Gazze'deki İsrailli esirlerin aileleri, Batı Kudüs'te Netanyahu'nun ofisi önünde toplandıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/4676911-gazzedeki-i%CC%87srailli-esirlerin-aileleri-bat%C4%B1-kud%C3%BCste-netanyahunun-ofisi-%C3%B6n%C3%BCnde
Gazze'deki İsrailli esirlerin aileleri, Batı Kudüs'te Netanyahu'nun ofisi önünde toplandı
İsrail ordusunun 43 gündür saldırılarını sürdürdüğü Gazze Şeridi'ndeki İsrailli esirlerin aileleri ve destekçileri, esir takası talebiyle Tel Aviv’den 5 gün önce çıktıkları yürüyüşe tamamlayarak Batı Kudüs’teki Başbakanlık Ofisi önünde toplandı
Hamas hareketi tarafından kaçırılan rehinelerin aileleri protesto yürüyüşü yaptı (AP)
Gazze'deki İsrailli esirlerin aileleri, Batı Kudüs'te Netanyahu'nun ofisi önünde toplandı
Hamas hareketi tarafından kaçırılan rehinelerin aileleri protesto yürüyüşü yaptı (AP)
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırılarda kaçırılan ve Gazze’de tutulan 240’a yakın İsrailli esirin aileleri ve onlara destek veren binlerce İsrailli, 14 Kasım’da Tel Aviv'den yola çıkmalarının ardından bu akşam Batı Kudüs’e ulaştı.
Başbakanlık Ofisi önünde toplanan kalabalık, esirlerin fotoğraflarının yer aldığı dövizler taşıyarak, “Onları hemen eve getirin” sloganları attı.
Burada konuşan esir yakınları, Netanyahu hükümetinden elinden gelen her şeyi yapmasını talep etti.
Gazze’de 28 yaşındaki bir İsrailli esirin annesi Orin Gantz, burada yaptığı konuşmada, çocuklarının serbest kalması için 5 gün yürüdüklerine işaret ederek, "Gazze'ye yürümemiz gerekirse oraya da yürüyeceğiz. Nereye gitmemiz gerekiyorsa gideceğiz, çocuklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.” dedi.
Ailesinden 7 kişi Gazze’de esir tutulan Yuval Haran, “Yolculuk bitmedi. 43 gün çok uzun. Herkes evine dönene kadar her şekilde yola devam edeceğiz.” diye konuştu.
İsrail’in 43 gündür aralıksız bombardımana tuttuğu Gazze’deki yakınları için “zamanın giderek dolduğunu" aktaran aileler, Başbakan Binyamin Netanyahu’dan ve Savaş Kabinesi’nden cevap beklediklerini duyurdu.
Hamas hareketi tarafından kaçırılan rehinelerin aileleri protesto yürüyüşü yaptı (AP)
“Hükümetimizin yeteri kadar gerekeni yapmadığını düşünüyorum”
AA'nın konuştuğu İsrailli esir yakınlarından çoğu, İsrail ordusunun Gazze’deki saldırılarına karşı bir tutum almazken, aralarında sayıları az olsa da savaşın son bulmasını isteyenler de bulunuyor.
Ancak esir yakınlarının hepsi bir görüşte birleşiyor: İsrail hükümetinin esirleri her ne yolla olursa olsun geri getirmesi ve bunun için gereken her şeyi yapması.
Yürüyüşe Gazze’deki esirlerden İsrail ve Rus vatandaşı erkek arkadaşı Andrey Kozlov (27) için katılan Jennifer Master, AA'nın soruları üzerine, "Hasta, umutsuz hissediyorum. Hükümetimizin yeteri kadar gerekeni yapmadığını düşünüyorum." dedi.
İsrailli genç kadın, “Onların durumunu bilmiyoruz. Sağlıklılar mı ölüler mi bilmiyoruz. Gazze’de 3 kişinin öldüğünü biliyoruz. Nasıl öldüler bilmiyorum. Kimin hayatta olduğunu bilmek istiyorum. Onların eve geri getirilmelerini istiyorum." ifadelerini kullandı.
