeli riskli bahislerden uzak, sahada sonuç üretmeyi ve hassas dengeleri kontrol etmeyi önceleyen daha doğrudan ve “pragmatik” bir çizgiye yönelmiş durumda.

Bu yeni yaklaşım; eski rejimin çöküşü, iç meşruiyetini pekiştirmeye ve uluslararası tanınma elde etmeye çalışan yeni bir hükümetin yükselişi, DEAŞ tehdidinin sürmesi, İran nüfuzunun gerilemesi ve Suudi Arabistan, Türkiye ile Katar’ın artan bölgesel rolleri gibi Suriye sahasındaki temel değişkenlere yanıt niteliği taşıyor. Bu çerçevede Washington, Orta Doğu’da istikrarı dayatma, doğrudan askerî angajmanın maliyetini azaltma ve kalkınma ile yatırım projelerinin önünü açma esasına dayanan “Trump doktrini” ile uyumlu bir yeniden konumlanmaya gidiyor.

İdeolojiden önce çıkarlar

Abaad Eğitim ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nden Firas Fahham, Trump’ın Suriye politikasının “tam anlamıyla pragmatik” olduğunu, uluslararası ve ekonomik çıkarları merkeze alarak yeni Suriye hükümetinin ideolojik arka planını ikinci plana ittiğini belirtiyor. Fahham’a göre Washington ile Şam arasındaki yeni kesişimin temel dayanağı, “İran’ın Suriye’ye yeniden nüfuz etmesinin önlenmesi” hedefi ve bu başlık mevcut ABD yönetiminin öncelikleri arasında ilk sırada yer alıyor.

Bu yaklaşımın, ABD’nin bölgedeki Arap müttefiklerinin tutumlarından ayrı düşünülemeyeceğini vurgulayan Fahham; başta Suudi Arabistan olmak üzere Türkiye ve Katar’ın yeni Suriye hükümetine açık destek verdiğini, Trump yönetiminin de bu tutumlara “bölgesel ittifakların yeniden inşasında temel bir sütun” olarak yanıt vermeye hazır olduğunu ifade ediyor.

fgthyu
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın, 24 Mayıs’ta Türkiye’de Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile gerçekleştirdiği görüşmeden bir kare (EPA)

Önceki yönetimlerle kıyaslandığında Fahham, Obama ve Biden dönemlerinin “İran’ın bölgede elinin serbest bırakıldığı, özellikle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile kurulan yakın ittifak üzerinden azınlık nüfuzunun desteklendiği bir çizgi izlediğini; bunun da sahayı daha karmaşık hâle getirdiğini ve güvenliği sağlayabilecek merkezi bir devletin kurulma ihtimalini zayıflattığını savunuyor.

Riyad’dan Washington’a: Dönüm noktaları

Trump’ın yeni Suriye politikasındaki kritik duraklara değinen Fahham, başlangıç noktasının Haziran ayında Riyad’da yapılan görüşmeler olduğunu söylüyor. Bu temaslar sırasında ABD Başkanı Trump, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talebiyle Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırıldığını açıklamış; bu adım Washington’dan Şam’a gönderilen ilk olumlu mesaj olarak yorumlanmıştı. Ardından Trump, Suudi Veliaht Prensi ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’yı bir araya getiren üçlü bir görüşme gerçekleştirdi. Trump’ın Şara’ya yönelik dikkat çekici övgüleri, ABD’nin siyasi açılım arzusunu açık biçimde ortaya koydu.

d
10 Kasım’da Washington’da Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın ABD Başkanı Donald Trump ile Beyaz Saray’daki görüşmesinin ardından, Suriye liderinin destekçileri Beyaz Saray önünde toplandı (EPA)

Fahham’a göre asıl dönüm noktası ise Kasım ayında düzenlenen Washington Zirvesi oldu. Trump’ın Beyaz Saray’da Cumhurbaşkanı eş-Şara’yı kabul ettiği bu görüşme, kritik bir kırılma anı olarak değerlendiriliyor. Zirvenin ardından ABD yönetimi, Kongre üzerinde Sezar Yasası’nın iptali için baskı kurmaya başladı; eş zamanlı olarak Suriye’nin DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyona dâhil edildiği açıklandı. Bu gelişmeler, iki ülke arasındaki ilişkinin sınırlı koordinasyondan ittifaka yakın bir düzeye taşındığını gösterdi.

SDG ve Fırat’ın doğusunun geleceği

SDG dosyasına ilişkin değerlendirmesinde Fahham, Trump yönetiminin konuya tamamen pratik bir pencereden yaklaştığını; yeni Suriye hükümetiyle ilişkiler ile Türkiye’nin çıkarları arasında denge gözettiğini belirtiyor. Biden dönemine kıyasla SDG’ye verilen desteğin belirgin biçimde azaldığını ifade eden Fahham, Washington’un DEAŞ’la mücadelede Şam’ı en etkili aktör olarak görmeye başladığını söylüyor.

