Wagner liderinin ölümünü çevreleyen sembolizm

Uçak kazası, Wagner’in yurt dışındaki faaliyetlerinin sınırlandığı bir zamanda gerçekleşti.

Yevgeniy Prigojin. Getty/Majalla
Yevgeniy Prigojin. Getty/Majalla
TT

Wagner liderinin ölümünü çevreleyen sembolizm

Yevgeniy Prigojin. Getty/Majalla
Yevgeniy Prigojin. Getty/Majalla

Anton Mardasov

Özel askerî şirket Wagner’in başkanı Yevgeniy Prigojin’e yönelik olası cinayeti çevreleyen pek çok tuhaf benzerlik ve sembol var. Ancak ‘olası’ kelimesinin kullanımına dikkat çekmek gerek. Zira buna benzer şeyleri kullanma eğilimi göz önüne alındığında, paralı askerlerin liderinin ölümünü bizzat kendisinin tertiplemiş olabileceğini kesinlikle ihtimal dışı göremeyiz.

Birincisi; yakın zamanda başkaldıran bir iş insanının uçağının geçirdiği kazanın zamanlaması dikkat çekici. Bu kaza, isyandan tam iki ay sonra, Vladimir Putin’in Valday’daki evinden 50 km uzaklıkta gerçekleşti.

İkincisi; haberlere göre paralı askerlerinin Orkestra adını verdiği örgütün başkanının adı, Putin’in İkinci Dünya Savaşı’ndaki Kursk Muharebesi’nde kazanılan zaferin 80’inci yıl dönümünü anma törenine katıldığı ve sahnede gerçek orkestranın yanında olduğu anda düşen uçağın yolcu listesinde göründü.

Üçüncüsü; uçak kazası, Prigojin’le bağlantılı olduğu bilinen ve isyandan sonra hemen gözden kaybolan General Sergey Surovikin’in azledilmesinin ve Tümgeneral Viktor Avzalov’un, modern Rus askerî sisteminde havacılık ile hava savunmasını birleştiren Rus Havacılık ve Uzay Kuvvetleri’nin geçici başkomutanı olarak atanmasının ertesi gününde meydana geldi.

Fotoğraf Altı: Prigojin’in uçağının 23 Ağustos’ta Moskova ile St. Petersburg arasındaki Tver bölgesindeki Kozhenkono köyü yakınlarındaki enkazında yükselen alevler. (AFP)
Prigojin’in uçağının 23 Ağustos’ta Moskova ile St. Petersburg arasındaki Tver bölgesindeki Kozhenkono köyü yakınlarındaki enkazında yükselen alevler. (AFP)

Dördüncüsü; olaydan bir gün önce Savunma Bakan Yardımcısı Yunus-bek Yevkurov başkanlığındaki Rus askerî heyeti, Libya’ya ilk resmî ziyaretini gerçekleştirdi. Ziyaretle ilgili resmî açıklamada bu ziyaretin, Moskova’da düzenlenen 2023 Ordu Askerî Forumu sonuçlarının ardından Libya Ordusu Komutanı Halife Hafter ile müzakere için yapıldığı belirtildi. Ancak gayri resmi bilgilere göre Yevkurov, Wagner’in paralı askerlerinin birçok tesiste bulunduğu Libya’daki kaderini görüşmek için gitti. Bu noktada Yevkurov’un, geçtiğimiz haziran ayındaki isyanı sırasında Prigojin’le müzakerelere katılan generallerden biri olması kayda değer.

Önemli olan, uçak kazasının Ukrayna Bağımsızlık Günü arifesinde meydana gelmiş olmasıdır. Bu, Rusya hükümetine bağlı siyasi analistlere, Rusya topraklarında bir Ukrayna askerî istihbarat operasyonu olup olmadığını tartışmak için  sebep verdi.

Prigojin’in kazasının gidişatı, uçağın kontrol sisteminin tamamında, iç patlama veya kritik bir sistem arızasından kaynaklanmış olabilecek ani bir arıza olduğuna işaret ediyor.

Uçak kazası, Ukrayna Bağımsızlık Günü arifesinde gerçekleşti. Bu, Rusya hükümetine bağlı siyasi analistlere, Rusya topraklarında bir Ukrayna askerî istihbarat operasyonu ihtimalini tartışmak için sebep verdi.

