Rusya ve Batı Atlantik: Çatışmanın Kökenleri ve Medeniyetler Savaşı

Putin: “Ukrayna’daki savaş, Rus ulusu için bir ölüm kalım meselesi”

Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
TT

Rusya ve Batı Atlantik: Çatışmanın Kökenleri ve Medeniyetler Savaşı

Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)
Rusya - Ukrayna savaşından kaçanlar, kendilerini güvenli yerlere götürecek otobüsleri bekliyorlar (Reuters)

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının doğrudan hedeflerinin ötesinde Moskova, bunu “ABD hegemonyasından kurtulacağı ‘yeni bir dünya inşa etmeye’ yönelik adım” olarak nitelendirdi.
26 Şubat’ta, yani özel askeri operasyonun başlamasından iki gün sonra Rus ‘Novosti’ ajansı, ‘Rusya’nın Dönüşü ve Yeni Dünyanın Doğuşu’ başlıklı bir makale yayınladı. Şarku’l Avsat’ın ajanstan aktardığı makalede, “Yeni jeopolitik blok, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’nın birleşmesi ile bir ışık gördü” ve “Rus dünyası, bir gerçeklik haline geldi” ifadelerine yer verildi. ‘Rusya Jeopolitiği’ kitabının yazarı, makaleyi ‘olumsuz saha savaşı gelişmelerinin hüsrana uğramadan önce üst Rus çevrelerinde olup bitenlerin bir aynası’ olarak nitelendirdi.
Makalenin yazarı Petr Akopov, yeni bir dünya düzeninin doğuşunun gerekliliğine vurgu yaptıktan sonra sözlerini şu ifadelerle sonlandırdı:
“Çin, Hindistan, ABD, Afrika, Latin Amerika, İslam dünyası ve Güneydoğu Asya, Batı’nın küresel sistemi kontrol ettiğine veya oyunun kurallarını belirleyebileceğine inanmıyor.”
Makalenin yazarı “Rusya, Ukrayna’ya saldırarak sadece Batı’ya meydan okumakla kalmadı, aynı zamanda tam Batı egemenliği zamanının geri dönülemez bir şekilde sona erdiğine ve yeni dünyanın, elbette Batı ile işbirliğinde, ama onun talimatlarına, kurallarına ve emirlerine göre olmaksızın, tüm medeniyetlerle inşa edileceğine dair kesin kanıtlar buldu” dedi.
Yani yeni öneri, Başkan Putin’in Ukrayna’ya karşı savaşına ilişkin uzun vadeli hedefinin kişisel olarak açıkladığının ötesine geçtiği anlamına geliyor. Bakanları ve yardımcıları, bu savaşın Ukrayna’yı Nazilikten arındırmak (hükümetin devrilmesi anlamına geliyor), silahsızlandırmak, tarafsızlığı empoze etmek ve NATO çözümünden kesin olarak uzaklaşmak olduğunu vurguladı.
Bununla birlikte Rus vizyonunun aksine, Batı vizyonu tamamen çelişkili görünüyor. Ukrayna’nın müttefikleri, bu savaşın aslında ‘demokrasi’ ile ‘otoriterlik’ arasında ve bir yanda küreselleşmiş liberalizm ile diğer yanda çökmekte olan Batı karşısında ‘geleneksel değerlerin’ savunulması arasında olduğuna inanıyor.
Paris merkezli ‘La Decouverte’ yayınevi tarafından yakın zamanda yayınlanan Lucas Orban’ın ‘Rusya Jeopolitiği’ kitabı, Rusya ile Batı, özellikle ABD arasındaki ilişkinin kökenlerine birçok sayfa ayırıyor. Yazar, söz konusu sayfalarda her iki tarafta da günlük anlatıların ve diplomatik dilin ötesine geçen derin nedenleri incelemeye çalışıyor.
