Suikastının 60. yıldönümünde Kennedy ve Arap dünyası

Kolaj: Eduardo Ramon
Kolaj: Eduardo Ramon
TT

Suikastının 60. yıldönümünde Kennedy ve Arap dünyası

Kolaj: Eduardo Ramon
Kolaj: Eduardo Ramon

Sami Moubayed

John F. Kennedy, 26 Ağustos 1960’ta, iktidara gelmesine altı ay kala Temsilciler Meclisi’nin genç bir üyesiyken New York'taki Statler Hilton Oteli'nde Siyonist bir toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“İsrail ayakta kalacak ve zenginleşecek. Çünkü İsrail, umudun çocuğu ve cesurların evidir. Zorluklar onu yıldırmaz çünkü o, demokrasinin kalkanını, özgürlüğün kılıcını taşıyor.”

Bu konuşmasından aylar sonra ABD Başkanlığı koltuğuna oturan John Kennedy, ‘eski bir dostu’ olarak nitelendirdiği dönemin İsrail Başbakanı David Ben-Gurion'u Beyaz Saray'da ağırladı.

Ardından 15 Mart 1961 yılındaki başkanlık konferansında, bağımsız bir federal hükümet kuruluşu olan Ex-Im Bank’tan İsrail’e 25 milyon dolarlık bir kredi sağlanması kararı açıklandı.

Başkan Kennedy, İsrail'e silah ambargosunu kaldırmadan ve MIM-23 Hawk karadan karaya füzeler gibi gelişmiş silahların tedarikini onaylamadan önce İsrail'in Dimona şehrinde bir nükleer reaktör inşa edildiğini öğrendiğinde buna karşı çıkmadı ve bu konuyla soğukkanlılıkla ilgilenme kararı aldı.

Başkan Kennedy, Tel Aviv'le güçlü ilişkileri olmasına rağmen herkesin sevgisini kazanmış olmasından yararlanarak birçok Arap ülkesiyle de çok iyi ilişkiler kurmayı başardı. Arap liderler, Kennedy’nin başkan olarak seçilmesinden duydukları memnuniyeti ifade ederken, 20 Kasım 1963 tarihinde ABD’ Başkanı’na düzenlenen suikast haberini duyduklarında şok yaşadılar.

Al Majalla dergisi suikastının 60. yıldönümünde Kennedy’nin Arap dünyasıyla ilişkileri dosyasını açtı. Burada Kennedy’nin, kendisinden sonra göreve gelen ABD başkanları Jimmy Carter ve Bill Clinton gibi Ortadoğu'da herhangi bir barış anlaşması imzalanmasını sağlayamadığını, buna karşın kısa süren başkanlığı sırasında Araplar İsrail arasında herhangi bir bölgesel savaşın patlak vermediğini de belirtmek gerekiyor.

Kennedy, Harry Truman'dan sonra Gerald Ford'a kadar Ortadoğu’da bir savaşa tanık olmayan son ABD başkanıydı. Truman 1948 yılında Birinci Filistin Savaşı'nı yaşadı. Truman’dan sonra göreve gelen Dwight Eisenhower ise 1956'da Süveyş Savaşı'na tanık oldu ve bu savaşı durdurdu. Kennedy’den sonra göreve gelen Lyndon Johnson’ın döneminde 1967 yılındaki Haziran Savaşı patlak verdi. Ardından Başkan Richard Nixon döneminde 1973 Ekim Savaşı yaşandı.

Arap liderler, John Kennedy'nin 20 Ocak 1961'de ABD başkanı seçilmesini iyimserlikle karşıladılar. Çünkü Kennedy’nin Ortadoğu’da gerçek ve olumlu bir değişim yaratabileceğini düşünüyorlardı. Başkan Kennedy, seçilmesinden önce Filistin'i iki kez ziyaret etmiş, (ilki 1931'deydi) ve Fransa'nın Cezayir'deki sömürge politikalarını açıkça eleştirmişti. Yönetim kadrosuna Dışişleri Bakanı Dean Rusk, Ulusal Güvenlik Danışmanı McGurk Bundy ve Kahire Büyükelçisi John Baddow gibi Arap ülkelerine daha fazla açılmayı destekleyen tutumlarıyla tanınan kişileri seçti.