İsrailli yetkililerin kendileriyle temasa geçip geçmediğine ilişkin bir soruyu Master, “Hayır, temasa geçmiyorlar. Belki iki haftada bir defa geçiyorlar. Hiçbir bilgiye sahip değiller.” diye yanıtladı.
Esir arkadaşının aynı zamanda Rus vatandaşı olduğunu kaydeden İsrailli kadın, bu yüzden Rusya’dan da buna dahil olmasını beklediğini söyledi.
Hamas hareketi tarafından kaçırılan rehinelerin aileleri protesto yürüyüşü yaptı (Reuters)
“Savaş Netanyahu’nun dar siyasi amaçlarına hizmet ediyor”
Esir aileleri ile dayanışma için gelen Juda Ronen, Gazze’de ateşkes ve esir takası anlaşması çağrısı yaptı.
Ronen, “Geçen her gün fatura daha da çok artıyor. Bu yüzden ilk günden itibaren bir (esir takası) anlaşma yapmadığı için hükümete çok kızgın ve öfkeliyim. Esirleri evlerine döndürmek için çözüm (esir takası) anlaşması yapılmalıdır.” görüşünü paylaştı.
Netanyahu hükümetinin İsrailli esirleri “iki defa” kaderine terk ettiğini dile getiren Ronen, “Önce 7 Ekim’de onları koruyamayarak terk ettiler, şimdi ise onları geri getirmeyerek.” dedi.
Ronen, ateşkes çağrısı yapma nedenine ilişkin şunları aktardı:
Çünkü savaş, hiçbir esiri evine, hiçbir ölüyü yaşama geri getirmeyecek. Daha fazla ölüm, şimdiden ölmüş olan insanları geri getirmeyecek. Bugünkü savaş Netanyahu’nun dar siyasi amaçlarına hizmet ediyor, Gazze ve İsrail halklarının barış içinde bir arada yaşama amacına değil.
Akrabası Gazze’de esir tutulan Yanai Man, Netanyahu’ya karşı tutum almakla birlikte İsrail ordusuna destek verdiğini söyledi.
Man, “Netanyahu çok kötü bir başbakan. Şimdiye kadar istifa etmesi gerekiyordu. Bu onun suçu. Bu terörü o inşa etti ve ona güvenmiyorum. İsrail ordu liderleri ise bu şartlar altında iyi iş çıkarıyor.” görüşünü savundu.
Ailelerin temsilcileri, gösterinin ardından akşam saatlerinde, İsrail hükümetinin Savaş Kabinesi’ndeki Bakanlar Benny Gantz ve Gadi Eizenkot ile görüşecek. Ancak aileler Başbakan Netanyahu ile de görüşmek istiyor.
ABD'nin Karayipler'de uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı düşünülen bir tekneyi hedef alan yeni saldırısında üç kişi öldühttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5206160-abdnin-karayiplerde-uyu%C5%9Fturucu-ka%C3%A7ak%C3%A7%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1-yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1-d%C3%BC%C5%9F%C3%BCn%C3%BClen-bir-tekneyi-hedef-alan
ABD'nin Karayipler'de uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı düşünülen bir tekneyi hedef alan yeni saldırısında üç kişi öldü
ABD'nin güdümlü füze kruvazörü USS Gettysburg, 4 Kasım 2025'te Porto Riko'nun Ponce Limanı'na yanaştı (Reuters)
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, ABD güçlerinin dün Karayip Denizi'nde uyuşturucu kaçakçılığı yaptığından şüphelenilen bir başka gemiyi hedef alarak üç kişiyi öldürdüğünü duyurdu.
Hegseth, X-Serisi'ne ait hava görüntülerini yayınladı. Saldırının, önceki saldırılar gibi uluslararası sularda gerçekleştiğini ve terör örgütü tarafından işletilen bir gemiyi hedef aldığını belirtti.
As we’ve said before, vessel strikes on narco-terrorists will continue until their the poisoning of the American people stops.
Today, at the direction of President Trump, the Department of War carried out a lethal kinetic strike on a vessel operated by a Designated Terrorist… pic.twitter.com/gQF9LpSjqD
ABD, eylül ayı başından bu yana Karayipler'de uyuşturucu kaçakçılığı çetelerine ait olduğunu iddia ettiği teknelere düzenli hava saldırıları düzenliyor.
