Husi vahşetinde 17 Yemenli Bahai hedef alındı

Uluslararası arenadan yapılan müdahale çağrılarında hükümet, olayı ‘utanç verici bir eylem’ olarak nitelendirildi.

Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı, Brüksel ziyareti sırasında Husiler tarafından reddedilen Bahai toplumu üyeleriyle bir araya geldi. (SABA)
Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı, Brüksel ziyareti sırasında Husiler tarafından reddedilen Bahai toplumu üyeleriyle bir araya geldi. (SABA)
TT

Husi vahşetinde 17 Yemenli Bahai hedef alındı

Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı, Brüksel ziyareti sırasında Husiler tarafından reddedilen Bahai toplumu üyeleriyle bir araya geldi. (SABA)
Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı, Brüksel ziyareti sırasında Husiler tarafından reddedilen Bahai toplumu üyeleriyle bir araya geldi. (SABA)

Yemen’deki Husi milisler, dini azınlıklara yönelik son ihlal uygulamaları kapsamında Bahai toplumu üyelerine yönelik vahşetlerini tekrarladı. Öyle ki geçen perşembe günü Sana’da beşi kadın 17 kişi gözaltına alındı, evlere baskın düzenlendi ve eşyalara ve belgelere el koyuldu. Uluslararası toplum, tutuklananları kurtarmak için müdahale çağrıları yaparken, Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-İryani de ‘utanç verici bir eylem’ olarak nitelendirdiği olayı kınadı.

Bahai toplumunun üyelerine yönelik yeni baskın faaliyeti öncesinde de milisler, daha önce mezhebin sembollerinden büyük bir grubu Yemen’den sınır dışı etmiş, ileri gelenler de dahil olmak üzere bazılarını ölüm cezasına çarptırmıştı.

Bahailer tarafından yapılan açıklamaya göre Husilere bağlı silahlı unsurlar, Bahai toplumunun Sana’daki barışçıl yıllık toplantısına baskın düzenledi. Aralarında kadınlar ve Yemen’deki Bahai cemaatinin sözcüsü sivil aktivist Abdullah el-Alfi’nin de bulunduğu 17 katılımcıyı tutukladılar. Ayrıca tutuklananların evlerine de baskın düzenlendi, eşyalara ve belgelere el konuldu. Bunun yanı sıra 1940’lı yılların başlarında Yemen’e gelen bu topluma mensup 24’ten fazla kişi yargılanmaya devam ediyor.

Yemen’deki Bahai toplumundan kaynaklar, Şarku’l Avsat’a şu açıklamada bulundu:

“Husiler, Bahailerin derneğini kapattıktan, tüm mallarına el koyduktan ve ritüellerini uygulamalarına ciddi kısıtlamalar getirdikten sonra bu toplumun üyeleri, yıllık barışçıl toplantılarını yapmak için bir ev belirledi. Ancak tarikatın içinde gizlenen Husi istihbaratı, söz konusu evdelerken eve baskın düzenledi ve aralarında kadınların da bulunduğu katılımcıları tutukladı.”

Karanlık tarih

Husi grubunun Bahai toplumuna karşı baskıcı tarihi, Sana’yı kontrolünden bu yana başladı. Bahaileri Savunmak için Yemen Girişimi’ne göre grup, yıllarca süren tutuklama, işkence ve keyfi yargılamalardan sonra 30 Temmuz 2020’de altı Bahaiyi dini inançları nedeniyle sürgüne gönderdi. Söz konusu Bahailer, Husilerin Sana’yı kontrol altına almasından bu yana Yemen’in çok zor insani koşullara tanık olduğunu vurguladı.

Topluluğun destekçilerinin söylediğine göre Yemen’deki Bahai mezhebi, koşulların kötüleşmesinin yanı sıra Yemen toplumunun diğer grupları gibi, barışçıl bir dini mezhep için soykırım suçuna varan sistematik toplu zulme maruz kalan gruplardan biriydi.

Fotoğraf Altı: Bahai toplumu, Sana’da silahlı Husi milislerce 17 mensubunun tutuklandığını açıkladı. (Twitter)
Bahai toplumu, Sana’da silahlı Husi milislerce 17 mensubunun tutuklandığını açıkladı. (Twitter)

Husi yönetimindeki Devlet Güvenlik Mahkemesi, idam cezaları verdi, Bahai mallarına ve özel ve vakıf fonlarına el koydu ve idari ve kalkınma kurumlarını kapattı. Grup ayrıca Bahaileri kendilerinden nefret etmeye kışkırttı, onları çok zor maddi koşullarda yaşamaya zorladı ve en temel insan haklarından bile mahrum bıraktı. Bahaileri Savunmak için Yemen Girişimi, silah taşımayan, siyasete karışmayan, asayiş ve düzene saygılı Yemen vatandaşları olmalarına rağmen kendilerine yöneltilen suçlamaları ‘yalan’ olarak nitelendirdi.

