Rusya ve Batı Atlantik: Çatışmanın Kökenleri ve Medeniyetler Savaşı

Putin: “Ukrayna’daki savaş, Rus ulusu için bir ölüm kalım meselesi”

Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
TT

Rusya ve Batı Atlantik: Çatışmanın Kökenleri ve Medeniyetler Savaşı

Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının doğrudan hedeflerinin ötesinde Moskova, bunu “ABD hegemonyasından kurtulacağı ‘yeni bir dünya inşa etmeye’ yönelik adım” olarak nitelendirdi.
26 Şubat’ta, yani özel askeri operasyonun başlamasından iki gün sonra Rus ‘Novosti’ ajansı, ‘Rusya’nın Dönüşü ve Yeni Dünyanın Doğuşu’ başlıklı bir makale yayınladı. Şarku’l Avsat’ın ajanstan aktardığı makalede, “Yeni jeopolitik blok, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın birleşmesi ile bir ışık gördü” ve “Rus dünyası, bir gerçeklik haline geldi” ifadelerine yer verildi. ‘Rusya Jeopolitiği’ kitabının yazarı, makaleyi ‘olumsuz saha savaşı gelişmelerinin hüsrana uğramadan önce üst Rus çevrelerinde olup bitenlerin bir aynası’ olarak nitelendirdi.
Makalenin yazarı Petr Akopov, yeni bir dünya düzeninin doğuşunun gerekliliğine vurgu yaptıktan sonra sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı:
“Çin, Hindistan, ABD, Afrika, Latin Amerika, İslam dünyası ve Güneydoğu Asya, Batı’nın küresel sistemi kontrol ettiğine veya oyunun kurallarını belirleyebileceğine inanmıyor.”
Makalenin yazarı “Rusya, Ukrayna’ya saldırarak sadece Batı’ya meydan okumakla kalmadı, aynı zamanda tam Batı egemenliği zamanının geri dönülemez bir şekilde sona erdiğine ve yeni dünyanın, elbette Batı ile işbirliğinde, ama onun talimatlarına, kurallarına ve emirlerine göre olmaksızın, tüm medeniyetlerle inşa edileceğine dair kesin kanıtlar buldu” dedi.
Yani yeni öneri, Başkan Putin’in Ukrayna’ya karşı savaşına ilişkin uzun vadeli hedefinin kişisel olarak açıkladığının ötesine geçtiği anlamına geliyor. Bakanları ve yardımcıları, bu savaşın Ukrayna’yı Nazilikten arındırmak (hükümetin devrilmesi anlamına geliyor), silahsızlandırmak, tarafsızlığı empoze etmek ve NATO çözümünden kesin olarak uzaklaşmak olduğunu vurguladı.
Bununla birlikte Rus vizyonunun aksine, Batı vizyonu tamamen çelişkili görünüyor. Ukrayna’nın müttefikleri, bu savaşın aslında ‘demokrasi’ ile ‘otoriterlik’ arasında ve bir yanda küreselleşmiş liberalizm ile diğer yanda çökmekte olan Batı karşısında ‘geleneksel değerlerin’ savunulması arasında olduğuna inanıyor.
Paris merkezli ‘La Decouverte’ yayınevi tarafından yakın zamanda yayınlanan Lucas Orban’ın ‘Rusya Jeopolitiği’ kitabı, Rusya ile Batı, özellikle ABD arasındaki ilişkinin kökenlerine birçok sayfa ayırıyor. Yazar, söz konusu sayfalarda her iki tarafta da günlük anlatıların ve diplomatik dilin ötesine geçen derin nedenleri incelemeye çalışıyor.
