Irak’ın işgalinden 20 yıl sonra

ABD’li neo-muhafazakarlar ile İsrail yanlısı Amerikan sağı, Arap dünyasını zayıflatmak ve parçalamak için bu fırsatı değerlendirmek konusunda hemfikirlerdi.

Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin arkasındaki ABD tankları ve askerleri. (AFP)
Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin arkasındaki ABD tankları ve askerleri. (AFP)
TT

Irak’ın işgalinden 20 yıl sonra

Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin arkasındaki ABD tankları ve askerleri. (AFP)
Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin arkasındaki ABD tankları ve askerleri. (AFP)

Nebil Fehmi
Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali, ülkesinin komşusu olan bir Arap ülkesine karşı işlenen bir suç, uluslararası hukukun açıkça bir ihlali, Irak'a pahalıya mal olan ve Arapların ulusal güvenliğinin sonun başlangıcı olan vahim bir hataydı. Kuveyt’in işgaliyle Arap ülkelerinin güvenliklerini sağlayabileceklerine dair ortaya çıkan şüphe, endişe ve güvensizlik, özellikle bekalarına yönelik tehditler karşısında ulusal güvenlikleri için yabancı taraflara güvenme fenomenine kapıyı ardına kadar açtı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Kuveyt’in işgal eden Irak’a karşı birkaç karar aldı. Hangi argümanlar ve gerekçeler sunulursa sunulsun, ülkelerin zorla işgal edilmesinin reddedildiğinin bir ifadesi olarak Kuveyt'i özgürleştirmek için ABD liderliğinde Mısır ve Suriye'nin de yer aldığı çok uluslu bir askeri koalisyon kuruldu.
ABD, 2003 yılında George W. Bush yönetimi sırasında Irak'ı yasal yahut meşru bir dayanak olmaksızın ve uluslararası sistemin dışında işgal etmeye karar verdi. Mısır, Suriye ve diğerleri, hatta ABD’nin müttefikleri dahi bu karara karşı çıktılar. Yansımaları tam 20 yıldır devam eden bu adımla ilgili halen pek çok soru işareti söz konusu.
1999-2008 yılları arasında Mısır’ın Washington Büyükelçiliği görevinde olmam, Irak'ın işgali ile ilgili olayları yakından takip etmemi ve Mısır’ın tutumlarıyla ilgili olayların merkezinde yer almamı sağladı. Yine de ABD’nin ve İngiltere’nin tutumlarına dair halen netleşmemiş birçok gizem olduğunu dürüstçe kabul ediyorum. Ancak zaman geçtikçe ve birkaç uluslararası belgenin yayınlanmasından ve bunların tarihçiler tarafından incelenmesinden sonra netleşeceklerine inanıyorum.
Irak'ın işgalinden önce yaşananlar ve daha ziyade Irak'ın Kuveyt'e yönelik tehditleri üzerinde düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Saddam Hüseyin, dönemin ABD Bağdat Büyükelçisi April Glaspie ile görüştü. Glaspie ona ABD'nin Irak-Kuveyt anlaşmazlığına müdahale etmeyeceği sonucuna varmasına neden olay bir mesaj iletti. Tam olarak hangi mesajın verildiğine dair birbiriyle çelişen açıklamalar söz konusu. ABD yönetimi ise dolaylı da olsa Saddam'a yeşil ışık yaktığı yönündeki tüm suçlamaları reddetmeye çalıştı. Büyükelçi Glaspie, daha sonra kaleme aldığı anılarında, kendisine verilen talimatları doğru ve dürüst bir şekilde ilettiği belirtti.
Kuveyt’in özgürleştirilmesinden önce, Mısır’ın New York'taki misyonluğunda görevli olduğum sırasında dönemin ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Thomas Pickering ile aramızda geçen bir konuşmayı da hatırlıyorum. Pickering, Saddam'ın Kuveyt'le arasındaki anlaşmazlığın çözümü için sunulan uluslararası tekliflerden birini kabul edeceğinden ya da sadece Kuveyt topraklarının 10 kilometresini kontrol etmekle yetineceğinden çok endişeliydi. Çünkü iki olasılığın da Irak’ın ihlallerinin ciddiyetini azaltacağını ve Irak'a askeri olarak karşı koyacak bir ittifak oluşturmak için gerekli uluslararası desteğin hayata geçirilmesini zorlaştıracağını düşünüyordu.