Af, uygulanmadı

Husi yönetimi 25 Mart 2020’de uluslararası ve yerel toplumun baskısı altında, tutuklu Bahailer için bir genel af çıkardı. Ancak af uygulanmadı. Bahai toplumu mensubu tutukluların üç yıl önce zorla sürgüne gönderilmesine rağmen grup, Yemen’de kalanlara zorlayıcı bir kader dayatmak amacıyla, sürgüne gönderilen ve zorla yerinden edilmiş Bahailere gıyabında dava açmaya devam etti. Daha sonra söz konusu Bahailerin paralarına, mallarına, evlerine el konuldu, ölülerinin mezarları da dahil olmak üzere onlara ait her şey yok edildi.

Bahai toplumu, ‘maruz kaldıkları adaletsizlik, baskı ve suç nedeniyle kendilerine karşı toplumsal insan sempatisini engellemek için’ Husilerin kapsamlı bir şekilde düzenledikleri kültürel kurslar aracılığıyla, medyada ve üniversite eğitim müfredatlarında Bahailere karşı düşmanlığı kışkırtmaya devam ettiğini belirtiyor.

Fotoğraf Altı: Sana’daki Bahai toplumu bir süre önce ‘liderlerinin serbest bırakılması’ için protesto gösterisi düzenledi. (Twitter)
Sana’daki Bahai toplumu bir süre önce ‘liderlerinin serbest bırakılması’ için protesto gösterisi düzenledi. (Twitter)

Sana’daki Bahai toplumu kaynaklarına göre Bahailere yönelik Husi kısıtlamaları devam ediyor. Ayrıca Husiler, Bahailerin yanı sıra toplum hizmeti programlarına katılan herkesi, keyfi ve yasadışı önlemlerle hedef alıyor. Ayrıca Husilerin kısıtlamaları, Bahailerin iş fırsatlarından mahrum kalmalarına, banka hesaplarına el konulmasına ve isimlerinin borsa şirketlerinin kara listelerine alınmasına yol açtı.

İran’ın kopyası

Resmi istatistikler bulunmamasına rağmen topluluğun üyelerinin beş bin kişi olduğu tahmin ediliyor.

Husilerin, kendilerine neden zulmettiğini ise bilmiyorlar. Kaynaklara göre bu durum ancak Husilerin 1980’lerden beri Bahailere sistematik olarak zulmeden İran rejimine tabi olmasıyla açıklanabilir.

Bahai toplumu, Husi yönetimini, haklarında dava açılmasına gerek olmayan 24 üyesine yönelik keyfi yargılamayı sona erdirmeye ve bu nedenle zarar gören herkese maddi ve manevi olarak uygun ve adil bir tazminat ödemeye çağırıyor. Ayrıca Husilere, anavatanları Yemen’de onurlu, özgür, güvenli ve barış içinde yaşama haklarını güvence altına alma ve sürgüne gönderilmişlere ve zorla yerinden edilmişlere hiçbir engel veya itiraz olmaksızın anavatanları Yemen’e dönme hakkını tanıma çağrısı yapıyor.

Bahailer bunun yanı sıra üyelerinin yağmalanan ve el konulan tüm fonlarının, mallarının ve belgelerinin sahiplerine iade edilmesini, banka hesaplarının açılmasını, geçim kaynaklarına yönelik kısıtlamaların kaldırılmasını ve anayasaya uygun olarak gönüllü idari ve kalkınma kurumları aracılığıyla Yemen’in inşasına ve toplumu geliştirmeye katılma haklarına saygı gösterilmesini talep ediyor.

Zulüm yöntemleri devam ediyor

Bahailerin Yemen’deki Genel İşler Bürosu üyesi Nadir es-Sakaf, Yemen’deki Bahailere yönelik yeni Husi baskınlarını ‘zulmün devamı’ olarak nitelendirdi.

Yemen’den sürgün edilenler arasında olan Sakaf, Husi silahlı kuvvetlerinin mezhep üyelerinin barışçıl bir toplantı yaptıkları sırada düzenlenen baskın sonrasında 17 Bahai’yi bilinmeyen bir yere götürdüğünü doğruladı. Toplantıda, ‘Bahai toplumunun tüm Yemenliler için canlı bir ortam yaratmaya katılımı’ ve ‘toplumlarının manevi ve maddi ihtiyaçlarını gözeten kuruluşların oluşturulması’ konuları ele alınıyordu.

Nadir es-Sakaf şu açıklamada bulundu:

“Saldırı, Husilerin Bahailere karşı 2014 yılının sonlarından bu yana uyguladıkları sistematik zulmün ve Yemen toplumunun bir parçası olarak Bahailerin kültürel ve sosyal kimliklerini silmeye yönelik kesintisiz girişimlerinin bir devamı niteliğindedir.”

Sakaf ayrıca Husilerin ‘evleri basmaya, aileleri ve çocukları sindirmeye, evlere ateş etmeye ve açıkça öldürme, tasfiye etme ve kadın ve çocuklar arasında terör yayma tehdidinde bulunmaya’ devam ettiğine de dikkat çekti.