İlk senaryo, uçağın bir uçaksavar füzesi tarafından düşürüldüğünü söylüyor. İki patlama sesi duyduklarını iddia eden görgü tanıklarının ifadelerinin yanı sıra uçağın keskin düşüş seyri, iş insanının uçağının enkazında bulunan şarapnel parçalarından kaynaklandığı düşünülen küçük deliklerin varlığı ve Khotilov ile Migalov’da her ikisi de etrafı hava savunma mekanizmalarıyla donatılmış iki büyük hava üssünün varlığı, bu senaryoyu destekliyor.

Fotoğraf Altı: Geçtiğimiz 24 Haziran’da Rusya’nın Rostov kentindeki bir caddeden geçen Wagner Grup’a ait bir tank. (AFP)
Geçtiğimiz 24 Haziran’da Rusya’nın Rostov kentindeki bir caddeden geçen Wagner Grup’a ait bir tank. (AFP)

Bununla birlikte mevcut fotoğraf ve video delilleri, zararın mahiyetini kesin olarak anlamamıza izin vermiyor. Ayrıca bir uçak, uçaksavar füzesiyle çarpıştığında genellikle alev alır. Ama doğruluğunu henüz teyit etmediğimiz videoda, beyaz bir izden başka şey görülmüyor ki bu da buhar izlerinden ibaret olabilir. Omuzda taşınan uçaksavar füze sistemlerinin kullanıldığı fikrini hemen ihtimallerin dışına atabiliriz. Zira Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı analize göre bu sistemlerin menzili beş kilometreyi aşmaz. Halbuki uçuş izleme sitesi Flightradar24’ten alınan bilgilere göre uçak, 8 bin 534 km yükseklikte uçuyordu.

İkinci senaryoya gelince… Her zaman olduğu gibi bu iş jeti de köpeklerin kullanımı dahil olmak üzere detaylı incelemeye tâbi tutulmuş olsa da uçağın içinde bulunan bir bombanın patladığından bahsediliyor. Hem Prigojin’in hayat tarzına hem de öldükleri resmî olarak açıklanan özel askerî şirket Wagner’in kurucusu Wagner lakaplı Dmitry Utkin ile Güvenlik Şefi Valery Chekalov’un uzmanlığına bakılırsa uçağa bir bomba yerleştirilmesi ihtimali, basit bir şey değil. Özellikle de Prigojin’in Şam’da yakıt ikmali yapılan bir nakliye uçağıyla Mali’den Moskova’ya döndüğü ve özel uçağına Rusya’nın başkentinde geçtiği göz önüne alınırsa… İlginç iyileştirmeler sebebiyle uçuşun gecikmesi, bir tahrip eyleminin sonucu olmaktan uzaktır. Bilakis bu fikir, esasında bu senaryoyla çelişir.   

Füzenin yanlışlıkla hedefe ateşlenmesi, uçakta teknik bir arıza olması, uçağın telsiz susturma modunda pistten havalanması (savaş uçaklarının hedefleri engellemek için havalanmasında olduğu gibi) ya da yakıt deposunun patlamasına sebep olan bir yıldırımın çarpması; tüm bunlar, istatiksel hata kapsamındaki senaryolardır ve Prigojin’in tabiatına bakınca birinin bunlara inanması zordur.

İkinci senaryo, her zaman olduğu gibi bu iş jeti de köpeklerin kullanımı dahil olmak üzere detaylı incelemelere tâbi tutulmuş olsa da uçakta mevcut bir bombanın patladığından bahsediyor.

Yabancı güçler senaryosu Kremlin’in işine gelmez. Zira bu, yıkıcı güvenlik sorunları olabileceğine işaret eder. Moskova, Rusya’nın birçok bölgesinde konuşlanmış askerî seferberlik merkezlerinde meydana gelen kundakçılığın yanı sıra, Ukrayna topraklarından fırlatılamayacak kısa menzilli insansız hava uçakları kullanılarak askerî hava üslerine düzenlenen saldırılara da halen yorum yapmaktan kaçınıyor. Bununla birlikte hükümet yanlısı siyasi analistler, Wagner’in başını Rus topraklarında ezmektense, Prigojin Afrika’dayken ezmenin Rus yetkililer için çok daha kolay olacağı gerçeğine dayanarak, bu senaryoyu vakit kaybetmeden pazarlamaya başladılar.   

