Komünizmle mücadele ettiler, liberalizmle yönettiler, ayrılık kararı almadılar… Etiyopya’nın Tigray sorununun arka planında ne var?

TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TT

Komünizmle mücadele ettiler, liberalizmle yönettiler, ayrılık kararı almadılar… Etiyopya’nın Tigray sorununun arka planında ne var?

TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)
TPLF’nin kendi ordusunu kurması Kasım 2020’de kendisi ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı (Sosyal medya organları)

Mahmud Ebu Bekir
Etiyopya’nın Tigray bölgesi, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) ile merkezi hükümet ordusu arasında Güney Afrika’nın başkenti Pretorya’da 4 Kasım’da barış anlaşması onaylanmadan önce yaşanan çatışmalar nedeniyle iki yıldır uluslararası ilginin merkezinde yer alıyor. Peki TPLF’nin kuruluş tarihi nedir ve aslında Etiyopya’dan ayrılmaya mı çalışıyor?
1940’larda Tigray’ın ilk silahlı isyanıyla başladı. Ancak İngiliz Hava Kuvvetleri ile ittifak halinde olan Haile Selassie rejimi tarafından askeri olarak bastırıldı. Bu durum, yeni bir algının oluşmasına katkıda bulundu. Bazı Tigrayan elitleri, daha büyük bir hayranlıkla ‘kurtuluş hareketlerini’ bekler oldu. Ancak özellikle 1960’lı yılların başlarında silahlı mücadele ilan eden ve büyük bir Arap desteği alan ‘Eritre Kurtuluş Cephesi’nin kurulmasından sonra bu durum, Tigrayanları tecrübelerini tekrarlamayı düşünmeye sevk etti.

Silahlı eylem başlatmak için öğrenci hareketi
Şaerku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Etiyopyalı araştırmacı Teferi Negaş, bu tarihi dönemi ‘modern Tigrayan elitlerinin düşüncelerini şekillendiren ilk çekirdek’ olarak nitelendirdi. Negaş, “Üniversite Öğrencileri Birliği’ne katılarak ve Tigray Öğrenci Birliği’ni kurarak başladılar. Bu dernekten, 1974 yılında ilerici öğrenciler tarafından ‘Ulusal Tigrayanlar Örgütü’ adlı solcu bir örgüt kuruldu. 26 Şubat 1975’te siyasi ve askeri bir örgüt olarak ortaya çıkan Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’nin başlangıç ​​noktası oldu” dedi. Bu derneğin, Etiyopya devletindeki çatışmayı etnik bir çatışma olarak yorumladığını belirten araştırmacı, “Dolayısıyla ideolojisi, daha sonra cephenin ideolojisine yansıyacak olan ‘etnik milliyetçiliğin temel ideolojik yönelim olduğu’ düşüncesiyle bu yaklaşıma dayanıyordu” dedi.
Bu öğrenci hareketi, 1974 yılında Haile Selassie hükümetini deviren devrimi ateşledi.
Bu çerçevede Etiyopyalı araştırmacı Mesai Kebede, bu tarihsel dönemle ilgili kapsamlı bir araştırmasında, ‘ülkenin eğitimli çevrelerinin siyasi hırsları harekete geçirilmese ve meşrulaştırılmasaydı’ Marksizm-Leninizm’in, böyle bir etkiye sahip olamayacağını belirtti. Kebede, “Oluşturdukları farklı araştırma ve çalışma disiplinlerindeki öğrenciler, Marx, Engels, Lenin, Mao ve Fanon’un eserlerini içeren solcu literatürü kapsamlı bir şekilde okuyorlardı” dedi.
 Araştırmacı, “Bu çalışma grupları, Etiyopya Halkları Devrimci Partisi (EPRP) ve Tüm Etiyopya Sosyalist Hareketi (MEISON) gibi siyasi partileri yaratan sol örgütler için temel oluşturdu. Bu tarihsel bağlam, Tigray Halk Kurtuluş Cephesi’ni üretti” ifadelerini kullandı.
Öte yandan TPLF’nin kurucu liderlerinden Arkavi Berhi, TPLF’nin başından beri Stalin’in milliyetçilik sorununa ilişkin teorisinden nasıl ilham aldığına değindi. Bu bağlamda Berhi, “Stalin’in, ulusu ‘kültürel bir toplulukta kendini gösteren, ortak bir ekonomik hayata ve psikolojik yapıya sahip, tarihsel olarak gelişmiş, dilsel ve bölgesel olarak istikrarlı bir topluluk’ olarak tanımlaması, Tigray etnik grubu örneğine ve temel güç ve zenginlik sorunlarına uygulandı” dedi.
TPLF liderlerinin üniversite döneminde öğrenci Wallen Makonnen’in Etiyopya'daki ‘Milliyetler Sorunu’ üzerine yazdığı bir araştırma makalesi (1969), “Etiyopya, kendi kültürünü ve dilini empoze eden bir Amhara etnik grubu tarafından yönetilen bir grup halktır” iddiasında bulundu. Bu yorum, Lenin’in ve Stalin’in Rusya’daki ırk meselesine ilişkin yorumlarından esinlenmiş gibi görünüyor.