Fotoğraf Altı: Bahailerin Yemen’deki Genel İşler Bürosu üyesi Nadir es-Sakaf (sağda) ve Hamid bin Haydara. (Twitter)
Bahailerin Yemen’deki Genel İşler Bürosu üyesi Nadir es-Sakaf (sağda) ve Hamid bin Haydara. (Twitter)

Sakaf, Husilerin faaliyetini ‘uluslararası sözleşmeler kapsamındaki inanç özgürlüğünün ve toplanma, dini ve cemaat işlerini yönetme hakkının açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi. Saldırının, Husilerin ısrarla sürdürdükleri zulüm yöntemleri kapsamında geldiğini vurgulayan Sakaf, durumun, ‘takip kampanyaları ve bireyleri takip ederek ve geçim araçlarını kısıtlayarak Bahailerin sesini ve sosyal varlığını gizleme girişimlerini’ sürdürdüklerini gösterdiğini belirtti.

Yemen’deki Genel İşler Bürosu üyesi, mezhep mensuplarının anavatanlarından sürgün edilmelerinin yanı sıra çeşitli fiziksel ve psikolojik işkencelere maruz kaldıklarını kaydetti. Sakaf, paralarına hukuka aykırı bir şekilde el konulması, geçim kaynaklarının kesilmesi, işlerinden atılmasına neden olmak, ruhsatlı kuruluşları kapatmak, mallarını çalmak, Bahailerin ve onlarla iş yapanların bankacılık işlemlerini dondurmak da dahil olmak üzere çeşitli düzeylerde zulüm gören onlarca ve belki de yüzlerce tarikat mensubunun var olduğunu dile getirdi.

Hükümetten kınama

Darbeci milislerin hareketine karşı insan hakları tarafından ortaya koyulan öfkenin ve Bahai toplumunu Husi zulmünden kurtarmak için uluslararası müdahale çağrılarının yanı sıra Yemen hükümeti, bu zulmü kınadı. Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-İryani, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada bu zulmü, ‘utanç verici ve korkakça bir hareket’ olarak nitelendirdi.

İryani, Husiler tarafından toplantıya düzenlenen baskının ve 17 Bahai toplumu mensubunun tutuklanmasının, ‘devlete karşı darbeden bu yana Bahai mezhebi başta olmak üzere milislerin dini azınlıklara karşı uyguladığı zulüm kapsamına giren utanç verici ve korkakça bir eylem olduğunu söyledi. Ayrıca Husilerin, din ve inanç özgürlüğünü ve uluslararası yasalar, tüzükler ve anlaşmalar tarafından onaylanan dini törenler düzenleme, toplanma ve uygulama hakkını açık bir şekilde ihlal ettiğine dikkat çekti.

Enformasyon Bakanı açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“Bu suç, İran direktifleri altındaki Husi milislerin, dini azınlıklara yönelik tırmanma, hedef alma ve sistematik terörizm yaklaşımıyla ilerlediğini ve bu azınlıkların takipçilerine inançları temelinde zulmettiğini gösteriyor. Bu azınlıkların takipçileri, ev baskınlarından ailelere gözdağı vermeye, adam kaçırmaya, uydurma suçlamalarla keyfi tutuklamaya, psikolojik ve fiziksel işkenceye, zorla göç etmeye ve sürgüne, yargılamaya tabi tutulmaya, müsadereye ve mülklerinin yağmalanmasına, karargahlarının basılmasına, nefret söylemi yayılarak ve toplumsal dokuya ve iç barışa zarar vermeye teşebbüs edilerek aleyhlerinde kışkırtmaya kadar değişen bir dizi suç ve ihlale maruz kalıyor.”

Fotoğraf Altı: Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-İryani, Lüksemburg’da Bahai temsilcileriyle görüştü. (Resmi medya)
Yemen Enformasyon Bakanı Muammer el-İryani, Lüksemburg’da Bahai temsilcileriyle görüştü. (Resmi medya)

Bakan, uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler (BM) ve insan hakları örgütlerinin bu suçlara karşı devam eden sessizliği karşısında şaşkınlığını dile getirirken, bu kuruluşlara ‘Husi milislere, dini azınlıklara karşı ırkçı uygulamalarını durdurması için baskı yapma sorumluluklarını yerine getirme’ çağrısı yaptı.

İryani ayrıca, inanca dayalı her türlü kovuşturma, taciz ve ayrımcılığın durdurulması gerektiğini vurgularken, bu durumu ‘başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme olmak üzere uluslararası yasaların ve sözleşmelerin alenen ihlali’ olarak nitelendirdi.



Hizbullah, silahların devletin elinde toplanmasına ilişkin kararı engellemek için mezhepçi söylemlere başvuruyor

Hizbullah destekçileri, hükümetin silahları devletin elinde toplama kararını protesto etmek için Beyrut'un güneyindeki sokaklarda motosikletlerle eylem düzenledi. (AFP)
Hizbullah destekçileri, hükümetin silahları devletin elinde toplama kararını protesto etmek için Beyrut'un güneyindeki sokaklarda motosikletlerle eylem düzenledi. (AFP)
TT

Hizbullah, silahların devletin elinde toplanmasına ilişkin kararı engellemek için mezhepçi söylemlere başvuruyor