Fotoğraf Altı: Prigojin en son 22 Ağustos’ta Afrika’da olduğu düşünülen, adı belirtilmemiş bir mekândan çekilen bir videoda göründü. (AP)
Prigojin en son 22 Ağustos’ta Afrika’da olduğu düşünülen, adı belirtilmemiş bir mekândan çekilen bir videoda göründü. (AP)

Siyaset bilimci Tatiana Stanovaya’nın da belirttiği gibi; uçak kazasının nedeni ne olursa olsun herkes, bunu bir intikam eylemi olarak görecek. Zaten bu, Kremlin’in de hiç önem vermediği bir mesele. Stanovaya konuya ilişkin olarak, “Putin ve pek çok güvenlik ve askerî yetkilinin gözünde Prigojin’in ölümü, tüm potansiyel destekçilere bir ders olmalıdır” diye yazdı.

Bununla beraber ölüm oyunundan bahseden senaryoyu tamamen dışlayamayız. Sonuçta Wagner Grup’un kişisel karaktere sahip yapısına bakıldığında Prigojin’in kasıtlı olarak gözden kaybolması, bu askerî örgüt üzerinde, gerçek ölümünün sebep olacağı etkiyi doğuracak. Ama Prigojin’in hayata olası dönüşüne de inanmak zor olacak. Nitekim ülkenin askerî liderliğiyle yüzleşme üstünlüğünü kanıtlamak veya ülkedeki yıkıcı bir ağı ortaya çıkarmak için bunu yapmak bir deha örneğidir.   

Resmî anlatıyı bir kenara bırakırsak; Prigojin’in ölümü meselesi de 1998 yılında yaşanan meşhur Rus General Lev Rokhlin vakasında olduğu gibi sır perdesiyle örtülecek. Resmî anlatıya göre Rokhlin’in aile içi bir anlaşmazlık sırasında sevgili eşi tarafından vurularak yaşamını yitirdiğini hatırlayalım.

Bu açıdan işaret etmek gerekir ki Wagner piramidinin tepesinin tasfiyesi, Prigojin’e sadık kalan grup güçlerinin Belarus’a ve geniş çaplı personel sevkiyatının gerçekleştirildiği Suriye ile Orta Afrika Cumhuriyeti gibi başka bazı ülkelere çekildiği bir dönemde gerçekleşti. Sonuç olarak Wagner’in varlığı Rusya’da teorik olarak yasaklandı ve örgütün Rusya’da yeni bir isyan planlamasını ve Rus ordusu saflarındaki rahatsız unsurların desteğini almasını önlemek için yalnızca yurtdışıyla sınırlı tutuldu.

Prigojin ile Utkin’in gerçekten ölümü Wagner Grup’un müstakil olarak hayatta kalmasını epey zorlaştırır.

Prigojin’in oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmaya dayalı böyle bir senaryonun en başından, yani Wagner’in Belarus’a çekilme planının onaylandığı isyan günlerinde planlandığı yönünde bir kanaat eğilimi söz konusu.

Her şey bir yana Prigojin ile Utkin’in gerçekten ölmüş olması, Wagner Grup’un müstakil olarak varlığını sürdürmesini oldukça zorlaştırır. İmza sahiplerinin ölümünden dolayı grubun birçok sözleşmesi feshedileceği için hayatta kalma ve yola devam etme imkânı yoktur. Üstelik, Suriye ya da Libya meselesine karışan paralı askerlere yönelik cezai kovuşturma gibi potansiyel tehditler varken ‘kardeşlik ilkesinin kutsallığına’ dair her türlü söz kâğıt üstünde kalacaktır. Bu durumda paralı askerlerin, Rusya Savunma Bakanlığı’nın denetimindeki özel sözleşmeli askerlik şirketlerine devredilmesi, emrivaki değil zorunlu bir iş haline gelecektir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Majalla dergisinden çevrilmiştir.



ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
TT

ABD-İran müzakereleri ve aradaki görüş ayrılıklarını giderme girişimleri

 ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump Beyaz Saray'da (AFP)

Washington: Arash Azizi

ABD ile İran arasında önemli olumlu gelişmelerin kaydedildiği önceki iki müzakere turunun ardından 26 Nisan'da Umman’ın başkenti Maskat'ta bir müzakere turu daha gerçekleştirildi. Her iki taraf da iyimserliklerini ve diyaloğu ilerletme yönündeki ortak kararlılıklarını dile getirdi. Washington ve Tahran arasındaki söylem sadece birkaç hafta içinde dramatik bir şekilde değişti ve taraflar bir anlaşmaya varma konusunda daha önce Viyana’da imzalanan nükleer anlaşmanın önünü açan 2013 ve 2015 yılları arasındaki görüşmelere kıyasla daha kararlı olduklarını gösterdi.

ABD için başarılı bir anlaşma, İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek ve istikrarı bozucu bölgesel davranışlarını frenlemek anlamına geliyor. İran için ise anlaşma, ekonomisini boğan yaptırımların kısmen de olsa hafifletilmesi hayati önem taşıyan bir can simidi olabilir.

Daha önceki müzakerelerde benzer faktörler mevcut olsa da İran'ın nükleer programı, nükleer silah elde etmenin eşiğine geldiği için bugün riskler çok daha yüksek.

Bu müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, bunun sonuçları sadece daha fazla ekonomik yaptırımla kalmayıp, İsrail ve ABD tarafından düzenlenecek askeri saldırılar da olabilir.

Bu durum hem Washington'ı hem de Tahran'ı bir anlaşmaya varılması için yoğun çaba sarf etmeye itiyor. Ancak hem iki başkentin içinde hem de dışında birçok taraf böyle bir anlaşmanın olası şekli konusunda endişeli. Söz konusu taraflardan bazıları askeri çatışma tercihlerini gizlemiyor. Müzakere karşıtlarının ısrarcı seslerine rağmen, bugün başlıca karar alıcıların genel tutumu, 2013-2015 yılları arasında olduğundan daha fazla olarak müzakereleri destekliyor gibi görünüyor.

İran'da uzun süredir ABD ile ilişkilerde önemli bir ilerleme kaydedilmesine karşı çıkan katı muhafazakarların nüfuzu azalmış durumda. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan reformcu kampa mensup ve dış politika konularında Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ile yakın bir çalışma ilişkisi sürdürüyor. Kalibaf, muhafazakâr kanattan olmasına rağmen hiçbir şekilde katı muhafazakâr kanadın müttefiki olmadı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı.

İran’da halen son sözü söyleyen kişi olan Dini Lider (Rehber) Ali Hamaney, rejim ve daha geniş anlamda toplum içindeki rakip çıkarları dengeleme ihtiyacının farkına varmaya başladığından müzakerelerin sürdürülmesine yeşil ışık yaktı. Hamaney, bir Şii imamın ölüm yıldönümü olan 24 Nisan'da yaptığı dikkat çekici konuşmada, Şii tarihi üzerine uzun bir değerlendirme yaparak, imamların düşmanlar karşısında nasıl sıklıkla barış ve itidali tercih ettiklerini özetledi. Eski nükleer anlaşma müzakerecisi ve geçtiğimiz yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden Said Celili gibi önde gelen katı muhafazakâr isimlerin bile yorumlarında itidal gözle görülür hale gelmeye başladı. Celili, bir süre sessiz kaldıktan sonra haftalık konuşmalarına yeniden başladı, ancak konuşmalarında mevcut müzakere turunu eleştirmekten ziyade 2015 tarihli nükleer anlaşmayı eleştirdi. Celili'nin çevresi, müzakerelere İran Devrim Muhafızları Ordusu’ndan (DMO) üst düzey bir yetkilinin de katılabileceğini ima etmişti, fakat beklenen yetkilinin ortada olmaması işi ilginç ve dikkat çekici bir hale getirdi.

İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)İran Lideri Ali Hamaney, Tahran, 12 Şubat 2025 (AFP)