Sınıf ve etnik yorum arasında
Teferi Negaş, “TPLF’nin kimlik ve kendi kaderini tayin hakkı konularında aldığı tavır, Marx’ın İrlanda ulusal meselesine ilişkin tavrına dayanıyordu. Bu nedenle cephenin ilk açıklamasında Etiyopya halkları arasındaki görüş ayrılıklarının ve şüphelerin, Amhara etnik grubunun başta Tigray etnik grubu olmak üzere ezilen Etiyopya halklarına uyguladığı zulmün şiddetlenmesinden kaynaklandığı belirtildi. Artık bu halkların ortak bir sınıf mücadelesi yürütemeyecekleri bir aşamaya geldik” açıklamasında bulundu.
Açıklamada, ‘milliyet baskısı’ konusuna ve özellikle de Tigray etnik grubunun baskıya maruz kalmasına vurgu yapılırken, bağımsız bir cumhuriyetin kurulması çağrısı yapılıyor.
Daha sonra (1978) yerel ve bölgesel etkiler altındaki cephe, özellikle Eritre Halk Kurtuluş Cephesi ile ittifakın ardından,’ ayrılma ve Tigray eyaletinin kurulması’ fikrinden vazgeçmiş olmasına rağmen fikir, bir süre anlaşmazlık kaynağı olarak kaldı ve etnik milliyetçilik, cephenin ideolojik temeli olmaya devam etti.
Araştırmacı Gideon Tesfayo, Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada “O dönemin sol aydınlarının gündeme getirdiği ulusal sorun, büyük bir hataydı” dedi. Tesfayo, “Bir grup diğerine karşı etnik ayrımcılık yapmış olsa bile, bu özellikle Tigrayanlara yönelik değildi. Cephe tarafından kışkırtılan Tigrayan milliyetçiliği, hegemonya arzusu ile Amharca dili baskısına karşı mücadelenin bir karışımıydı. Bu, başka yerlerde olduğu gibi, modern entelektüel seçkinlerin bir icadıdır” ifadelerini kullandı.
Tesfayo, “Etnik milliyetçilik, cephenin iddiasının merkezinde yer alıyor. Ancak tüm Etiyopya milletleri arasında eşitlik sağlamaya çalışmadı. İktidardaki bu örgütün pratik tecrübesi (1991/2018), karşı baskı uyguladığını kanıtladı. Bu da zihinsel ve algısal yapıyı ortaya çıkardı” dedi.