Hizbullah destekçileri, hükümetin silahları devletin elinde toplama kararını protesto etmek için Beyrut'un güneyindeki sokaklarda motosikletlerle eylem düzenledi. (AFP)
Hizbullah destekçileri, hükümetin silahları devletin elinde toplama kararını protesto etmek için Beyrut'un güneyindeki sokaklarda motosikletlerle eylem düzenledi. (AFP)

Hizbullah, Lübnan'daki sorunlarından biriyle ilgili her siyasi krizde, taktiksel silahı olan mezhepsel gerginliğe başvurmaktan çekinmez. Çatışmayı siyasi ve hukuki çerçeveden mezhepsel aidiyet alanına kaydırır ve sokaklarda bu, ‘Şii mezhebine yönelik toplu saldırı’ suçlamalarına dönüşür. Lübnanlılar bu denklemi yirmi yıldır yaşıyor ve tartışma Hizbullah’ın silahları veya bölgesel rolüne geldiğinde bu denklemin özellikleri tekrar tekrar ortaya çıkıyor.

Lübnan hükümetinin silahları devletin elinde sınırlama kararını ele alan son tartışmalarda, Hizbullah bu konuyu anayasanın uygulanması veya hükümet kararlarının hayata geçirilmesi konusunda bir anlaşmazlık olarak sunmadı, aksine bunu Şiileri silahsızlandırma girişimi olarak gösterdi. Uzmanlar, bu retoriğin Hizbullah ile herhangi bir siyasi çatışmanın maliyetini artırdığına inanıyor. Zira bu, bir siyasi parti ile değil, Lübnan toplumunun önemli bir bileşeni ile çatışma gibi görünmesini sağlıyor.

Hizbullah için bir kalkan olarak mezhepçilik

Siyaset psikolojisi profesörü Dr. Muna Feyyad, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Kuruluşundan bu yana Hizbullah, Şii topluluğu içinde mezhepsel retoriği sürekli olarak istismar etmiş ve her türlü siyasi veya güvenlik kazanımı için kullanmıştır” dedi. Feyyad, bu retoriğin ‘özellikle gerginlik veya kritik kararların alındığı anlarda, sokakları harekete geçirmek ve uyarmak için bir araç haline geldiğini’ düşünüyor. Öyle ki bu durum, Lübnan hükümetinin silahları devletin elinde sınırlama kararının ardından son zamanlarda da görüldü.

Lübnan hükümetinin Hizbullah’ı silahsızlandırma planını onaylamasını protesto etmek için Beyrut'un güney banliyölerinde motosikletlerle düzenlenen gösteride bayrak sallayan Hizbullah destekçileri (EPA)Lübnan hükümetinin Hizbullah’ı silahsızlandırma planını onaylamasını protesto etmek için Beyrut'un güney banliyölerinde motosikletlerle düzenlenen gösteride bayrak sallayan Hizbullah destekçileri (EPA)

Feyyad, son zamanlarda sokaklarda görülen motosikletlerin, Hizbullah’ın sokak sokak çatışma yaratma ve tüm Şii topluluğunun diğer topluluklarla çatışma halinde olduğunu gösterme çabasını açıkça yansıttığına inanıyor. Feyyad, “Bu strateji yeni değil; daha çok 1980'lerin sonları ve 1990'larda Hizbullah’ın, Emel Hareketi'nden başlayarak kendi çevresindeki tüm rakiplerini ortadan kaldırmak için her türlü yolu kullanıp hegemonyasını dayatmaya çalıştığı dönemden beri benimsediği politikaların bir uzantısı. Hizbullah, İslam devleti retoriğinden Lübnan gerçekliğine uyarlanmış bir retoriğe geçti, ancak mezhepsel içeriğini korudu ve bunu, geniş bir kitleyi kendisine bağlayan ve ne yaparsa yapsın onu takip etmelerini sağlayan kurumlarla pekiştirdi” değerlendirmesinde bulundu.

Feyyad, ‘bu mezhepsel sosyal yapının projesinin sağlam bir temeli oluşturduğunu, ancak aynı zamanda mezhebi eleştiriye açık olmayan ve sahadaki her türlü eylemi meşrulaştıran tek bir söyleme esir ettiğini’ düşünüyor.

Motosiklet gösterisi

Siyasetçi Dr. Haris Süleyman ise Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, Lübnan hükümetinin silahları devletin elinde sınırlama kararının ardından sokaklarda yaşanan son motosiklet gösterisinin ‘Şii topluluğunun genel tutumunu ya da organize bir parti hareketini yansıtmadığını, aksine Hizbullah tarafından siyasi mesajlar iletmek için kullanılan marjinal gruplar tarafından organize edilen bir eylem olduğunu’ belirtti.

Süleyman, bu grupların ‘çoğunlukla toplumun alt sınıflarına ve sosyal açıdan en savunmasız gruplara mensup olduğunu ve aracılar aracılığıyla, yakıt depolarını doldurmak gibi sınırlı lojistik destekle sokaklarda gösteriler yapmak üzere seferber edildiğini’ ifade etti. Süleyman sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu eylemlerin amacı, tüm Şii topluluğunun öfkeli olduğu izlenimini yaratmak. Oysa gerçekte durum oldukça farklı; topluluğun sessiz çoğunluğu bu yöntemlere katılmamakta ve bunları onaylamamakta.”