Rus görüşüne göre, Varşova Paktı’nın çöküşünün, aksine 1999, 2004 ve 2008 yıllarında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin katılım dalgaları sayesinde Rusya'ya yaklaşmak için binlerce kilometre yol kat eden NATO’nun sonunu getirmesi gerekiyordu. Aynı bağlamda Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) yetkisi olmadan NATO’nun Kosova’ya müdahalesi ve ABD- İngiltere’nin Irak’a müdahalesi gerçekleşti. Daha sonra Batılılar, Libya ile ilgili bir BM kararının dışına çıkarken, böylece Rusya, ABD tarafının komünist rejimlerin çöküşünden sonra ortaya çıkan ‘kırılgan dengeyi’ tehdit ederek hegemonyasını her yerde empoze etmeye çalıştığını anladı. Bu durum, eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin’i 1999’daki Çeçen savaşı nedeniyle Moskova’ya baskı yapan Başkan Clinton’a yönlendirdi. Yeltsin, o dönemde “Bill Clinton, entegre bir nükleer cephaneliğimiz olduğunu unuttu” demişti.
Yazar, Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan ‘2020 için Ortak Vizyon’ adı altında 2000 yılına kadar uzanan bir ABD belgesine de değinerek, havada, karada, uzayda, bilgi ve siber alanlarda dünyanın tam askeri hakimiyetine ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Eski ABD Başkanı George W. Bush, 1972 yılından bu yana anti-balistik füzelerin geliştirilmesini engelleyen, güç dengesini ve nükleer caydırıcılığı bozan ve Rusya’yı zayıf taraf konumuna sokan ‘Anti-Balistik Füze Antlaşması’ndan 2002’de geri çekilmek üzere bir adım attı. Yazar ayrıca, Putin’in 2007 yılının Şubat ayında yaptığı ve ‘tek kutuplu’ dünyayı ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini kınadığı konuşmayı da hatırlatırken, NATO’nun modernizasyonu ve Avrupa’nın güvenliği ile hiçbir ilgisi olmayan ‘tehlikeli bir provokasyon’ olarak nitelendirdi. Putin ayrıca, “Şunu soracak durumdayız: Bu genişleme kime karşı yapılıyor?” Aynı şekilde Putin, bu durumun karşıt blokların mantığının yeniden canlanması ve Soğuk Savaş zihniyetine dönüş olduğunu söylerken, patlayabilecek ‘bu mayınların sökülmesi’ çağrısında bulundu.
2014 yılında Putin, yine NATO’yu eleştirirken, onu Sovyetler Birliği’nin son başkanı olan Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’a Almanya’nın ötesine genişlemeyeceğine dair verdiği sözlü bir vaadi çiğnemekle suçladı. NATO arşivleri bu vaadi içermesine rağmen, Batılılar bunu resmi bir ‘taahhüt’ olarak görmüyor.
Kitap, Rus- ABD- NATO ilişkilerinin gelişimini adım adım takip ediyor. Öyle ki yazar, Rusya’nın Ortadoğu’ya dönüşünü Arap Baharı bağlamında, özellikle de 2015’te Suriye’de rejimin yanında ortaya koyduğu ağır askeri müdahaleye de değindi. Ayrıca yazar bunun, amacı Moritanya’dan Afganistan’a uzanan bir bölgeyi yeniden çizmek olan ‘büyük ve yeni bir Ortadoğu’ kurmaya yönelik ABD projesinin başarısızlığından sonra geliştiğini belirtti. Yazar, Rusya’nın rejimi ayakta tutarak ve DEAŞ’ı yenerek Suriye’deki zaferini ‘Batı için bir yenilgi’ olarak nitelendirdi. Ayrıca bu durumun, Putin açısından Batı’ya karşı ‘sembolik bir zafer’ olduğunu söyledi.

