Tunus’ta Buden hükümetinin görevden alınmasına yönelik çağrılar artıyor

Hükümet, boğucu sosyal ve ekonomik krizi idare edememekle suçlanıyor

Tunusluların 3 gün önce başkentin merkezinde yaşam maliyetlerinin artmasını protesto etmek için düzenlediği gösteriden bir kare (EPA)
Tunusluların 3 gün önce başkentin merkezinde yaşam maliyetlerinin artmasını protesto etmek için düzenlediği gösteriden bir kare (EPA)
TT

Tunus’ta Buden hükümetinin görevden alınmasına yönelik çağrılar artıyor

Tunusluların 3 gün önce başkentin merkezinde yaşam maliyetlerinin artmasını protesto etmek için düzenlediği gösteriden bir kare (EPA)
Tunusluların 3 gün önce başkentin merkezinde yaşam maliyetlerinin artmasını protesto etmek için düzenlediği gösteriden bir kare (EPA)

Tunus’ta hayat pahalılığının artması, fiyatların yükselmesi ve bazı gıda malzemelerinin piyasada bulunamaması nedeniyle, hükümete yönelik eleştirilerin şiddetti arttı. Bu durum mevcut hükümette büyük bir değişiklik yapılması veya Başbakan Necla Buden de dahil olmak üzere kapsamlı bir hükümet değişikliğine yönelik çağrıları da daha ciddi bir hale getirdi.
Buden hükümetine yönelik eleştirilerin büyük bir kısmını, yeni parlamentoyla ilgili seçim sürecinin başarısızlığı oluşturuyordu. Bu eleştiriler, gerek 2021 yazında Cumhurbaşkanı Kays Said tarafından onaylanan siyasi yolun destekçisi olanlar, gerekse muhalif olan, siyasi çizgiyi boykot etmeye ve tamamen reddetmeye yönelik çağrı yapanlar olmak üzere ülkede önde gelen siyasi gruplar tarafından yapıldı. Ancak garip olan, Cumhurbaşkanı Said’in seçimlerini desteklediği düşünülen 25 Temmuz Hareketi’nin başbakan ve bölgelerdeki hükümet temsilcileri de dahil olmak üzere, derin hükümet değişiklikleri için çağrıda bulunanların ön saflarında yer alması oldu. 25 Temmuz Hareketi sözcüsü Abdurrezzak el-Haluli, Başbakan Buden hükümetini görevden alma, hükümet reformunu acilen gerçekleştirme ve Tunuslu yetkilerin birçoğunu içeren bir siyasi hükümet kurma çağrısında bulundu. Kendi ifadeleri ile Buden hükümetinin ülke işlerini yönetmedeki ‘kesin başarısızlığı’ ve giderek büyüyen ekonomik ve sosyal krize çözüm bulamaması sebebiyle, siyaset sahnesine yeni bir kan sağlamak için tüm valilerin değiştirilmesi çağrısında da bulundu.
Ancak Tunus’taki siyasi duruma yönelik bazı gözlemciler, seçim sürecinin henüz sona ermediği bahanesiyle mevcut hükümette herhangi bir değişiklik yapılmayacağını düşünüyor. Zira Cumhurbaşkanı Said, parlamento seçimlerinin birinci tur sonuçlarıyla ilgili yaptığı açıklamada, ikinci tur sonuçlarının beklenmesi gerektiğini belirtti. Bu durum, bazıları tarafından Said’in, gelecek baharda yapılacak belediye seçimlerinin yanı sıra ikinci bir parlamento odası gibi olan Bölgeler ve İlçeler Konseyi seçimleri de dahil olmak üzere tüm seçim süreci bitene kadar hükümeti değiştirmek istemediği şeklinde yorumlandı.
25 Temmuz yolunu destekleyen Halk Hareketi’nin lideri Zuheyr Magzavi, bu konudaki çekincelerini belirtmeden önce, mevcut hükümetin ‘yüksek fiyatlar, temel ihtiyaç maddelerinin temini, sağlık, ulaşım, eğitim ve enerji sıkıntıları başta olmak üzere Tunusluların yaşamlarıyla ilgili zorlukların idare edilememesinin ve kafa karışıklığının tüm sorumluluğu taşıdığını’ belirtti.
Bu bağlamda, bir dizi siyasi analist, bazı liderlerin Buden hükümetini birden fazla kez ‘25 Temmuz yolunun en büyük düşmanı haline geldiğini’ belirterek, yönetimden ayrılmasını talep ettiğinden beri, Halk Hareketi’nin artık Necla Buden hükümetinde kapsamlı değişiklik yapma fikrini güçlü bir şekilde desteklediğini belirtti. Söz konusu liderler, yeni bir bakanlık ekibine dayalı olarak ekonomik ve sosyal durum için bir kurtarma planı hazırlama taahhüdünde bulundular. 25 Temmuz yolunun bazı muhalifleri, devlet bütçesini finanse etmek için kredi almak üzere Uluslararası Para Fonu (IMF) ile devam eden müzakerelerin başarısızlığının arkasında mevcut hükümetin olduğunu öne sürdü.
Yerel basında çıkan haberlere göre, Halk Hareketi liderlerinden Muhammed el-Maslini'nin yaptığı açıklamada, Zuheyr Magzavi’nin geçtiğimiz Pazar günü parlamento seçimlerinin ön sonuçları açıklanırken Cumhurbaşkanı Kays Said ile bir araya geldiğini açıkladı. Açıklamaya göre Magzavi, Cumhurbaşkanı Said’e seçimlere katılımın ‘zayıf’ olduğunu ayrıca, siyasi sürecin şu anda ‘kasırga bölgesinde olduğunu, ekonomik ve sosyal dosyalar açısından öncekilerden pek bir farkı olmadığını’ belirtti.
Yerel haberlerde, hükümet performansına yönelik cumhurbaşkanına karşı açık bir eleştirinin var olduğunu ve bu eleştirilerde, Cumhurbaşkanı’nın partilerin, kuruluşların ve İşçi Sendikası’nın hükümet değişiklikleri yapma ve erken cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenleme çağrılarına olumlu yanıt vermesin umulduğu vurgulandı.