Uydurma bir tehdit

Süleyman, “Sokaklarda sahnelenen bu gösteri, uydurma bir tehditten başka bir şey değil. Bu eylemler Şii topluluğunun gerçek ruh halini yansıtmıyor ve gerçek anlamda karşı protestolara yol açmıyor. Aksine, bunlar daha çok, Hizbullah’a bağlı kurumlar veya gruplar tarafından yönetilen ve gerektiğinde kamuoyuna açıkça reddedilen kısa süreli görsel-işitsel gösteriler gibi. Her kesimden aklı başında insanlar, olanların gerçek bir çatışma değil, popülist gösterinin siyasi olarak istismar edilmesi olduğunu anlıyor” şeklinde konuştu.

En büyük faydalanıcı İran

Hizbullah’ın siyasi stratejilerini takip edenler, Hizbullah’ın Şii toplumu ile bütünleşmiş bir imaj oluşturmayı başardığını ve kamuoyunda bu ikisini birbirinden ayırmanın zor olduğunu açıkça dile getiriyorlar. Beyrut'ta, toplumun kaderini Hizbullah’ın kaderiyle ilişkilendirme girişimlerinin İran'ın yararına olduğu düşünülüyor.

Bu bağlamda Feyyad, bu politikanın birincil yararlanıcısının, ‘Lübnan sahnesini bölgesel çatışmasında bir araç olarak kullanan’ İran olduğunu düşünüyor. Feyyad, ‘Tahran, Lübnan üzerindeki kontrolünü sürdürdüğü sürece, bu seferberliğin neden olabileceği iç gerilimler veya sosyal krizlerin İran’ın umurunda olmadığını’ iddia ediyor.

Feyyad, “Bu oyun mutlaka kapsamlı bir mezhepsel patlamaya yol açmayabilir, ancak gerginlik anlarında şiddetlenebilecek bireysel çatışmalara ve sürtüşmelere kapı açar. Bugünkü fark, Lübnan ordusunun siyasi desteğe ve sokakları kontrol etme yeteneğine sahip olmasıdır” ifadelerini kullandı.

Seferberlik söyleminin azalan etkinliği

Bununla birlikte Feyyad, ‘Hizbullah’ın kapsamlı mezhepsel seferberliğe olan yatırımının artık başarıya ulaşacağının garantisi olmadığını’ düşünüyor. Hizbullah’ı veya bazı pervasız grupların uygulamalarını savunmak için sokaklara çıkmaya istekli olmayan bir Şii kesiminin varlığına işaret eden Feyyad, ‘birçoğunun bu hareketlerin kendilerine fayda sağlamadığını, aksine İran projesiyle organik olarak bağlantılı sınırlı bir gruba hizmet ettiğini fark ettiğini’ ifade etti.

“Hizbullah’ın mezhebi silahsızlandırmak olarak göstermeye çalıştığı silahsızlandırma, aslında yabancı amaçlara hizmet etmek için kullanılan İran'ın silahsızlandırılmasından başka bir şey değildir” diyen Feyyad, “Bu denklemin devam etmesi Lübnan'ı bağımlılık durumunda tutmak anlamına gelir” uyarısında bulundu.


Güney Suriye'de istikrar için farklı görüşler: Rusya geri dönecek mi?

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 31 Temmuz'da Moskova'da gerçekleşen görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Suriyeli mevkidaşı Esad eş-Şeybani ile el sıkışıyor
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 31 Temmuz'da Moskova'da gerçekleşen görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Suriyeli mevkidaşı Esad eş-Şeybani ile el sıkışıyor
TT

Güney Suriye'de istikrar için farklı görüşler: Rusya geri dönecek mi?

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 31 Temmuz'da Moskova'da gerçekleşen görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Suriyeli mevkidaşı Esad eş-Şeybani ile el sıkışıyor
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 31 Temmuz'da Moskova'da gerçekleşen görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında Suriyeli mevkidaşı Esad eş-Şeybani ile el sıkışıyor

Caroline Rose

Suriye'nin güneyindeki Süveyda şehrinde son zamanlarda patlak veren şiddet olayları, bölgesel ve uluslararası pozisyonları sarstı ve dış güçleri harekete geçmeye yöneltti. Dürzi nüfusun çoğunlukta olduğu ve savaş boyunca bir dereceye kadar özerkliğe sahip olan bu şehir, Esed rejiminin nüfuzunun azalmaya devam etmesiyle birlikte, Dürzi silahlı gruplar, Bedevi aşiretleri ve yeni Suriye yönetimine bağlı savaşçılar arasında mezhepsel gerilimlerin artışına tanık oldu. Süveyda'da istikrarı sağlama mücadelesi, farklı uluslararası stratejiler için gerçek bir sınav haline geldi.