Irak'ın işgaline karşı çıkan baba Bush'un yönetimi sırasında Glaspie ve Pickering'in Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle ilgili tutumlarını hatırlıyorum. Belki de tarihçiler, Glaspie ve Pickering'in ABD’nin Irak'ı işgal etme kararıyla bir ilgisi olup olmadığını araştırıyorlardır ama ben bunun olduğunu doğrulayamam. Ancak Başkan W. Bush’un neo-muhafazakarlarla ve ABD’nin hedeflerine ulaşmak için tüm gücünü kullanması gerektiğini savunanlarla dolu olan yönetimi göreve geldiğinde Irak'a olan ilgisi oldukça belirgindi.
2001 yılında yaşanan 11 Eylül olaylarından birkaç ay sonra, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Ortadoğu'da bir tura çıkma kararı aldı. Bundan yararlanarak onu ziyaret ettim ve ona Mısır'ın ABD ile ilişkilere ve Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki tıkanmış olan barış süreci gibi bölgesel meselelere ilişkin tutumlarından Filistin'in durumuna dikkat çekerek bahsettim. Cheney, ziyareti sırasında birincil öncelik olarak Irak dosyasında istişarelerde ısrar ederek beni şaşırttı. Bu da Irak'la ilgili kafalarda bir şeyler olduğu kanısına varmama neden olurken Kahire'ye de bundan bahsettim. Bunların tam olarak neler olduğunu netleştirmeye ve takip etmeye çalışacağımı söyledim.
Benim değerlendirmem, neo-muhafazakarların, George W. Bush’un başkanlık görevini devralmasıyla Irak'ı işgal etmeye kararlı oldukları yönünde olsa da gerekçelerine göre farklı değerlendirmeler de vardı. George Bush, babasının kariyerini tamamlamak mı yoksa onu çiğneyip kendini kanıtlamak mı istiyordu? Oğul Bush, Saddam'ın görev süresinin bitiminden sonra babasıyla alay etmesine karşı öfkeli miydi? Ya da Irak'ın işgali, 11 Eylül olaylarından sonra büyük bir askeri harekatla ABD’nin prestijini geri kazanma girişimi miydi? Tüm bu yorumların sağlam dayanakları olabilir. Fakat daha büyük olasılıkla ABD’yi Irak’ı işgale iten başlıca güdü, neo-muhafazakarlar ile İsrail yanlısı Amerikan sağı arasında Arap dünyasını zayıflatmak ve parçalamak için bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiği yönündeki fikir birliğiydi.
ABD’de Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı çıkılması ve devletlerin egemenliğine saygı gösterilmesi gereği gibi açık, kategorik ve istikrarlı bir tutuma sahip olmasına ve ayrıca Irak'taki istikrarsızlığın özellikle Irak ile İran arasındaki hassas bölgesel dengeyi baltalayacağı uyarılarında bulunmasına rağmen Mısır'ın tüm bunlardaki konumuna hakkında birçok soru gündeme geldi. Mısır’ın uyarılarını ABD yönetimine, ABD Kongresi'ne ve Amerikan kamuoyuna ilettiğimde, bazı Kongre üyeleri dost ülke Mısır'ın tutumundan duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Buna, gerçek bir dostun, tam bir dürüstlük cesaretine sahip olan olduğunu söyleyerek yanıt verdim. Mısır, her zaman bu ilkeye bağlı kalmıştır.
Arap ülkelerinden hiç kimse, hatta kendi çıkarları için onun karşısında yer almayanlar bile Saddam Hüseyin’in halkına karşı kanlı müdahalelerde bulunduğuna ve komşularına karşı düşmanca davrandığına karşı çıkmıyordu. ABD, Irak'ı işgal etme kararını haklı çıkarmak için dayanıksız gerekçeler sundu. Önce 11 Eylül olaylarını Irak rejimi ile ilişkilendirmeye çalıştı. Ancak bu teori, doğrudan ve ilgili bir ortak olan İngiltere dışında, yönetim içinden ve NATO üyesi müttefiklerinden destek görmedi.
ABD, Irak'ın nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğunu iddia etse de, BM müfettişleri işgalden önce bunun doğru olmadığını teyit ettiler. ABD'nin bu silahlardan hiçbirini bulamaması da BM müfettişlerinin raporunu doğruladı. Ben de bu bilgiyi doğrudan neo-muhafazakarların önde gelen isimlerin biri ve dönemin ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) iki numarası olan Paul Wolfowitz'den aldım. ABD’nin güvenlik, askeri ve diplomatik kurumları arasında ABD'ye ya da onun çıkarlarına yönelik herhangi bir tehlikenin olduğu konusunda bir fikir birliği sağlanamadığında verdiği yanıttaki ifadeler ve güzel konuşması beni şaşırttı. Bush yönetim, işgal için kanıt olmamasına rağmen bu teoriyi benimsedi.
