Iraklı eski istihbarat yetkilisi Cumeyli Şarku'l Avsat'a konuştu: Irak İstihbarat Servisi, Humeyni'ye Necef'te suikast düzenlenmesini önerdi, ancak Saddam Hüseyin ‘Irak’ın konuğuna’ ihanet etmeyi reddetti

Irak’ın ‘Baas’a bağlı’ İstihbarat Servisi’nin eski ABD masası şefi Salim el-Cumeyli, Irak istihbaratının eski defterlerini Şarku’l Avsat için açtı (1)

Salim el-Cumeyli
Salim el-Cumeyli
TT

Iraklı eski istihbarat yetkilisi Cumeyli Şarku'l Avsat'a konuştu: Irak İstihbarat Servisi, Humeyni'ye Necef'te suikast düzenlenmesini önerdi, ancak Saddam Hüseyin ‘Irak’ın konuğuna’ ihanet etmeyi reddetti

Salim el-Cumeyli
Salim el-Cumeyli

Saddam Hüseyin'in Irak İstihbarat Servisi tarafından kendisine karşı suikast düzenlenmesi önerilen Humeyni'yi Necef'te kaldığı süre boyunca ‘Irak'ın konuğu’ olduğu için reddettiği ve Humeyni’nin böylece suikasttan kurtulduğu doğru mu? Humeyni'nin Paris'te Saddam Hüseyin’in temsilcisine söylediği bir cümle, onu Şah'ın halefi olacak adamla bir arada yaşamanın imkansız olduğuna ikna etti mi? Peki Tahran'da Velayet-i Fakih liderinin eline ulaşan patlayıcının ve rejimin önde gelenlerine düzenlenen bombalı saldırıların arkasında hangi hikayeler var?

Saddam Hüseyin rejimi ile El Kaide lideri Usame bin Ladin arasında Kuveyt'in işgalinden sonra başlayan temasların arkasındaki gerçek neydi? Onlara kim arabuluculuk yaptı? Peki, ya 1993 yılında New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen saldırıya katılan, Irak'ta uzun süre tutuklu kalan ve ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali sonrasında hapishaneden kaybolan Abdurrahman Yasin’e ne oldu?

Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’a yönelik suikast girişimi ne kadar ciddiydi? Tuzağa düşerek Süveyş Kanalı'nın kapanmasına yol açan geminin gerçek hikayesi neydi? François Mitterrand'ın eşi Danielle Mitterrand, Irak İstihbarat Servisi’nin bombalı suikast girişiminden nasıl kurtuldu? Saddam Hüseyin’in dostu Fransa'nın eski cumhurbaşkanlarından Jacques Chirac’a gönderilen Paris metrosu çantalarında ne vardı? Saddam aynı çantalardan dönemin Pakistan Başbakanı Benazir Butto'ya da gönderdi mi? Saddam Hüseyin’in Lübnan eski Cumhurbaşkanı General Mişel Avn'ın desteğiyle Hafız Esed'i ve Libya’da muhalefeti destekleyerek, Muammer Kaddafi'yi cezalandırma kararının arkasındaki nedenler neydi?

Irak İstihbarat Servisi’nin kendisini korumayı önermesinin ardından Iraklı Şii dini otorite Muhammed Bakır es-Sadr'ın idam edilmesi, İstihbarat Servisi’ni gerçekten şaşırttı mı? Peki, Ürdün’ün aldığı güvenlik önlemlerinin kendisine yaklaşılmasını engellediği ve böylece Irak İstihbarat Servisi’nin suikast ekibinin Bağdat'a hayal kırıklığıyla döndüğü Hüseyin Kamil ile ilgili ne olmuştu? Bağdat'tan Londra'ya gönderilen zehirli yüzüğün ve bir diplomatın çantasında gelen kesilmiş kafaların arka planındaki olay neydi?

Iraklı eski istihbarat yetkilisi Cumeyli’nin, Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdiği sırada çekilmiş bir fotoğrafı
Iraklı eski istihbarat yetkilisi Cumeyli’nin, Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdiği sırada çekilmiş bir fotoğrafı

Tüm bunlar ve diğer pek çok soru onlarca yıl boyunca cevapsız kaldı. Ancak bir gazeteci olarak cevapsız bekleyen bu sorular beni rahatsız ediyordu. Bu yüzden soruların yanıtlarını alabilmek için Irak İstihbarat Servisi’nin eski cevherlerinden birine ulaşmalıydım ve ulaştığım da söylenebilir. Bu kişi, uzun süre Irak İstihbarat Servisi’nin koridorlarında dolaşmış istihbarat subayı Salim el-Cumeyli’ydi. Cumeyli, Şarku’l Avsat’a İstihbarat Servisi’nde çalıştığı yıllarda yaşadığı tehlikeli ve heyecan verici dönüm noktalarını anlattı.

ABD ordusu 2003 yılında Irak'ı işgal ettiğinde Cumeyli, İstihbarat Servisi’nin ABD masası şefiydi. İstihbarat arşivinin olabildiğince çoğunu yok etmeye çabaladıysa da Amerikan askerleri onu tutuklamakta gecikmedi ve dokuz ay hapishanede kaldı. Ardından Amman'a giden Cumeyli, böylece her şeyden uzaklaştı. Şimdi ise Şarku’l Avsat’a anlattıklarıyla geri döndü.

“Salim Cumeyli: Teybin patlaması sonucunda Hamaney'in eli felç oldu”

İşte Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’in Irak İstihbarat Servisi eski ABD masası şefi Salim Cumeyli ile yaptığı röportajın ilk bölümü:

Ayetullah Humeyni, 1960’lı yılların ortalarında Irak'a geldi. Humeyni, başlangıçta aktif değildi. Irak, 1968 Temmuz Devrimi'nden sonra İran Şahı’nın Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) bağlı üç adayı ilhak etme kararına karşı bir tutum sergiledi. İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, bir baskı ve tehdit kartı olarak kullanmak amacıyla askerlerini Irak sınırına kaydırdı. Humeyni, Müslümanın Müslümanla savaşmasının caiz olmadığı düşüncesinden yola çıkarak İran askerlerini isyan etmeye ve Şah'ın emirlerine uymamaya çağırdı. Şah ise Irak'ta Kürt muhalifleri destekledi. Biz de Şah’a karşı İran muhalefetini desteklemeye başladık. Humeyni'nin ekibini de Irak’a getirmesini sağladık ve onlara Irak pasaportu verdik. Yayın yapmalarına olanak sağladık ve böylece siyasi faaliyetlerine başladılar.