Batı ile mücadeleye doğru hızlı bir hamle
Putin, Batı ile karşı karşıya geldiğinde emrindeki bir dizi silaha başvurdu; saha savaşı, nüfuz siyaseti, siber ve istihbarat savaşı, ideolojik propaganda (örneğin Afrika’da olduğu gibi), ayrıca aynı zamanda medya savaşı. Diğer bir amaç için Putin, 2005 yılında ABD ve Avrupa ağlarına karşı koymak ve kullandığı silahlarla Batı’ya karşı savaşmak için 30 milyon dolarlık bir bütçeyle farklı dillerde ‘Russia Today (RT)’ televizyon ağını kurdu. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşının patlak vermesiyle birlikte Batı, topraklarında Rus medya organlarının yayın yapmasını engelledi. Kuruluşundan 15 yıl sonra RT, 100’den fazla ülkede beş dilde (İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Arapça ve Almanca) yayın yapıyor ve haftada en az 100 milyon kişiye ulaşıyor. Ardından 2014 yılında Kırım’ın ilhakı ve iki ayrılıkçı Donbas ‘cumhuriyetinin’ dağılmasıyla sonuçlanan Ukrayna krizinin patlak vermesiyle Moskova, ‘Ria Novosti’ ajansının yerine ‘Sputnik’ haber ajansını kurdu. Yönetimi ise Putin’e yakın bir gazeteci olan Margarita Simonyan’a devredildi. Putin, yıllarca Batı’yla mücadele etmek ve silahlarıyla savaşmak için ‘melez’ savaş da dahil olmak üzere her türlü ‘savaşa’ başvurdu. Rusya’ya yöneltilen Batı’nın (ABD- Fransa, Almanya) seçim yollarına müdahale etme ve demokrasileri istikrarsızlaştırma suçlamaları, Rusya ile NATO arasında Ukrayna topraklarında devam eden çatışmanın bir başlangıcı olarak geldi. Her ne kadar Batı, Kiev’e başta çok tip silahlar olmak üzere mali, ekonomik ve insani yardım akışına rağmen, kendisinin hala ‘bir taraf olmadığını’ iddia etse de yardım sağlamaya bağlı ve daha sonra Ukrayna’nın savunmadan saldırıya geçmesini sağladı. Böylece Ukrayna kuvvetleri, Rus kuvvetlerinin ele geçirdiği geniş alanları geri alabildi.
Başkan Biden’ın Beyaz Saray’a gelişiyle birlikte Moskova ile çatışma yoğunlaştı. Bu durum, eski Başkan Donald Trump döneminden bir kopuş oluşturdu. 19 Şubat 2021 tarihinde Demokrat Başkan, Rusya’nın Batı demokrasilerine yönelik saldırılarına yanıt vermek amacıyla, ABD’nin Cumhuriyetçi selefinin ihmal ettiği eski kıtaya NATO aracıyla ‘dönüşünün’ davullarını çaldı. Daha sonra Moskova, Ukrayna’yı işgal etmek için eski bir planın beklentisiyle Washington’a karşılıklı güvenlik garantileri konusunda bir anlaşma teklif etti. Başlığın ima ettiğinin aksine Moskova’nın Washington’a mesajı, bir ültimatomdu. Öyle ki Moskova, ABD tarafından Doğu Avrupa’daki ABD askeri faaliyetlerinin genişlemesini derhal durdurmasını ve askeri ve stratejik durumun 1997’den önceki, yani eski Varşova Paktı ülkelerinin NATO’ya katılmasından önceki haline dönmesini istedi. Bir başka ifadeyle Putin, eski kıtanın bildiği 30 yıllık jeopolitik ve jeostratejik gelişmeleri silmek istedi. Elbette Kremlin, ABD- NATO yanıtının mutlak bir ret olacağının tamamen farkındaydı ve aradığı da buydu. ABD- NATO, Kiev’e çok katı bir mesaj gönderdi. Bu da nihayetinde Ukrayna’nın NATO’ya girmekten geri adım atmasını ve Kırım’ın Rusya’ya ilhakını ve Donetsk ve Luhansk eyaletlerinin bağımsızlığını resmen tanımasını talep eden Rusya’nın ihtiyaç duyduğu bahaneyi sağladı. Batı’nın tepkisi nasıl olumsuz olduysa, Kiev de aynısını yaptı ve böylece Ukrayna’da ‘özel askeri harekatın’ başlamasının yolu açıldı. Batılılar, Rusya’nın uyarısını ve Batı ve Ukrayna’nın bunu reddetmesini, Putin’in savaş başlatmak için aradığı bahane olarak gördü.
Rus liderliği bu anı önceden tahmin etmişti. Ukrayna ile ortak sınırlara 180 bin asker, Beyaz Rusya- Ukrayna sınırlarına büyük kuvvetler konuşlandırdı ve beraberinde büyük ön askeri manevralar gerçekleştirdi. 24 Şubat sabahı saat 2’de sıfır saatini beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.
Yazarın toplayıp birbirine bağladığı mevcut tüm unsurlar, mücadeleye doğru hamlenin durumun mantığında olduğunu gösteriyor. Ancak paradoks, Avrupalılar (Balkanlar’daki İngilizler hariç) ile ABD’liler arasındaki yaklaşım farklılığı bağlamında ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanının savaştan kaçınmak için arabuluculuk yapma girişimleri baştan başarısızlığa mahkûm olduğu ve Putin’in bunları askeri operasyon hazırlıklarını tamamlamak ve biraz zaman kazanmak için kullandığı görülüyor. Bir hatırlatma olarak, 2015 yılında kurulan ve Fransa ve Almanya’nın yanı sıra Rusya ve Ukrayna’yı da içeren Dörtlü Grup’un bir parçası olarak Emmanuel Macron ve Olaf Scholz, iki Donbas cumhuriyeti için iki ‘Minsk’ anlaşmasını canlandırmaya çalıştı. 24 Şubat sabahı savaşı meşrulaştıran konuşmasında Putin, ‘yalan imparatorluğu’, yani ABD liderliğindeki ‘demokrasi talep eden bir ittifakın’, özünde Rusya’ya düşman olduğunu ve emperyal hırsları olduğunu dile getirdi. Bu nedenle Ukrayna’ya karşı savaş, ‘varoluşsal bir tehditle karşı karşıya’ olan Rusya ulusu için bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Rusya’nın resmi vizyonu bu olduğu için, Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun kullanımı ‘meşru’ olarak görülen nükleer silahlara başvurma tehdidinde bulunması doğaldı. Çünkü Rus askeri doktrini buna izin veriyor. Bu durum, Moskova’nın bu doktrini değiştirmeye niyetlenmesi durumunda önleyici bir saldırı başlatmak için bile bu silaha başvurma olasılığına ilişkin bir tartışmayı hatırlatıyor.