Rus görüşüne göre, Varşova Paktı’nın çöküşünün, aksine 1999, 2004 ve 2008 yıllarında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin katılım dalgaları sayesinde Rusya'ya yaklaşmak için binlerce kilometre yol kat eden NATO’nun sonunu getirmesi gerekiyordu. Aynı bağlamda Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) yetkisi olmadan NATO’nun Kosova’ya müdahalesi ve ABD- İngiltere’nin Irak’a müdahalesi gerçekleşti. Daha sonra Batılılar, Libya ile ilgili bir BM kararının dışına çıkarken, böylece Rusya, ABD tarafının komünist rejimlerin çöküşünden sonra ortaya çıkan ‘kırılgan dengeyi’ tehdit ederek hegemonyasını her yerde empoze etmeye çalıştığını anladı. Bu durum, eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin’i 1999’daki Çeçen savaşı nedeniyle Moskova’ya baskı yapan Başkan Clinton’a yönlendirdi. Yeltsin, o dönemde “Bill Clinton, entegre bir nükleer cephaneliğimiz olduğunu unuttu” demişti.
Yazar, Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan ‘2020 için Ortak Vizyon’ adı altında 2000 yılına kadar uzanan bir ABD belgesine de değinerek, havada, karada, uzayda, bilgi ve siber alanlarda dünyanın tam askeri hakimiyetine ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Eski ABD Başkanı George W. Bush, 1972 yılından bu yana anti-balistik füzelerin geliştirilmesini engelleyen, güç dengesini ve nükleer caydırıcılığı bozan ve Rusya’yı zayıf taraf konumuna sokan ‘Anti-Balistik Füze Antlaşması’ndan 2002’de geri çekilmek üzere bir adım attı. Yazar ayrıca, Putin’in 2007 yılının Şubat ayında yaptığı ve ‘tek kutuplu’ dünyayı ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini kınadığı konuşmayı da hatırlatırken, NATO’nun modernizasyonu ve Avrupa’nın güvenliği ile hiçbir ilgisi olmayan ‘tehlikeli bir provokasyon’ olarak nitelendirdi. Putin ayrıca, “Şunu soracak durumdayız: Bu genişleme kime karşı yapılıyor?” Aynı şekilde Putin, bu durumun karşıt blokların mantığının yeniden canlanması ve Soğuk Savaş zihniyetine dönüş olduğunu söylerken, patlayabilecek ‘bu mayınların sökülmesi’ çağrısında bulundu.
2014 yılında Putin, yine NATO’yu eleştirirken, onu Sovyetler Birliği’nin son başkanı olan Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’a Almanya’nın ötesine genişlemeyeceğine dair verdiği sözlü bir vaadi çiğnemekle suçladı. NATO arşivleri bu vaadi içermesine rağmen, Batılılar bunu resmi bir ‘taahhüt’ olarak görmüyor.
Kitap, Rus- ABD- NATO ilişkilerinin gelişimini adım adım takip ediyor. Öyle ki yazar, Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü Arap Baharı bağlamında, özellikle de 2015’te Suriye’de rejimin yanında ortaya koyduğu ağır askeri müdahaleye de değindi. Ayrıca yazar bunun, amacı Moritanya’dan Afganistan’a uzanan bir bölgeyi yeniden çizmek olan ‘büyük ve yeni bir Ortadoğu’ kurmaya yönelik ABD projesinin başarısızlığından sonra geliştiğini belirtti. Yazar, Rusya’nın rejimi ayakta tutarak ve DEAŞ’ı yenerek Suriye’deki zaferini ‘Batı için bir yenilgi’ olarak nitelendirdi. Ayrıca bu durumun, Putin açısından Batı’ya karşı ‘sembolik bir zafer’ olduğunu söyledi.