Şiddet dalgaları

Son aylarda Süveyda, uzun süredir göreli bir izolasyonun damga vurduğu yerel siyasi ortamını istikrarsızlaştıran yoğun şiddet dalgalarıyla sarsıldı. İlk kıvılcımı yerel yönetim anlaşmazlıkları, kötüleşen ekonomik koşullar ve yasadışı ticaret yollarının kontrolü ile ilgili çatışmalar ateşledi ve ardından bunlar hızla kırsal alanlarda bir dizi kanlı çatışmaya evrildi. İsrail, başta Şeyh Hikmet el-Hicri olmak üzere Dürzi liderlerini destekleyerek ve Dürzi toplumunu koruma bahanesiyle Suriye hükümet güçlerine saldırılar düzenleyerek bu gerilimlerin körüklenmesine katkıda bulundu.

Bu arada, bazıları sınır ötesi kaçakçılık ağlarıyla bağlantılı olan silahlı örgütler bu kaostan faydalanırken, Dürzi birlikleri ile Bedevi aşiretleri arasında tekrarlanan çatışmalar eski tarihi yaraları yeniden kanattı. Yerel güçlerin ve yeni Suriye yönetiminin bu huzursuzlukları dizginleyememesi, ülkenin güvenlik ortamının kırılganlığını açığa çıkardı.

Süveyda'da istikrarı sağlamak oldukça karmaşık bir görev gibi görünüyor, çünkü oradaki mezhep çatışması, yasadışı bir ekonomiyi besleyen köklü bir suç şebekesi ile genellikle milisler ve nüfuzlu ailelerle bağlantılı kaçakçılık ağlarıyla iç içe geçmiş durumda. Bu iç içe geçmişlik, yerel bileşenler arasındaki rekabeti körüklüyor ve sürekli bir adam kaçırma, suikast ve zaman zaman patlak veren şiddet eylemlerine katkıda bulunuyor.

Rusya, yalnızca bölgedeki çeşitli toplumlar arasında barışı sağlamak için değil, aynı zamanda İsrail saldırılarını caydırmak için de Suriye'nin güney sınırına askeri polis konuşlandırmayı düşünüyor

Bu olgular yeni değil; kökleri mevcut aşamanın öncesine dayanıyor. 2018 yılını takip eden, Rusya'nın aracılık ettiği ve kendi güçleri tarafından denetlenen kırılgan güvenlik düzenlemeleri altında yasadışı ekonomik faaliyetler arttı. Hizbullah milisleri ve İran yanlısı grupların desteğiyle eski rejime bağlı güvenlik güçleri Ürdün, Lübnan ve Irak üzerinden kaçakçılık operasyonlarını kolaylaştırmak amacıyla yerel milis ve grupların kontrolünü ele geçirdi. Bu dönemde Süveyda, başta Captagon olmak üzere uyuşturucu üreten laboratuvar ve depoların yaygınlaşmasına sahne oldu.

Yeni Suriye yönetimi için ise bu huzursuzluklar varoluşsal bir tehdit oluşturuyor. Süveyda, kapsayıcı yerel otorite ve görece çoğulculuğun istikrarlı ve merkezi olmayan bir Suriye'nin şekillenmesine katkıda bulunabileceği rejim sonrası yönetim için bir model teşkil etmek yerine, bölge, mezhepsel gruplar arasında yıllardır var olan kırılgan dengeyi bozan, huzursuzluğun ülkenin güneyindeki diğer bölgelere yayılma olasılığını artıran bir şiddet ortamına sürüklendi. Bu durum yeni yönetimin, tehdit altındaki toplumları dış askeri müdahale olmadan koruma becerisi konusunda soruları da gündeme getirdi.

Süveyda şehrinin batısında iki Bedevi aşiret savaşçısı 19 Temmuz (AFP)Süveyda şehrinin batısında iki Bedevi aşiret savaşçısı 19 Temmuz (AFP)

Birçok gözlemci bu gelişmeleri bir alarm zili olarak gördü, çünkü Süveyda düşerse, Esed sonrası Suriye'de bütünleşik bir güvenlik sistemi kurma umutları da tamamen suya düşebilir.

Çatışan görüşler

Süveyda'daki huzursuzluğun ardından ABD, Ürdün ve yeni Suriye yönetimi, bölgede daha fazla kan dökülmesini önlemek için ortak bir eylem planı koordine etti. Bu girişim yerel ateşkese, hedefli yeniden inşaya ve özerk yerel toplumların önderlik ettiği istikrar çabalarını desteklemeye dayanıyor. Washington ve Amman bu yaklaşımı yerel yönetimi güçlendirmenin, dayanıklılığı artırmanın ve bölgenin dış askeri aktörlere bağımlılığı azaltmanın bir yolu olarak görüyor. Suriye yönetimi için ise bu plan, güneyin güvenliği üzerinde yabancı hegemonyasına kapıyı yeniden açmadan, iç istikrarı pekiştirmeye doğru atılmış bir adım anlamına geliyor.

Ancak Moskova'nın farklı bir görüşü var. Nitekim bölgesel kaynaklara göre Rusya, yalnızca bölgedeki farklı toplumlar arasında barışı sağlamak için değil, aynı zamanda İsrail saldırılarını caydırmak için de Suriye'nin güney sınırında askeri polis konuşlandırmayı düşünüyor. Haberler, yeni Suriye yönetiminin Moskova'dan bölgedeki varlığını yeniden canlandırmasını istediğine işaret ediyor. Bu, Rusya'nın 2018'den sonra kurulmasına yardımcı olduğu Esed rejimi, Dürzi liderliği ve İsrail arasındaki kırılgan dengenin arabulucusu ve uygulayıcısı olarak hareket ettiği güvenlik çerçevesine neredeyse birebir dönüş anlamına geliyor.