Cezayir neden Türkiye'nin Afrika Sahel bölgesindeki yayılmasından çekiniyor?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Cezayir neden Türkiye'nin Afrika Sahel bölgesindeki yayılmasından çekiniyor?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Ali Yahi

Kuzey Afrika'da Türkiye'nin Sahel bölgesine “sessizce sızması” ile ilgili tartışmalar yeniden başladı. Görünüşe göre Cezayir, yabancı varlığı, özellikle de askeri varlığı reddettiği için bu eyleme karşı en temkinli davranan ülke. Endişeleri artıran ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan'ın Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından yaptığı “Kimse Türkiye'yi kendi sınırları içine hapsedemez” şeklindeki açıklamaları.

Geri çekilme ve endişeyle karşılanan bir varlık

Sahel bölgesi birçok gücün farklı başlıklar altındaki müdahalesi ortasında, sonu barışçıl görünmeyen uluslararası rekabetin etkisi altında yaşıyor. Analistlere göre, Fransa ve ABD'nin bıraktığı boşluğu “bazen yardıma, bazen de 'kazan-kazan' sloganıyla iş birliğine dayalı yumuşak bir strateji benimseyerek” doldurmaya çalışan Türkiye de bu güçlerin arasında yer alıyor. Türkiye bu sayede Mali, Çad ve Nijer başta olmak üzere çeşitli Afrika ülkeleriyle güçlü, iç içe geçmiş ilişkiler kurdu.

Ancak Sahel'deki Türk varlığının yanı sıra bölgeyi arka bahçesi ve Afrika’daki derinliği olarak gören Fransa'nın varlığının “gerilemesi” karşısında, yabancı varlığını reddeden Cezayir'in bununla ilgili izlenimlerine dair yorumlar artıyor. Özellikle de Mali'de barış ve uzlaşı anlaşmasının iptal edildiği ve sonrasında Bamako’daki askeri cunta ile Cezayir arasında gerilimin neredeyse ilişkileri koparma noktasına vardığı göz önüne alındığında. Buna bir de Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'u deviren askeri darbenin ardından, Cezayir ile Nijer arasındaki ilişkilere damgasını vuran yanlış anlama ekleniyor.

Cezayir'in dile getirilmeyen “endişesini” artıran husus, Mali, Burkina Faso ve Nijer'de iktidarda bulunan askeri hükümetlerin, Ankara ile askeri iş birliklerini ilerletmeleri. Fransa merkezli “Le Monde” gazetesinin yakın zamanda bildirdiğine göre “silahlı örgütleri takip etmek için bu ülkelerin hava araçlarını güçlendirmek” bu konuda atılan son iş birliği adımıydı. Gazete Türk Bayraktar insansız hava araçlarının (İHA), Sahel bölgesinde dikkat çekici derecede yaygınlaştığını ve “Mali'deki askeri cuntanın ülkenin kuzeyinde, Cezayir sınırındaki Kidal bölgesini ele geçirmek için tercih ettiği araçlardan biri olduğunu” belirtti.