Amerikan Merkez Haberalma Teşkilatı (CIA) eski Direktörü George Tenet, Irak'ın nükleer silahlara sahip olduğuna dair ‘kesin’ bir kanıt olmadığını söyledi. Ardından dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, BMGK’nın bir oturumunda dönemin Nijer Dışişleri Bakanı'nın imzasını taşıyan Irak'a uranyum ihracatıyla ilgili bir mektubu ele geçirdiklerini söyledi. İddia, aynı oturumda dönemin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) Mısırlı Direktörü Muhammed el-Baradey tarafından yalanlandı ve Nijer Dışişleri Bakanı’nın mektubun tarihinden çok daha önce değiştiğini açıkladı. ABD yönetimden ayrılmasından sonra Paul ile bir araya geldiğimde ona bu olay ben de şaşkınlığa neden olduğunu söyledim. O da kandırıldığını kabul etmekten çekinmedi. Daha sonra anılarında da bunu tekrarladı ve tüm bunlara karıştığı için özür diledi.
Irak'ın işgalinin üzerinden geçen 20 yılın ardından işgalin nedenlerine ve uygulanmasına dair hem ABD hem de uluslararası kamuoyunda halen birçok soru işareti söz konusu. İşgal, ABD’nin ya da Arap ülkelerinin çıkarlarını sağladı mı? İster sağcı ister solcu olsunlar ABD’li analistlerin büyük çoğunluğunun, Irak'ın işgalinin büyük bir hata olduğuna inandıklarına, çünkü bölgede Arapların aleyhine İran lehine bir güç dengesizliği yarattığına inanıyorum. Bu dengesizlik de İsrail dahil ABD’nin dostlarının güvenliğini tehdit ediyor. Irak'taki istikrar ve güvenliğin olmadığı bu ortam radikallere uygun bir yaşam alanı yarattı. DEAŞ’ın ortaya çıkmasına ve Irak’ın işgalini Amerikan dış politika tarihindeki en büyük hata olarak niteleyen Donald Trump gibi Demokrat sol ve Cumhuriyetçi sağ dahil olmak üzere Irak ulusal sisteminin tükenmesine yol açtı. Hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden birçok isim Irak'ın işgalini ‘ABD dış politika tarihindeki en büyük hata’ olarak nitelendirdiler. Donald Trump da bunlardan biriydi. ABD’de kısa bir süre önce yayınlanan anketler, ABD’lilerin çoğunun, Irak’ı işgal kararının bir hata olduğuna inandığını gösteriyor.
İsrail'in İran'ın yarattığı tehlikelere karşı defalarca kez uyarmasına rağmen Irak’ın işgalinin tek ve en büyük kazananının ABD’deki neo-muhafazakarlar ile İsrail arasındaki siyasi ittifak olduğuna inanıyorum. Çünkü Arapları ve ulusal devletin temellerini parçalamakla ilgileniyorlar ve ulusal kimliğin bozulması pahasına nifak ve mezhepçilik tohumları ekmeye çalışıyorlar.
Irak’ın işgalinin Araplar açısından değerlendirmesi ise oldukça hassas ve karmaşık bir konu. Saddam Hüseyin'in ortadan kaldırılması, sert uygulamaları ve ciddi ihlallari nedeniyle birçok Körfez ülkesini rahatlattıysa da İran’ın nüfuzunun artması beraberinde birçok tehlikeyi getirdi. Arap ülkelerinin ulusal güvenlikleri sağlayabileceklerine olan güven eksikliği, birçok kişinin yabancı ülkelerin güvenlik yeteneklerine gereğinden fazla bel bağlamasına ve ulusal savunma yeteneklerinin geliştirilmesini ihmal etmesine neden oldu. Bu da Ortadoğu'da Arapların çıkarına olmayan bir güvenlik dengesi yarattı.
Belki biz Araplar olarak, acil durumların ve çatışmaların çözümü için bölgesel mekanizmalar oluşturup harekete geçirerek sorunların ve anlaşmazlıkların artmaması için Arap Devletleri Ligi (AL) çerçevesinde proaktif ve önleyici diplomasiyi benimseyip uygulayarak Arap ülkeleri arasındaki anlaşma ya da anlaşmazlıklarla ilgili istişareleri ve temasları yoğunlaştırarak ve uygulamaları kontrol ederek bu deneyimden bazı dersler çıkarabiliriz. Arapların, Arap ailesi dışından dost ya da düşman kim varsa herkesle diyalog ve istişare yoluyla bölgesel diplomasiyi yeniden canlandırmaları gerekiyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
TT