Bu son saldırıyla birlikte, Washington'ın Karayipler operasyonunda hayatını kaybedenlerin sayısı en az 70 kişiye ulaştı.
Trump yönetimi ayrıca, bu teknelerin mürettebatı ile uyuşturucu kaçakçılığı arasında herhangi bir bağlantı olduğuna dair herhangi bir kanıt sunmadan 18 teknenin imha edildiğini duyurdu.
Hegseth, X platformunda şunları yazdı: "Ülkemizi tehdit eden tüm uyuşturucu teröristlerine: Hayatta kalmak istiyorsanız uyuşturucu kaçakçılığını bırakın. Ölümcül uyuşturucu kaçakçılığına devam ederseniz, sizi öldürürüz."
Başkan Donald Trump, saldırıları, Amerika Birleşik Devletleri'nin uyuşturucu kartelleriyle "silahlı çatışma" içinde olduğunu ve teknelerin yabancı terör örgütleri tarafından işletildiğini söyleyerek haklı çıkardı.
Trump, Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro'yu özellikle bu uyuşturucu kartellerinden birine üye olmakla suçluyor, ancak Maduro bunu reddediyor ve ABD'nin ülkesini istikrarsızlaştırma girişimlerini kınıyor.
ABD, Karayip Denizi'ne sekiz savaş gemisi ve bir uçak gemisi konuşlandırdı ve Porto Riko'ya da F-35 savaş uçakları gönderdi.
Göçmenler arasındaki yabancılar... Guraba Taburu ile Şam arasındaki sessiz çatışmahttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5206156-g%C3%B6%C3%A7menler-aras%C4%B1ndaki-yabanc%C4%B1lar-guraba-taburu-ile-%C5%9Fam-aras%C4%B1ndaki-sessiz-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fma
Göçmenler arasındaki yabancılar... Guraba Taburu ile Şam arasındaki sessiz çatışma
İdlib kırsalındaki Harem’de bulunan Guraba Taburu kampından (Sosyal medya)
Fransız göçmenlerden oluşan Guraba Taburu (Fırkatu'l Guraba) ile Suriye hükümet güçleri arasında İdlib kırsalında son zamanlarda meydana gelen çatışmalar, Suriye'nin yeni manzarasında en karmaşık ve tartışmalı konulardan birini gün yüzüne çıkardı.
İdlib'in kuzeyindeki Harem bölgesinde yaşanan çatışmalar, münferit bir güvenlik olayı değil, daha çok Şam'ın yıllarca süren savaşın ardından Suriye topraklarında kalan binlerce yabancı savaşçıya yönelik politikalarının bir sınaması gibi görünüyor.
Son olaylar, ‘yabancı savaşçılar’ dosyasıyla ciddi bir şekilde ilgilenmenin başlangıcını oluşturdu ve bu konu, yeniden gündeme geldi. Bu durum, yeni Suriye devletinin, yabancıların yeni Suriye ordusunda liderlik pozisyonlarına getirilmesini engelleme konusunda uluslararası toplumla güven inşa etme sürecinde kaydettiği ilerlemenin ardından ortaya çıktı.
Hikâye, 22 Ekim’de başladı. İç Güvenlik Güçleri, İdlib’in kuzeyindeki Harem kasabasında bulunan kamplardan birine, Fransız savaşçıların lideri olan ve Ömer Omsin adıyla bilinen Omar Diaby’nin komutasındaki kampa doğru bir güvenlik operasyonu gerçekleştirmek üzere yöneldi. Bu operasyon, ‘bir kızın kaçırılması da dâhil olmak üzere ciddi ihlallerle ilgili şikâyetlere’ yanıt olarak yapıldı. Resmi anlatıma göre, operasyonun amacı yasaları uygulamak ve kamp üzerinde devletin otoritesini tesis etmekti.
Ömer Omsin olarak bilinen Fransız cihatçı Omar Diaby (Arşiv – France Bleu internet sitesi)
Ancak Afrika kökenli Fransız Omar Diaby, kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Paris, Diaby'yi ‘Fransızca konuşan cihatçıları’ işe alan en önemli isimlerden biri olarak görürken, Washington onu 2016'dan beri ‘küresel terörist’ olarak sınıflandırıyor.