Bu yaklaşımın, ABD’li düşünce kuruluşlarının raporlarına dayandığını belirten Fahham, geçmişte Kürt bileşene tek taraflı yaslanmanın ve Fırat’ın doğusundaki uygulamaların mağduriyet duygusu yarattığını ve DEAŞ’ın bunu istismar ederek eleman devşirdiğini hatırlatıyor. Bu nedenle ABD yönetimi, SDG’yi tamamen terk etmek yerine, Şam’la iş birliğinin daha verimli olacağına ikna olmuş durumda. Hedef; SDG’nin Suriye devleti içine entegre edilmesi ve güvenlik statüsünün yeniden düzenlenmesi.

İsrail’in Suriye’nin güneyindeki operasyonlarına da değinen Fahham, Washington’un Başbakan Binyamin Netanyahu’nun politikalarından “memnuniyetsizlik” duyduğunu; bu adımların bölgesel istikrarı zedelediğini ve Trump’ın kalkınma vizyonuyla çeliştiğini vurguluyor. ABD’nin, Suriye hükümetinin zayıflatılmasının İran nüfuzunun ve DEAŞ faaliyetlerinin yeniden canlanmasına yol açabileceğinden endişe ettiği belirtiliyor.

Süveyda özelinde ise ABD yönetiminin, vilayetin devlet yapısına entegre edilmesi gerektiği görüşünü benimsediği aktarılıyor. Fahham, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın “Ortadoğu’da adem-i merkeziyetçilik başarısız oldu” yönündeki sözlerini hatırlatarak, Washington’un birleşik bir Suriye’yi destekleme eğilimini vurguluyor.

Askeri kurumun bakışı

Silahlı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Raid el-Hamed ise ABD’nin tutumuna askerî perspektiften tamamlayıcı bir okuma sunuyor. Hamed, Trump’ın ilk döneminde asker çekme ve SDG ile ortaklığı sonlandırma eğiliminde olduğunu; ancak 2019 Mart’ında Baguz’daki çatışmaların ardından üst düzey askerî komutanların DEAŞ’ın geri dönebileceği yönündeki uyarıları nedeniyle yaklaşık 2 bin ABD askerinin bölgede kaldığını hatırlatıyor. ABD-SDG ortaklığının, 2015’te Kobani savaşlarına dayandığını ve Washington’un SDG’yi kara gücü olarak kullandığını da ekliyor.

Ancak Hamed’e göre, Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ve Suriye’nin uluslararası koalisyona katılmasının ardından şekillenen yeni politika, Fırat’ın doğusunda herhangi bir bağımsız yapının tanınmamasını ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne benzer federal modellerin reddedilmesini esas alıyor. Bu yeni yaklaşımın, SDG’ye Türkiye karşısında gerçek Amerikan güvenceleri içermediğini vurgulayan Hamed, örgütün Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonu yönünde baskı bulunduğunu belirtiyor. Şam yönetiminin devlet dışı silahlı varlığı reddeden bu vizyonuna SDG’nin hâlen karşı çıktığını, Mart ayında imzalanan anlaşma için belirlenen sürenin yıl sonunda dolacağını da sözlerine ekliyor.

Genel tabloya bakıldığında, Suriye sahasının geleneksel çatışma denklemlerini aşan, çıkarlar ve karşılıklı güvenlik düzenlemeleriyle şekillenen yeni bir evreye girdiği görülüyor. Washington ve özellikle Riyad ile Ankara gibi bölgesel müttefikleri, Şam’daki yeni liderliğin istikrarı tesis edip kaos dönemini kapatabileceğine oynarken, bu sürecin başarısının önümüzdeki aylarda sahadaki sınavlara bağlı olacağı ifade ediliyor. Gözlemcilere göre, “yeni cumhuriyetin” iç uzlaşı gereklilikleri ile dış ittifakların şartlarını dengeleme kapasitesi, bu dönüşümün ABD’nin bölgedeki yıllara yayılan tereddütlerini gerçekten sona erdirip erdirmeyeceğini belirleyecek temel ölçüt olacak.


İsrail ordusu, Hamas’ın mali sorumlusunu öldürdüğünü açıkladı

Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
TT

İsrail ordusu, Hamas’ın mali sorumlusunu öldürdüğünü açıkladı

Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)
Şubat ayında Han Yunus’ta dört İsrailli rehinenin cenazelerinin teslimi sırasında İzzeddin el-Kassam Tugayları mensupları (DPA)

İsrail ordusu, bugün yaptığı açıklamada, Gazze’de Hamas’ın askerî kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın finans bölümünde görevli olduğu belirtilen Abdülhay Zakkut’un öldürüldüğünü duyurdu.