Rusya'nın 2018'den sonraki güvenlik düzenlemelerini uygulamasına, çeşitli gruplar arasında ve içinde rekabet ve şiddette belirgin bir artış eşlik etti

2018 düzenlemeleri, çatışan rakipler arasında hassas bir dengeye dayanıyordu. Rusya, Dera ve çevresindeki bölgeleri geri almasının ardından rejimin sembolik varlığına izin vermeleri için Süveyda'daki Dürzi liderlerle müzakere etti. Bunun karşılığında yerel güçlere, dini liderlere ve milislere öz savunma konularında bir dereceye kadar özerklik tanındı. Aynı zamanda Moskova, sınır ötesi çatışmaları önlemek için İsrail ile bir anlaşmaya vardı ve bu anlaşma, Golan Tepeleri yakınlarında İran güçleri ile Hizbullah milislerinin konuşlandırılmasına örtülü kısıtlamaları da içeriyordu. Kilit öneme sahip beldelerde ve Ürdün ile İsrail sınırları boyunca konuşlu Rus askeri polisi, Esed rejiminin taahhütlerinin garantörü ve gerilimin tırmanmasına karşı sahada bir tampon görevi gördü.

Suriye hükümet güçleri Süveyda'ya giriyor, 15 Temmuz (AFP)Suriye hükümet güçleri Süveyda'ya giriyor, 15 Temmuz (AFP)

Bu düzenleme, mezhepsel anlaşmazlıkları ve gerginlikleri çözmek yerine dondurması nedeniyle ideal olmasa da bir dereceye kadar istikrarı korudu. Moskova için bu düzenleme, azılı rakipler arasında arabuluculuk yapma yeteneği ve Güney Suriye'nin kaderi konusunda nihai hakem konumu için bir kanıttı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize Rus güçlerinin yeniden konuşlandırılmasına yönelik mevcut öneriler, Suriye'deki en yüksek otorite içindeki azalan nüfuzunu yeniden kazanmanın yanı sıra bu rolü geri alma arzusunu da gösteriyor. Esed rejiminin konumunun zayıflamasıyla Rusya, Suriye kıyıları üzerinden sıcak su limanlarına erişimini kaybetmekten korkuyor. Suriye, Irak ve Türkiye'nin yanı sıra Doğu Akdeniz ve Körfez'de konuşlu ABD güçleriyle rekabet etmesini sağlayacak bölgesel konumunu kaybetmek korkusundan bahsetmiyoruz bile.

İlerleme

Teoride, Rusya'nın dönüşü göreceli bir istikrar şemsiyesi sağlayabilir ve mezhepsel çatışmaları, İsrail sınırında gerilimin tırmanmasını sınırlamaya yardımcı olabilir. Ancak Suriye yönetimi için bu yol, halihazırda ABD ve Ürdün'ün desteğiyle benimsediği uluslararası destekli, yerel liderliğin öncülük ettiği istikrar modelini baltalayabilir. Washington ve Amman açısından yenilenen Rus askeri varlığı, ortak planlarının elde etmeyi amaçladığı kazanımlara, yani Güney Suriye'nin dayanıklılığını güçlendirmeye ve dış güvenlik güçlerine güvenmeden kendi kendine yetmesini sağlamaya doğrudan bir tehdit oluşturuyor.

Rusya'nın 2018'den sonraki güvenlik düzenlemelerini uygulamasına, çeşitli gruplar arasında ve içinde belirgin bir rekabet ve şiddet artışının eşlik ettiğini belirtmek gerekir. Esed rejiminin Dördüncü Zırhlı Tümeni, Captagon kaçakçılığı için sınır ötesi kaçakçılık noktaları kurmaya çalıştı ve bu durum, başta Ürdün olmak üzere komşu ülkelerle çatışmalara kadar uzanan silahlı gerilimlere yol açtı ve bölgesel istikrarı önemli ölçüde bozdu. Haberlere göre, Rus güçleri güvenlik alanındaki bu yüksek gerilimleri engellemek için önemli bir çaba göstermedi.

ABD, Ürdün, Rusya ve Suriye yönetimi arasında birbiri ile çelişen görüşler, Suriye'nin geleceğine yönelik uluslararası yaklaşımlardaki temel ayrılıkları ortaya koyuyor

Ürdün, o dönemde kaçakçılığı önlemek için Suriye'nin güney sınırındaki Rus askeri polis varlığının güçlendirilmesini talep etmiş olsa da Rusya'nın Ukrayna'daki savaşla meşgul olması, somut sonuçların elde edilmesini engelledi. Nihai hedef kalıcı istikrar sağlamak ve gelecekte çatışmaların çıkmasını önlemekse, yalnızca Rus varlığına güvenmek yeni Suriye yönetimi ve ortaklarının gerçekleşmesini umduğu uzun vadeli hedeflere ulaşmak için yeterli görünmüyor.