Kral Abdulaziz bin Suud ve Başkan Kennedy (Open Source)
Kral Abdulaziz bin Suud ve Başkan Kennedy (Open Source)

Kennedy, iktidara gelmeden önce fakir Arap ülkelerini desteklemek ve Sovyetler Birliği'nin bölgedeki nüfuzu ve hegemonyası altına girmelerini önlemek amacıyla Ortadoğu için BM ve Dünya Bankası'nın ortak denetiminde olacak özel bir fon kurulması çağrısında bulunmuştu. Bunun yanında başta Suudi Arabistan ve Ürdün olmak üzere ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle olan köklü ilişkilerini de korumaya çalıştı.

Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz bin Suud, Kennedy’nin başkanlık döneminin başlarında Zahran'daki ABD askeri üssüyle ilgili 1962 yılının nisan ayında süresi dolan anlaşmayı yenilemeyeceklerini açıklamıştı.

Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz bin Suud, ABD'ye karşı daha sert bir tutum sergilemesi yönünde büyük bir baskı altındaydı. Bu yüzden Kennedy’nin başkanlık döneminin başlarında Zahran'daki ABD askeri üssüyle ilgili 1962 yılının nisan ayında süresi dolan anlaşmayı yenilemeyeceklerini açıkladı. Kennedy, bu şoku atlattı. İtidalli ve soğukkanlı bir şekilde Suudi Arabistan'ın üssü yönetmesine yardımcı olmak için teknik uzmanlar göndermek istediklerini, bununla birlikte Riyad'a 17 milyon dolar değerinde Amerikan silahı satmayı kabul ettiklerini söyledi. Kral Abdulaziz bin Suud, 1961 yılının kasım ayında tedavi için Boston'a gitti. Tedavisinin ardından taburcu edilen Kral Abdulaziz bin Suud, David Ben-Gurion'la görüşmesinden aylar sonra Başkan Kennedy ile ilk kez Washington'da görüştü.

Dönemin Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal, Kral Abdulaziz bin Suud’dan sonra ABD'ye en yakın ikinci Arap liderdi. Şarku'l Avsat'ın Majalla'dan aktardığı analize göre Kral Hüseyin, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 1962 mayısında Beyaz Saray’a yazılan bir mektupta ‘Arap bölgesinde istikrarın anahtarı’ olarak tanımlanıyordu. Kennedy yönetimi, Kral Hüseyin’le olan güçlü ilişkilerini sürdürdü. Seleflerinin Ürdün’e yaptığı yardımların toplamı 45 milyon doları aşmazken, Kennedy o yıl Ürdün’e 60 milyon dolar değerinde mali yardım sağladı.

Kennedy'nin yeni dostları

Başkan Kennedy’nin karşı karşıya olduğu asıl ve en büyük zorluk, 1956 temmuzunda Asvan Barajı’nın inşası için Dünya Bankası’nın sağlaması planlanan finansmanı geri çekmesinden sonra Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya başlayan dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır ile yeni bir sayfa açmaktı. Kennedy, Abdunnasır’ı Doğu kampından çekip ABD yörüngesine katmak istiyordu ama İsrail'in bunu kabul etmeyeceğini de çok iyi biliyordu. Abdunnasır'la en fazla Soğuk Savaş'taki konumu yeniden yapılandırabilir ve ne ABD ne de Sovyetler Birliği tarafında olup tarafsız kalacağı dikkatli ve olumlu bir iş birliği yapabilirdi.

Abdunnasır, Arap dünyasındaki yeri etkilenmediği sürece ABD'den ekonomik yardım kabul etme fikrini prensip olarak reddetmedi. Ancak ABD ile yakınlaşmasının önünde öncelikle tarihi Arap-İsrail çatışması ve Kongo'daki iç savaş konusunda Kennedy ile yaşadığı anlaşmazlık gibi büyük zorluklar vardı. Beyaz Saray, o dönemde Abdunnasır'a düşman olan tarafa askeri destek sağlarken, Mısır Cumhurbaşkanı’nın Kongo’daki müttefiklerini uluslararası komünizmin takipçileri olarak tanımlanıyordu.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı’nın Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Phillips Talbot, Başkan Kennedy'ye Kongo konusunda Mısır'la yaşadığı fikir ayrılığını aşması ve Abdunnasır'la daha gerçekçi bir politika izlemesini tavsiye etti. Talbot, Kennedy'ye gönderdiği tavsiye mektubunda şunları yazdı:

“(Mısır Cumhurbaşkanı Cemal) Abdunnasır'la geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılabileceğine hiç şüphemiz yok. Bunun yanında (Mısır ile Suriye arasındaki ortak yapıya atıfla) Birleşik Arap Cumhuriyeti'ne yapılacak mütevazı yardımın Mısır'daki sanayi ve aşırı nüfustan kaynaklanan devasa zorlukların üstesinden gelmelerinde ve (onlara) komünist bloğa tamamen bağımlı olmanın bir alternatifi olduğunu söylemede yardımcı olacağını düşünüyoruz.”

Suriye'de ayrılıkçı darbe

Talbot, Başkan Kennedy’ye Cemal Abdunnasır'ı Washington'a davet etmesini ve Mısır'ın o yıl yaşadığı ve mahsulün yüzde 35'inin yok olmasına ve 100 milyon dolar değerinde büyük kayıplara yol açan ‘acı hasat’ mevsimini telafi etmek için iki yüz bin ton buğday yardımında bulunulmasını önerdi.

Cemal Abdunnasır, Arap dünyasındaki yeri etkilenmediği sürece ABD'den ekonomik yardım kabul etme fikrini prensip olarak reddetmedi. Ancak ABD ile yakınlaşmasının önünde öncelikle tarihi Arap-İsrail çatışması ve Kongo'daki iç savaş konusunda Kennedy ile yaşadığı anlaşmazlık gibi büyük zorluklar vardı.

Ancak ABD yönetimi Mısır'la yakınlaşma projesine henüz son dokunuşlarını yapmamışken 28 Eylül 1961 tarihinde Şam'da Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni deviren bir askeri darbe gerçekleşti. Suriye'nin yeni liderleri, dünyanın tüm başkentlerine gönderdikleri telgraflarda Abdunnasır'ın polis devletinden ve sosyalist politikalarından bıktıklarını yazdılar. Suriye'nin BM’deki bağımsız ve tam egemen devlet olarak üyeliğinin geri verilmesini talep ettiler. Başkan Kennedy, darbe günü ABD’nin Lübnan’da konuşlu 6’ncı Filosu’na ait gemileri ziyaret etmeyi planlıyordu. Fakat Suriye'nin yakınlarında bulunmamak ve ayrılıkçı darbenin ABD tarafından planlandığının düşünülmesini önlemek amacıyla ziyareti iptal etti. Ardından ABD yönetimi, 10 Ekim 1961 tarihinde Suriye’deki yeni rejimi resmen tanıma kararı aldı. Suriye'nin yeni Başbakanı Dr. Memun el-Kuzbari'ye bu kararla ilgili bir telgraf gönderildi. Ancak bu adım, Mısır Cumhurbaşkanı Abdunnasır'ı çileden çıkardı.

Kennedy, suikasttan birkaç dakika önce Dallas’ta otomobilinden halkı selamlarken (Getty Images)
Kennedy, suikasttan birkaç dakika önce Dallas’ta otomobilinden halkı selamlarken (Getty Images)

Ridgway Knight, ABD’nin yeni Şam büyükelçisi olarak atandı. Başbakan Kuzbari, ABD'den buğday, un ve pirinç almak için hiç vakit kaybetmeden Büyükelçi ile görüşmelere başladı. Büyükelçi, ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Suriye hükümetine acilen 15 milyon dolarlık kredi sağlamasını istedi. Şam, bu adıma Washington'daki en iyi büyükelçilerinden biri olan büyük şair Ömer Ebu Rişe’yi atayarak yanıt verdi. Ebu Rişe, Beyaz Saray'da sıcak bir şekilde karşılandı. Ebu Rişe, şiirlerine ve akıcı İngilizcesine hayranlığını ifade eden Kennedy ile iyi bir şahsi ilişki kurdu. Ancak Halep'in değerli şairi bile ABD Senatosu’ndaki Cumhuriyetçilerin muhalefeti nedeniyle ABD’den gerekli krediyi alamayınca Kuzbari hükümeti yardım için Batı Almanya'ya yönelmek zorunda kaldı. Almanlar 25 milyon dolarlık bir yardımda bulunmayı teklif ettiler. Ancak Kuzbari, Suriye'nin ihtiyacının en az 40 milyon dolar olduğunu söyledi. Bunun üzerine Bank of America (BofA) devreye girerek, Birleşik Arap Cumhuriyeti döneminde Abdunnasır'ın 1958 tarihli Tarım Reformu Kanunu ve Temmuz 1961'de bankaların kamulaştırılmasına ilişkin kararlar çerçevesinde uyguladığı sosyalist politikanın etkilerinin aşılması için Şam hükümetine 5 milyon dolarlık bir kredi sağladı.