Washington ve Brüksel: Rusya’ya karşı ortak düşmanlık
On ay önce savaşın başlamasından bugüne kadar Moskova, halen yasalaştırdığı ve 600 milyar dolar biriktirerek hazırladığı ‘komplo teorisine’ bağlı. Moskova ayrıca, Ulusal Sosyal Koruma Fonu’nu da 200 milyar dolar ile besledi. Hâkim olan inanç, savaşın kısa ömürlü olacağı yönündeydi. Kitaba göre özellikle de Federal Güvenlik Servisi (FSB) olmak üzere Rus istihbaratı, Doğu Ukrayna’nın Rusça konuşan sakinlerinin kendilerini Ukrayna boyunduruğundan kurtaracak Rus kuvvetlerinin gelişini sabırsızlıkla beklediklerini söyledi. Kitap ayrıca, iki üst düzey istihbarat görevlisinin, askeri operasyonun başlamasından birkaç hafta sonra Kremlin’in efendisine yanlış bilgi verdikleri için hapse atıldığını ortaya koydu.
Kitap, Batı ile Rusya arasındaki çatışmanın gidişatının olayların mantığında yattığına dikkat çekti. Öyle ki Moskova, Washington’un yayılmacı planlar uyguladığını ve onu zayıflatmak için bir çevreleme politikası uyguladığını düşünmekle kalmadı, aksine Avrupa Birliği (AB) de bu yaklaşıma uzak değildi. AB’nin 1999’dan bu yana Rusya’nın iç işlerine karışmaya çalışması da bunun bir kanıtı. AB, ‘Rusya ile Başa Çıkmak İçin Ortak Strateji Belgesi’ başlıklı resmi bir belgede, farklı hedeflere odaklanıyor. İlk olarak hedef, Avrupa ülkelerinde veya AB saflarına katılmak isteyen ülkelerde değil, Rusya’nın kendisinde demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve kamu kurumlarını güçlendirmek. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılma hareketleri hızlanırken AB, Ermenistan, Gürcistan, Beyaz Rusya, Ukrayna ve hatta Azerbaycan’ı da içine alan ‘Doğu Ortaklığı’ girişimini başlatarak, Moskova’yı alarma geçirdi. Avrupalılar, Rusya’yı bu girişimin dışında tuttu. Yazara göre Moskova başından beri Avrupa yaklaşımına yanıt olarak bu duruma iki şekilde yanıt vermeye çalıştı. Bir yandan AB’nin saflarını bölmeye çalışmak ve diğer yandan alternatifler aramak. Odak noktası öncelikle Başkan Putin’in ana itici gücü olduğu ‘Brexit’ grubu.
Moskova, Latin Amerika, Arap dünyası ve Afrika ülkeleriyle temas ve ilişkilerini yeniden canlandırdı. Bunun sonuçları, BM Genel Kurulu’ndaki oylama süreçlerinde belirgindi. Onlarca ülke Rusya’nın kınanması konusundaki oylamada çekimser kaldı. Aynı şekilde Moskova, siyasi olarak Avrupa’daki sağcı veya solcu aşırılık yanlısı partilere destek sağlayarak ve askeri olarak Baltık Denizi’ne bakan ve Litvanya ile Polonya arasında yer alan Kaliningrad bölgesini silahlandırarak karşılık verdi. Denizaltılar ve büyük donanma gemileri konuşlandırarak, deniz üssünü geliştirdi. Büyük stratejik öneme sahip bu bölge, AB ve NATO’nun kalbinde gelişmiş bir üs haline geldi.
Başta Macron’un ortaya koydukları olmak üzere Fransa ve Almanya’nın girişimlerine rağmen, iki taraf arasındaki ilişkiler düzelmedi. Ukrayna’daki savaşın ilk gününden bu yana Avrupa tarafından art arda yaptırım paketleri (şu ana kadar dokuz) ortaya koyuldu. Petrol ve gaz, Rus varlıklarının dondurulması ve Putin ve üst düzey yetkililer karşı yaptırım paketleri, iki taraf arasındaki ilişkileri daha fazla gerginliğe ve hatta kopmanın eşiğine getirdi.
Yazar, Ukrayna’daki savaşa dair özetinde Putin’in 4 hata yaptığını ortaya koydu. İlk olarak; kuvvetlerinin yeteneklerini abartması, ikinci olarak; Ukrayna kuvvetlerinin kararlılığını gerektiği gibi takdir etmemiş olması, üçüncü olarak; Ukrayna halkının tepkisi konusunda yanılmış olması ve dördüncü olarak; ABD’nin, Avrupa’nın ve NATO’nun tepkisini beklememesi.
Hedeflerinden biri NATO’nun ülkesinin sınırlarına kadar genişlemesini engellemek ve Avrupa saflarını bölmekse, sonuçlar tam tersi oldu. Öyle ki Finlandiya ve İsveç, NATO’ya katılmaya hazırlanıyor. AB, bazı ülkelerinin tavırlarındaki farklılıklara rağmen Rusya’ya karşı tavır birliğini koruyor ve başta gaz olmak üzere enerji alanında Rusya’ya olan bağımlılığından uzaklaşıyor. Bunların yanı sıra Rusya, bu çatışmadan zayıf çıkacak ve artık Batı’yı nükleer tehditleriyle bile korkutmayan Putin’in geleceği hakkında sorular var.
Putin, ABD hegemonyasına isyan etmeyi de bırakmadı. Ayrıca her zaman Rusya’nın da olacağı çok kutuplu bir dünya yaratarak dünyanın geometrisini değiştirmeye çalıştı. Yazar, Ukrayna savaşının doğuracağı sonucun, ‘ABD’nin hâkim olduğu bir batı dünyası ve Çin’in baskın güç olduğu bir doğu dünyası’ olmak üzere iki kutupluluğu ortaya çıkaracağını belirtti. Rusya’da ise ‘orta imparatorluğun’, yani Çin’in bir takipçisine dönüşme tehlikesi pusuda bekliyor.
Kitabının son paragrafında Lucas Orban, şu ifadelere yer veriyor;
“Putin’in iktidarı sona ermedi ve teknik olarak 2036’ya kadar sürebilir. Siyasi statüsü ve katı bir milliyetçi söylemi benimsemesi, ona hatırı sayılır bir popülarite sağlıyor. Bununla birlikte kırılganlık, konumunu aşındırmaya başladı ve otoriterliği kötüleştikçe, sisteminde daha fazla çatlak ortaya çıktı.”
Hiç şüphe yok ki Ukrayna’daki savaşın sonuçlanacağı şekil, Putin’in geleceğinin şekillenmesinde de belirleyici olacak.



İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
TT

İsrail'in çağrı cihazlarını patlatmasının üzerinden bir yıl geçti… Lübnanlılar iyileşme yolculuklarına devam ediyor

Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)
Çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarından biri olan 27 yaşındaki Zeyneb Mustarah... Beyrut, 15 Eylül 2025 (Reuters)

Zeyneb Mustarah, Beyrut'ta bir etkinlik planlama şirketi işletiyordu. Ancak geçen yıl İsrail'in Lübnan'da bubi tuzaklı çağrı cihazlarını patlatması sonucu yüzünden ve sağ elinden yaralandı. Zeyneb, eli ve gözlerinin sağlığına kavuşması için çok sayıda ameliyat geçirdi.

17 Eylül 2024'te, Hizbullah'ın üyeleri tarafından taşınan binlerce çağrı cihazı aynı anda patladı, bir gün sonra da diğer kablosuz cihazlar (telsizler) patladı.

Patlamalarda 39 kişi öldü ve 3 bin 400'den fazla kişi yaralandı. Yaralananlar arasında patlama anında cihazların yakınında bulunan ve İran destekli örgütün mensubu olmayan çocuklar ve siviller de vardı.

Şu anda 27 yaşında olan Zeyneb de yaralananlar arasındaydı.

Zeyneb, Reuters'a verdiği demeçte, evden çalışırken akrabalarından birine ait çağrı cihazının mesaj almış gibi bip sesi çıkardığını, ardından dokunmadan patladığını söyledi. Bilincini kaybetmemiş olsa da yüzünde ve elinde ağır yaralanmalar meydana geldi.

Şok edici bir saldırı

Zeyneb geçtiğimiz yıl 14 ameliyat geçirdi ve önünde halen yedi estetik ameliyatı var. Zeyneb, sağ el parmaklarını ve görme yetisinin yüzde 90'ını kaybetti.

Zeyneb, “Görme yetim sadece yüzde 10 olduğu için artık iç mimarlık okuyamam. Allah izin verirse, gelecek yıl kendime uygun üniversite bölümlerine bakacağız, böylece okula devam edebileceğim. Ama kesinlikle oturup hiçbir şey yapmadan durmayacağım” ifadelerini kullandı.

Çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması, İsrail ile Hizbullah arasında yıkıcı bir savaşı tetikledi ve bu da Lübnan'ın geniş alanlarının tahrip olmasına yol açtı.

Patlamalardan iki ay sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun sözcüsü, başbakanın saldırıya yeşil ışık yaktığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre İsrail, Hizbullah tarafından satın alınan binlerce çağrı cihazının içine, küçük ama yüksek patlayıcılı fünyeler sakladı.

Bu cihazlar, Hizbullah mensupları tarafından taşınıyordu.

Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, patlamaları ‘şok edici’ olarak nitelendirerek, siviller üzerindeki etkisinin ‘kabul edilemez’ olduğunu vurguladı.

Volker Türk, cihazları kimin taşıdığını veya nerede bulunduğunu kesin olarak bilmeden binlerce kişiyi aynı anda hedef almanın, ‘uluslararası insan hakları hukukunu ihlal ettiğini’ bildirdi.

Yaralanan sağlık çalışanları

Hizbullah'ın er-Resulu’l A'zam Hastanesi'nin mühendislik ve tıbbi ekipman müdürü 34 yaşındaki Muhammed Nasıruddin, çağrı cihazları patladığı sırada kendi cihazını cebinde taşıyordu. Nasıruddin, bu cihazı, hastanede gerekli olan bakım işlerine erişimi kolaylaştırmak için kullandığını söyledi.

17 Eylül'de, oğlunun okulunun ilk günü olduğu için eşiyle telefonda konuştu. Birkaç dakika sonra, taşıdığı çağrı cihazı patladı.

Patlama sonucu sol gözünü ve sol el parmaklarını kaybetti, kafatasına şarapnel parçaları saplandı. İki hafta komada kaldı. Nasıruddin halen yüz ameliyatları geçiriyor.

Uyandığında, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın Beyrut'un güney banliyölerinde İsrail'in düzenlediği saldırılarda öldürüldüğünü öğrendi. Bu olay, Hizbullah ve destekçileri için bir dönüm noktası oldu.

Ancak Nasıruddin, oğlu onu bu halde görene kadar tek bir damla gözyaşı dökmedi.

O şöyle dedi: “Gözümü ve parmaklarımı kaybettim ama ağlamadım... Hissettiğim tek üzüntü, oğlumun babasının durumunun böyle olmasını nasıl kabullenebildiğiydi.”

Lübnan Meclisi Milletvekili ve göz cerrahı Elias Jradi, çağrı cihazı patlamalarının kurbanlarına onlarca ameliyat yaptı ve bazı vakaların ömür boyu tedavi gerektireceğini söyledi.