Kazan-kazan yaklaşımı

Uluslararası ilişkiler uzmanı ve Afrika meseleleriyle ilgilenen Türk araştırmacı Erdem Özlük, Ankara'nın Sahel bölgesi ülkeleriyle askeri ve diplomatik ilişkilerini kazan-kazan yaklaşımıyla güçlendirmeye gayret ettiğini düşünüyor. Bu ilginin artmasında bölgesel ve küresel gelişmelerin yanı sıra Afrika ülkelerinin özel gündemlerinin de büyük rol oynadığını belirtiyor.

Kıtada devam eden istikrarsızlık ortamında birçok Afrika ülkesinin güvenlik alanında yetenek ve imkanlarını güçlendirmek istediğini, Türkiye'nin rolünün bu bağlamda öne çıktığını ifade ediyor. Ankara'nın son on yılda, Afrika ülkelerinin eski sömürgecisi Fransa ve kıtada büyük etkisi olan Amerika Birleşik Devletleri'ne alternatif bir rol oynadığını belirtiyor.

Askeri varlıktan rahatsızlık

Cezayirli siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü Mamoune Aouir ise 2015'ten bu yana özellikle Fransa'nın geri çekilmesinin ardından Batı Afrika ve Sahel bölgesindeki Türk nüfuzunun arttığını söyledi. Ankara’nın, Sahel ülkeleriyle ilişkilerinde güvenlik ve ekonomiyi esas aldığını belirtti ve Libya ile Somali’deki askeri varlığının yanı sıra Moritanya, Nijer, Çad, Libya, Mali ve Sudan gibi bölge ülkeleriyle çok sayıda güvenlik anlaşması imzaladığını ifade ertti. Bu durum, zararlı değil faydalı olarak gördüğü ekonomik varlığın aksine, olumsuz yönleri nedeniyle herhangi bir yabancı askeri varlığı reddeden Cezayir'i endişelendirebilir dedi.

Aouir, tıpkı geçmişteki Fransız ve günümüzdeki Rus varlığı gibi, Türkiye'nin askeri varlığının da Sahel bölgesinin güvenlik ve istikrarı üzerinde etkisi olduğunu vurguladı. Cezayir'in genel olarak bölgedeki yabancı askeri varlığından rahatsız olduğunun ve bunu bölgenin istikrarına katkıda bulunmayan bir endişe ve tehlike kaynağı olarak gördüğünün altını çizdi. Ülkesinin Türkiye'yi düşman bir faktör olarak görmediğini, aksine iki ülke arasındaki güçlü diplomatik ilişkiler dikkate alındığında Türkiye ile daha sonra anlaşmasının ve iş birliği yapmasının mümkün olduğunu düşündüğünü söyledi. Ayrıca Cezayir'in terörle mücadele yaklaşımının, güvenlik çözümüyle sınırlı kalmayıp kalkınmayı da kapsaması açısından Türkiye'ye yakın olduğunu belirtti.

Erdoğan niyetini açıkladı

Ankara ve Sahel ülkelerinden gelen sakinleştirici ve güven verici mesaj ve sinyallere rağmen askeri analistler, “Beşşar Esed rejiminin birkaç gün önce devrilmesinin, Türkiye'nin gerçek niyetini açığa çıkardığına” inanıyor. Türkiye Ortadoğu'da önemli bir bölgesel oyuncu olarak öne çıkmasının yanı sıra Sahel bölgesindeki taktiklerini yumuşak güçten sert güç olarak sınıflandırılan askeri ve ekonomik iş birliğine kaydırdı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimse Türkiye'yi kendi sınırları içerisine hapsedemez. Türkiye kısıtlanamaz, kaçınılmaz kaderinden uzak tutulamaz. Türkiye sadece 780 bin kilometrekarelik alan ile sınırlı bir nokta değil” diyerek, daha önce belirsizlikler ve şüphelerle dolu pek çok spekülasyonu açıklığa kavuşturan açıklamalarda bulundu.