Johnson'ın Filistinli mültecilerle ilgili planı

Suriye’deki ayrılıkçı dönemin sonlarında başbakanlık görevini üstlenen Halid el-Azm, yaptığı bir açıklamada şunları söyledi:

“ABD’nin politikası, komünizme saldırmayı, mültecileri yeniden yerleştirmeyi ve İsrail'e garanti vermeyi amaçlayan politikasını gerçekleştirecek bir hükümetin Suriye'de kurulabileceğine inanarak ayrılıkçı harekete karşı çıkmamak yönünde değişti. Ardından hükümetimin tutumu nedeniyle beklentileri olmadı ve hayal kırıklığına uğradı. Bu yüzden Kennedy, yeniden Abdunnasır’ı destekleyerek önceki planına geri döndü.”

ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan bazı isimler, 1949 yılında Suriye'deki ilk darbenin mimarı Hüsnü Zaim'in yapığı eski bir öneriye dayanarak, 200 bin mültecinin Suriye'ye yerleştirilmesi fikrini öne sürdüler.

O dönemde Ortadoğu’daki sorunların temelinde Arap-İsrail çatışması vardı. Bu durum ve bu sorundan kaynaklanan; başta mülteci meselesi ve geri dönüş hakkı olmak üzere tüm zorluklar halen devam ediyor. Kennedy yönetimi, bölgede bir barış süreci önerecek kadar ilerleme kaydedemedi, ancak Filistinli mülteciler sorununun çözümü için çaba gösterdi. Kennedy döneminin başlarında Filistinli mülteci sayısı komşu ülkeler, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ne toplam 1,5 milyona ulaşmıştı. Kennedy, Ortadoğu'da sorunları çözerek ya da telafi ederek istikrarın yeniden sağlanabileceğini düşünüyordu. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk, 13 Temmuz 1961 tarihinde Başkan Kennedy’ye bir mektup yazdı.

Mektupta şu ifadeler yer aldı:

“Araplarla İsrail arasında kalıcı bir çözüme ulaşmanın çok zor olduğu kabul edilse de mülteci meselesinde ilerleme kaydedilmesi, Arap ülkeleri ile İsrail arasında geçici bir uzlaşının anahtarı olabilir.”

Dönemin Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Başkanı Joseph E. Johnson, mülteciler için özel elçi olarak seçildi. Başkan Kennedy, 1961 yılının ağustos ayında Johnson’ın atamasının yapıldığı kararı imzaladı ve 15 Ekim 1961 tarihinden önce bölgeyi ziyaret ederek mültecilerin durumu hakkında kendisine bir rapor sunmasını istedi. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan bazı isimler, 1949 yılında Suriye'deki ilk darbenin mimarı Hüsnü Zaim'in yapığı eski bir öneriye dayanarak, 200 bin mültecinin Suriye'ye yerleştirilmesi fikrini öne sürdüler. Johnson, hiçbir hayale kapılmadan bölgeye geldi ve mülteci sorununun hemen çözülemeyeceğini, en azından bunun bir nesil boyu süreceğini sık sık yineledi. Johnson’ın planı, Filistinli mültecilerin ya yeniden yerleştirilmeleri ya da tazminat ödenmesine fikrine dayanıyordu. Plana göre Filistinli mültecilerin her biri, kendi topraklarına dönmek ya da oluşturulacak bir fonla tazminatlarının ödeneceği başka bir ülkeye yerleştirilmek arasında seçim yapma hakkına sahipti.