Reuters'a konuşan Jradi şu ifadeleri kullandı: “Çoğu bu yıl birkaç ameliyat daha geçirmeli. Çoğu ömür boyu takip gerektiriyor… Tedavinin belirli bir noktada sona ereceğini sanmıyorum; devam edecek. Her vaka insani bir vakaydı, özellikle de size ‘Bize ne oldu?’ diye soran çocuklar veya kadınlarla karşı karşıya kaldığımızda... Onlara cevap veremiyorsunuz.”


Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
TT

Suveyda'da güvenliği yeniden tesis etmeyi amaçlayan “yol haritası”

Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)
Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dün Şam’da bir araya gelerek Suveyda ilinde sükunetin yeniden sağlanması için bir anlaşma imzaladıktan sonra hatıra fotoğrafı çektirdiler (AFP)

Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dün, hükümetinin ülkenin güneyindeki Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu Suveyda ilinde meydana gelen kanlı şiddet olaylarının etkilerini gidermek ve bölgede güvenliği yeniden tesis etmek için bir ‘yol haritası’ hazırladığını duyurdu.

Şeybani dün Şam'da Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack ile düzenlediği ortak basın toplantısında, planın Ürdün ve ABD tarafından desteklenen pratik adımlara dayandığını açıkladı. Şeybani’nin açıklamasına göre bu adımların başında ‘Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile tam koordinasyon içinde, sivillere ve onların mülklerine saldırıda bulunanların tümünün hesap vermesi’ geliyor.

Şeybani, planın ‘ABD’nin Suriye hükümeti ile istişare halinde, Suriye'nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü teyit ederken hem Suriye'nin hem de İsrail'in meşru güvenlik endişelerini ele alan, Suriye’nin güneyi ile ilgili İsrail ile güvenlik anlaşmaları yapılması için çalışması gerektiğini’ öngördüğünü belirtti.


ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
TT

ABD-Suriye ilişkileri: İnişler, çıkışlar ve iç içe geçmiş jeopolitik çıkarlar

Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Şara, BM Genel Kurulu’na hitap etmek üzere ABD’ye gidecek (AFP)

Tarık Ali

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın önümüzdeki günlerde ABD’yi ziyaret ederek Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’na hitap etmesi bekleniyor. Şara, 1967 yılında Salah Cedid liderliğindeki hareket tarafından desteklenen koalisyon başkanı Nureddin el-Attasi'nin yaptığı son konuşmadan bu yana, yaklaşık 60 yıldır ABD’de ve özellikle de BM’de konuşma yapan ilk Suriye Cumhurbaşkanı olacak. Attasi, Hafız Esed ve Baasçı askeri cunta tarafından 1966 yılında ‘Şubat Hareketi’ olarak bilinen, selefi Emin el-Hafız'a karşı kanlı bir darbenin ardından iktidara gelmişti.

hyu76ı
Attasi, uzun süre iktidarda kalamadı (Wikipedia)

Attasi, Suriye'de uzun süre iktidarda kalamadı. Baba Esed, konumunu sağlamlaştırır sağlamlaştırmaz, aynı süreci tekrarladı ve devrimci yoldaşlarının ve siyasi projesinin geri kalan üyelerini, başta Cumhurbaşkanı Attasi ve seçkin komutan General Salah Cedid, Subay İşleri Ofisi Direktörü ve Baas Partisi Bölge Sekreteri olmak üzere herkesi iktidardan indirdi. Onları 16 Kasım 1970'te ‘Düzeltici Hareket’ adı verilen darbe ile Mezze Askeri Hapishanesi’ne gönderdi. Esed daha sonra Ahmed Hasan el-Hatib’i iktidara getirdi ve ne askeri ne siyasi geçmişi olmasına rağmen üç ay boyunca cumhurbaşkanlığı görevini ona emanet etti. Ardından herhangi rakibinin olmadığı bir referandum düzenledi. Esed, 1971 yılında yapılan referandumda oyların yüzde 99'undan fazlasını alarak cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.

ABD’yi hiç ziyaret etmeyen başkan

Baba Esed 2000 yılının haziran ayında öldüğünde, 30 yıl boyunca iktidarda kalmasına rağmen ABD’ye hiç ayak basmadan görevini bırakan devlet başkanı olarak tanımlandı. Çünkü üst düzey başkanlar ve yetkililer, çözülmemiş sorunları çözmek için Şam'a seyahat etmişlerdi. Babasının izinden giden (Suriye’nin devrik Devlet Başkanı) Beşşar Esed de görevde olduğu süre içinde hiçbir zaman ABD topraklarına ayak basmadı.

Suriye’de 1963 yılının Mart ayında gerçekleşen askeri darbenin ve 1970 yılındaki ‘Düzeltme Hareketi’ adlı darbenin babası, Marksizmin meyvelerini toplamak umuduyla, erken dönem siyasi idolü (Sovyetler Birliği’nin ilk devlet başkanı) Vladimir Lenin’den ve onun 1917 yılında gerçekleştirdiği Bolşevik Devrimi'nden sürekli ilham almaya çalıştı. Bazen başarılı olsa da (Arjantinli Marksist devrimci) Ernesto Che Guevara (merhum Küba Devlet Başkanı) Fidel Castro ve (merhum Venezuela Devlet Başkanı) Hugo Chávez ile karşılaştırılabilir bir örnek olmaya ve Araplar için merhum Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak konumlanmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Burada başarısızlığın nedenleri sayısız denecek kadar çok. Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau'nun fikirlerine ve devrimci Napolyon’un düşüncesine dayanan bir sosyal sözleşmeden ilham almaya çalıştığında bile, (Fransız Devrimi sırasında zulmün sembolü haline gelen bir Fransız kalesi) Bastille'ın duvarlarını yıkmak yerine Sednaya Hapishanesi'nin duvarlarını inşa etmeye başladı.