Gazze'de İç Güvenlik yetkilisi Zemzem’e suikast: İçişleri Bakanlığı soruşturma başlattı

Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)
Yarbay Ahmed Zemzem, silahlı kişilerin arabasına açtığı ateş sonucu öldürüldü (Filistin Enformasyon Merkezi)

Filistin Enformasyon Merkezi, Gazze Şeridi'ndeki İç Güvenlik Teşkilatı yetkililerinden Yarbay Ahmed Zemzem’in bu sabah Gazze Şeridi'nin orta kesiminde yer alan Megazi Mülteci Kampı’nda silahlı kişiler tarafından düzenlenen silahlı saldırıda öldürüldüğünü bildirdi.

Gazze İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan kısa basın açıklamasında, ilgili makamların Yarbay Ahmed Zemzem suikastıyla ilgili ‘derhal soruşturma başlattığı’ ve suikasta karışan şüphelilerden birini tutukladığı, diğer şüphelilerin izini sürme çabalarının ise devam ettiği belirtildi. Açıklamada olayın arkasındaki koşulları ve nedenleri ortaya çıkarmak için çalışmaların sürdürüldüğü ifade edildi.

Olay, İsrail ordusunun dün akşam Gazze şehrinin batısındaki er-Raşid Caddesi’nde bir araca düzenlenen baskında Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları liderlerinden Raid Saad'ı öldürdüğünü açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden meydana geldi. İsrail, Saad'ın öldürüldüğü saldırıyla, Gazze'deki ateşkes anlaşmasını bir kez daha ihlal etti.


Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
TT

Cezayir’de Kabiliyeliler ‘MAK’ ayrılıkçı projesine karşı birleşti

Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)
Bejaia'da ayrılıkçı projeye karşı düzenlenen miting sırasında aktivistler (Özel hesaplar)

Cezayir’de Kabiliye bölgesi, ayrılıkçı “MAK” hareketinin Fransa’da ilan etmeyi planladığı “bağımsız Kabiliye devleti” girişimine karşı dikkat çekici bir toplumsal mobilizasyona sahne oldu. Cezayir yönetiminin, ülkenin toprak bütünlüğünü hedef almakla suçladığı bu girişime karşı bölgede çeşitli protesto ve farkındalık faaliyetleri gerçekleştirildi.