Çatışma, Harem kampındaki Özbek, Tacik ve Türkistanlı grupların liderlerinin arabuluculuğunda yapılan bir uzlaşma toplantısıyla sona erdi. Guraba Taburu, Telegram kanalında ateşkes anlaşmasına vardıklarını duyurdu.
Göçmenler arasındaki yabancılar
Guraba Taburu, Türkiye sınırındaki müstahkem bir kampta aileleriyle birlikte yaşayan yaklaşık 70 Fransız savaşçıdan oluşuyor. Bu durum, bir dizi yabancı savaşçı liderinin ortak çabalarıyla altı maddelik bir anlaşmanın imzalanmasıyla sona eren silahlı çatışmaların ardından güvenlik güçlerinin kampa baskın yapmasını zorlaştırdı. Anlaşma, ‘ateşkes, kampın hükümete açılması, Omar Diaby davasının Adalet Bakanlığı'na (yargı makamına) sevk edilmesi, ağır silahların geri çekilmesi ve çatışmalara karışanların yargılanmamasının sağlanmasını’ öngörüyordu.
Omar Diaby'nin yakın zamanda çekilmiş bir fotoğrafı
Yabancı savaşçıların sayısının beş bini aştığı tahmin ediliyor; bunların büyük çoğunluğu Savunma Bakanlığı bünyesindeki 84. Tümen’e katıldı. Suriye hükümeti, bu kişilerin üst düzey görevlere getirilmemesi yönünde Batılı başkentlerden baskı görüyor. Buna karşılık hükümet, bu kişilerin bölge ve dünya güvenliği ile istikrarı için herhangi bir tehdit oluşturmayacağına dair uluslararası topluma güvence veren bir söylem benimsedi. Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’ya göre, muhalefet saflarında savaşan bu savaşçılar yeni toplumun bir parçası. Nitekim bir kısmı fiilen askerî rütbeler ve ordu içinde resmî görevler elde etmiş durumda; bu da entegrasyon politikasının pratik bir yansıması olarak görülüyor.
Hedef alma değil, disiplin
İsmini vermek istemeyen bir Suriye ordusu yetkilisi, Şarku’l Avsat'a “Harem’de yaşananlar, savaş yılları boyunca bizimle birlikte olan, Suriye devrimini destekleyen ve kurtuluş operasyonlarında aktif rol oynayan yabancı savaşçıları hedef almıyor” dedi. Onlarla olan ilişkinin karşılıklı taahhütlere dayandığını vurgulayan yetkili, “Bu savaşçılar devletin kararlarına bağlılık göstermişlerdir ve çoğu resmi olarak Savunma Bakanlığı'na katılmıştır” ifadesini kullandı. Askeri yetkili, yaşananların ‘bazılarının iddia ettiği gibi onlara karşı bir kampanya değil, sadece yasanın uygulanması’ olduğunu ifade etti. Yeni Suriye ordusunun ‘Suriye vatandaşı ya da göçmen olsun, hiç kimse muaf tutulmadan, açık bir disiplin ve askeri talimatlar sistemine göre’ çalıştığını belirten yetkili, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yasaların ihlali veya emirlere itaatsizlik, caydırıcı önlemlerle karşılanacaktır. Çünkü askeri kurumdaki herkes yasa ve disiplinin yönettiği tek tip bir sisteme tabidir.”