Batı ile mücadeleye doğru hızlı bir hamle
Putin, Batı ile karşı karşıya geldiğinde emrindeki bir dizi silaha başvurdu; saha savaşı, nüfuz siyaseti, siber ve istihbarat savaşı, ideolojik propaganda (örneğin Afrika’da olduğu gibi), ayrıca aynı zamanda medya savaşı. Diğer bir amaç için Putin, 2005 yılında ABD ve Avrupa ağlarına karşı koymak ve kullandığı silahlarla Batı’ya karşı savaşmak için 30 milyon dolarlık bir bütçeyle farklı dillerde ‘Russia Today (RT)’ televizyon ağını kurdu. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının patlak vermesiyle birlikte Batı, topraklarında Rus medya organlarının yayın yapmasını engelledi. Kuruluşundan 15 yıl sonra RT, 100’den fazla ülkede beş dilde (İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Arapça ve Almanca) yayın yapıyor ve haftada en az 100 milyon kişiye ulaşıyor. Ardından 2014 yılında Kırım’ın ilhakı ve iki ayrılıkçı Donbas ‘cumhuriyetinin’ dağılmasıyla sonuçlanan Ukrayna krizinin patlak vermesiyle Moskova, ‘Ria Novosti’ ajansının yerine ‘Sputnik’ haber ajansını kurdu. Yönetimi ise Putin’e yakın bir gazeteci olan Margarita Simonyan’a devredildi. Putin, yıllarca Batı’yla mücadele etmek ve silahlarıyla savaşmak için ‘melez’ savaş da dahil olmak üzere her türlü ‘savaşa’ başvurdu. Rusya’ya yöneltilen Batı’nın (ABD- Fransa, Almanya) seçim yollarına müdahale etme ve demokrasileri istikrarsızlaştırma suçlamaları, Rusya ile NATO arasında Ukrayna topraklarında devam eden çatışmanın bir başlangıcı olarak geldi. Her ne kadar Batı, Kiev’e başta çok tip silahlar olmak üzere mali, ekonomik ve insani yardım akışına rağmen, kendisinin hala ‘bir taraf olmadığını’ iddia etse de yardım sağlamaya bağlı ve daha sonra Ukrayna’nın savunmadan saldırıya geçmesini sağladı. Böylece Ukrayna kuvvetleri, Rus kuvvetlerinin ele geçirdiği geniş alanları geri alabildi.
Başkan Biden’ın Beyaz Saray’a gelişiyle birlikte Moskova ile çatışma yoğunlaştı. Bu durum, eski Başkan Donald Trump döneminden bir kopuş oluşturdu. 19 Şubat 2021 tarihinde Demokrat Başkan, Rusya’nın Batı demokrasilerine yönelik saldırılarına yanıt vermek amacıyla, ABD’nin Cumhuriyetçi selefinin ihmal ettiği eski kıtaya NATO aracıyla ‘dönüşünün’ davullarını çaldı. Daha sonra Moskova, Ukrayna’yı işgal etmek için eski bir planın beklentisiyle Washington’a karşılıklı güvenlik garantileri konusunda bir anlaşma teklif etti. Başlığın ima ettiğinin aksine Moskova’nın Washington’a mesajı, bir ültimatomdu. Öyle ki Moskova, ABD tarafından Doğu Avrupa’daki ABD askeri faaliyetlerinin genişlemesini derhal durdurmasını ve askeri ve stratejik durumun 1997’den önceki, yani eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO’ya