Ali Bava Başkanın (Saddam Hüseyin) eski bir yol arkadaşıydı. İstihbarat Servisi tarafından oluşturulan Halkla İlişkiler Ofisi’nin kurucularındandı. Humeyni ile koordinasyon görevini o devraldı. Bava, Humeyni’ye ve ekibine çeşitli şekillerde destek teklif etti. Bunun üzerine Humeyni, Irak'ın bu öncü rolü için ona birçok kez teşekkür etti.

Irak, Cezayir’de 1975 yılında yapılan anlaşmadan sonra İran’a desteğini kesti ve Kürt hareketi çöktü. Anlaşmanın şartları arasında, İran muhalefetinin Irak topraklarındaki faaliyetlerinin durdurulması yer alıyordu. Humeyni, yeni durumu dikkate alması ve İran'la ilişkilerin şartlarına saygı göstermesi gerektiğini anladı. Ancak bunu kabul etmedi ve faaliyetlerini sürdürdü. Biz de ona eğer faaliyetlerine devam etmekte ısrar ederse Irak'ı terk etmesi gerektiğini söyledik. Kuveyt'e gitmeye çalıştı. Sınır bölgesinde mahsur kaldı. Ardından Iraklı yetkililer, Necef'e dönmesini kabul ettiler.

Humeyni’ye yanıt vermenin ya da onu kontrol altında tutmanın zor olduğunun anlaşılmasının ardından, Humeyni meselesi ve İran ile ilişkiler konusunda bir kafa karışıklığı ortaya çıktı. Tam da bu ortamda İstihbarat Servisi, sorunu ve Humeyni'nin faaliyetlerini sürdürmedeki ısrarının yol açabileceklerini tartışmaya başladı. Toplantılardan birinde istihbarat subaylarından biri, Humeyni'ye suikast düzenlenmesini, suikastın Şii din adamı Ebu Kasım el-Hoyi’nin üzerine atılmasını ve böylece ikisinin fiilen ortadan kaldırılmasını önerdi. İstihbarat Servisi, önerinin suikastın Şii din adamı Ebu el-Kasım el-Hoyi’nin üzerine atılmasıyla ilgili ikinci bölümünü Başkana sunmaya cesaret edemedi. Sadece birinci bölümü, yani Humeyni'ye suikast önerisini sunmakla yetindi. Başkan, Humeyni’ye suikast düzenlenmesine ve Şah'ın İstihbarat Servisi’ne teslim edilmesine razı olmadı ve “İstihbarat Servisi onun (Humeyni’nin) Irak'ın konuğu olduğunu bilmiyor mu?” diye azarladı.

Saddam, ‘Irak’ın konuğu’ olduğunu söyleyerek Humeyni’ye ihanet etmeyi reddetti (Getty)
Saddam, ‘Irak’ın konuğu’ olduğunu söyleyerek Humeyni’ye ihanet etmeyi reddetti (Getty)

Humeyni, bu durum üzerine Paris'e gitti. Saddam Hüseyin, özellikle Şah rejiminin bocalıyor gibi görünmesinin ardından Humeyni'nin bir sonraki aşamayla ilgili niyetini öğrenmek istedi.  Humeyni ile ilişkisi olan Ali Bava’yı Paris'e gönderdi ve olanlar oldu. O görüşme bir sonraki aşamayı etkiledi. Bava, Humeyni’ye Şah'ın devrilmesi ve Tahran'a dönmesi durumunda ne yapacağını sordu. Humeyni ise ona İslam Devrimi'nin başarısından sonra önceliğin, Irak'taki Baas rejiminin devrilmesi olacağına dair net bir yanıt verdi. Saddam, Bava’dan görüşmeyle ilgili bilgi aldı. Ardından Humeyni'nin Tahran'a dönmesi durumunda karşı karşıya gelmenin kaçınılmaz olduğu sonucuna vardı ki, bu oldukça muhtemel görünüyordu.

Ne var ki Şah rejimi düştü ve Humeyni İran’a geri döndü. Irak'taki Şii akımlar, Humeyni rejimine sempati duymaya ve etkileşimde bulunmaya başladılar. Humeyni, Iraklı Şii dini otorite Muhammed Bakır es-Sadr'ın Irak'ta İslami devrimi ilan etmesi için provoke etti. Irak yönetimine karşı özellikle İran'ın vekilleri aracılığıyla yapılan tacizler, Tarık Aziz ve Sadun Hammadi'ye yönelik suikast girişimleri ve bombalı saldırılarla bir nefret ortamı oluşturuldu. Çatışmanın sinyalleri bir bir ortaya çıkmaya başladı. Irak-İran savaşı başlamadan önce Irak semalarında uçarken uçağı düşürülen İranlı bir pilotu alıkoyduk. Pilot, savaşı fiilen İran'ın başlattığının kanıtıydı.

Barzan İbrahim et-Tikriti (Getty)
Barzan İbrahim et-Tikriti (Getty)

Salim el-Cumeyli’ye dönemin Irak İstihbarat Servisi Şefi Barzan İbrahim et-Tikriti’nin (Saddam Hüseyin’in üvey kardeşi) Humeyni suikastına kafayı taktığına dair duyumları sorduğumda röportaja kaldığı yerden şöyle devam etti:

“İran’da zafer kazanan ‘İslam Devrimi’, çeşitli güçlerden oluşan bir karışımdı ve kurumları kırılgandı. Humeyni, Şah’ın devrilmesinde rol almasına rağmen Halkın Mücahitleri Örgütü’ne (HMÖ) sırtını döndü ve üst düzey liderlerini idam ettirdi. Savaş (Irak-İran Savaşı) başladı ve ihtiyaç duyulan askeri gücü toplamamız gerekiyordu. Savaş her şeye açık bir hale geldi ve kontrolden çıktı. HMÖ, askeri ve güvenlik işlerinde deneyimli ve sağlam personele sahipti ve toplumda kök salmıştı. İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) ile de daha önce kurduğumuz ilişkilerimiz vardı. Bu ilişkiler, Irak İstihbarat Servisi’nin İran rejimine ağır darbeler indirmesini sağladı.”

Ağır darbeler

İstihbarat Servisi, İKDP’ye ve HMÖ’ye her türlü medya, teknik, malzeme ve askeri desteği sağladı. Barzan et-Tikriti'nin bizzat yönettiği bir operasyonla ilk hedef, İran Şura Meclisi idi. Meclis oturumunun yapıldığı noktaya bombalı tuzak kurulması için bir plan yapıldı ve plan 28 Haziran 1981 tarihinde hayata geçirildi. Dönemin Yargı Erki Başkanı Ayetullah Hüseyin Beheşti ve İran İslam Devrimi’nin önde gelen 72 ismi öldürüldü. Ölenlerin arasında bakanlar, milletvekilleri ve yetkililer vardı. Saldırı güçlü ve şiddetli olmuştu. Irak İstihbarat Servisi, gereken yerlere ulaşabiliyor gibiydi.