Daily Sabah gazetesinin haberine göre Erdoğan, başkent Ankara'da bilim insanları ve araştırmacıları onurlandıran bir törende yaptığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Tarihin, millet olarak bize yüklediği misyonu görmek, kabul etmek ve buna göre davranmak mecburiyetindeyiz. Türkiye'nin Libya'da, Somali'de ne işi var diyenler, Türkiye'nin bu misyonunu idrak edemeyebilir, geçirdiği dönüşümleri, yaşadığımız gelişmeleri göremiyor olabilir. Onlarla vakit kaybetmeyeceğiz ve hedeflerimize odaklanacağız.”

Pragmatizm ve oportünizm

Temmuz ortasında, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan başkanlığındaki üst düzey bir Türk heyeti, Ankara'nın Sahel bölgesinde kendisine sessiz ve dikkatli bir şekilde tutunma noktası bulma çabalarını doğrulayan resmi bir ziyaret için Nijer'e geldi. Heyette Savunma ve Enerji Bakanları ile Ticaret Bakan Yardımcısının yanı sıra MİT Başkanı ve Savunma Sanayi Başkanı'nın yer alması, Türkiye'nin Batı Afrika'daki nüfuzunu artırmak için benimsediği önemli yaklaşımların genel bir resmini veriyordu.

Nijer'den uzakta, bir Türk heyeti de Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan ve Burkina Faso ile sınırı bulunan Togo’yu ziyaret etti. Gündeminde, hükümet ordusuna askeri destek ve uzmanlık sunma, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin düzeyinin yükseltilmesi amacıyla atılacak ilave adımlar yer alıyordu. Buna ilave olarak, ülkede kültürel ve bilimsel diplomasinin varlığını geliştirmeye yönelik adımlar kapsamında Lomé Üniversitesi'nde Türk çalışmaları ve araştırmaları için bir merkez açıldı. Doğuda Libya Akdeniz'e açılan kapıyı temsil ederken, Togo batıda Atlantik'e açılan kapıyı temsil ettiği için kalkınma faaliyetlerinin güçlendirilmesi de gündemdeydi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu hamle aynı zamanda, Lomé'nin Avrupa Birliği ile güvenlik iş birliğini askıya alması, Batılı askeri ve sivil ataşeleri ülkeye kabul etmekten kaçınmasının ardından geldi.

Ankara, Çad Askeri Geçiş Konseyi Başkanı Muhammed İdris Deby'nin Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında Encemine ile tarım, diplomasi ve eğitim alanlarındaki anlaşmaların yanı sıra askeri iş birliği anlaşması da imzaladı. Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkesinin birçok terör örgütü ve silahlı muhalif gruplar nedeniyle büyük tehditlerle karşı karşıya olan Encemine ile askeri ve güvenlik iş birliğini geliştirmeye hazır olduğunu duyurdu.

Ekonomik ve dini mekanizmalar

Afrika meseleleri konusunda uzman Mısırlı araştırmacı Amani el-Tavil, Türkiye'nin Batı Afrika'daki politikasının öncelikle ekonomik ve dini mekanizmalara dayandığını belirtti. Ancak bölgede yaşanan güvenlik ve siyasi dönüşümlerin, Ankara'yı ekonomik ilişkiler aşamasının ötesinde bölgede daha etkin rol arayışına, kırılgan ve sürekli huzursuzluklara sahne olan bir bölgede daha büyük askeri ve güvenlik rolü oynamaya itebileceğini söyledi.

Ankara'nın son 20 yılda Afrika'daki varlığını çeşitli adımlarla güçlendirmek için çalıştığını da ifade etti. Bunun için Türkiye 2005 yılını Afrika Yılı ilan etti. Afrika Birliği'nde gözlemci üye statüsü kazandı. 2008 yılında Afrika Birliği'nin stratejik ortağı seçildi ve bu da Türk şirket ve kurumlarının birçok Afrika ülkesinde güçlü varlık göstermesine olanak tanıdı. Türkiye bazı ülkelerle güvenlik anlaşmaları da imzaladı.

Geçmişte kaosa neden olma

Cezayirli siyasi aktivist Semir Mazar, yaptığı özel açıklamada, Türk yayılmasının Rus, Fransız ve Çin yayılmalarından farklı olmadığını düşündüğünü söyledi. Cezayir'in, ülkelerin iç işlerine karışmadan olaylarla baş etme konusunda uygun bir yönteme sahip olduğunu, ülkesinin, bölgeyi bir bütün olarak korumak için güvenliğe dayandığını belirtti. Afrika'nın anahtarı olarak kabul edilen Cezayir ile koordinasyon içinde çalışılması çağrısında bulundu.