Başkent Cezayir’in yaklaşık 250 kilometre doğusunda bulunan ve Kabiliye’nin en büyük kentlerinden biri olan Becaia (Bejaia) vilayetinde, vatandaşlar ve yerel aktörler ulusal birliğe zarar verecek her türlü projeye karşı olduklarını ortaya koyan çok sayıda inisiyatif gerçekleştirdi. Kent genelinde çok sayıda ev ve iş yerinin cephelerine Cezayir bayraklarının asıldığı gözlemlendi.

Becaia Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü tarafından “Cezayir tek ve bölünmezdir” sloganıyla düzenlenen, ulusal bayraklarla süslenmiş araçlardan oluşan bir konvoy, kent merkezinden hareket ederek çeşitli cadde ve köyleri dolaştı. Öte yandan Becaia Üniversitesi öğrencileri yayımladıkları bildiride, ayrılıkçı MAK hareketinin projesini reddettiklerini belirterek, “Cezayir’in birliği ve egemenliğine” olan bağlılıklarını vurguladı.


HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
TT

HDK, Güney Kordofan'daki BM karargahına saldırdı: Altı Bangladeşli asker öldürüldü

Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)
Sudan'ın kuzeyindeki bir beldede devriye gezen HDK üyeleri (Arşiv - AP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine insansız hava aracı (İHA) ile düzenlediği bir saldırıyla şehirdeki Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Saldırıda en az altı Bangladeşli asker öldürüldü. Öte yandan şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

BM Abyei Geçici Güvenlik Misyonu (UNISFA) tarafından yapılan açıklamada, Kadugli'deki BM merkezine düzenlenen İHA’lı saldırıda ‘altı askerin öldürüldüğü ve altı askerin yaralandığı’ duyuruldu. UNISFA tüm kurbanların Bangladeşli olduğunu ekledi.

Öte yandan Bangladeş Başbakanı Muhammed Yunus, yaptığı açıklamada olaydan dolayı ‘derin üzüntüsünü’ dile getirdi.

BM Genel Sekreteri António Guterres ise Sudan'daki UNISFA askerlerine yönelik saldırıların ‘haksız ve savaş suçu niteliğinde’ olduğunu vurguladı.

Guterres, sosyal medya platformu X hesabından yaptığı paylaşımda, UNISFA askerlerini hedef alanlardan hesap sorulması çağrısında bulundu.

Sudan Egemenlik Konseyi saldırıyı kınadı

Öte yandan Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada, ‘korunan bir BM tesisini hedef almanın, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranış olduğu, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saydığı’ vurgulandı.

sd
Sudan ordusu komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan (AFP)

Saldırıdan HDK’yı sorumlu tutan konsey, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunması için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler almaları’ çağrısında bulundu.

HDK dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenleyerek BM karargahını hedef aldı ve en az altı sivili öldürdü. Bunun üzerine şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, kötüleşen güvenlik durumu nedeniyle personelini tahliye etmeye başladı.

Sudan Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi. Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanma ve suç teşkil eden bir davranış olup, uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe sayma ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etme anlamına gelir.”

dfrgt
BM Genel Sekreteri António Guterres (Reuters)

HDK, bu saldırıyı, BM Genel Sekreteri António Guterres’in HDK’yı ‘kötü güçler’ olarak nitelendirdiği, HDK’nın ise BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladığı açıklamasından iki sonra gerçekleşti.

Birçok kaynak, HDK'nın Kadugli şehrine İHA’lı saldırı düzenlediğini bildirdi. Şehirde dumanlar yükseldiği görüldü. Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan bir sağlık kaynağı, BM karargahına düzenlenen İHA’lı saldırıda en az altı sivilin öldüğünü söyledi.