Said Celili'nin kardeşinin başkan yardımcısı olduğu ve halen sertlik yanlılarının hakimiyetindeki en etkili kurumlardan biri olan İran Radyo Televizyon Kurumu (İRİB), son günlerde kendi içinde sert bir eleştiri dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Kriz, Arap yetkilileri eleştiren komedi skeçlerinin yayınlanmasıyla başladı. Bu hamle, İran-ABD müzakerelerinin başarısı için önemli bir dayanak olan Tahran ve Riyad arasındaki yakınlaşmayı teşvik etmek için çok çaba sarf edilen hassas bir zamanda geldiğinden ‘talihsiz’ olarak nitelendirildi. Tartışma, bir aile programında, Sünni Müslümanlar tarafından büyük saygı gören ilk halife Ebu Bekir es-Sıddık hakkında uygunsuz sözler sarf eden bir konuğun ağırlanmasıyla büyüdü. Ebu Bekir hakkında sarf edilen bu sözler, İran'daki Sünniler arasında ve Sünnilerin çoğunlukta olduğu komşu Arap ülkelerinde öfke patlamasına yol açtı. Bu öfke karşısında İRİB Başkanı Peyman Cebelli resmi bir özür mesajı yayınladı ve ardından kanalın bazı yetkilileri hakkında disiplin cezaları uygulandı. Bu kişilerden bazıları görevden alındı, diğerlerinin ise hakkında yasal soruşturma başlatıldı.

Müzakerelere karşı İran içinden yapılan muhalefet, ufukta belirmeye başlayan bariz ekonomik kazanımlar nedeniyle daha kırılgan hale geldi. Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti. Yaptırımların kaldırılması İran'ın zor durumdaki ekonomisinin yapısını hemen değiştirmeyecek olsa da somut bir iyileşme vaat ediyor. Bu bağlamda, İran Ticaret Odası'ndan bir yetkili kısa süre önce verdiği bir röportajda, yaptırımların hafifletilmesinin etkisinin orta ve uzun vadede belirleyici olacağını, en azından işlem maliyetlerini azaltacağını ve İran halıları gibi geleneksel malların ihracatını artıracağını ve Batı ülkelerinden özellikle teknoloji gibi hayati öneme sahip malların ithalatını kolaylaştıracağını vurguladı.

Müzakerelerle ilgili olumlu haberlerin duyulması bile, İran riyalinin ABD doları karşısında yüzde 20'nin üzerinde değer kazanmasına yetti.

ABD’de ise Başkan Donald Trump'ın müzakerelere olan sarsılmaz bağlılığına rağmen, müzakerelerin gidişatı konusunda kendi içinde bir görüş ayrılığı söz konusu. İran’la müzakerelerde ABD'nin teknik müzakere ekibinin başına ABD Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörü Michael Anton'un atanması, yönetim içindeki destekçilerin elini güçlendirmiş olabilir. Çünkü Anton, diplomat olmamasına rağmen Dışişleri Bakanlığı'nın düşünce kuruluşunun başında bulunan önde gelen muhafazakâr düşünürlerden biri olarak öne çıkıyor.

Başkanlık ekibi içinde ABD'nin Ortadoğu’ya askeri müdahalesi konusunda açıkça çekingen olan bir akımdan gelen Anton, Başkan Trump’a olan kişisel sadakatinin yanı sıra, onunla ideolojik olarak uyumu nedeniyle bu göreve seçilmiş gibi görünüyor.

İsrail bölgesel olarak devam eden ABD-İran müzakerelerine şüpheyle yaklaşmaya devam ediyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun 2013-2015 dönemindeki müzakereler sırasında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin çabalarına kamuoyu önünde karşı çıkmasına rağmen, Başkan Trump ile uzun süredir devam eden ittifakı göz önüne alındığında şu an bu konuda daha fazla kısıtlandığı da bir gerçek. Daha da önemlisi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) de mevcut müzakereleri destekliyor. Bu da KİK’in daha önceki müzakerelere muhalefet eden tutumuna kıyasla belirgin bir değişim anlamına geliyor.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın üst düzey bir güvenlik heyetinin başında Tahran'a yaptığı son ziyaret bu değişimi teyit eder nitelikteydi ve Riyad ile Tahran arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin sinyallerini verdi.