İsrail, ABD’nin bu planını bütünüyle reddetti ve mültecilerin topraklarına dönüşünü ulusal güvenliğine tehdit olarak gördü. Ancak Johnson’ın görevini zorlaştıran bazı Arap ülkelerinin BM daimi temsilcilerinin Filistinli mültecilerin, 1947 tarihli Filistin’i Bölme Planı’nda önerilen Arap devletinin parçası olan köylere ve kasabalara geri dönmelerine ilişkin talepleriydi. İsrail parlamentosu Knesset, 6 Kasım 1961 tarihinde Johnson’ın planının reddedilmesi yönünde oy kullandı. Daha sonra Arap ülkeleri yeni bir öneriyle geldiler ve Tel Aviv hükümetinin el koymaması için Filistinli mültecilerin İsrail'deki mallarının kontrolü ve yönetimi hakkının BM’ye verilmesi çağrısında bulundular. Önerilerini oylanması için BM’ye sundular, ancak ABD’nin daimi temsilcisi öneri taslağına karşı oy kullandı. İsrail'in isteği üzerine Johnson, 1962 baharında her bir mülteci kampındaki koşulların ayrı ayrı görüşülmesi amacıyla yeniden bölgeye gönderildi. Ancak bu kez de başarılı olamayan Johnson, 3 Ocak 1963'te görevinin başarısız olduğunu açıkladı.

Irak

Kennedy yönetimi son olarak 14 Temmuz 1958'de ülkedeki monarşi rejimini deviren askeri darbe sırasında ABD ile ilişkileri gerilen Irak meselesiyle karşı karşıya kaldı.

Başkan Kennedy, 1962 nisanında dönemin Irak Başbakanı Abdulkerim Kasım hükümetini devirmek için Bağdat'ta bir askeri darbe yapma fikrini dikkatlice değerlendirdi. Kasım hükümeti düşünce duyduğu mutluluğu gizlemeyen Kennedy, yönetimine Irak'la daha önce askıya alınan silah anlaşmasının onaylanması talimatı verdi. Kennedy’nin ölümünden sonra anlaşma Bağdat'ın yeni yöneticileriyle yapıldı.

Kennedy yönetiminin ilk aylarında dönemin Irak Başbakanı Abdulkerim Kasım, İngiltere'den yeni bağımsızlığını kazanan Kuveyt'i işgal etmek ve ülkesine katmak amacıyla ordusunu seferber etti. İngiltere, Kuveyt'i korumak için beş bin asker göndererek Kasım’ın bu adımına karşılık verdi. Başkan Kennedy ise Abdulkerim Kasım'ı bu işten vazgeçirmek ve tehditlerini gerçekleştirmesini engellemek için ABD Deniz Piyadeleri’ni Bahreyn'de konuşlandırdı. Savaş patlak vermedi ve Irak Başbakanı Kasım, hızla geri adım attı. Kuveyt'e onu işgalden korumak için Suudi Arabistan liderliğindeki ortak Arap güçleri gönderildi. Kasım, 1963 yılının şubat ayındaki darbe sırasında öldürülene kadar başbakanlık görevine devam etti.

Başkan Kennedy, 1962 nisanında Irak Başbakanı Abdulkerim Kasım hükümetini devirmek için Bağdat'ta bir askeri darbe yapma fikrini dikkatlice değerlendirmiş, Kasım hükümeti düşünce duyduğu mutluluğu gizlememişti. Kennedy, yönetimindeki yetkililere Irak'la daha önce askıya alınan silah anlaşmasının onaylanması talimatı verdi. Ancak Bağdat'ın yeni yöneticileriyle yapılan 55 milyon dolar değerindeki anlaşma Kennedy’nin ölümünden sonra imzalandı.

Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
TT

Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)

Mustafa Rüstem

Sonunda ilk kez, birbiri ile savaşan eller tokalaştı. Rusya'nın siyasi karar alma süreçlerinin mutfağı olan Moskova Dışişleri Bakanlığı'nın lüks salonundaki beyaz masanın etrafında, on yıldır birbirine hasım olan gözler buluştu. Bu, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir eş-Şara'nın da aralarında bulunduğu üst düzey bir heyetin eşlik ettiği ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya geldiği bu türden ilk ziyaretiydi.