Ali Hamaney’in, 1981'de Irak-İran savaşı sırasında İran askerlerini ziyareti sırasında çekilmiş bir fotoğraf. Hamaney, bir konuşması sırasında önündeki teybe yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaralandı (Getty)
Ali Hamaney’in, 1981'de Irak-İran savaşı sırasında İran askerlerini ziyareti sırasında çekilmiş bir fotoğraf. Hamaney, bir konuşması sırasında önündeki teybe yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaralandı (Getty)

İran’ın şu anki Dini Lideri Ali Hamaney de hedef alındı. Hamaney’in bir konuşması sırasında, önünde duran teybe yerleştirilen bombanın patlaması sonucunda sağ eli felç oldu.

Dönemin İstihbarat Servisi Şefi Tikriti, nihai darbeyi indirmeyi yani Humeyni'nin öldürülmesini sabırsız bekliyordu. 1981 yılında bu tür bir operasyonun yapılabileceğine dair bir ortam oluştuysa da Humeyni'ye ulaşmak kolay değildi. Ancak Humeyni’ye yakın olan ve muhtemelen HMÖ'ye sempati duyan bir din adamının ortaya çıkması bu zor görevi kolaylaştırdı. İstihbarat Servisi’nden bir ekip, küçük bir bombalı paket hazırlayarak Humeyni'nin tiftik yününden yapılmış yastığına yerleştirdi. Bomba, Humeyni evde değilken, yanlış zamanda patladı. Fakat Humeyni’nin yatak odasına kadar girilmiş olması İran İslam Devrimi'nin üst düzey isimleri arasında bir terör ortamının patlak vermesine yetti. İstihbarat Servisi, bir ölüm kalım savaşındaydı ve her türlü saldırıya izin veriliyordu.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) 1981'de Tahran'da engelliler için düzenlediği bir törenden fotoğrafta yer alan Humeyni'nin posteri (Getty)
İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) 1981'de Tahran'da engelliler için düzenlediği bir törenden fotoğrafta yer alan Humeyni'nin posteri (Getty)

Saldırılar devam etti. Muhammed Ali Recai, 30 Ağustos'ta cumhurbaşkanlığı görevine gelmesinden bir aydan kısa bir süre sonra bir bombalı saldırıda öldü. Aynı günlerde dönemin İran Başbakanı Muhammed Cevad Bahuner, Başbakanlık Ofisi’ne yerleştirilen bombanın infilak etmesi sonucu Yüksek Savunma Konseyi ile toplantıdayken   öldürüldü. 

Kuveyt toprakları için amansız mücadele

Irak ve İran istihbaratları arasındaki çatışma, iki ülkenin topraklarıyla sınırlı kalmayıp yakın ve uzaktaki başka bölgelere de yayıldı. Cumeyli, “Kuveyt, özellikle Irak’ın İran yanlısı İslami Dava Partisi’nin Kuveyt topraklarını Irak rejimine karşı eylemlerde bulunmak için kullanmasından ötürü şiddetli bir mücadeleye sahne oldu” dedi. İran'ı 1985 yılında Kuveyt Emiri Şeyh Cabir el-Ahmed es-Sabah'a suikast girişiminde bulunmakla suçlayan Cumeyli, İslami Dava Partisi'ne bağlı bir grubun aynı yıl nisan ayında, Muntasiriye Medresesi’nde (dönemin üniversitesi) Tarık Aziz'i hedef aldığını, Irak istihbarat Servisi’nin de buna dönemin İran Dışişleri Bakanı Sadık Kutbizade’ye Kuveyt Emiri ile görüşmeye giderken suikast girişiminde bulunarak karşılık verdiğini anlattı. Bunun yanında Kuveyt, İran’ın Kuveyt Büyükelçiliği’nin füzelerle hedef alınmasına, İslami Dava Partisi’nin üst düzey bir yetkilisine düzenlenen suikast girişimine ve daha birçok saldırıya sahne oldu.

İran’ın eski Dışişleri Bakanı Sadık Kutbizade (Getty)
İran’ın eski Dışişleri Bakanı Sadık Kutbizade (Getty)

Humeyni'nin İran İslam Devrimi’ni Irak'ın iç bölgelerine taşıma girişimi, Irak rejimi ve İstihbarat Servisi için büyük bir endişe kaynağı idi. Şii dini otorite Seyyid Muhammed Bakır es-Sadr bu yüzden canından oldu.

Sadr, Şii ekolünün en önde gelen teorisyenlerinden biriydi. Bu, ona Iraklı Şiiler arasında geniş bir nüfuz ve popülerlik sağladı. Dinin siyasete girmesine karşı çıkan dini otoriteler Muhsin el-Hekim ve Seyyid Ebu'l-Kasım el-Hoyi’nin yaklaşımlarının aksine Sadr’ın fikirleri devrim niteliğindeydi. Hekim ve Hoyi, belki de dinin siyasete girmesinin Necef'teki dini otoritelerin rolünün sona ermesine ve Şii dini otorite merkezinin İran'a taşınmasına yol açacağından korkuyorlardı.

“Salim el-Cumeyli: Irak İstihbarat Servisi, Muhammed Bakır es-Sadr'ın korunmasını, buna karşın Genel Güvenlik Müdürlüğü, idam edilmesini önerdi. Başkan ikinci öneriyi kabul etti.”

Tahran, Humeyni'nin mesajını sızdırdı

İran Şahı (Getty)
İran Şahı (Getty)

Humeyni'nin 1979 yılındaki İslam Devrimi’nin Şah rejimini devirmeyi başarmasının ardından Sadr'ın Bağdat'ta rejime karşı çıkan Şii siyasi merkezdeki nüfuzu arttı. Humeyni’nin Sadr'a Baas rejimini devirecek İslami bir devrim yapma çağrısında bulunduğu açıktı.

Sadr’ın, kendisini iki devlet arasındaki çatışma halinin ve Humeyni tarafından hazırlanan savaşın bir parçası olarak bulduğunu söyleyen Cumeyli, şunları söyledi:

“Sadr, bu çağrıya yanıt vermedi ve büyük bir isteksizlik gösterdi. Humeyni, Sadr'a gizli bir mesaj göndererek onu Irak’ta İslami bir devrim başlatmaya çağırdı. Fakat Sadr yanıt vermeyince, İran Radyosu böyle bir mesajın gönderildiği haberini sızdırdı. Sanki Iraklı yetkililere, Humeyni ile Sadr arasında gizli mesajlaşmalar olduğuna dair kanıt sağlanmak istenmişti. Amaç, Humeyni'nin projesini desteklemediği için Sadr'ı bulunduğu makamdan uzaklaştırmak olabilir. Sadr, İran Radyosu'nun haberinin ardından gizli mesajda ne olduğunu Iraklı yetkililere açıkladı.”