Cephenin rotasındaki duraklar ve geçişler
TPLF’nin siyasi tarihini okuyarak, örgütün ideolojik dönüşümlere tanık olduğu en kritik dönüm noktalarını not etmek mümkündür. Öyle ki doğu ve batı kampları arasındaki Soğuk Savaş’ın bir sonucu olarak, 1970’lerin sonunda dünyaya hâkim olan tarihsel bağlam, cephe içinde birkaç yüksek önderlik üyesi tarafından kurulan bir ‘komünist çekirdek’ oluşmasına katkıda bulundu. Bu üyeler, daha sonra örgütün yol gösterici ideolojisi olarak ‘Marksizm-Leninizm’i ilan ettiler.
Bu çekirdek daha sonra Haziran 1985’te Marksist-Leninist Lig’i (MLLT) kurmadan önce, Etiyopya’dan ayrılma fikri altında bir araya geldiğinde ‘ilk ideolojik kayma’ yaşandı.
Bu çerçevede Etiyopyalı araştırmacı Teferi Negaş, “MLLT’nin kurulması, cephenin farklı ideolojik ve siyasi yönelimlere sahip bir cephe olduğu fikrinden vazgeçilip katı bir tek parti mantığıyla değiştirilerek cephenin tam kontrolünün sağlanması arzusundan kaynaklanıyordu” açıklamasında bulundu.
Negaş, “Bu noktada ideoloji, ilk kez cephenin önde gelenlerini pragmatizm, empirizm, çarpıtma veya hedeften sapma suçlamasıyla tasfiye etmek için kullanıldı. Böylece siyasi gücün birkaç liderin elinde toplanması aşaması başladı. Bu dönem aynı zamanda etnosentrik fikirden Marksizm-Leninizm’e resmi geçişe de tanık oldu. Ancak etno-milliyetçilik cephenin söyleminden kaybolmadı” dedi.
Arkavi Berhi ise TPLF’nin ideolojik tavrının ‘insanın insan tarafından sömürülmesinden arınmış, planlı bir sosyalist ekonomi kurmak için ulusal demokratik bir devrim başlatmakla’ özetlendiğini dile getirdi.

Devrimci demokrasi
İkinci belirleyici aşama, partinin Marksizm-Leninizm’den devrimci demokrasiye ideolojik bir kaymaya tanık olduğu 1989 ile 1991 yılları arasındaki dönemdi.
Bu döneme yerel ve küresel değişimler eşlik etti. İçeride TPLF, 17 yıl süren uzun iç savaşın ardından devletin gücünü ele geçirmeye hazırlanıyordu. Küresel olarak Batı, Soğuk Savaş’ta galip geldi. Bu da TPLF’yi, uluslararası sisteme yeniden adapte olmaya sevk etti. Böylece Batılı güçlere ideolojik konumlarından (Marksizm) vazgeçtiği konusunda bilgi verildi. Bu dönüm noktasının sonunda TPLF Genel Sekreteri Meles Zenawi, 1990’da Washington’a ziyarette bulundu. Burada cephenin Marksist ideolojisini devrimci demokrasiye dönüştürme konusunda bir konuşma yaptı. Ertesi yıl Devrimci Demokrasi adlı liberal bir siyasi ve ekonomik program yayınladı.
Teferi Negaş, “Devrimci demokrasinin ideolojik terminolojisini benimsemesinin temeli, iktidardaki konumunu sürdürmek için merkezci bir ideoloji icat etmekti. İlk dönemecin aksine bu kez, gücü devlet düzeyinde merkezileştirme girişimi ortaya koyuldu. En iyi ihtimalle bu ideolojik iddia, Batı’yı ikna etti ve cephe kadrolarının kafasını karıştırdı.
Uzun süredir TPLF liderlerinden biri olan Gebru Asrat, anılarında “Cephe Batı’ya, devrimci demokrasi kavramının tipik liberal demokrasiden temelde farklı olmadığı konusunda güvence verdi. Ancak bu, Etiyopya bağlamı göz önüne alındığında mevcut hakları onaylayan yalnızca siyasi bir yönelimdir” ifadelerine yer verdi.
Aynı şekilde TPLF’nin ilk sorumlusu Meles Zenawi, “Siyasi yönelim, orijinal Marksist-Leninist ilhamı değiştirmeden statükoda devam eden bir yönelimdir” dedi.
Bu yaklaşım, müttefiki Eritre Halk Kurtuluş Cephesi ile arasındaki tarihi ittifaktan ve Albay Mengistu Haile Mariam rejimini devirmedeki başarılarından sonra TPLF’nin Addis Ababa’da iktidara gelmesinin ardından da politikalarında devam etti.

Kalkınmacı demokratik devlet
Dönüşümün üçüncü aşaması, ‘kalkınmacı durum" olarak adlandırılan durumla baş gösterdi. Bu söylem, 2001’de cephe liderliği düzeyinde bir bölünmeye yol açan ve 2005 seçimlerinden sonra derinleşen Eritre- Etiyopya savaşından (1998/2000) sonra Etiyopya siyaset sahnesinde yer almaya başladı.
TPLF, ‘kalkınmacı devlet’ terimini benimsedi ve devrimci demokrasi iddiasından vazgeçti. Bunu, küçük güç yüzdelerine katılmış siyasi parti gruplarını içeren ‘Etiyopya Halkının Devrimci Demokratik Cephesi’ liderliğindeki geniş ittifak takip etti. Bu çerçevede dönemin TPLF lideri ve Başbakanı Meles Zenawi, bu eğilimi “Kalkınmacı devletin ideolojik ve yapısal bileşenleri arasındaki bağ, onu diğer ülkelerden ayıran şeydir” diyerek açıklamıştır.
İdeolojik açıdan kalkınmacı devlet projesinin mesajı, bir meşruiyet kaynağı işlevi gören hızlandırılmış kalkınma idi. Yapısal bileşeni, ‘devletin özerkliğine dayalı olarak politikayı etkin bir şekilde uygulama becerisine’ atıf yapıyordu. Batı, Etiyopya’yı en gelişmiş Afrika ekonomisi için bir model olarak görerek bu projelerin desteklenmesine katkıda bulundu.
Öte yandan cephe ve devlet kadroları, özellikle ayrılma talep eden silahlı hareketlerin varlığı ortasında bu yaklaşımı ‘Etiyopya devletinin parçalanmasını önleyebilecek tek yol’ olarak nitelendirip, haklı göstermeye hevesliydi.
Ancak bu politikaların ana fikirleri, cephenin Etiyopya devletinin yetenekleri üzerindeki kontrolüne dayanan fiili uygulamalarla çelişiyor. Bu durum, otoriteye karşı halk hareketinin gücüne katkıda bulunurken, 2018 yılında TPLF’nin iktidardan dışlanmasına yol açtı.

Cepheye bel bağlama ve Tigray’ın geleceği
Mevcut Başbakan Abiy Ahmed’in iktidara gelmesi ve iktidar koalisyonunun çökmesinin ardından TPLF, başkentten çekilip Tigray bölgesine dönme kararı aldı. Bölgenin geleceğini şekillendirmek için Tigrayan elitleriyle yoğun bir şekilde çalıştı. Seçeneklerin başında ayrılık ve bağımsız bir devlet ilan etmek vardı. Tigray’daki düzenli ordu kamplarını kontrol etme girişimi gibi bazı askeri önlemler de seçenekler kapsamındaydı. Bu askeri önlemler, Kasım 2020’de TPLF ile merkezi hükümet arasında savaşın patlak vermesine yol açtı.
Tigrayan elitlerinin algısında ayrılık sorunu hala esastır. TPLF ise bu konudaki seçeneklerine henüz karar vermiş değil.



Doğu Kongo'da kriz... Şiddetlenen çatışmalar ‘barış anlaşmalarını’ tehdit ediyor

Demokratik Kongo Cumhuriyeti askerleri (Reuters)
Demokratik Kongo Cumhuriyeti askerleri (Reuters)
TT

Doğu Kongo'da kriz... Şiddetlenen çatışmalar ‘barış anlaşmalarını’ tehdit ediyor

Demokratik Kongo Cumhuriyeti askerleri (Reuters)
Demokratik Kongo Cumhuriyeti askerleri (Reuters)

Doğu Kongo’da yaklaşık 30 yıldır süren silahlı çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan ‘barış adımlarına’ rağmen çatışmaların devam etmesi, bölgede gerilimi bitirmeyi hedefleyen ‘barış anlaşmalarını’ tehdit ediyor.

Doğal kaynaklar açısından zengin ve Ruanda’ya komşu olan Doğu Kongo’da, yaklaşık otuz yıldır aralıksız silahlı çatışmalar yaşanıyor. Şiddet, Ruanda’nın desteğini aldığı belirtilen 23 Mart Hareketi’nin (M23) ocak ve şubat aylarında bölgenin iki ana kenti Goma ve Bukavu’yu ele geçirmesinin ardından arttı.

Uluslararası kuruluşlar Doğu Kongo’da artan şiddetin risklerine dikkat çekerken, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) yetkilileri perşembe günü yaptıkları açıklamada, ‘içinde bulunduğumuz aralık ayının çatışmalar açısından en şiddetli dönem’ olduğunu bildirdi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar ise barış anlaşmalarının, bölgedeki tüm çatışma nedenlerini ele almadığı için başarı şansının belirsiz olduğunu ifade etti.

Taraflar arasında yürütülen bir dizi temas sonucunda, ABD Başkanı Donald Trump ile Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Felix Tshisekedi, aralık ayı başında Washington’da bölgedeki barış ve ekonomik iş birliği ihtimalini güçlendirmeyi amaçlayan bir anlaşmaya imza attı. Washington’da Ruanda ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti arasında imzalanan bu anlaşma, haziran ayında yine Washington’da varılan çerçeve mutabakatın yanı sıra, Kinşasa ile M23 arasında 15 Kasım’da Katar’da imzalanan ve 19 Temmuz’daki önceki anlaşmanın devamı niteliğindeki Doha çerçevesinin son halkası olarak değerlendiriliyor.

Buna rağmen Doğu Kongo’daki tablo kırılganlığını koruyor. Silahlı saldırıların sürmesi, istikrara yönelik somut adımların atılmasını engelliyor. Alman haber ajansı DPA’nın ICRC’nin Güney Kivu bölgesindeki bir yetkilisine dayandırdığı haberine göre, eyaletin farklı bölgelerinde devam eden çatışmalar can kayıplarına yol açtı ve binlerce aileyi yerinden etti.

ICRC, aralık ayının başından bu yana 100’den fazla sivilin ateşli silahla yaralanmaları nedeniyle örgütün desteklediği hastanelerde tedavi gördüğünü açıkladı. Reuters’ın Demokratik Kongo Cumhuriyeti Ordu Sözcüsü Sylvain Ekenge’ye dayandırdığı haberinde ise ‘ülkenin çatışmalardan etkilenen doğu kesiminde her gün çatışmalar yaşandığı’ belirtildi. Ekenge, “Kuzey Kivu ve Güney Kivu’da çatışma olmayan tek bir gün bile geçmiyor” dedi. Reuters’a konuşan yerel kaynaklar, Ruanda destekli M23 militanlarının, daha önce çekileceklerini açıklamalarına rağmen Doğu Kongo’daki Uvira kasabasından ayrılmadığını belirtti. Ayın başında M23, Kuzey Kivu eyaletinin başkenti Goma ile Bukavu’nun kontrolünü ele geçirmişti.