Adlandırma konusundaki anlaşmazlık
Resmî açıklamalardan uzak duran gözlemciler ve eski askeri liderler, krizin basit bir yasal ihlalin ötesinde olduğunu ve yeni devletin ve kimliğinin inşa sürecinin merkezinde yer aldığını düşünüyor. İslamcı gruplardan birinin eski askeri komutanı Ebu Yahya eş-Şami, Şarku’l Avsat'a temel bir sorun olarak gördüğü terminoloji hakkında konuştu. Eş-Şami, savaşçıları ‘yabancılar’ olarak tanımlamanın ne doğru ne de adil olduğunu düşünüyor. Ona göre bu terim olumsuz çağrışımlar içeriyor. “Onları göçmen olarak adlandırmak daha iyi. Çünkü ‘yabancı’ kelimesi Suriye devriminde yaptıkları fedakarlıklarla kazandıkları meşruiyeti ellerinden alıyor” diyen eş-Şami, bu entegrasyonun hem sosyal hem de siyasi düzeyde gerçekleştiğine inanıyor. “Bugün, Suriyelilerden bağımsız bir yönelime sahip göçmen grupları yok. On yılı aşkın bir savaşın ardından, onlar yerel topluluğun bir parçası haline geldiler. Suriyelileri memnun eden şey onları da memnun ediyor, Suriyelilerin reddettiği şeyi onlar da reddediyor” ifadelerini kullandı.
Bu açıdan eş-Şami, Harem olayının başından itibaren yanlış bir şekilde ele alındığına inanıyor. Eş-Şami, “Harem olayına eşlik eden medya ve güvenlik önlemlerinin artırılması bir hataydı. Ancak hükümet, olaylar tehlikeli bir çatışmaya dönüşmeden önce uzlaşma yoluyla durumu düzeltti” dedi.
Bu tür meselelere akıl ve soğukkanlılıkla yaklaşmak gerekir; çünkü göçmenlerin bizim anlamamız gereken meşru endişeleri var” diyen eş-Şami bu sözleriyle, savaşın sona ermesinin ardından göçmenlerin yargılanma, kendi ülkelerine sınır dışı edilme veya dışlanma korkusuna işaret etti.
Yaşananları ‘isyan’ olarak nitelendirmeyi reddeden eş-Şami, “Fransız savaşçılar Suriye ordusunun bir parçası oldukları için isyandan söz etmek mümkün değil” dedi. Eş-Şami sözlerini şu ifadelerle noktaladı: “Devletin diyalog ve arabuluculuk yoluyla elde ettikleri, çatışma yoluyla elde ettiklerinden hem daha az maliyetli hem de otoritesine daha fazla saygı kazandırıcıdır. Eğer göçmenlere zulme uğrayabilecekleri ülkelere geri gönderilmeyecekleri ve ‘yeni Suriye’yi savunmaya katkıda bulunmuş vatandaşlar olarak haklarının korunacağı’ konusunda yeterli güvence verilirse, onların Suriye toplumuna uyumu uzun sürmeyecektir.”
Yapısal zorluklar
Araştırmacı Vail Alvan, yaşananların Suriye devletinin karşı karşıya olduğu derin yapısal zorlukları ortaya çıkardığına inanıyor. Şarku’l Avsat'a konuşan Alvan, “Olanlar, göçmenlerin devlet kurumlarına entegrasyonunun henüz tamamlanmadığını doğruluyor” dedi. Alvan, ‘bir sonraki aşamanın, devletin bu entegrasyonu sadece sözde değil, pratikte de gerçekleştirebilme yeteneğinin gerçek bir sınavı olacağını’ vurguladı.
Alvan, “Yabancı savaşçıların bir kısmı devlet kurumlarına entegre olamayabilir; bu da devleti iki seçenekle karşı karşıya bırakıyor: ya onları Suriye’den çıkarmak ya da istikrara tehdit oluşturacak unsurlara dönüşmemelerini sağlamak” dedi. Alvan ayrıca, yetkililerin ‘her seferinde güvenlik ve istikrarın önceliği ile entegrasyon projesinin başarısı ve silahlı grupların dağıtılması önceliği arasında bir denge kurmak zorunda kalacaklarını’ belirtti.
Ancak Alvan'a göre nihai hedef açık ve geri döndürülemezdir. Alvan, “Hükümet, Suriyeli ya da yabancı olsun, silahlı grupları dağıtmaktan başka seçeneği olmadığı için bu sorunları akıllıca ele almaya devam edecek. Bu hedef sadece uluslararası taleplere bir yanıt değil, aynı zamanda devletin otoritesini ve prestijini tesis etmek için bir ön koşul” şeklinde konuştu.