Ordunun sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı açıklamada, “İsrail Savunma Kuvvetleri ile iç istihbarat servisi Şin Bet’in ortak faaliyeti kapsamında, yaklaşık iki hafta önce Gazze kentinde yaşayan ve Hamas’ın askerî kanadının mali yapılanmasında yer alan Abdülhay Zakkut etkisiz hâle getirildi” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, Zakkut’un Raid Saad adlı kişiyle birlikte bulunduğu sırada aracında hedef alındığı belirtildi. Son bir yıl içinde Zakkut’un, Hamas’ın askerî kanadına aktarılmak üzere onlarca milyon dolar toplamak ve transfer etmekten sorumlu olduğu, bu kaynakların İsrail’e karşı yürütülen çatışmaların sürdürülmesi amacıyla kullanıldığı öne sürüldü.

İsrail ordusu, yaklaşık iki hafta önce Gazze kentinde bir araca düzenlenen hava saldırısında Raid Saad’ın da öldürüldüğünü açıklamış, Saad’ı 7 Ekim 2023’teki saldırıların planlayıcılarından biri olarak tanımlamıştı.

Saad’ın, ekim ayında ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden bu yana Hamas içinde öldürülen en üst düzey isim olduğu belirtilirken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Savunma Bakanı Yisrael Katz, söz konusu saldırının Gazze’nin güneyinde iki İsrail askerinin el yapımı patlayıcının infilak etmesi sonucu yaralanmasına misilleme olarak gerçekleştirildiğini ifade etmişti.

Cibaliya’da bir kişi hayatını kaybetti, 4 kişi yaralandı

Filistin kaynakları, İsrail ordusunun bugün Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki Cibaliya’da düzenlediği saldırılarda bir Filistinlinin hayatını kaybettiğini, dört kişinin de yaralandığını bildirdi.

Filistin haber ajansı SAFA’ya göre İsrail güçleri Cibaliya beldesindeki el-Curn bölgesinde bir Filistinliyi ateş açarak öldürdü. Ayrıca İsrail topçusunun sabah saatlerinde Gazze Şeridi’nin doğusundaki bölgelere yoğun atışlar yaptığı, savaş uçaklarının ise Gazze’nin güneyindeki Han Yunus’un doğusuna iki hava saldırısı düzenlediği aktarıldı.

Ajans, Han Yunus’ta çok sayıda sivil yerleşimin geniş çaplı yıkıma uğradığını da kaydetti.


Türkiye: Libya Genelkurmay Başkanı'nın uçağı düşmeden önce elektrik arızası bildirdi

Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
TT

Türkiye: Libya Genelkurmay Başkanı'nın uçağı düşmeden önce elektrik arızası bildirdi

Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)
Dibeybe hükümetine bağlı kuvvetlerin Genelkurmay Başkanı Korgeneral Muhammed el-Haddad, Ankara'da Savunma Bakanı ile yaptığı görüşmede, (Türk Savunma Bakanlığı)

Türkiye Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Başkanı Burhanettin Duran, bugün yaptığı açıklamada, Libya Genelkurmay Başkanı'nı taşıyan özel uçağın Ankara yakınlarında düşmeden önce elektrik arızası bildirdiğini ve acil iniş talebinde bulunduğunu söyledi.

Açıklamada ayrıca, Dassault Falcon 50 tipi uçağın dün TSİ 17:17'de Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan Trablus'a doğru havalandığı ve TSİ 17:33'te elektrik arızası nedeniyle hava trafik kontrolüne acil durum bildirdiği belirtildi.

Libya ve Türk yetkililer, kazada üç mürettebat da dahil olmak üzere 8 kişinin öldüğünü açıkladı.

Duran, hava trafik kontrolünün uçağı Esenboğa Havalimanı'na yönlendirdiğini ve acil durum prosedürlerinin uygulandığını, ancak uçağın iniş sırasında 17:36'da radar ekranlarından kaybolduğunu ve iletişimin kesildiğini söyledi.

gthyu
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, dün Ankara'da Libya Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali el-Haddad ile görüşmesi sırasında (Türkiye Savunma Bakanlığı- X)

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya daha önce yaptığı açıklamada, uçağın Ankara'nın Haymana ilçesi üzerinde uçarken acil iniş talebinde bulunduğunu ve enkazın daha sonra aynı ilçenin Kesik Kavak köyü yakınlarında bulunduğunu belirtmişti.

Duran, İçişleri Bakanlığı'nın operasyonu başlatmasının ardından arama kurtarma ekiplerinin kaza yerine ulaştığını ve kazanın nedenine ilişkin soruşturmanın tüm ilgili makamların katılımıyla devam ettiğini kaydetti.

Uluslararası alanda tanınan Libya hükümeti, ölenler arasında Ordu Genelkurmay Başkanı Muhammed Ali Ahmed el-Haddad, Kara Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı, Askeri Üretim Otoritesi Direktörü, Libya Ordusu Genelkurmay Başkanının danışmanı ve Genelkurmay Başkanının medya ofisinden bir fotoğrafçının bulunduğunu açıkladı.

Libyalı yetkililer, uçağın Malta'dan kiralandığını ve orada kayıtlı olduğunu belirterek, olayla ilgili soruşturma kapsamında uçağın sahipliği, önceki sorun kayıtları ve teknik özellikleri gibi bilgilerin inceleneceğini ifade etti.