Yıllardır Suudi Arabistan'a yönelik düşmanca söylemleriyle tanınan Hamaney, siyasal İslamcılığın katı muhafazakarlık yanlısı formunun hem İran toplumu hem de siyasi elitler arasında giderek ivme ve inandırıcılık kaybettiğinin farkına varmış gibi görünüyor. Eldeki veriler, İran'ın askeri ve güvenlik alanlarının önde gelen isimlerinin Suudi Arabistan gibi komşu ülkelere yönelik düşmanlığın devam etmesinin artık sürdürülebilir olmadığı sonucuna vardıklarını ve çatışma yerine iş birliğini en gerçekçi ve uygulanabilir yol olarak görmeye başladıklarını ortaya koyuyor. Bölgesel politikalardaki bu değişim Washington ve Tahran arasındaki görüşmelerin başarı şansını arttırıyor. Zira çatışma yerine ekonomik iş birliğine odaklanan daha istikrarlı bir Ortadoğu, ilgili tüm tarafların çıkarına hizmet edeceği kesin.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, ABD'nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile görüşmelerini sürdürürken bir dizi önemli uluslararası aktörle de temaslarına devam ediyor. Kısa bir süre önce Rusya ve Çin'i ziyaret ederek her iki başkentte de mevkidaşlarıyla görüşmelerde bulunan Arakçi, Pekin'de 23 Nisan'da yaptığı açıklamada, ABD ile müzakereler konusunda İran ve Çin arasında ‘çok iyi bir anlayış’ olduğunu belirtti. Bunun yanında İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın bu yıl biri Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile ikili bir zirveye, diğeri ise eylül ayında yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılmak amacıyla olmak üzere Çin'e iki ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor.

24 Nisan'da Avrupa'ya yönelik diplomatik bir girişim başlatan Arakçi, İran'ın İngiltere, Fransa ve Almanya ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması çağrısında bulunarak Londra, Paris ve Berlin'i ziyaret etmeye hazır olduğunu söyledi. Arakçi’nin bu diplomatik hamleleriyle eş zamanlı olarak ABD teknik heyetinin başındaki Michael Anton da Avrupalı mevkidaşlarıyla benzer istişareler yürütüyor. Avrupalı yetkililer arasında, Ukrayna gibi daha geniş konulardaki görüş ayrılıklarına rağmen, İran dosyasında Washington ile tutumlarını koordine etme eğilimi artıyor gibi görünüyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, müzakerelerin gidişatına ilişkin dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve BAE deneyimlerini kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor.

Tüm göstergeler ABD-İran müzakerelerinin ilerlemekte olduğuna işaret etse de müzakereler ilerledikçe hem teknik hem de siyasi önemli meseleler ortaya çıkmaya başlayacağından önümüzde bir takım gerçek zorluklar bulunuyor.  Taraflar arasındaki anlaşmazlıkların başında, 2015 tarihli nükleer anlaşmada öngörülen şekilde İran'ın kendi topraklarında en fazla yüzde 3,67 ile sınırlandırılması kaydıyla uranyum zenginleştirmesine izin verilip verilmeyeceği meselesi geliyor. ABD'li yetkililer bu konuda farklı görüşler dile getirdiler. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, bundan kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, İran sivil bir nükleer program yürütüyor olsa bile, ülke içinde uranyum zenginleştirmeye neredeyse hiç ihtiyacı olmadığını ve bunun yerine yabancı kaynaklardan zenginleştirilmiş uranyum ithal edebileceğini savundu. Ancak bu sözler, Tahran'ın aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak gördüğü kendi uranyum zenginleştirme kapasitesini elinde tutma konusundaki ısrarıyla çatışıyor.

İran Dini Lideri Hamaney’in nükleer müzakerelerdeki özel temsilcisi Ali Şemhani, 19 Nisan'da yaptığı bir açıklamada, müzakerelerin gidişatını belirleyecek dokuz yol gösterici ilke sundu. Bunların başında ‘Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) modelinin kategorik olarak reddedilmesi’ geliyor. Şemhani, Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi döneminde Batılı güçlerle yaptığı anlaşma karşılığında nükleer programını tamamen tasfiye ederken, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) tamamen Avrupa'dan zenginleştirilmiş nükleer yakıt ithalatına dayanan sivil bir nükleer program yürüttüğü iki farklı deneyime atıfta bulundu. Ancak burada sorulması gereken asıl soru, Washington'ın İran'ı bu iki modelden birine ya da belki de BAE modelini benimserken yerel olarak sınırlı miktarda uranyum zenginleştirmeye izin veren karma bir seçeneğe doğru itmek için yeterli baskı uygulayıp uygulayamayacağı sorusudur.

Sonuç olarak bu müzakereler, Maskat'ta, Roma'da ya da önümüzdeki haftalarda müzakere masalarının kurulacağı diğer şehirlerde diplomasinin bir sonraki aşamasının şeklini de belirleyecek.