vfd
Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi (Independent Arabia)

Tüm bu sebeplerden dolayı, ABD topraklarına hiç ayak basmadan ölmeyi arzularken, Kasiyun Dağı'nın eteklerindeki sarayından bölgedeki ipleri elinde tutuyordu. Bu durum, oğlu Beşşar’ın politikalarının aksine, açık bir gerçekti. Başlangıçta Beşşar’ın devlet başkanı olması planlanmamıştı. Ağabeyi Basil 1994 yılında Şam Uluslararası Havaalanı yolunda ani bir trafik kazasında ölmeseydi, belki de o koltuğa hiç oturamayacaktı.

Son konuşma

1967 haziranındaki yenilginin ardından Suriye Cumhurbaşkanının BM’de yaptığı son konuşmanın nadir bulunan bir kaydına Independent Arabia ulaştı. Attasi, BM Genel Kurulu’na hitap ettiği kısa konuşmasında şunları söylüyordu:

“İsrail, Arap vatanımızın yeni bölgelerine kolonyal bir işgal gerçekleştiriyor. Bu saldırganlığı kınamak ve etkilerini kısıtlamak ve ön koşul olmaksızın tamamen ortadan kaldırmak için bugün BM Genel Kurul tarafından temsil edilen küresel vicdana olan güvenimizi ifade etmek üzere buradayız. Tüm Arap ve barışsever halklar bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyorlar.”

Daha sonra bazı politikacılar ve büyükelçiler, Attasi’nin konuşmasının, on yıllardır ülkeyi domine eden aynı ‘Baasçıların mürekkebiyle’ yazılmış olduğu değerlendirmesinde bulundular.

Sovyetler Birliği

Leonid Brejnev, 1964 yılında, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini üstlendi. Ta ki 1984 yılına kadar bu görevde kaldı. Suriye'nin en kötü saha, siyasi ve askeri koşullarını yaşadığı ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile çatıştığı bir dönemde Hafız Esed'in güvenilir bir müttefiki ve ortağı idi. Esed, uluslararası, askeri ve bazen de mali ihtiyaçlarını karşılayan bu güçlü ittifaka bağlı kalmaya devam etti ve Doğu bloğuna açık bir eğilim gösterdi. İki taraf arasındaki ilişkinin gücü, karşılıklı ziyaretlerin sayısından ve Brejnev'in ulusal kurtuluş güçlerine verdiği destekten anlaşılabilir. Buna, ekonomik olarak desteklediği ve bir şekilde altyapısını geliştirdiği Suriye de dahildi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu durum, Rus liderin Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına uygun olarak Arap-İsrail çatışmasını çözme girişiminin de önünü açtı.

Bu yakın ortaklık, Mikhail Gorbaçov'un Sovyetler Birliği'nde iktidara gelmesine kadar devam etti. Bu dönemde, iç ve dış reform projeleri gibi çeşitli faktörlerin etkisiyle Sovyetler Birliği'nin çöküşü yaşandı ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki Suriye ve Hafız Esed rejimi ile iş birliği, glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılandırma) politikaları altında asgari düzeye indirildi. Bu iki politika Sovyetler Birliği'nin çöküşüne yol açarak Suriye'nin Doğu bloğundaki stratejik projesine ciddi zarar verdi.

Karmaşıklık aşaması

Hafız Esed’in 1971 yılında Suriye'de iktidara gelişinden sonra Suriye-ABD ilişkileri karmaşık, çetrefilli ve çifte standartların hakim olduğu bir döneme girdi. İki ülkenin çıkarları, başta Doğu ve Batı blokları arasındaki Soğuk Savaş, Arap-İsrail çatışması, Lübnan iç savaşı, İran’daki İslam devrimi, birinci ve ikinci Körfez savaşları ve Müslüman Kardeşler meselesi olmak üzere birçok hassas konuda sık sık çatıştı. Diğer konular arasında 11 Eylül olayları, Suriye'nin Lübnan'daki varlığı, Irak'ın işgali ve 2011 Suriye devrimi sayılabilir.

Merhum ABD Başkanı Richard Nixon 1974 yılında, eşi Pat ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile birlikte 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan beri devam eden bir anlaşmazlığın ardından Şam'ı ziyaret etti. Ziyaretin amacı, iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri canlandırmaktı. ABD, 1979'da Suriye'ye ‘terörü destekleyen ülke’ olarak nitelendirerek yeniden yaptırımlar uygulayana kadar her şey yolunda gidiyordu. ABD, Şam rejimine silah ve ileri teknoloji ekipman satışını yasakladı, finansal ve ticari kısıtlamalar getirdi.