Moskova'nın bu hamlesinin zamanlaması, özellikle de ABD'nin kuzeydoğu Suriye'deki askeri varlığını azaltmaya yönelik sessiz adımlarıyla aynı zamana denk gelmesi nedeniyle Washington’ı zor durumda bırakıyor gibi görünüyor. Nitekim Tom Barrack da dahil olmak üzere ABD'li yetkililer, bölgeden yüzlerce Amerikan askerinin çekileceğini ve bu yılın ilerleyen dönemlerinde sadece tek bir üste konuşlanmalarının planladığını duyurdu. Bu hamle, ABD'nin askeri varlığını Bağdat'tan Erbil'e taşıyarak, 2026 sonundan önce gerçekleşmesi beklenen resmi geri çekilmeye hazırlık olarak ekipmanları ve üsleri yerel Irak güçlerine devrettiği Irak'taki emsaline benziyor.

Ancak Rusya'nın Suriye'deki en hassas ve tartışmalı bölgelerden birine geri dönmesi, nüfuz dengesini Şam lehine çevirebilir. Ayrıca, Washington'ın ABD-Suriye ilişkilerini yeniden inşa etmeye yönelik yatırımlarına rağmen, yeni Suriye yönetimini bir kez daha Moskova'nın kucağına itebilir. Bu da ABD'yi bölgedeki askeri varlığını azaltmanın stratejik faydasını yeniden değerlendirmeye sevk edebilir.

ABD, Ürdün, Rusya ve Suriye yönetimi arasında birbiri ile çelişen bu görüşler, Suriye'nin geleceğine yönelik uluslararası yaklaşımlardaki temel ayrılıkları ortaya koyuyor. Washington ve Amman, kalıcı barışa giden bir yol olarak yerel toplumları güçlendirmeye dayalı merkezi olmayan bir yönetim modelini tercih ederken, Moskova doğrudan askeri garantilerle desteklenen merkezi, rejim yanlısı bir modeli tercih ediyor. Suriye yönetimi her iki yaklaşımda da rol oynadı ve bunları dengelemeye çalışabilir. Ancak nihayetinde güneyin istikrarına ve Süveyda'daki uzun vadeli çıkarlarına hizmet eden yolu seçmek zorunda kalacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gazze: İsrail bombardımanında 24 kişi hayatını kaybetti... Açlık nedeniyle 8 kişi daha yaşamını yitirdi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlenen İsrail hava saldırısında öldürülen bir adamın cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlenen İsrail hava saldırısında öldürülen bir adamın cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

Gazze: İsrail bombardımanında 24 kişi hayatını kaybetti... Açlık nedeniyle 8 kişi daha yaşamını yitirdi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlenen İsrail hava saldırısında öldürülen bir adamın cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'a düzenlenen İsrail hava saldırısında öldürülen bir adamın cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

Filistin devlet televizyonuna göre, bugün şafak vakti İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda, yardım bekleyen üç kişi de dahil olmak üzere 24 Filistinli hayatını kaybetti. Bombardıman, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yerinden edilmiş kişilerin kaldığı çadırları ve Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan el-Meğazi Mülteci Kampı’ndaki bir evi hedef aldı.

Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre İsrail topçu birlikleri, Han Yunus'un kuzeybatısındaki Asda bölgesinde yerinden edilmiş kişilerin kaldığı çadırları bombaladı. Bombardıman sonucu, altı çocuk ve bir bebek dahil 17 vatandaş yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaraladı. WAFA, yerel kaynaklara dayandırdığı haberinde ‘işgalci güçlere ait bir insansız hava aracının (İHA) Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Meğazi Mülteci Kampı’nda bir evi bombaladığını, iki vatandaşın hayatını kaybettiğini ve birkaç kişinin de yaralandığını’ bildirdi.

El-Avde Hastanesi, ‘işgal ordusuna ait İHA’ların Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda bir apartmanı hedef alması sonucu çok sayıda vatandaşın yaralandığını’ duyurdu.

Hastane, ‘işgal güçlerinin Vadi Gazze'nin güneyindeki bir yardım dağıtım noktasında vatandaşların toplandığı yeri bombalamasının ardından son 24 saat içinde iki şehit ve 26 yaralı kabul edildiğini, dokuz yaralının tedavilerinin tamamlanması için el-Aksa Hastanesi’ne nakledildiğini’ belirtti.

Açlık nedeniyle 8 yeni ölüm

Diğer yandan Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı bugün, son 24 saat içinde bölgede açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle iki çocuk dahil sekiz yeni ölüm kaydedildiğini duyurdu.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, “Bu, açlıktan ölenlerin sayısını 114'ü çocuk olmak üzere 281 şehide çıkardı” denildi.

Bakanlık, Gazze Şeridi'ndeki insani krizin abluka ve gıda ve tıbbi malzeme kıtlığı nedeniyle kötüleşmeye devam ettiğini doğrulayarak, uluslararası topluma ve yardım kuruluşlarına acil ve ivedi müdahale çağrısını yineledi.