katılmasından önceki haline dönmesini istedi. Bir başka ifadeyle Putin, eski kıtanın bildiği 30 yıllık jeopolitik ve jeostratejik gelişmeleri silmek istedi. Elbette Kremlin, ABD- NATO yanıtının mutlak bir ret olacağının tamamen farkındaydı ve aradığı da buydu. ABD- NATO, Kiev’e çok katı bir mesaj gönderdi. Bu da nihayetinde Ukrayna’nın NATO’ya girmekten geri adım atmasını ve Kırım’ın Rusya’ya ilhakını ve Donetsk ve Luhansk eyaletlerinin bağımsızlığını resmen tanımasını talep eden Rusya’nın ihtiyaç duyduğu bahaneyi sağladı. Batı’nın tepkisi nasıl olumsuz olduysa, Kiev de aynısını yaptı ve böylece Ukrayna’da ‘özel askeri harekatın’ başlamasının yolu açıldı. Batılılar, Rusya’nın uyarısını ve Batı ve Ukrayna’nın bunu reddetmesini, Putin’in savaş başlatmak için aradığı bahane olarak gördü.
Rus liderliği bu anı önceden tahmin etmişti. Ukrayna ile ortak sınırlara 180 bin asker, Beyaz Rusya- Ukrayna sınırlarına büyük kuvvetler konuşlandırdı ve beraberinde büyük ön askeri manevralar gerçekleştirdi. 24 Şubat sabahı saat 2’de sıfır saatini beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.
Yazarın toplayıp birbirine bağladığı mevcut tüm unsurlar, mücadeleye doğru hamlenin durumun mantığında olduğunu gösteriyor. Ancak paradoks, Avrupalılar (Balkanlar’daki İngilizler hariç) ile ABD’liler arasındaki yaklaşım farklılığı bağlamında ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanının savaştan kaçınmak için arabuluculuk yapma girişimleri baştan başarısızlığa mahkûm olduğu ve Putin’in bunları askeri operasyon hazırlıklarını tamamlamak ve biraz zaman kazanmak için kullandığı görülüyor. Bir hatırlatma olarak, 2015 yılında kurulan ve Fransa ve Almanya’nın yanı sıra Rusya ve Ukrayna’yı da içeren Dörtlü Grup’un bir parçası olarak Emmanuel Macron ve Olaf Scholz, iki Donbas cumhuriyeti için iki ‘Minsk’ anlaşmasını canlandırmaya çalıştı. 24 Şubat sabahı savaşı meşrulaştıran konuşmasında Putin, ‘yalan imparatorluğu’, yani ABD liderliğindeki ‘demokrasi talep eden bir ittifakın’, özünde Rusya’ya düşman olduğunu ve emperyal hırsları olduğunu dile getirdi. Bu nedenle Ukrayna’ya karşı savaş, ‘varoluşsal bir tehditle karşı karşıya’ olan Rusya ulusu için bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Rusya’nın resmi vizyonu bu olduğu için, Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun kullanımı ‘meşru’ olarak görülen nükleer silahlara başvurma tehdidinde bulunması doğaldı. Çünkü Rus askeri doktrini buna izin veriyor. Bu durum, Moskova’nın bu doktrini değiştirmeye niyetlenmesi durumunda önleyici bir saldırı başlatmak için bile bu silaha başvurma olasılığına ilişkin bir tartışmayı hatırlatıyor.