Sadr’ın mesajı ve infazı

Muhammed Bakır es-Sadr
Muhammed Bakır es-Sadr

Sadr, 1980 yılının nisan ayında kendisine yakın olan din adamlarından Şeyh A.H.’yi Irak İstihbarat Servisi Şefi Barzan et-Tikriti ile görüşmeye gönderdi. Tikriti, yardımcılarından birinin gönderilen elçiyi karşılamasını istedi. Şeyhin getirdiği mesajda, Seyyid es-Sadr'ın Tikriti’ye selamlarının yanı sıra siyasi çalışmaları bırakacağı, kendisini ilim ve yazıya adayacağı, buna karşılık hayatının korumasını istediği ifadeler yer aldı. Sadr'ın mesajı, Sadr'ın Irak istihbaratının mı yoksa İran’ın mı hayatını tehdit etmesinden endişe duyduğuna dair soruları gündeme getirdi. İstihbarat Servisi, Sadr'a, hayatını koruyabilmesi ve müritlerinin ve destekçilerinin onu ziyaret etmesine izin verebilmesi için Necef'ten Bağdat'a taşınmasını teklif etti.

Tikriti, Saddam Hüseyin’e Sadr'ın mesajının ve İstihbarat Servisi’nin bu konudaki değerlendirmesinin yer aldığı bir rapor gönderdi. Raporda şu maddeler yer aldı:

*Sadr, geleneksel din ekollerinden farklı bir çizgide ve diğer ekollerle kesişiyor. Bilgiye ve kültüre dair özel bir yaklaşıma sahip.

*Sadr, Irak ulusundan oluğunu inkar etmiyor ve bununla gurur duyuyor.

*Velayet-i Fakih’e değil, devlet yönetiminde istişareye inanıyor.

*Eğer Sadr bir suikasta kurban giderse ya da idam edilirse, fikirleri daha fazla insana ulaşacak ve 1966 ile 1980 arasında 45 kez bastırılan Seyyid Kutub'un fikirleri gibi yayılacak.

*İstihbarat Servisi, Sadr'la ilgilenme, hayatını koruma, ikametgahını Necef'ten Bağdat'a taşıma, faaliyetlerini ve bağlantılarını kontrol altına alma ve müritlerinin ve destekçilerinin onu ziyaret etmesine izin verme önerisinde bulunmaktadır.

Böylece Selman Pak bölgesinde Sadr’ın yeni konutu olarak kullanılmak üzere büyük bir müstakil ev hazırlandı. Saddam Hüseyin raporu gördü ve görüşü alınmak üzere Genel Güvenlik Müdürlüğüne havale edilmesi talimatı verdi. İstihbarat Servisi, Sadr'ın Genel Güvenlik Müdürlüğü tarafından çağrılması ve ertesi gün idam edilmesi karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadı. Öyle görünüyor ki Saddam Hüseyin, İstihbarat Servisi’nin değerlendirmesini görmezden gelmiş ve Sadr'a sahip çıkmanın faydasız olduğunu düşünen, ondan kurtulmak gerektiğini vurgulayan Genel Emniyet Müdürlüğü'nün görüşünü desteklemişti. Böyle Sadr, 9 Nisan 1980'de idam edildi.

Burada konuğuma kahve ısmarlama bahanesiyle kaydı biraz durdurdum. Maksadım kendimi daha fazla infaz ve ceset haberine hazırlamaktı. Bir gazeteci, ‘okuyucu’ adlı talepkar bir diktatörün dikkatini çekmek için gereken bir damla heyecanın röportajda eksik olması durumunda, genellikle hayal kırıklığına uğrar. Buradaki gazeteci ise infazlar, suikastlar, patlamalarla heyecanın nehir gibi akıp gitmesi karşısında şaşkına dönmüş durumdaydı.

Dünyanın bu bölümü ne kadar da zor bir yer. Bir rejimin, bir istihbarat servisinin ya da bir kişinin bir insanın üzerini çizip çöpe atmaya hakkı olduğunu iddia etmesi ne kadar da zalimce.

Salim el-Cumeyli’nin kahve molası uzun sürmeyecek, uzun yıllar içinde yaşadığı sırlar kalesi hakkında daha fazla bilgi verecek.



Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
TT

Süveyda için yol haritası: Suriye'nin güneyinde uzlaşıya giden zorlu yol

Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)
Suriye-Ürdün-ABD arasında Süveyda ile ilgili yol haritasına ilişkin anlaşma imzaladı (AFP)

Baha el-Avam

Suriye’nin güneyindeki Süveyda ilinde yaşanan krizi sona erdirmek amacıyla Suriye, Ürdün ve ABD’nin üzerinde uzlaştığı yol haritası hem içeriden hem de dışarıdan birçok tarafça memnuniyetle karşılandı. Ancak yol haritasının Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani tarafından açıklanan versiyonu ile Ürdün Dışişleri Bakanlığı'nın sosyal medya platformlarında yayınladığı versiyonu arasındaki tutarsızlıklar, yol haritasının açıklanmasından hemen sonra soru işaretlerine neden oldu.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi, yol haritasının bazı maddelerine karşı çıkarak bunu reddetti. Ancak Amman, Şam ile Süveyda arasındaki uzlaşı için ‘yol haritası’ olarak adlandırılan süreci tamamlamak amacıyla, Süveydalıların temsilcileri ile hükümet arasında müzakereleri desteklemek üzere Washington ile iş birliği yapmasını ve diyalogun iki taraf arasındaki anlaşmazlık noktalarını çözmesini umduğunu belirtti.

Yol haritasının Bakan Şeybani tarafından açıklanan resmi versiyonu, yedi maddeden oluşuyor. Yol haritasında; Birleşmiş Milletler (BM) soruşturma ve inceleme sistemi ile koordineli olarak sivillere ve mülklerine saldıranların hesap vermesi, Süveyda’ya insani ve tıbbi yardımın ulaştırılmasının sağlanması, mağdurlara tazminat ödenmesi, köylerin ve kasabaların yeniden inşası, yerinden edilen kişilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması, temel hizmetlerin yeniden sağlanması, günlük hayata dönüş için gerekli koşulların oluşturulması, İçişleri Bakanlığı'na bağlı yerel güçlerin yolları korumak ve insanların ve ticari ürünlerin akışını güvence altına almak için konuşlandırılması, kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması ve tüm taraflardan tüm tutukluların ve kaçırılanların iade edilmesi ve Süveyda halkının tüm taraflarının dahil olduğu bir iç uzlaşı sürecinin başlatılması öngörülüyor.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan açıklama ise Şeybani'nin duyurduğu bilgileri netleştirerek anlaşmada yer alan bazı başka noktalara da değiniyor. Bunların başında, Şam'ın BM Suriye Gerçekleri Araştırma Heyeti'ni Süveyda'yı ziyaret etmeye ve geçtiğimiz temmuz ayında Süveyda’da yaşanan olayları soruşturmaya davet etmesi geliyor. Bu soruşturma sonucunda hazırlanan rapor temelinde Suriye hükümeti, suç işleyenlerden, geçmişleri veya siyasi ve sosyal bağlantıları ne olursa olsun hesap soracak.