Bölge sakinleri kaçıyor

Sudan merkezli bir haber sitesi, HDK'ya bağlı Sudan Kurucu İttifakı’nın (Te’sis) perşembe günü Kadugli sakinlerine askeri çatışma ve operasyon bölgelerini terk etmeleri çağrısında bulunduğunu aktardı. Haberde, bu çağrının bölge sakinleri tarafından geniş çapta dikkate alındığı, bu göç dalgasının savaşın patlak vermesinden bu yana en büyük dalga olduğu ve bölgeden kaçanların çoğunluğunun kadınlar, çocuklar ve yaşlılar olduğu belirtildi.

Al Sudania News sitesi, Sudan Kurucu İttifakı liderinin yaptığı açıklamada, ittifakın ‘sivilleri korumaya ve Kadugli'den gönüllü tahliyeleri kolaylaştırmaya tam olarak kararlı olduğunu’ söylediğini aktardı.

İttifak lideri, ‘tüm vatandaşlara hayatlarını korumak için çatışmalardan uzak durmaları çağrısını’ yineledi.

Bu gelişmeler yaşanırken Güney Kordofan eyaletinde askeri çatışmalar daha fazla bölgeye yayılıyor ve bunların sivillerin insani durumuna etkisi konusunda endişeler artıyor.

Sudan Ordusu, Güney Kordofan eyaletindeki Kadugli, Dilling ve Abu Jubayhah olmak üzere son üç şehri kontrol ediyor.

Sudan Kurucu İttifakı, geçtiğimiz temmuz ayında, Muhammed Hasan et-Taişi liderliğinde paralel bir hükümetin kurulduğunu açıklayan HDK'nın da dahil olduğu bir siyasi ittifak.

Hartum'da kitlesel gösteriler düzenlendi

Öte yandan dün binlerce Sudanlı, başkent Hartum ve ülkenin diğer şehirlerinde kitlesel gösteriler düzenleyerek, HDK'ya karşı savaşan orduyu destekledi. HDK ise, ülkedeki savaşı sona erdirmek için gösterdiği çabaları boşa çıkarmak amacıyla uluslararası toplumun önünde vatandaşları istismar etmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Yürüyüşler, Sudan ordusu ile birlikte savaşan silahlı gruplar ve İslamcı hareketlerle koordineli olarak Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi’nin çağrısı üzerine düzenlendi.

efrgt
Cumartesi günü Port Sudan'da ordu yanlısı yürüyüş (AFP)

Seferberlik ve Halk Direnişi Yüksek Komitesi lideri Korgenereal Beşir Mekki el-Bahi, geçtğimiz ay, Kordofan’ın tüm cephelerinde orduyu desteklemek için genel seferberlik ilan edildiğini ve bazı eyaletlerde eğitim kamplarının açıldığını duyurdu.

Bahi, komite tarafından yayınlanan açıklamasında şunları söyledi:

“Bu yaygın halk ayaklanması, Sudan halkının gerçek iradesini yansıtıyor ve ulusal devlet kurumlarının üzerinde hiçbir meşruiyet olmadığını teyit ediyor.”

Şarku’l Avsat, aralarında Hartum, Port Sudan, Medeni, Dongola, Sennar ve Halfa’nın bulunduğu, Sudan ordusunun kontrolündeki eyaletlerin başkentlerinde düzenlenen yürüyüşleri yerinde takip etti.

HDK'nın yaygın ihlallerine tanık olan El Cezire eyaletinin merkezindeki onlarca belde ve küçük köyde de dayanışma gösterileri düzenlendi.

Protestocular, Sudan ordusuna destek çağrısı yapan pankartlar açarken ‘Tek ordu, tek halk’ sloganları attı. Bazı protestocular ise HDK'nın terör örgütü olarak sınıflandırılması çağrısında bulunan sloganlar attı.

Öte yandan başta Sivil Demokratik Devrimci Güçler İttifakı (Sumud) olmak üzere savaş karşıtı güçler, ‘Barışa ve demokrasiye evet. Savaşa, askeri yönetime hayır’ sloganıyla sosyal medyada yaygın olarak paylaşımların yapıldığı bir kampanya başlattı.