Washington ve Brüksel: Rusya’ya karşı ortak düşmanlık
On ay önce savaşın başlamasından bugüne kadar Moskova, halen yasalaştırdığı ve 600 milyar dolar biriktirerek hazırladığı ‘komplo teorisine’ bağlı. Moskova ayrıca, Ulusal Sosyal Koruma Fonu’nu da 200 milyar dolar ile besledi. Hâkim olan inanç, savaşın kısa ömürlü olacağı yönündeydi. Kitaba göre özellikle de Federal Güvenlik Servisi (FSB) olmak üzere Rus istihbaratı, Doğu Ukrayna’nın Rusça konuşan sakinlerinin kendilerini Ukrayna boyunduruğundan kurtaracak Rus kuvvetlerinin gelişini sabırsızlıkla beklediklerini söyledi. Kitap ayrıca, iki üst düzey istihbarat görevlisinin, askeri operasyonun başlamasından birkaç hafta sonra Kremlin’in efendisine yanlış bilgi verdikleri için hapse atıldığını ortaya koydu.
Kitap, Batı ile Rusya arasındaki çatışmanın gidişatının olayların mantığında yattığına dikkat çekti. Öyle ki Moskova, Washington’un yayılmacı planlar uyguladığını ve onu zayıflatmak için bir çevreleme politikası uyguladığını düşünmekle kalmadı, aksine Avrupa Birliği (AB) de bu yaklaşıma uzak değildi. AB’nin 1999’dan bu yana Rusya’nın iç işlerine karışmaya çalışması da bunun bir kanıtı. AB, ‘Rusya ile Başa Çıkmak İçin Ortak Strateji Belgesi’ başlıklı resmi bir belgede, farklı hedeflere odaklanıyor. İlk olarak hedef, Avrupa ülkelerinde veya AB saflarına katılmak isteyen ülkelerde değil, Rusya’nın kendisinde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve kamu kurumlarını güçlendirmek. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılma hareketleri hızlanırken AB, Ermenistan, Gürcistan, Beyaz Rusya, Ukrayna ve hatta Azerbaycan’ı da içine alan ‘Doğu Ortaklığı’ girişimini başlatarak, Moskova’yı alarma geçirdi. Avrupalılar, Rusya’yı bu girişimin dışında tuttu. Yazara göre Moskova başından beri Avrupa yaklaşımına yanıt olarak bu duruma iki şekilde yanıt vermeye çalıştı. Bir yandan AB’nin saflarını bölmeye çalışmak ve diğer yandan alternatifler aramak. Odak noktası öncelikle Başkan Putin’in ana itici gücü olduğu ‘Brexit’ grubu.
Moskova, Latin Amerika, Arap dünyası ve Afrika ülkeleriyle temas ve ilişkilerini yeniden canlandırdı. Bunun sonuçları, BM Genel Kurulu’ndaki oylama süreçlerinde belirgindi. Onlarca ülke Rusya’nın kınanması konusundaki oylamada çekimser kaldı. Aynı şekilde Moskova, siyasi olarak Avrupa’daki sağcı veya solcu aşırılık yanlısı partilere destek sağlayarak ve askeri olarak Baltık Denizi’ne bakan ve Litvanya ile Polonya arasında yer alan Kaliningrad bölgesini silahlandırarak karşılık verdi. Denizaltılar ve büyük donanma gemileri konuşlandırarak, deniz üssünü geliştirdi. Büyük stratejik öneme sahip bu bölge, AB ve NATO’nun kalbinde gelişmiş bir üs haline geldi.
Başta Macron’un ortaya koydukları olmak üzere Fransa ve Almanya’nın girişimlerine rağmen, iki taraf arasındaki ilişkiler düzelmedi. Ukrayna’daki savaşın ilk gününden bu yana Avrupa tarafından art arda yaptırım paketleri (şu ana kadar dokuz) ortaya koyuldu. Petrol ve gaz, Rus varlıklarının dondurulması ve Putin ve üst düzey yetkililer karşı yaptırım paketleri, iki taraf arasındaki ilişkileri daha fazla gerginliğe ve hatta kopmanın eşiğine getirdi.
Yazar, Ukrayna’daki savaşa dair özetinde Putin’in 4 hata yaptığını ortaya koydu. İlk olarak; kuvvetlerinin yeteneklerini abartması, ikinci olarak; Ukrayna kuvvetlerinin kararlılığını gerektiği gibi takdir etmemiş olması, üçüncü olarak; Ukrayna halkının tepkisi konusunda yanılmış olması ve dördüncü olarak; ABD’nin, Avrupa’nın ve NATO’nun tepkisini beklememesi.
Hedeflerinden biri NATO’nun ülkesinin sınırlarına kadar genişlemesini engellemek ve Avrupa saflarını bölmekse, sonuçlar tam tersi oldu. Öyle ki Finlandiya ve İsveç, NATO’ya katılmaya hazırlanıyor. AB, bazı ülkelerinin tavırlarındaki farklılıklara rağmen Rusya’ya karşı tavır birliğini koruyor ve başta gaz olmak üzere enerji alanında Rusya’ya olan bağımlılığından uzaklaşıyor. Bunların yanı sıra Rusya, bu çatışmadan zayıf çıkacak ve artık Batı’yı nükleer tehditleriyle bile korkutmayan Putin’in geleceği hakkında sorular var.
Putin, ABD hegemonyasına isyan etmeyi de bırakmadı. Ayrıca her zaman Rusya’nın da olacağı çok kutuplu bir dünya yaratarak dünyanın geometrisini değiştirmeye çalıştı. Yazar, Ukrayna savaşının doğuracağı sonucun, ‘ABD’nin hâkim olduğu bir batı dünyası ve Çin’in baskın güç olduğu bir doğu dünyası’ olmak üzere iki kutupluluğu ortaya çıkaracağını belirtti. Rusya’da ise ‘orta imparatorluğun’, yani Çin’in bir takipçisine dönüşme tehlikesi pusuda bekliyor.
Kitabının son paragrafında Lucas Orban, şu ifadelere yer veriyor;
“Putin’in iktidarı sona ermedi ve teknik olarak 2036’ya kadar sürebilir. Siyasi statüsü ve katı bir milliyetçi söylemi benimsemesi, ona hatırı sayılır bir popülarite sağlıyor. Bununla birlikte kırılganlık, konumunu aşındırmaya başladı ve otoriterliği kötüleştikçe, sisteminde daha fazla çatlak ortaya çıktı.”
Hiç şüphe yok ki Ukrayna’daki savaşın sonuçlanacağı şekil, Putin’in geleceğinin şekillenmesinde de belirleyici olacak.