Yol haritası üzerine varılan uzlaşıdaki bir nokta ise Ürdün ve ABD’nin Süveyda'ya insani yardım ulaştırılmasını sağlamaya katılması oldu. Bu durum, Süveyda’daki krizin başlangıcından beri Ürdün topraklarından Suriye'nin bu iline insani yardım geçişi için koridor açılmasının mümkün olup olmadığına dair sorulan temel bir soruyu gündeme getirdi. Stratejik ilişkiler araştırmacısı Amer es-Sabaileh'e göre yol haritası Ürdün'e bu koridoru açmak için yasal gerekçe sağlıyor. Ancak bunun pratikte uygulanması için bu insani yardım koridorunu kimin koruyacağı ve Amman bu adımı atarsa Suriye tarafında kiminle muhatap olacağı gibi birkaç noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

ABD ve Ürdün'ün, ildeki hasarlı alanların ve tesislerin yeniden inşası için gerekli finansmanın sağlanmasında vereceği yardımın da netleştirilmesi gerekiyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, ülkesinin bu konuda Suriye'nin kendi kaynaklarını yatırmasına destek verdiğini söyledi. Ancak Amman, Süveyda'nın yeniden inşası için gerekli mali desteği nasıl sağlayacağı konusunda net bir açıklama yapmadı.

Ürdün Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre Suriye hükümetinin eyaleti korumadaki güvenlik rolü, eyaletin idari sınırlarını korumak ve Şam'a bağlayan yolun güvenliğini sağlamakla sınırlı. İç güvenlik ise İçişleri Bakanlığı tarafından atanan bir kişinin liderliğinde Süveyda'nın çeşitli kesimlerinden oluşan yerel polis gücü tarafından sağlanacak. Bu adım, Ürdün ve ABD'nin himayesinde Suriye hükümeti ile Süveydalıları bir araya getiren istişareler ve toplantılar sonucunda kararlaştırılacak.

Toplantılar ve görüşmeler sonucunda sadece polis gücü kurulmakla kalmayacak, aynı zamanda yerel sakinler ile devlet kurumları arasında koordinasyon sağlanarak ildeki sivil ve idari kurumlar da yeniden faaliyete geçecek. Ancak ‘Tüm bu süreçte Süveyda adına kim müzakere edecek?’ sorusu, yanıt bekleyen en önemli soru olmaya devam ediyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Ürdün'ün başkenti Amman'dan konuşan Sabaileh, Yüksek Hukuk Komitesi üyelerinin Süveyda'da bulunmaması ve Suriye’deki Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin temsilcilerinin toplantılara katılmamasının yol haritasının ölü doğduğunu gösterdiğini belirtiyor. Bunun nedeni, onların uzlaşı sürecinin kilit oyuncuları olmaları. Onların yokluğu krizin çözülmesini sağlamayacak, aksine krizi daha da şiddetlendirecek ve uzatacak. Suriye hükümeti onları temsil etmiyor ve Şam'da onlarla ilgilenenler Süveyda'yı temsil etmiyor ve orada hiçbir etkisi yok. Ayrıca Ürdün, sahada aktif olan bu taraf adına konuşamaz.

Süveyda Yüksek Hukuk Komitesi medya ofisi tarafından sosyal medya üzerinden yayınlanan bir açıklamada, ‘Suriye Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasının dikkatle incelendiği ve Suriye'ye ilişkin bağımsız bir uluslararası soruşturma komisyonu çağrısı ile Suriye yasaları kapsamında hesap verebilirliğin korunması ve uygulanması arasında çelişki olduğunun görüldüğü’ belirtildi. Açıklamada, yol haritasının Suriye hükümetini uzlaşı arayan tarafsız bir taraf olarak gösterdiği, fakat ‘hükümetin ve güvenlik ve askeri kurumların Suriye halkına karşı işlenen katliam ve ihlallerin doğrudan ortağı olduğu’ vurguladı.

Suriye’deki yargı organlarının siyasileştirildiğini, yürütme organına bağlı olduğunu ve adil yargılama garantisi veremediğini belirten komisyon, yerel konseyler ve ortak polis güçleri hakkında ise bunların ‘Süveyda'ya yeni bir vesayet dayatma ve toplumda meşruiyetini yitirmiş ve halkının davasına ihanet etmiş kişileri destekleyerek halk arasında ayrılık tohumları ekme girişimi’ olarak nitelendirdi.

Suriye hükümetinin Süveyda'da güvenlik komutanı olarak Selman Abdulbaki adlı bir kişiyi atama kararına atıfla Süveydalıların bu kişiyi geçtiğimiz temmuz ayında ‘kendilerine karşı suç işleyen silahlı milislerle iş birliği yapmakla’ suçladıklarını belirten Komisyon, bu kişinin Süveyda dışında yaşadığını ve resmi devlet kurumlarının bulunduğu şehir merkezine ulaşamadığını ifade etti.

Komisyon, tüm bunlar çerçevesinde Süveyda'da yaşananlarla ilgili uluslararası bir soruşturma ve uluslararası bir yargılama yapılmasında ısrarcı olduğunu vurgularken, ildeki çeşitli aktörlerin Birleşmiş Milletler (BM) ve ilgili kuruluşlar aracılığıyla tesis etmeye çalıştıkları kendi kaderini tayin hakkına olan bağlılığını yineledi.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Süveyda'da uzlaşının tek bir adımla başladığını söyledi. Barrack, Şam'da Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani ve Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi ile Süveyda konusunda imzalanan yol haritasının sadece iyileşme için bir rota çizmekle kalmayıp, aynı zamanda gelecek nesil Suriyelilerin herkes için eşit hak ve görevlere sahip bir vatan inşa ederken izleyebilecekleri bir yol olduğunu yazdı.