Bu ziyaret, on yıllardır ittifak dilinin baskın olduğu iki ülke arasındaki diplomatik kartların yeniden karılması açısından son derece önemli görünüyor. İttifak, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin akabinde Moskova'ya kaçmasının ardından değişti. Ancak Kremlin’in kapıları, Esed iktidarını devirme hareketinin başlamasıyla birlikte katıldığı Suriyeli muhalif güçlerin saflarındaki siyasi ve askeri mücadelesinin başlangıcından bu yana, “Ebu Ayşe” lakaplı Bakan Şeybani'ye açıldı.

Yeni bir beyaz sayfa

Siyaset dünyasının en meşhur sözü olan “bugünün düşmanı yarının dostu olabilir” doğrudur. Mutlak anlamda ne düşmanlık ne de dostluk vardır. Ancak görüşmelerdeki beden dili söyleyeceğini söyledi ve Rus diplomasisinin, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı 15 Ekim'de Moskova'da yapılması planlanan Rus-Arap zirvesine davet ederek de olsa, Suriye topraklarına ve Akdeniz'e erişimini koruma konusundaki “aceleci” tavrını özetledi.

 Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)

Suriyeliler, Lavrov ve Şeybani arasındaki görüşmede genel bir diplomatik denklik tablosuna ulaşmadan önce, Esed Suriyesi döneminde alışılan itaatkarlıktan uzak olduklarını açıklayan bir beden dili benimsemeye çalıştılar. Suriye Dışişleri Bakanı, ülkesinin Moskova'nın Esed rejimiyle ekonomik, güvenlik ve askeri alanlarda imzaladığı tüm önceki anlaşmaları kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmeye çalıştığını gizlemedi. Bu yeniden değerlendirme, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeyi amaçlıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise ülkesinin, Suriye halkının tercihlerine saygı duyduğunu ve Moskova'nın Şam'daki yeni yönetimle iş birliği yapma isteğini dile getirdi. Hatta yaptırımların kaldırılması çağrısında bulundu.

Şantaj mı yoksa oyunun kuralları mı?

GSM Merkezi Direktörü Dr. Asıf Melhem, The Independent Arabia'ya verdiği röportajda, “sözlü destek” sınırları içinde kalan Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve benzeri konularla ilgili özel görüşmelere rağmen, mevcut Suriye hükümetinin ABD ve Batılı ülkelere her zaman kesin olarak güvenmenin imkânsız olduğunu anladığını söyledi.

Melhem, iki yönetim arasındaki gergin tutumlarda gözle görülür bir değişim olduğunu ve Şam'ın Esed rejimine verdiği destek sebebiyle Moskova'ya şantaj yapmaya çalışırken, Rusların bir miktar esneklik gösterdiğini belirtiyor. Melhem, “Yeni hükümet, ‘sizin yardımınız olmasaydı Esed çoktan devrilmişti’ demek istedi ve bu nedenle Rus yönetiminden tazminat ödemesini ve Esed'i teslim etmesini talep etmeye başladı” diye devam etti.

Ciddi Suriyeli yetkililer, Suriye'deki askeri üslerin Rusya için acil bir ihtiyaç ve Moskova tarihinde bir dönüm noktası olduğuna inanıyor. Ama durum böyle değil. Rusya'nın ihtiyacı olduğu doğru, ancak beklendiği kadar acil ve kaçınılmaz değil.

Rus GSM Merkezi’nin Direktörü, siyasette her pozisyonun bir bedeli olduğuna inanıyor. Rusya, Suriye'deki üslerini elinde tutmakla ilgileniyor ve bunları korumanın yanı sıra, Esed iktidarından önce bile Suriye ile iyi olan ilişkilerini sürdürmek istiyor.

Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)

Direktör şu açıklamada da bulundu: “Her halükarda, üsler Moskova için bir ölüm kalım meselesi değil. Örneğin Suriye kıyılarını ele alırsak, Ruslar açısından Akdeniz'e erişimin tek yolu Karadeniz, Cebelitarık Boğazı veya Süveyş Kanalı’dır. Bu koridorlar ise belirli anlaşmalara tabi. Bu nedenle, özellikle Rusya, herhangi bir bölgede yaşanabilecek beklenmedik gelişme korkusuyla askeri varlığını çeşitlendirmeye başladı. Sudan, Libya ve Eritre'de askeri üsler kurma girişiminde bulundu. Zira üslerinin bulunduğu ülkelerde bazı siyasi değişiklikler yaşanabileceğinin ve bu durumda üslerini korumanın zorlaşabileceğinin farkında.”

Ekim 2011'de Moskova, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in istifasını isteyen Batı destekli kararlara karşı veto yetkisini kullanmaya başladı. Bu veto, 8 Aralık 2024'e kadar süren Suriye savaşı boyunca tekraren devam etti. Eylül 2015’te de askeri müdahalede bulundu. O dönemde Rus güçleri, DEAŞ ve terör örgütü olarak tanımladığı el-Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi de dahil olmak üzere muhalif grupları hedef aldıklarını kabul ettiler.

Bununla birlikte haberler, özellikle Kuzey Suriye'de Rus bombardımanları sebebiyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koydu. Bu durum, milyonlarca insanın Türkiye yakınlarındaki veya sınırındaki kamplara göç etmesine yol açtı. Bu arada, Ekim 2016'da Moskova, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki koltuğunu kaybetti.

Rusya-Suriye ilişkileri, Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan ilk rejim olan eski Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre iki ülke arasında kurulan diplomatik ilişkiler ve stratejik ittifak, Hafız Esed'in Suriye'de iktidara gelmesiyle (1970'ten 2000'e) zirveye ulaştı.

Ekonomik ilişkiler

Tüm bunların bir uzantısı olarak Moskova, Şam ile ilişkilerini korumaya çalışıyor. Son görüşme de yeni bir koordinasyon aşamasının başlangıcı sayıldı. Rusya yalnızca siyasi ve askeri düzeylerde değil, ayrıca Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarının sağlanması konusunda da kapsamlı yardım sunma isteğini dile getirdi.

Gözlemciler, bu görüşmenin kanlı bir dönemin ardından açık oynamaya ve yeni bir sayfa açmaya yönelik daha geniş bir çabanın parçası olduğuna inanıyor. Bu adımlar, sivillerin ölümüne ve geniş bir bölgede köy ve kasabalarda hâlâ görülebilen yıkıma yol açan bombardımanlar sebebiyle Rusya'nın kendileriyle karanlık bir geçmişe sahip olduğunu düşünen Suriyelilerin kızgınlığına rağmen atılıyor. Rusya'nın yeniden inşaya katılması yakıp yıktıklarını telafi etmenin, diğer yandan da yatırım ve çok sayıda anlaşmanın değerlendirilmesi yoluyla sıcak sulara dönüşün bir yolu olabilir.

 Dr. Asıf Melhem ise, Suriye ile Rusya arasında fosfat, petrol, doğalgaz ve Tartus Limanı alanındaki yatırımlar için imzalanan sözleşmelerin rejimin devrilmesinden çok önce iptal edildiğini vurguluyor. Bu sözleşmeler kapsamında Suriyeli şirketler ile ortak olan Rus şirketlerinin, hisselerini ortaklarına devrettiklerinin, dolayısıyla ziyaretin, bu anlaşma ve sözleşmelerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında yapıldığının altını çiziyor.

Buna ilave olarak Rusya, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ve uluslararası alanda önemli bir varlığa sahip. Dünyanın en büyük ikinci gücü. Melhem bunun önemli olduğuna inanıyor, zira bu sebeple Rusya’nın görüşleri dikkate alınıyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler sürdürülmeli, bu durum şüphesiz Suriye'ye fayda sağlayacaktır.

Öte yandan Şam, Rusya'nın Suriye'ye ihtiyacı olduğunu iddia ederek durumu abartmaya çalışıyor. Melhem’e göre bu doğru değil, çünkü Suriye'nin toplam yüzölçümü Moskova ve kırsalının yüzölçümünü aşmıyor ve Rusya, eğer zorunda kalırsa ve bölgede kalmasının bedelinin elde edeceği faydadan daha büyük olduğunu görürse, sonunda bu üslerden vazgeçebilir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.