Suriye ordusu mensupları (AFP)
Alvan şöyle devam etti: “Hükümetin Harem'de benimsediği uzlaşma yöntemi, önceki grupların yöntemlerini anımsattığı yönündeki eleştirilere rağmen, krizi hızla kontrol altına almak ve mümkün olan en düşük maliyetle ortadan kaldırmak amacıyla benimsenmiştir.”
Alvan sözlerini şu ifadelerle tamamladı: “Suriye ve göçmen çevrelerde, hükümetin iç ve dış politikalarından memnun olmayan gruplar olduğu doğru. Bu nedenle devletin bugün, bu gruplara hitap eden ve onları bir sonraki aşama için seçeneklere ikna eden yeni bir dini söyleme ihtiyacı var. Suriye hükümeti de son zamanlarda bunu yapmaya başladı.”
Farklı görüşler
Şarku’l Avsat, göçmen grupların kendi içlerindeki ideolojik farklılıkları anlamak için, her ikisi de Suriye Savunma Bakanlığı'na bağlı olan ve görüşleri arasında belirgin bir farklılık bulunan iki liderle görüştü.
Arap uyruklu bir askeri lider olan Ebu Muhacir, ‘resmi olarak Suriye Savunma Bakanlığı'na bağlı olduğunu ve onun bayrağı altında savaştığını’ ifade etti. Yeni devlete tam entegrasyon ve açık sadakat modelini temsil eden Ebu Muhacir şöyle dedi: “Biz Suriye devletinin yanındayız ve onun politikasından sapmayacağız. Barış yapanlarla barış yapar, savaşanlarla savaşırız.”
Ebu Muhacir, “Suriye'ye geldiğimizde amacımız, bu ülkenin halkını savunmaktı, onlar adına karar vermek ya da onlara liderlik etmek değildi. Biz sadece onları desteklemek için geldik. Kazandığımızda, devrimin meyvesini temsil eden devlete ve geldiğimiz hedefe, yani rejimi devirmek, Suriyelileri desteklemek ve baskı gördükten sonra onlara seslerini duyurma imkânı vermek için sadık kaldık. Bugün, Suriye ordusunun bir parçasıyız ve Savunma Bakanlığı'nın tüm kararlarına bağlıyız. Başka türlüsü olamaz. Göçmenlerin çoğu bu inancı paylaşıyor” ifadelerini kullandı.
Ebu Muhacir'in aksine, yine Savunma Bakanlığı'na bağlı lider Ebu Müsenna, devlet politikalarına ilişkin çekincelerini dile getirerek, Vail Alvan'ın tanımladığı ‘ideolojik hayal kırıklığı’ yaşayan göçmenlerin görüşlerini yansıtıyor.
Suriye'nin kuzeyindeki Suriye Milli Ordusu (SMO) fraksiyonlarının üyeleri (AFP)
Ebu Müsenna, Şarku’l Avsat'a şunları söyledi: “Uğruna yola çıktığımız ve pek çok kardeşimizin bu uğurda hayatını kaybettiği hedef, devletin bu şekilde inşa edilmesi değildi. Mevcut devlet, rejimin şebbihalarını yerinde bıraktı ve onları mazlumların aleyhine makamlara getirdi. Ayrıca kötülükleri ortadan kaldırmadı; tam tersine, kötülük yapanların sayısı arttı ve devletin dış dünyayı gözeterek onlara yumuşak davranması sonucunda, onlar bunu artık açıkça yapar hâle geldiler.”
Olan bitenlerin, bu yolda canını verenlerin amaçlarının tam zıddı olduğunu düşünen Ebu Müsenna şu ifadeleri kullandı: “Her şeye rağmen başkaldırmayacağız; çünkü devletin düşmanlarının, onu zayıflatmak ve tek hamlede devirmek için her türlü anlaşmazlığı istismar ettiğinin farkındayız. Bu aşamadaki görevimiz nasihat etmek, uyarmak, delil ortaya koymak ve düzenin içinden hakikati haykırmaktır; onun aleyhine silaha sarılmak ya da bölünmeyi artırmak değil.”