Suriyeli gazeteci Louay Ghabra, Süveyda krizini sona erdirmek için hazırlanan yol haritasının etkinliği konusunda, İsrail'in bu konudaki tutumuna odaklanan başka bir soru daha gündeme getirerek, yol haritasının bir şekilde Suriye ile İsrail arasında henüz imzalanmamış bir güvenlik anlaşmasının önünü açtığını belirtti. Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi'nin yol haritasının açıklanması sırasında İsrail'in Suriye'nin güneyine ilişkin güvenlik kaygılarının dikkate alınmasının önemine açıkça değindiğini hatırlatan Ghabra, bunun da Şam ile Tel Aviv arasındaki diyaloğun söz konusu yol haritasına ilişkin ABD, Ürdün ve Suriye arasında varılan uzlaşıya bağlı olduğu ve birinin başarısız olması durumunda diğerinin de otomatik olarak çökeceği anlamına geldiğini söyledi.

Şam'ın İsrail ile yapılacak bir güvenlik anlaşmasıyla ilgilendiğini ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'nın eylül ayında New York'a yapacağı ziyaret sırasında anlaşmayı sonuçlandırması için ABD'nin önemli bir baskı uyguladığını belirten Ghabra, ancak medyada yer alan haberlere göre İsrail'in şartları sert görünüyor ve bu şartları kabul etmek, bazılarının inandığı gibi Şara yönetimine Süveyda'yı kontrol etme izni vermeyeceğini, aksine eğer bu tek seçenekse ve Süveydalılar kendi kaderini tayin hakkını elde edemezse, Şam ile gelecekteki müzakerelerde Süveyda’nın konumunu güçlendireceğini vurguladı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.


İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
TT

İsrail'de endişe verici istatistikler: Göç edenlerin sayısı geri dönenlerin iki katından fazla

Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)
Ailesi ve arkadaşları, 7 Ekim 2023'teki saldırıda hayatını kaybeden bir İsraillinin cenazesinin, İsrail'in güneyindeki Kibbutz Kfar Aza'daki evinin yakınına nakledilmesinin ve yeniden gömülmesinin ardından anma törenine katıldı. (Reuters)

İsrail Merkez İstatistik Bürosu'nun dün yayınladığı verilere göre, önümüzdeki hafta kutlanacak Yahudi Yeni Yılı (Roş Aşana) arifesinde İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bine yükseldi. Bu veriler, geçen yıl ülkeden göç eden İsraillilerin sayısının ilk kez geri dönenlerin sayısını aştığını doğruladı.

Yahudilerin sayısı 7 milyon 758 bine ulaşarak nüfusun yüzde 78,5'ini oluştururken, Arapların sayısı işgal altındaki Kudüs'teki Filistinliler ve Golan Tepeleri'ndeki Suriyeliler dahil olmak üzere 2 milyon 130 bine ulaşarak nüfusun yüzde 21,5'ini oluşturdu. Öte yandan İsrail'de yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu vatandaş yaşıyor.

Rakamlara göre, İsrail'in nüfusu geçen Roş Aşana'dan bu yana yaklaşık 101 bin artarak yüzde 1'lik bir nüfus artışı kaydetti.

Merkez İstatistik Bürosu, 2024 yılında İsrail'den kayda değer bir göç dalgası yaşandığını, yaklaşık 82 bin İsraillinin ülkeyi terk ettiğini, İsrail'in ise sadece 31 bin yeni göçmen kabul ettiğini belirtti.

Resmi rakamlara göre, İsrail'in nüfusu 10 milyon 148 bin olarak tahmin ediliyor. Bunların yaklaşık 7 milyon 758 bini Yahudi ve diğerleri (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 78,5'i) ve yaklaşık 2 milyon 130 bini Arap (İsrail'in toplam nüfusunun yüzde 21,5'i). Buna ek olarak, ülkede yaklaşık 260 bin yabancı uyruklu kişi yaşıyor, bu da İsrail vatandaşı sayısının yaklaşık 9 milyon 888 bin olduğu anlamına geliyor.

Doğumlar açısından, İsraillilerin yıllık nüfus artış oranı 2023'teki yüzde 1,6'ya kıyasla yüzde 1,2’ye indi. 20 yaşın üzerindeki Yahudi nüfusun dini dağılımına bakıldığında, yüzde 42,7'si kendilerini dindar olmayan ve seküler, yüzde 21,5'i çok dindar olmayan muhafazakâr, yüzde 12'si dindar muhafazakâr, yüzde 12'si dindar ve yüzde 11,4'ü Haredi (ultra-Ortodoks) olarak tanımladı.

İsrail'e göç konusunda ülke, 2024 yılında 31 bin 100 göçmen kabul ederken, 2023 yılında bu sayı 46 bindi. Yurt dışına göç eden İsrailliler 2023 yılında 55 bin 300 kişi iken, 2024'te 82 bin 800 kişi İsrail'i terk etti; 2023'te 27 bin 800 kişi iken, 2024'te sadece 24 bin 200 kişi ülkeye geri döndü.

İsrail medyası bu istatistikleri olumsuz olarak nitelendirdi. İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, göç eden ve geri dönen sayılarının endişe verici olduğunu bildirdi. Kanal 12 televizyonu istatistikleri endişe verici olarak nitelendirirken Maariv gazetesi, “Haberler kötü. İsrailliler İsrail'i terk ediyor” başlığını attı.

İstatistiklerde erkeklerin ortalama yaşam süresi 81,4 yıl, kadınların ise 85,5 yıl olarak belirtilirken, ölüm oranı binde 5,3'e ulaştı.

Ölüm nedenlerinin yüzde 23,5'i kötü huylu hastalıklar (kanser vb.), yüzde 12,2'si ise kalp hastalıklarıydı. 7 Ekim 2023'ten yıl sonuna kadar, savaş nedeniyle bin 267 asker ve sivil hayatını kaybetti; bu, ölümlerin yaklaşık yüzde 2,5'ini oluşturuyor.

Yaşamdan memnuniyet, ekonomik durum ve geleceğe ilişkin değerlendirme konusunda, vatandaşların yüzde 91,1'i yaşamlarından memnun, yüzde 66,1'i ekonomik durumlarından memnun, yüzde 33,5'i mali durumlarından memnun değil ve yüzde 8,8'i mali durumlarından tam anlamıyla memnun değil.

İstatistikler, savaş sırasındaki göç durumunu ve İsrail'deki İsraillilerin durumunu ortaya koydu.

Şarku’l Avsat’ın İsrail medyasından aktardığına göre göçün nedenleri, savaş sırasında güvenlik eksikliği, zorlu ekonomik koşullar ve sosyal bölünmeler.

Rakamlar, dünyadaki Yahudi sayısını içermiyor.