Doğu Kongo'daki gösterilerden (Reuters)

Doğu Kongo'daki gösterilerden (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, daha önce M23’ün Güney Kivu eyaletinde birçok noktaya düzenlediği ve sivillerin hayatını kaybetmesine yol açan saldırıları kınamıştı. Guterres, bu ay içinde yaptığı açıklamada, BM Güvenlik Konseyi’nin 2773 sayılı kararı doğrultusunda ‘derhal ve koşulsuz bir ateşkes’ çağrısında bulunmuş, artan şiddetin ‘krize kalıcı bir çözüm bulunması yönündeki çabaları tehdit ettiğini ve daha geniş çaplı bir bölgesel savaş riskini artırdığını’ ifade etmişti.

BM Güvenlik Konseyi, geçtiğimiz eylül ayında 2773 sayılı kararı oy birliğiyle kabul etti. BM Şartı’nın 7’nci Bölümü kapsamında alınan kararda, Ruanda ordusuna M23’e verdiği desteği sonlandırma ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti topraklarından ön koşulsuz ve derhal çekilme çağrısı yapıldı.

Afrika uzmanı Rami Zahdi, Doğu Kongo’daki barış anlaşmalarının, 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışmanın ana nedenlerini ele almaması nedeniyle başarı şansının belirsiz olduğunu belirtti. Zahdi, sorunun barış anlaşmalarının ötesinde daha derin boyutlara sahip olduğunu, bu metinlerin çatışmada yer alan diğer aktörleri ve kendi çıkarlarını korumak amacıyla krize müdahil olan bölgesel ülkeleri dikkate almadığını söyledi. Doğu Kongo’da hâlen yer yer çatışmalar ve silahlı gerginliklerin sürdüğünü vurgulayan Zahdi, bu durumun barış anlaşmalarının başarı ihtimalini zayıflattığını kaydetti. Zahdi’ye göre krizin çözümü, çok uluslu güçlerden oluşacak bir BM misyonunun görevlendirilmesi ve barış anlaşmasının uygulanmasının sıkı şekilde denetlenmesini gerektiriyor.

El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Afrika çalışmaları araştırmacısı olan Salah Halil ise Doğu Kongo’nun karşı karşıya olduğu temel sorunlardan birinin, ‘dış aktörler adına savaşan çok sayıda silahlı grubun varlığı’ olduğunu ifade etti. Bölgenin, ideolojik farklılıklarına rağmen ekonomik çıkarlar etrafında birleşen silahlı hareketler arasında ittifaklara sahne olduğunu belirten Halil, çatışmaların sürmesinin Washington’da imzalanan barış anlaşmasını tehdit ettiğini söyledi. Halil, bölgedeki kırılganlık ortamında silahlı grupların doğal kaynaklardan faydalanma amacıyla yeniden harekete geçebileceği ve çatışmaların yeniden alevlenebileceği uyarısında bulundu.


Birleşmiş Milletler: Hızlı Destek Kuvvetleri katliamında en az 1000 kişi öldü

15 Nisan'da Hızlı Destek Kuvvetleri'nin Zemzem mülteci kampına düzenlediği saldırıların ardından yerinden edilmiş insanlar eşeklerin çektiği bir arabayla taşınıyor (Reuters).
15 Nisan'da Hızlı Destek Kuvvetleri'nin Zemzem mülteci kampına düzenlediği saldırıların ardından yerinden edilmiş insanlar eşeklerin çektiği bir arabayla taşınıyor (Reuters).
TT

Birleşmiş Milletler: Hızlı Destek Kuvvetleri katliamında en az 1000 kişi öldü

15 Nisan'da Hızlı Destek Kuvvetleri'nin Zemzem mülteci kampına düzenlediği saldırıların ardından yerinden edilmiş insanlar eşeklerin çektiği bir arabayla taşınıyor (Reuters).
15 Nisan'da Hızlı Destek Kuvvetleri'nin Zemzem mülteci kampına düzenlediği saldırıların ardından yerinden edilmiş insanlar eşeklerin çektiği bir arabayla taşınıyor (Reuters).