BM: İsrail'in Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki tahliye emri ‘yıkıcı bir darbe’

İsrail'in tahliye emrinin ardından Deyr el-Balah'tan ayrılan Filistinliler (AP)
İsrail'in tahliye emrinin ardından Deyr el-Balah'tan ayrılan Filistinliler (AP)
TT

BM: İsrail'in Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki tahliye emri ‘yıkıcı bir darbe’

İsrail'in tahliye emrinin ardından Deyr el-Balah'tan ayrılan Filistinliler (AP)
İsrail'in tahliye emrinin ardından Deyr el-Balah'tan ayrılan Filistinliler (AP)

Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA) dün yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin Deyr el-Balah bölgesinde yaşayanların güneye taşınmasına yönelik emrinin, savaştan etkilenen bölgedeki insani yardım çabalarına ‘yıkıcı bir darbe’ olduğunu bildirdi.

OCHA tarafından yapılan açıklamada şu uyarıda bulunuldu: “İsrail ordusu tarafından bugün yayınlanan toplu tahliye emri, Gazze Şeridi'nde insanları hayatta tutan zaten kırılgan olan yaşam hattına yıkıcı bir darbe daha indirdi.”

İsrail ordusu dün Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yerlerinden edilmiş Filistinlilerle dolup taşan bölgelerin boşaltılması emrini verdi. Deyr el-Balah'taki mahallelere yönelik yakın bir saldırının işareti olabilecek askeri tahliye emri, yakınlarının orada kalmasından korkan İsrailli esirlerin ailelerini alarma geçirdi.

İsrail ordusu, yüz binlerce yerinden edilmiş Gazzelinin barındığı Deyr el-Balah'ın güneybatısındaki bazı bölgelerde yaşayan insanlardan evlerini terk etmelerini ve güneye gitmelerini isteyen broşürleri havadan bıraktı.

Ordu tarafından yapılan açıklamada, “İsrail Savunma Kuvvetleri, bölgedeki düşman kabiliyetlerini ve terörist altyapısını yok etmek için büyük bir güçle çalışmaya devam ediyor” denildi. Ordu, mevcut çatışma sırasında bu bölgelere girmediğini belirtti.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre İsrailli kaynaklar, ordunun şimdiye kadar bölgeye girmemesinin nedeninin Hamas'ın orada esirler tuttuğu şüphesi olduğunu söylüyor.

Kalan 50 esirden en az 20'sinin Gazze Şeridi'nde halen hayatta olduğuna inanılıyor.

Esirlerin aileleri ordudan bir açıklama talep etti. Aileler yaptıkları açıklamada, “Sevdiklerimizi kaybetme pahasına bu kararın uygulanmayacağına dair bize söz verebilecek biri var mı?” diye sordu.

Bazı Filistinliler Deyr el-Balah'taki hamlenin uzun süredir devam eden ateşkes müzakerelerinde daha fazla taviz vermesi için Hamas üzerindeki baskıyı arttırma girişimi olabileceğini öne sürdü.

İsrail ve Hamas Doha'da 60 günlük bir ateşkes ve esir serbest bırakma anlaşmasına varmak amacıyla dolaylı görüşmeler yürütüyor, ancak henüz bir ilerleme kaydedildiğine dair bir işaret yok.