İsrail Yahudi Ajansı’na göre dünyada 15,8 milyon Yahudi bulunuyor ve en büyük Yahudi nüfusu yaklaşık 6,3 milyon ile ABD'de.

Kalan 2,2 milyon Yahudi diğer ülkelerde yaşıyor; en büyük nüfus sırasıyla 438 bin ve 400 bin ile Fransa ve Kanada'da.

Ajans, geçen yılın istatistiklerine göre, İsrail, ABD, Fransa ve Kanada'dan sonra en büyük Yahudi nüfusuna sahip on ülkenin Birleşik Krallık (313 bin), Arjantin (170 bin), Almanya (125 bin), Rusya (123 bin), Avustralya (117 bin), Brezilya (90 bin), Güney Afrika (49 bin), Macaristan (45 bin), Meksika (41 bin) ve Hollanda (35 bin) olduğunu belirtti.

Ajans, istatistiklerin Yahudi olarak kendini tanımlayan veya en az bir ebeveyni Yahudi olan ve başka bir dine mensup olmayan kişilere dayandığını ifade etti.


Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
TT

Yeni İsrail ve yeni Ortadoğu

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)
Donald Trump ve Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'ın girişinde, 4 Şubat 2025 (Reuters)

Elie Kuseyfi

ABD’nin Katar'ın başkenti Doha'da İsrail'in hedeflerine ulaşamadığı görünen saldırısına ilişkin tutumunu özetleyecek olursak Washington'ın bölgedeki müttefiklerinden Doha'da yaşananları önemsiz bir olay olarak görmelerini ve ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun da söylediği gibi, herkesin istediği barışı sağlamak için asıl meselenin Hamas'ın ortadan kaldırılması olduğunu düşünmelerini istediğini söyleyebiliriz. Rubio yaptığı açıklamada, “Herkesin sadece geçtiğimiz hafta Doha'da olanlara değil, bundan sonra olacaklara da odaklanmasını sağlamaya çalışıyoruz” diye ekledi.
Donald Trump yönetiminin zihninde Hamas'ın ortadan kaldırılması, Gazze'de ertesi gün olacaklarla veya her zamankinden daha uzak olan barış süreciyle ilgili değil, daha çok Binyamin Netanyahu'nun kendisi ve belki de tek başına üstlendiğini iddia ettiği tüm Ortadoğu'yu değiştirme görevine bağlı. Aslında, Netanyahu’nun gündemini ABD yönetimine dayatmaya çalışıp çalışmadığı ya da onunla aynı fikirde olup olmadığı bir yana, her iki tarafın da Ortadoğu'yu değiştirme konusunda hemfikir olduğu açık, ancak aralarında temel bir fark var; tıpkı yaklaşık bir yıl önce, kendisi ile bir önceki ABD Başkanı Joe Biden yönetimi arasındaki gerilimin doruk noktasında, BM Genel Kurul toplantılarında söylediği gibi Netanyahu, bu sürecin lideri olarak hareket ediyor ve görevi tek başına üstleniyor. Şimdi Netanyahu, Trump'ın ikinci döneminde daha fazla hareket özgürlüğüne sahip olduğunu hissediyor ve Trump'ın, ihanete uğradığını hisseden Katar'ın konumunu anlamaya çalışsa da Doha'ya saldırdıktan sonra İsrail'in yanında yer alması şaşırtıcı değildi.

Ancak, Ortadoğu’nun Washington için bir öncelik olmadığı, ya da en azından bölgedeki bazılarının inandığı kadar öncelikli olmadığını belirtmekte fayda var. ABD Başkanı Donald Trump'ın ülkesinin önceliklerini yeniden düzenlediği doğru. Örneğin Washington’daki ‘derin devlete’ karşı intikam alma arzusu onun için bir öncelik gibi görünüyordu, ardından Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek ana hedefi gibi görünüyordu. Trump, Joe Biden yerine kendisi başkan olsaydı bu savaşın 24 saat içinde sona ereceğini vaat etmiş ve savaşın bu kadar uzamayacağını söylemişti. Ancak, Demokrat Partili Biden yönetiminin önceliklerinin başında gelen Çin’in yükselişini kontrol altında tutmanın, Cumhuriyetçi Trump için de en önemli öncelik olmaya devam ettiği ve bu önceliğin köklü bir Amerikan ‘doktrini’ haline geldiği de bir gerçek.

Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu.

Burada soru değişiyor: Washington, bölgenin kontrolünü İsrail'e devrederek, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmesi için mi yoksa Washington’ın diğer haritalar ve dosyalarla meşgul olması, Binyamin Netanyahu’nun bölgesel stratejisini kabul etmediği anlamına mı geliyor? Bu iki soruyu yanıtlamanın zorluğu, İsrail'in Washington'ın sonuçlarına katlanabileceği sürece uygun gördüğü her şeyi yapmaya hazır olduğu varsayımıyla, bölgesel savaşın hem ABD hem de İsrail tarafından nasıl yönetileceğini hayal etmekten bizi alıkoymuyor. Aynı durum İsrail’in Doha'ya saldırısı için de geçerli. Zira Netanyahu, belki de Trump ile koordineli olarak, Washington'ın ABD'nin müttefikine yönelik saldırının sonuçlarını kontrol altına alabileceğini, hatta bundan fayda sağlayabileceğini değerlendirmişti.

dfvg
Katar'ın başkenti Doha’da birkaç patlama sesi duyulduktan sonra yükselen dumanlar, 9 Eylül 2025 (Reuters)

Donald Trump, Doha'da İsrail'i tekrar hedef almayacağına söz verdiğine göre Netanyahu'nun Trump'ın sözünü bozması, oyunlarının sınırlarını aşmaması için çok zor olacak. Ancak Doha'ya yapılan saldırı, ABD’nin bu bölgeye yönelik herhangi bir stratejisinin İsrail stratejisinden bağımsız olarak var olmasının düşünülemez olduğunu ortaya koydu. Diğer bir deyişle, Washington'ın ‘bölgesel barış’ arayışı, barış vizyonunun sadece güç yoluyla gerçekleşebileceğine inanan Trump’ın yönetiminin İsrail'in Filistin topraklarında veya bölgenin tamamında bu barışın temellerini sarsabileceği görüşüyle çelişmiyor. Bu da bölge ülkeleri için en ciddi zorluk. Çünkü Washington'ın İsrail'e tanıdığı manevra alanı, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir durum.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘geri çekilme’ sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, İsrail'in teknoloji, istihbarat ve askeri alanlardaki üstünlüğü, geçtiğimiz haziran ayında İsrail ile İran arasında 12 gün süren savaşla pekiştirilen bölgedeki güç dengesine dair hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak İsrail’in bu üstünlüğünün İsrail için bir bedeli var. İsrail, özellikle Gazze Şeridi'nde, Hamas'a karşı ‘tam zafer’ sloganı altında bataklığa batmaya devam eden ve çıkış stratejisi görünmeyen açık bir savaşa girdi ve bataklığa batmaya devam ediyor. Bu zafer, artık Gazze'yi Gazzelilerin başına yıkmaktan veya onları zorla sürmekten başka bir anlam ifade etmiyor. Ancak Gazzelilerin topraklarına bağlılığı ve Mısır'ın onların yerinden edilmesine izin vermemesi göz önüne alındığında, onları nereye sürebilir ki?

Aynı durum İsrail'in dünya genelindeki imajı için de geçerli. BM müfettişlerinin salı günü, 2023 yılının ekim ayından bu yana İsrail’in Filistinlileri yok etmek amacıyla Gazze'de soykırım gerçekleştirdiği yönünde bir açıklamada bulunması burada büyük önem taşıyor. BM, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden 25 oy olmak üzere 142 oyla, geçtiğimiz temmuz ayında Suudi Arabistan ve Fransa'nın ortak girişimi ile kabul edilen ‘Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanması Hakkında New York Deklarasyonu’nu destekleyen bir kararı kabul etti.

cvfg
ABD’nin New York kentindeki BM genel merkezinde, BM Genel Kurul üyelerinin Filistin sorunu ve iki devletli çözümün uygulanması konusunda verdikleri oyların sayısının gösterildiği ekranlar, 12 Eylül 2025 (Reuters)

Bu karar, BM Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ABD tarafından veto edilebilir. Ancak bu gelişme aynı zamanda geç de olsa, İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırganlığına karşı küresel tepkinin önemli bir değişim geçirdiğinin bir kanıtı. Bu değişim geri döndürülemez ve İsrail ile İsraillilerin dünya genelinde karşılaşacakları gelecekteki zorlukların önünü açıyor. Bu zorlukların işaretleri Batı sokaklarında şimdiden görülmeye başladı. Ancak, uluslararası arenada Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail'e yönelik bu algı değişikliği İsrail'in saldırganlığına karşı koymak için gerekli araçları ve daha da önemlisi dünyayı anlamak için gerekli araçları anlamada Arap dünyasında da bir değişiklikle birlikte gerçekleşmeli.

İsrail, 5 Haziran 1967'de başlayan Altı Gün Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan ve ‘Nekse’ (Toprak Kaybetme Günü) sonrasında savaştan çekilen orduların yerine kendisine karşı silahlı örgütlerin ortaya çıkmasına neden olan durumu ortadan kaldırdı ya da ortadan kaldırmaya çok yaklaştığını söyleyebiliriz. Ancak 1973'teki Ekim Savaşı geçici bir istisna oluşturdu ve bir daha tekrarlanmadı. Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat'ın, mevcut bölgesel ve uluslararası güç dengesi göz önüne alındığında silahlı mücadelenin bir geleceği olmadığını erkenden fark ettiği ve bu yüzden Oslo Anlaşmaları seçeneğini tercih ettiği şüphe götürmez bir gerçek. Ancak, Arafat’ın bu riske girmenin karşılığını alıp alamadığı bir yana, Oslo Anlaşmalarına sadece İzak Rabin suikastı ve ardından anlaşmanın içeriden baltalanması ile İsrail'den tepki gelmedi. Aynı zamanda İran'ın da tepkisi vardı. Tahran, ‘direniş ekseni’ bayrağı altında Gazze ve Lübnan'da, ardından Suriye, Irak ve Yemen'de milis ağını destekledi ve Şam'ı ‘bağlantı noktası’ olarak kullandı.

7 Ekim 2023'ten bu yana bölgede yaşananlar, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden değerlendirmeyi gerektiriyor.   

Şimdi, İsrail'in 7 Ekim 2023 tarihinden beri sürdürdüğü bölgesel savaşın üzerinden iki yıl geçerken bu savaşın, 1967 yılında Nekse sonrasında ortaya çıkan duruma İsrail'in verdiği kapsamlı bir yanıt vermek ve amacının, yoluna çıkan tüm milis yapıları ortadan kaldırmak ve eğer İsrail-Amerika planının Tahran'a bu desteğin bedelini rejimini devirerek ödetmeye dayandığını göz ardı edersek İran rejimini bu yapılara destek vermeyi bırakmaya zorlamak olduğundan giderek daha fazla emin olunmaya başlanıyor.

Bu yüzden İsrail'in bölgede sürdürdüğü savaşın dayattığı bölgesel denklem, İran'ı vekilleri olmadan içine çekerek, balistik füze sistemi ile ilgili bölgesel davranışında ve nükleer ve savunma politikalarında köklü bir değişime zorlayacak mı, yoksa nihayetinde rejimin devrilmesine yol açacak mı? sorusu yanıt bekliyor. Tüm bu olasılıklar, bölge için, özellikle de savaşın Hizbullah'ın temel yeteneklerini yok ettiği Lübnan için önemli sonuçlar doğuruyor. Hizbullah, İran’dan kendisine silah ulaşmasını sağlayan bir köprü görevi gören Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra bile, sanki eski haline dönebilecekmiş gibi davranıyor.

sdfrgt
İsrail tarafından Gazze kentinin er-Rimal Mahallesi’ndeki bazı binalara düzenlenen hava saldırısının ardından hayatta kalanları aramak için bir araya gelen Filistinliler, 30 Ağustos 2025 (AFP)

Ancak, tüm bu olasılıklara bakılmaksızın, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede yaşananlar ve yaşanmakta olanlar, İran ve onun vekilleri tarafından yaratılan kafa karışıklığından uzaklaşarak, bölgesel manzarayı ve onu yöneten gerçek güç dengesini yeniden okumayı gerektiriyor. İsrail ordusuna karşı bir ordu olarak Filistin veya Lübnan direnişini inşa etme deneyimi feci bir şekilde başarısız oldu. Eğer ilgili taraflar toplu olarak intihar etmeyi düşünmezse bunun tekrarlanması beklenmiyor. 1967'de Nekse ile sona eren süreç, mevcut bölgesel ve ulusal koşullarda tekrarlanamazken aynı şekilde 7 Ekim 2023'te sona eren süreç de tekrarlanamaz. Ancak, 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'in dünyadaki imajındaki değişim açısından başlayan süreç, savaşın sona ermesiyle bitmeyecek. Daha yüksek bir hızda başlayacak ve ‘yeni İsrail’e yönelik yeni küresel bilince ayak uyduran yeni bir Arap bilinci oluşturacak olan siyasi, diplomatik, medyatik ve entelektüel bir mücadelede yatırım yapılabilir ve ilerletilebilir.