Suriye, 1980'li yıllarda ABD’nin isteklerinin aksine, Irak'a karşı savaşta İran'ın yanında yer aldı. Ancak, 1990'larda Amerika'nın istekleri doğrultusunda, Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı Kuveyt'in yanında yer alarak konumunu düzeltmeye çalıştı. Suriye 1991 yılında dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'e karşı uluslararası koalisyona katılsa da bu durum Batı'nın tutumunu değiştirmedi.

Durum 1993 yılında Bill Clinton'ın ABD başkanı olmasına kadar bu şekilde devam etti. Clinton, başkanlık görevini 2001 yılına kadar sürdürdü. Bu dönemde Clinton, İsrail ile barış sürecini ilerletmeye çalıştı. Bu çabaları bazen başarılı olsa da o döneme ait kayıtlarda da belgelendiği üzere Hafız Esed'in uzlaşmaz tavrı nedeniyle bazen de başarısızlıkla sonuçlandı.

Beşşar Esed'in ABD ile istihbarat bağlantıları kurma girişimlerine rağmen, 2001 yılında New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıların ardından ABD'nin Ortadoğu politikası tamamen değişti. Bu durum, 2000 yılında babasının ölümünün hemen ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile kapalı kapılar ardında yaptığı uzun görüşmenin ardından, ABD’nin onun iktidara gelmesini sağlayan rolü de Beşşar Esed’e yardımcı olamadı.

Küresel terör saldırılarının ardından, George W. Bush ABD’de iktidara geldi ve Beşşar Esed'i aşırılıkçı ‘kötülük ekseninin’ bir direği olarak gördü. Bush, sekiz yıllık iktidarı boyunca, Suriye'yi komşularından tamamen izole etmeye çalıştı. Gerginlik, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinin arifesinde, Esed'in teröristlerin Suriye'den Irak'a güvenli geçişini sağlamasıyla zirveye ulaştı. Sonuç olarak Suriye, bazı yeni yaptırımlara maruz kaldı. Bunu, Suriye'nin Lübnan'daki varlığıyla ilgili yaptırımlar ve 2005 yılının şubat ayında Suriye'nin eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri'yi suikastla öldürmekle suçlanması takip etti.

Barack Obama ABD başkanı olarak seçildiğinde, Suriye ile yeni bir sayfa açmaya çalıştı. Obama, 2010 yılında, deneyimli diplomat Robert Ford'u Şam Büyükelçisi olarak görevlendirdi. Ancak 2011 yılının mart ayı ortalarında Suriye devrimi patlak verdi ve devrik rejimin güçlerinin barışçıl göstericilere uyguladığı muamele, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ülkeleri ve diğer ülkelerin Suriye’ye yaptırımlar yağdırmasına yol açtı. Bu yaptırımlar Rusya, İran ve o dönemde Esed liderliğindeki Suriye hükümetiyle ilişkisi olan tüm ülke, kurum, kuruluş ve kişileri etkiledi. Suriye’ye 2 bin 500'den fazla uluslararası yaptırım uygulanana kadar durum değişmedi, ta ki Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, uluslararası ve bölgesel nüfuzunu kullanarak, Başkan Donald Trump Beyaz Saray'a geldikten sonra Şam ile Washington arasındaki ilişkileri düzeltmek için müdahale edene kadar. Suriye’nin mevcut Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, geçtiğimiz yılın sonlarında Esed rejimini devirerek Suriye'de iktidara geldi. Şara ve Trump, geçtiğimiz ay Suudi Arabistan'da doğrudan bir görüşme bile gerçekleştirdi.

Yeni bir çağ

Trump ile Şara arasında Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da katıldığı tarihi bir toplantı gerçekleşti. Bir sonraki durak, Şara'nın  Suriye'deki son gelişmeler hakkında konuşma yapacağı BM Genel Kurul görüşmeleri olacak. Bu gelişmeler, Trump'ın yakın dostu ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'ı Suriye özel temsilcisi olarak atadığı bir dönemde gerçekleşti. Bununla birlikte ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Sözcüsü Michael Mitchell, özellikle Şara ile Barrack’ın Şam'da yaptığı son görüşmeden sonra, Washington'ın Suriye ile ilişkilerde ‘yeni bir dönem başlatmak’ istediğini açıkladı.

Mitchell, düzenlediği basın toplantısında, “Bu olay gerçekten tarihi bir olaydı ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi, ABD Başkanı'nın taahhütlerini olağanüstü bir hızla yerine getiriyor. Bu durum, Beyaz Saray'ın, ABD yönetiminin Suriye ile ilişkilerinde ortaklığa ve ikili iş birliğine dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğinin açık bir göstergesi” dedi. ABD Başkanı Trump'ın ‘Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin gereksiz ekonomik yaptırımlardan mustarip olduğunu ve bu yaptırımlar nedeniyle Suriye halkının gerekli yatırımlardan mahrum kaldığını fark ettiğini’ söyleyen Mitchell, “Bu yeni dönem yatırımlara kapı açacak ve ekonomik koşulları iyileştirecek. Bu da Suriye halkına ve bölgeye bir bütün olarak fayda sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack, ABD’nin Suriye'ye yönelik mevcut politikasının ‘son 100 yıldaki politikalara benzemeyeceğini, çünkü bu politikaların işe yaramadığını’ söyledi. Barrack, ülkesinin önceki on yıllarda izlenen politikalardan farklı bir yönde ilerlediğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.