Birleşmiş Milletler'in Perşembe dün yayınladığı bir raporda, geçen nisan ayında Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kuzey Darfur'daki iç göçmenler için kurulan Zemzem kampına düzenlediği saldırıda 1000'den fazla sivilin öldürüldüğü ve bunların yaklaşık üçte birinin yargısız infaza uğradığı belirtildi.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) raporunda, 11-13 Nisan tarihleri ​​arasında gerçekleşen HDK saldırısında "katliamlar, tecavüz, diğer cinsel şiddet eylemleri, işkence ve kaçırma" olaylarının işlendiği ifade edildi. OHCHR, "en az 1013 sivilin öldürüldüğünü" vurguladı.

Bir diğer gelişmede, HDK dün Sudan'ın Nil Eyaleti'ndeki çeşitli şehirleri hedef alan büyük ölçekli bir insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenledi. Düzinelerce İHA’nın kullanıldığı saldırı, büyük bir elektrik santralini vurdu, iki kişinin ölümüne ve Sudan'ın büyük şehirlerinde yaygın elektrik kesintilerine neden oldu.

Askeri bir kaynak ve görgü tanıkları Şarku’l Avsat’a, Nil Eyaleti'ndeki Atbara, Ad-Damir ve Berber şehirlerine düzenlenen saldırıda yaklaşık 35 İHA’nın kullanıldığını bildirdi. İHA saldırısı, Atbara'daki el-Muqran elektrik santralindeki elektrik transformatörlerine önemli hasar verdi ve Hartum, Nil Nehri ve Kızıldeniz eyaletlerinde tamamen elektrik kesintisine yol açtı.


HDK Güney Kordofan'da şiddeti artırdı ve Dilling'deki askeri hastaneyi bombaladı

Birleşmiş Milletler helikopteri, öldürülen askerlerin cesetlerini Abyei'ye taşıdı (dolaşımda)
Birleşmiş Milletler helikopteri, öldürülen askerlerin cesetlerini Abyei'ye taşıdı (dolaşımda)
TT

HDK Güney Kordofan'da şiddeti artırdı ve Dilling'deki askeri hastaneyi bombaladı

Birleşmiş Milletler helikopteri, öldürülen askerlerin cesetlerini Abyei'ye taşıdı (dolaşımda)
Birleşmiş Milletler helikopteri, öldürülen askerlerin cesetlerini Abyei'ye taşıdı (dolaşımda)

Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK), Güney Kordofan eyaletindeki operasyonlarını yoğunlaştırdı. Cumartesi günü eyalet başkenti Kadugli'deki bir BM yerleşkesini hedef alarak altı Bangladeşli barış gücü askerini öldürdüklerine dair çelişkili raporların ardından, dün geri dönerek kuşatma altındaki eyaletin ikinci büyük şehri Dilling'deki bir askeri hastaneyi bombaladı; 7 kişi öldü, 12 kişi de yaralandı.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir hastane sağlık çalışanı, kurbanların hastalar ve refakatçileri olduğunu belirterek, askeri hastanenin "askeri personelin yanı sıra şehrin sakinlerine ve çevredeki bölgelere de hizmet verdiğini" belirtti.

Aynı bağlamda, BM ekipleri, Sudan hükümetiyle koordinasyon içinde, cumartesi günü Kadugli'deki bir BM yerleşkesini hedef alan insansız hava aracı (İHA) saldırısında öldürülen ve yaralanan UNISFA barış güçlerinin tahliyesini dün gerçekleştirdi. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre şehirde Sudan ordusu ile HDK arasında tırmanan çatışmalar nedeniyle UNISFA'nın tüm birliklerini ve personelini Kadugli'den tahliye etmeyi düşündüğüne dair sürekli haberler geliyor.