Ne akılla ne de kalple
Ebu Muhacir ile Ebu Müsenna arasındaki bu görüş ayrılığını, Heyetu Tahriru’ş Şam'ın (HTŞ) Şeriat Konseyi'nin eski üyesi ve şu anda Suriye ordusunun şeriat ve ahlak danışmanı olan Abdullah Halid Şarku’l Avsat’a açıkladı. Halid, göçmenlerin doğasını tanımlamakla başlıyor ve onların ‘inançlarının kalplerine derinlemesine işlemiş olmasıyla öne çıktıklarını’ söylüyor. Buna göre, bu derin bağlılık, onları Avrupa’daki rahat yaşamlarını bırakıp Suriye’ye seyahat etmeye yönlendirdi; o dönemde Suriye, devrim yıllarında dünyanın en tehlikeli bölgelerinden biri olarak görülüyordu.
Harem kampında Özbek liderler ile yapılan uzlaşma toplantısından… Ömer Omsin de aralarında oturuyor. (Sosyal medya)
Halid, “Devrim yıllarında gruplar arasında hâkim olan dini söylem, doğası gereği coşkulu ve seferber edici, meydan okuyucu bir nitelikteydi. Bu tarz bir söylem, moral yükseltme ve kararlılığı pekiştirme ihtiyacı olan savaş ve çatışma dönemine uygundu. Ancak sorun, ‘devrimden devlete’ geçişle başladı. Rejim düştükten ve HTŞ ile birlikte bazı gruplar Şam’da iktidarı devraldıktan, üyeleri yerel ve uluslararası gerçeklerle karşılaştıktan sonra, dini söylemin hem biçim hem de içerik olarak değişmesi doğal oldu; çünkü tüm halkı yöneten bir sorumlunun söylemi, sadece bir grup savaşçıya hitap eden bir grubun liderinin söyleminden farklıdır” şeklinde konuştu.
Halid, “Bu dönüşüm, mantığın, aklın ve şeriatın gereklilikleriyle uyumludur. Ancak bu süreç, birçok göçmen (ve bazı Suriyeliler) arasında kalplerine kök salmış inançla çarpışıyor; bu da onların söylem ve yöntemdeki değişimi kabul etmelerini engelliyor” dedi. Bu akımı benimsemeyenlerin önündeki seçeneklerin sınırlı ve sert olduğunu belirten Halid sözlerini şöyle noktaladı: “Devlet, yeni çizgisi doğrultusunda ilerliyor ve bundan sapılmasına izin vermeyecek… İnsanların önünde üç seçenek var: ya yeni devletle çatışmak, ya çekilip sessiz kalmak, ya da mevcut yöntemi kabul edip ona uyum sağlamak.”
Macron, Şera'nın DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na katılması çağrısında bulunduhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5206149-macron-%C5%9Feran%C4%B1n-dea%C5%9Fla-m%C3%BCcadele-uluslararas%C4%B1-koalisyonu%E2%80%99na-kat%C4%B1lmas%C4%B1-%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1nda
Macron, Şera'nın DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na katılması çağrısında bulundu
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (solda), Suriyeli mevkidaşı Ahmed eş-Şera ile Brezilya'da bir araya geldi. (AFP)
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Suriyeli mevkidaşı Ahmed eş-Şera'yı DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na (DMUK) katılmaya davet etti. Macron ayrıca, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin Şera ve İçişleri Bakanı Enes Hattab'ı yaptırım listesinden çıkarma kararını memnuniyetle karşıladı.
Brezilya'nın Belem kentinde düzenlenen iklim konferansı sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada Macron, Suriye'nin ‘bölgedeki terörist gruplara karşı mücadelede tam ve etkili bir ortak olmaya davet edildiğini’ söyledi. Şarku’l Avsat’ın Suriye devlet televizyonundan aktardığına göre Macron, Paris ile Şam arasındaki güvenlik iş birliğinin ‘Fransız halkını korumak için gerekli olduğunu’ bildirdi.
Macron, Kasım 2015'te başkent Paris'i hedef alan saldırılara atıfta bulunarak, “Paris'te gerçekleştirilen saldırıların Suriye'de planlandığını kimse unutmadı. Dolayısıyla bu, Fransızlar için de bir güvenlik meselesi” dedi.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة