İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, Al Majalla’ya konuştu: ‘Filistin devletinin kurulması uzun bir süre gecikecek… Biz Ortadoğu’da misafir değiliz, kalıcıyız’

Şimdi muhalefet lideri olan eski İsrail Başbakanı Al Majalla’ya konuştu.

Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
TT

İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, Al Majalla’ya konuştu: ‘Filistin devletinin kurulması uzun bir süre gecikecek… Biz Ortadoğu’da misafir değiliz, kalıcıyız’

Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla
Axel Rangel Garcia/Eyal Warshavsky/Majalla

Ahmed Mahir

İsrail eski Başbakanı Yair Lapid, kendi ofisinde, pek çok siyasi gelişme hakkında Al Majalla’ya verdiği röportajda, arzulanan Filistin devleti, İsrail’de yükselen aşırı sağ ve Hamas hareketi gibi şu an merak edilen birçok meseleye dair değerlendirmelerde bulundu.

Lapid’e göre İsrailliler ve Filistinliler, on yıllardır süregelen çatışmayı bölgede gelecek nesillere güvenli ve konforlu bir hayat temin edecek şekilde çözüme kavuşturmak için ellerinden geleni yapmalı.

2022 yılında kısa bir süreliğine başbakan ve 2014 yılında da maliye bakanı olarak görev yapan Lapid, kendisine ‘iki devletli çözümün’ diplomatik başarısızlıkla eşanlamlı hale gelip gelmediği sorulduğunda, Filistinlilerin bir devleti olması, kendilerini yönetmeleri ve Filistinlilerle onurlu bir şekilde yaşamaları gerektiğini söyleyerek ekledi:

“Bu düşüncenin öldüğünü sanmıyorum; ancak bana kalırsa 7 Ekim saldırılarından sonra epeyce ertelenecek. Çünkü bizim halkımızın selametini temin etmenin yollarını bulmamız lazım.”

Lapid, son yıllarda savaş ve barış zamanlarında ‘çatışmayı yönetme’ politikasının etkili olmadığını ve bunun başarısızlığının kanıtlandığını söyledi. Önemli olan şeyin çatışmanın çözülmesi olduğunu düşünen Lapid, “Ülkemizin geleceği konusunda belirsizlik yaşamamız gereken dönem artık bitti” diyor.

Uluslararası düzeyde desteklenen barış reçetesi, İsrail’in yanında Gazze Şeridi ile Batı Şeria’da 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını ve Kudüs’ün de iki tarafın ortak başkenti olmasını öngörüyor.

2012 yılında liberal ideolojiye sahip Yesh Atid (Gelecek Partisi) adlı partiyi kuran Lapid’e göre İsrail’in bugün merkezî politikalara ihtiyacı var ve aşırı sağ, ülke için bir tehdit oluşturuyor. Ona göre aşırı sağcılar, ‘bağırıp çağırmayı iyi biliyorlar, fakat yönetmeyi beceremiyorlar.’ 

Aynı zamanda eski bir gazeteci olan Lapid, 7 Ekim saldırılarından sonra İsrail’in Hamas hareketiyle komşu olarak yaşayamayacağını ve bir örgüt ve ideoloji olarak Hamas hareketinin ortadan kaldırılması gerektiğini vurguladı.

Lapid’e 7 Ekim’den sonra İsrail’in siyasi düşüncesinde nelerin değiştiğini, Filistin devletinin İsrail’in ulusal güvenliği için artık bir gereklilik haline gelip gelmediğini, Gazze’ye karşı savaşta sivillerin rastgele hedef alındığı ve bunun sonucunda binlerce kişinin öldüğü konusunda İsrail ordusuna yöneltilen suçlamaları sordum.

Lapid, İsrail’in Hamas veya Lübnan Hizbullahı tarafından varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşünmüyor ve ekliyor:

Biz burada kalıcıyız. Arap dünyasının anlaması gereken tek şey şu ki biz Ortadoğu’da misafir değiliz.

Şarku'l Avsat, Al Majalla’nın Lapid ile gerçekleştirdiği röportajın tam metnini aktarıyor. 

-İsrail’in ulusal güvenliği bağlamında bir Filistin devletinin kurulması artık bir zorunluluk olarak mı görülüyor yoksa Filistinlilerle kendi devletlerine dair müzakere yapmama yönünde bir değişim mi mevcut?

-Maalesef ki 7 Ekim olayları, benim şahsen desteklediğim ‘iki devletli çözüm’ ihtimalini azalttı. Filistin devletinin savunucuları her zaman İsrail’in kendi halkını korumak için güçlü güvenlik önlemleri almasını sağlamanın önemini vurguladılar. Ancak halkımız için güvenliği oluşturan şeye dair anlayış, o gün köklü bir şekilde değişti. Radikal bir terör örgütü olan Hamas, bizim anladığımız şekliyle bir devlet anlayışına ulaşmaya çalışmıyor. Onların DEAŞ ve El-Kaide örgütlerinin ideolojilerine benzeyen ideolojileri, Irak’tan Mısır’a uzanan bir hilafet kurmaya odaklanıyor. Bu yüzden de Filistin devletini desteklemiyorlar ve aktif bir şekilde bu düşünce aleyhine çalışıyorlar. Her ne kadar Filistin devleti düşüncesinin öldüğünü düşünmesem de epeyce ertelendiği muhakkak. Şu an önceliğimiz, halkımızın selametini ve güvenliğini temin etmenin yollarını bulmak.  

-Ancak Hamas, daha önce bir ‘İslam hilafeti’ kurmak istediğini söylemedi. Aksine bir Filistin devleti kurmak istediğini söyledi. Bu iddiayı nereden çıkardınız?

-Size Hamas’ın kuruluş sözleşmesini okumanızı öneririm. Yahudiler ve Hıristiyanlarla ilgili kısımlara özellikle odaklanabilirsiniz. Onlar öldürmek istiyorlar ve onları DEAŞ örgütüyle aynı karede buluşturan şey de bu. Onlar Yahudileri ve Hıristiyanları, hatta ılımlı Müslümanları bile öldürmek istiyor. Bunu engellemek için hep birlikte çalışmalı ve Hamas’a karşı koymalıyız.

sef
Şu an İsrail muhalefet lideri olan eski İsrail Başbakanı Yair Lapid, kendi ofisinde Al Majalla’ya verdiği özel röportaj esnasında (Eyal Warshavsky/Majalla)

-İsrail birkaç yıldır çatışmayı yönetiyor. Bu siyasi stratejiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bence İsrail solu, Ortadoğu’da bir belge imzalamanın tüm taraflar arasında uzlaşma sağlayacağını ve çatışmayı bitireceğini zannetmekle hata yaptı. Burada işler böyle yürümüyor. Sağın hatası ise söylediğiniz gibi, çatışmayı yönetebileceklerini sanmaları oldu. Çatışma yönetilemez. Bunun yerine aşamalı bir şekilde çatışmayı çözmemiz gerekir. Çatışmanın, İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarına uygun şekilde cevap verilerek özenle çözülmesi lazım. Aynı şekilde Filistinlilerle yaşadığımız esas meseleyi de çözmek gerekir. Filistinliler onurlu bir şekilde yaşamak ve kendi kendilerini yönetebilen bireyler olarak saygı görmek istiyorlar, ki ben bunu anlayışla karşılıyorum. Bu benim sadece siyasi lider olarak değil, aynı zamanda bir baba olarak da görüşüm. Öyle ya, çocuklarınıza çözebileceğiniz sorunları miras bırakmazsınız, aksine bu sorunları çözmeye çalışırsınız. Dolayısıyla benim ve benim kuşağımın rolünün, çatışma yönetiminin ötesine geçmesi gerektiğine inanıyorum. Bu meseleyi burada, bu bölgede çocuklarımızın müreffeh bir yaşama sahip olmasını sağlayacak şekilde çözüme kavuşturmak için elimizden geleni yapmalıyız.

-İsrail’in stratejik siyasi düşüncesinde 7 Ekim’den sonra neler değişti?

-Güzel soru. Vardığımız asıl sonuç, daha önce hafife alınmış yeteneklere sahip barbar bir düşmana karşı stratejik ittifaklarımızı güçlendirmek gerektiği oldu. Bu tehditler sadece bizim için değil, gördüğümüz üzere Suudi Arabistan Krallığı, Mısır, Lübnan ve tabi ki Ürdün dahil bölgenin tamamı için de bir tehlike arz ediyor. İlerisi için toplum olarak iki odak noktamız olacak: Birincisi, güvenlik önlemlerimizi artırmak, ikincisi de stratejik ittifakları güçlendirip derinleştirmek. Bu ortak tehditlere karşı koymak için bölgesel ortaklarla iş birliği yapmak, topluca selametimiz ve istikrarımız için oldukça önemli.

-7 Ekim’den önce Hamas’ın İsrail’e karşı büyük bir saldırı planlıyor olabileceği konusunda endişeniz var mıydı? Belki bu konuda başkalarını da uyardınız?

-Evet, uyardım. 20 Eylül’de burada tüm ekibimin iradesine karşı çıktığım bir konuşma yaptım. Konuşmamda, birden fazla alanda patlama tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu söyledim. Bunu aldığım istihbarat bilgilerine dayanarak söyledim. Öylesine bir ihtimal olarak değil, güçlü bir ihtimal olarak Gazze’yi zikrettim ve güvenlik risklerine karşı daha uyanık olmamız gerektiğini belirttim. Sizin de hatırlayacağınız üzere o dönemde tüm ülke, hukuki konulara dair bir iç çekişmeye dalmış durumdaydı. Bu yüzden büyük bir siyasi bunalım yaşıyorduk. Bense güvenliğe daha fazla odaklanma çağrısı yapıyor ve ele alınmamış, ilgi gösterilmemiş güvenlik riskleri olduğu konusunda uyarıda bulunuyordum.

-Tepkiler nasıldı?

-Büyük bir karşılık görmedi. Bakın, ileri görüşlü olduğumu iddia etmiyorum. Öngörüleriyle övünen biri gibi görünmek de istemem. Daha sonra yaşananları hiç kimse tahmin edemezdi. Ancak beni endişelendiren şey, ülkenin siyasi meselelerle gerekenden fazla meşgul olması ve güvenlik meselelerine gereken ilgiyi göstermemesi idi.  

-İsrail’in en yakın müttefiki ABD’nin değerlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bildiğiniz gibi ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, İsrail’in mevcut savaşta sivilleri korumazsa, onları Gazze’deki ‘düşmanın kucağına’ iteceğini ve İsrail’in ‘bir taktik zaferini stratejik hezimete’ dönüştürme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünüyor.

-İsrail’in sivillere zarar vermek gibi bir niyeti veya arzusu yok. Biz Hamas’ın terör saldırılarıyla hiçbir alakası olmayan insanlara zarar gelmemesi için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

-Ama İsrail ordusu Gazze Şeridi’nde pek çok hastaneyi, evi ve çeşitli hayati tesisleri hedef alarak binlerce sivilin ölümüne neden oldu.

-Gazze’de yaşadığımız ikilem, Hamas’la olan daimî ikilemimizdir. Dikkat edin, halklarını canlı kalkan olarak kullanıyorlar. Olan bu. Bu, korkunç bir düşünce ve hiç makul değil. İnsanlar bunu anlamakta çok zorlanıyor. Ancak savaşmamız gereken düşman bu. İnsanlara su, gıda, ilaç ve insani yardım sağlamak için elimizden geleni yapacağız. Elimizden geldiğince onları çatışma bölgelerinden uzak tutmaya çalışıyoruz. Ama insanların da Gazze’de Hamas’ı ortadan kaldıracağımızı anlamaları gerekiyor. Çünkü Gazze’deki Hamas’la komşu olarak yaşayamayız. Zira bir terör örgütünün kapınızın eşiğinde durmasına izin verdiğinizde neler olduğunu ve olabileceğini gördük.

-Sizce İsrail’in Hamas’ın saldırılarına tepkisi zemininde çok sayıda sivil ölümünün yaşanması Gazze’de ve Batı Şeria’da Hamas’ın popülerliğini artırıyor mu? Toplu bir cezalandırma olarak görülen ve sorumsuz ve intikamcı olduğu düşünülen askerî harekâta yönelik eleştiriler de giderek artıyor.

-Evet, ilk tepki bu olabilir ama bu böyle devam etmeyecektir. Yani savaşın tozu dağılıp da herkes şöyle bir etrafına bakınca Hamas’ın Gazze halkına ölümden ve yıkımdan başka bir şey getirmediğini görecekler. 7 Ekim’de İsrailliler, Hamas’ın kurbanı oldular, şimdi de Gazze halkı Hamas’ın kurbanı. Ben Gazze halkının zekâsına güveniyorum; bu felaketi başlarına Hamas’ın getirdiğini anlayacaktır. O yüzden şimdi belki popülerlik kazanıyorlar; bu, savaş zamanlarında anlaşılır bir durum. Ama Gazze halkı gözündeki popülerliği koruyamayacaklar. Savaş sona erdiğinde genel olarak Filistinliler ve Arap dünyası, Hamas’ın Gazze halkına yaşattığı korkunç akıbetin farkına varacak.  

-Savaştan sonra Filistinliler demokratik ve özgür bir seçim yapıp da Hamas’a oy verirlerse ne olur?

-İyi ama o zaman bu seçimler özgür olmaz ki. Demokratik herhangi bir ülke size bunu söyleyecektir. Zira terör örgütlerinin aday olmasına izin verilmez. Fransa’da Hizbullah’ın ya da İngiltere’de El-Kaide’nin aday olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Hayır. Eğer demokratik bir seçim yapılırsa o zaman terör örgütü Hamas’ın da bu seçimlere aday olmasına izin verilmemesi gerekir. Dolayısıyla çizdiğiniz senaryonun gerçekleşmesi imkânsız.

-Hamas’ın tamamen ortadan kaldırılacağından nasıl emin olabiliyorsunuz? Sonuçta mesele sadece askerî faktörlerle alakalı değil, bu aynı zamanda bir fikir ve ideoloji meselesi.

-Evet, başta herkes bir fikrin kökünü kazıyamazsınız diyor. Bu doğru olabilir. Ama kötü bir fikrin kökünü kazıyabilirsiniz ve Hamas da kötü bir fikir. Hamas’ın boyutunu biliyoruz. Hamas’ın gerçek boyutunu ve nasıl çalıştığını biliyoruz. 7 Ekim’de bizi şaşkınlığa uğrattı. Ama şu an şaşkın değiliz ve savaş uzasa bile Hamas’ın işini bitirmeye çok kararlıyız. Bu gerçekleşecek. Bakın, İsmail Heniyye ve Halid Meşal gibi Hamas liderleri ve aileleri yurt dışında milyarderler gibi yaşarken, Hamas halkının sıkıntı çektiğinin herkes farkında. Onlar dünyanın her yerinde kendilerine özel lüks mülklerde, otellerde ve alışveriş merkezlerinde hayat sürerken halkları çadırlarda yaşıyor. Zaten Amerikalılarla Hamas’ın mali varlığına güçlü bir darbe indirmeyi de görüşüyoruz.

-Sizce ‘iki devletli çözümün’ büyük bir diplomatik başarısızlık olduğu ispatlandı mı?

-Yahudiler ile Araplar, İsrailliler ile Filistinliler arasında barış düşüncesini engellemek için ellerinden geleni ardına koymayan İran, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad’ın oluşturduğu şer ittifakının varlığı, elbette ki fayda sağlamıyor.

-Öyleyse ‘iki devletli çözümün’ bir başarısızlık örneği olduğunu kabul ediyorsunuz?

-Hayır. Kastettiğim, bu çözümün henüz gerçekleşmediği. Pek çok engel var. Hem Filistinli hem de İsrailli gelecek nesillere karşı vazifemiz, yan yana barış içinde yaşamalarıdır.

-O halde ‘iki devletli çözüme’ halen inanıyorsunuz?

-Evet. Ben 2022 yılında başbakandım ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda ‘iki devletli çözümün’ doğru çözüm olduğuna inandığımı dile getirmiştim.

-Peki bugün, özellikle de yerleşimlerin genişlediği bir dönemde iktidarın başında olsaydınız ne yapardınız? Şu an Batı Şeria’da yaklaşık 800 bin İsrailli yerleşimci ve vatandaş mevcut. Batı Şeria’nın merkezinde de radikal dindar Siyonist hareketlerin kurduğu yerleşim yerleri var. BM ve pek çok yabancı hükümet, bütün bu yerleşimlerin yasa dışı olduğunu söylüyor.

-Basitçe söyleyeyim: Herhangi bir barış anlaşması tavizlerle ilgilidir. Aksi takdirde ortada bir anlaşma olmaz. Ama izin verin size, 1967 Savaşı’ndan bu yana İsrail’in dört kez Filistinlilere kendi devletlerini kurma teklifinde bulunduğunu ve onların da bu teklifi dört kez geri çevirdiğini hatırlatayım. En sonuncusu 2014 yılında, ben hükümette görev yapıyorken oldu. Bu, (eski ABD Dışişleri Bakanı) John Kerry Eylem Çerçevesi olarak biliniyordu ve ben de müzakere ekibinin bir parçasıydım. Size söylüyorum, Netanyahu başbakanken onlara bir devlet kurmayı teklif ettik. Yerleşimler mevcutken onlara da bu yerleşimlerden bir pay sunduk. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, Beyaz Saray’a giderek Başkan Obama ile görüştü. Ancak bizim teklifimizi ve herhangi bir özyönetim imkânını reddettiler. Bu üzücü bir durum. Bununla birlikte bizim de okullarında Yahudilerin maymun ve domuz olduklarını öğretmeyen bir komşuya ihtiyacımız var. Bu nefret kültürünü ortadan kaldırmayı başarırlarsa biz de uzlaşmanın yollarını bulacağız.   

sdeve
Eyal Warshavsky/Majalla

-Yeterince açık olmadıysa müsaade edin sorumu tekrarlayayım. Batı Şeria’nın derinliklerinde yerleşimler mevcutken Filistinlilerin kendi devletleri nasıl olabilir?

-Yok, siz sorunuzu sordunuz. Siz sordunuz ama ben çok net olmak istemedim. Bunun için size, tavizlerin herhangi bir barış anlaşmasının çok önemli bir parçası olduğunu herkesin bildiğini söyledim. Ama mecbur kalmadıkça detaylara girmeyin. Şu an sadece Hamas’ın Gazze’de alıkoyduğu İsrailli rehinelerin ve vatandaşların akıbetiyle ilgileniyoruz. Bölgedeki tüm dostlarımızdan yardım görmeyi umuyoruz. Tüm insanlarımızı ve evlatlarımızı yurda geri getirmemize yardımcı olmak için elinizden gelen tüm çabayı göstermenizi ümit ediyoruz.

-İsrail’de sağın ve aşırı sağın popülerliği artıyor. Aşırı sağ şu an Netanyahu ile ittifak halinde ve Araplarla Filistinlilere karşı ırkçı tutumlarıyla biliniyorlar.

-Size memnuniyetle karşı çıkacağım. Çünkü koalisyona dahil olan aşırı sağın, Knesset’te yaklaşık 14 sandalyesi var. Şu an yedi ila on kişiler. Dolayısıyla rakamlar, sizin söylediğinizin aksini gösteriyor. Bundan memnunum, zira bence ülke için bir tehdit oluşturuyorlar. Yani popüler değiller. Çünkü sizin de bildiğiniz gibi ilginç olan şu ki, onlar iktidara geldiklerinde ve koalisyonun bir parçası olduklarında, insanlar, onların bağırma ve muhalefet etme konusunda çok iyi olduklarını ama ülkenin nasıl yönetileceğini bilmediklerini fark ettiler.

-O zaman İsrail’deki yeni hükümetin veya koalisyon hükümetinin liderliği merkezci mi olacak?

-Halk artık birlik istiyor. Birbirimizden uzaklaşmamızı değil, birbirimize doğru ilerlememizi istiyorlar. İnsanlar en çok ihtiyacımız olan şeyi sadece merkezî devletin yapabileceğinin bir ölçüde farkında. Bu yüzden geleceğin fırsatlarına bakarsak, inanıyorum ki orta yolcuların liderlik ettiği hükümet, güvenlik ve refah getirecek. İsrail’in buna ihtiyacı var. Kısa süre önce korkunç bir saldırıya maruz kaldık ama biz nasıl toparlanacağını bilen bir halkız. Benim babam, Holokost sırasında Budapeşte’deki Yahudi mahallesinde yaşayan bir çocuktu. Biz daha önce karanlık yerlere gittik ve o karanlık yerlerden nasıl çıkacağımızı, azami faydayı nasıl çıkaracağımızı biliyoruz.

-Menahem Begin, Şamir, Rabin ve Barak… Eski başbakanlar olarak hepsinin de Filistinlilerle barış projeleri vardı. Ancak dünya çapında pek çok siyasetçiye ve İsrail vatandaşına göre Netanyahu, herhangi bir barış ihtimalini baltaladı. Sizce Netanyahu’nun sağcı siyasi ideolojisi, bu savaş bittikten sonra da devam edecek mi?

-Bence yeni bir İsrail’e doğru ilerliyoruz. Ben her şeyin değiştiğine inanıyorum. İsrail siyaset kurumunun da kamuoyuna, sonraki nesillerin geleceğine dair daha belirgin bir vizyon ve açıklama sunmaya borçlu olduğunu düşünüyorum. Özel olarak birine işaret etmeden söylüyorum ki, ülkemizin geleceğinin bizim için belirsiz olduğu dönemler artık geride kaldı. Daha çok çalışmalıyız. İnsanların İsrail’in geleceğine dair vizyonumuzun ne olduğunu anladıklarından emin olmamız lazım. Bu mesele sadece güvenlikle veya Filistinliler ve onların eylemleriyle alakalı değil. Bu aynı zamanda istediğimiz siyaset ve ekonomi türüyle de alakalı. Ancak diğer yandan Arap dünyasıyla ve daha ılımlı Sünni ülkelerle ittifaklar kurmamız gerektiği de ortada. Bu yüzden bu cevap, Netanyahu’yla alakalı mı değil mi bilmem ama İsrail’le alakalı.

-Bölgede stratejik ittifaklarla neyi kastettiğinizi daha açık ifade edebilir misiniz?

-Başta Suudi Arabistan Krallığı olmak üzere daha ılımlı ülkelerle güçlü ilişkiler kurmayı kastediyorum. Bu tür iş birliklerine ihtiyacımız var. Bu, tüm Ortadoğu için stratejik düşünme biçimidir. Kanaatimce Suudi Arabistan’la normalleşme oldukça önemli. Bu normalleşme gerçekleşecek ve 7 Ekim’de normalleşmeyi baltalamak isteyen teröristler de bu konuda göz korkutmayacaktır. İlişki için belirgin bir vizyon varsa bu vizyon kendi yolunu izleyecek ve bir grup teröristin kol bükmesine izin verilmeyecektir. Aynı şey İsrail için de geçerli. Bence artık üzerinde birlikte çalışabileceğimiz tüm olumlu işlerde ileri gitmemiz gerekiyor.

sfe
Gazze Şeridi’nde alıkonan rehinelerin aileleri, 19 Aralık 2023’te Tel Aviv’de bir protesto sırasında (Reuters)

-İsrail, Hamas ve Hizbullah tarafından varoluşsal bir tehditle mi karşı karşıya?

-Hayır. Hamas ve Hizbullah, iki terör örgütü ve biz halen bölgenin en güçlü askerî kuvvetiyiz. O ikisi, bir tehdit oluşturuyor ama İsrail için varoluşsal bir tehdit değiller. Biz burada kalıcıyız. Arap dünyasının anlaması gereken şey şu ki, biz Ortadoğu’da misafir değiliz. Biz burada kalacağız, İsrail kalacak ve Arap ülkeleriyle iletişimi sürdürecek. Herhangi bir diyalog için en başta bizim hiçbir yere gitmeyeceğimizin tam olarak anlaşılması gerekiyor. Ortadan kalkacak olan Hizbullah ile Hamas’tır.

-İran’la diyaloğun mümkün olduğunu düşünüyor musunuz yoksa sizin için en iyi seçenek çatışma mı?

-7 Ekim’in bize öğrettiği bir şey varsa o da radikallerle, barbar radikallerle iş yapılamayacağıdır. İran, nükleer programını tamamen ortadan kaldırırsa, Arap veya İsrailli herhangi bir hükümeti sabote etmek için Ortadoğu’nun dört bir yanına gönderdiği milisleri tamamen dağıtırsa ve dünyanın en büyük terör finansörü olmaktan vazgeçerse, o zaman belki onunla müzakerelere başlayabiliriz. Ama bugün İran bu saydıklarımızın hiçbirini yapmıyor. Dolayısıyla onunla müzakere etmemeliyiz. Bilakis teröre karşı bir arada durduğumuzu vurgulamalıyız.

-İsrail’in Filistinlileri Mısır’daki Sina Yarımadası’na gitmeye mecbur etme planları olduğu yönündeki iddialara ve sızıntılara ne diyorsunuz? Yani Filistinliler, savaşın başından beri kuzeyden ortaya ve şimdi de güneye doğru göç ettirilmek üzere sürekli baskılara mı maruz kalıyorlar?

-Her ne olacaksa Mısırlılarla koordinasyon içinde olacak. Onlarla bir barış anlaşmamız var. Mısır egemenlik sahibi, önemli bir ülke. Mısır sınırlarında olacak her şey, Mısırlılarla çok dikkatli bir şekilde koordine ettiğimiz bir şey olacak. Yani Mısırlılara hiçbir şey dayatmayacağız. Onlarla oldukça verimli bir diyalog içindeyiz. Bu yolun işlerin ilerletileceği yol olduğundan emin olacağız ve insanları Mısır’a gitmeye zorlamayacağız.

*Bu röportaj Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden  çevrilmiştir.



İsrail'in korkunç hapishanesi... Dirilerin mezarlığından kurtulanların tanıklıkları

TT

İsrail'in korkunç hapishanesi... Dirilerin mezarlığından kurtulanların tanıklıkları

İsrail'in korkunç hapishanesi... Dirilerin mezarlığından kurtulanların tanıklıkları

Filistinli gazeteci Şadi Ebu Sido, İsrail Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde yaşanan zulümler hakkında çok şey duymuş ve okumuş olmasına rağmen, 2024 yılının nisan ayında bir gece vakti gördüklerini hayal bile edemezdi. O gece, İsrail askerlerinin, polis köpeklerini Filistinli mahkûmların üzerine saldıkları ve yaşananları gülerek kayda aldıkları bir vahşete tanık oldu.

Necef (Negev) Çölü’nde bulunan İsrail askeri gözaltı merkezinde tutulan ve Ekim 2025'te esir takası anlaşmasıyla serbest bırakılan Ebu Sido, Şarku’l Avsat'a, Mart 2024'te Gazze şehrindeki Şifa Tıp Kompleksi'nde olanları belgeleme görevini yaparken gözaltına alındığını söyledi.

Ebu Sido, “Gözaltına alındığımda askerler bana tüm giysilerimi çıkarmamı emretti. Sonra ellerimi arkamda bağlayıp kaburgalarımdan birini kırana kadar dövdüler. Ardından 10 saatten fazla bir süre yağmurda ve soğukta çıplak bırakıldım” ifadelerini kullandı.

Ancak Ebu Sido, ‘dirilerin mezarlığı’ olarak adlandırdığı hapishanede işkenceye maruz kalan tek kişi değildi. Sde Teiman'dan serbest bırakılan iki mahkûmun Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamalar, dayak, elektrik şoku, uyku, yemek ve tıbbi tedaviden mahrum bırakma ve ‘acımasız tecavüzler’ gibi korkunç olayları ortaya koydu.

Sistematik işkence

Sde Teiman, eski Askeri Başsavcı Yifat Tomer-Yerushalmi'nin tutuklanmasının ardından mercek altına alındı. İsrail makamları, Tomer-Yerushalmi'yi, gözaltı merkezlerinde İsrail askerlerinin Filistinli bir mahkûma tecavüz ettiğini gösteren bir videoyu sızdırmakla suçluyor. Başbakan Binyamin Netanyahu, bu sızıntının İsrail'in kuruluşundan bu yana ‘halkla ilişkiler açısından en büyük zarara’ yol açmış olabileceğini söyledi.

sdfr
2023 kışında İsrail'in güneyindeki Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde tutulan Filistinliler (AP)

Gazze Şeridi'nde savaşın patlak vermesiyle İsrail, çeşitli bahanelerle yüzlerce kişiyi gözaltına almaya başladı; onları gizli hapishanelerine attı, haklarını ellerinden aldı, herhangi bir yasal işlemden mahrum bıraktı ve avukatlara ve insan hakları örgütlerine erişimlerini engelledi. B'Tselem ve diğerleri de dahil olmak üzere İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütleri, Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde ‘sistematik işkence’ ve ‘insanlık dışı muamele’ ile ilgili benzer şikayetleri belgeledi.

‘Disko’... İşkence görenlerin sesleriyle işkence

Soğukta uzun saatler bekledikten sonra Ebu Sido, askeri bir kamyonla Sde Teiman hapishanesine nakledildi. Burada, askerlerin ‘karşılama kıtası’ olarak adlandırdığı ve onun şu şekilde tarif ettiği yeni bir işkence yolculuğu başladı: “Koridorda duran yaklaşık 30 asker, tutuklular hapishaneye girmeden önce onları dövüyordu. Bazı tutuklular kan içinde kalıyordu, bazıları ise şiddetli dayak nedeniyle dişlerini veya gözlerini kaybetti.” Ebu Sido, yaklaşık 70 gün suçlamasız olarak gözaltında tutulduktan sonra soruşturma için başka bir yere nakledildi. Sorgu odasına girmeden önce çıplak soyunmaya ve ayrıntılı bir aramaya maruz kalmaya zorlandı, ardından ‘disko’ adı verilen bir yere götürüldü.

xcdf
Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nin konumunu gösteren harita (Şarku’l Avsat)

Ebu Sido, devasa hoparlörlerin bulunduğu odada gördüklerini şöyle anlattı: “Diskoda mahkumlar saatlerce uyanık tutuluyor. Tek duyduğunuz gürültü, yüksek sesli müzik ve işkence gören diğer mahkumların çığlıkları.” Ebu Sido daha sonra başka bir işkence odasına nakledildi ve burada gardiyanlar onu ellerinden tavana asarak yorgun ve çıplak vücuduna yumruk attılar.

Barakaya dönüş: Aşağılama partileri

Sorgulamanın ardından Ebu Sido, ‘baraka’ denilen kalabalık gözaltı koğuşlarına geri götürüldü. Bu koğuşlar, soğuktan veya sıcaktan koruma sağlamayan metal yapılar olup, çölün ortasında zorlu koşullarda yaşayan yüzlerce mahkûmu barındırıyor.

Ebu Sido buradaki süreci şu ifadelerle anlattı: “Her barakada yaklaşık 140 ila 160 mahkûm vardı, hepsi kelepçeli ve gözleri bağlıydı. 30 ila 40 askerden oluşan ekipler köpeklerle birlikte gelip bize yüzüstü yatmamızı emrediyorlardı. Köpeklerin sırtımızda yürümelerine, üzerimize işemelerine, bizi tırmalamalarına ve başlarıyla vurmalarına izin veriyorlardı.”

Ebu Sido, 2024 yılının nisan ayında bir gece vakti yaşanan olayı ‘tam bir insanlık dramı’ olarak tanımladı: “Mahkumlardan biri kriz geçirerek ‘Çocuklarımın yanına gitmek istiyorum’ diye bağırmaya başladı. Gözaltı merkezi yetkilileri, bastırma ekibini ve köpekleri ‘barakalara’ gönderdi. Sonra onu dışarı çıkardılar, soyduktan sonra köpeklerin ona tarif edilemez şeyler yapmasına izin verdiler.”

O zor anları hatırlayan Ebu Sido şu ifadeleri kullandı: “Gözlerimizdeki bağın kenarından yaşananları izliyorduk. Askerlerin, mahkûmun çığlıklarına eşlik eden sesler eşliğinde gülüp, yaşananları telefonlarıyla kayda aldıklarını gördük. Biz de çığlık atmaya başladık. Sıranın bize geleceğinden korkuyorduk.”

sdrt
Bir süre Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde tutulan eski Filistinli mahkûm Şadi Ebu Sido, Gazze'de çocuklarıyla birlikte (Şarku’l Avsat)

Ebu Sido, Sde Teiman Gözaltı Merkezi’ni ‘diriler için bir mezarlık’ olarak tanımlayarak şöyle dedi: “Korkudan aklımızı kaçırıyorduk. Geceyi gündüzden ayırt edemiyorduk ve bizi döven veya aşağılayanlar dışında hiçbir insan yüzü görmüyorduk. Bu işkenceden kurtulmak için orada ölmeyi dilerdim.”

Genç adam, mahkumların dünyadan tamamen izole bir şekilde yaşadıklarını ve 24 saatlik süre içinde tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için sadece iki dakika süre verildiğini söyledi.

Ebu Ful... Ayağı kesilmiş halde gözaltına alındı ve kör olarak serbest bırakıldı

Bir başka korkunç hikâye ise Gazze'nin kuzeyinde yaşayan Mahmud Ebu Ful tarafından anlatıldı. Ebu Ful, bacağı kesildikten sonra tedavi gördüğü Kemal Advan Hastanesi’nde gözaltına alındı ve esaret altında yaşadığı çileli günler sonunda görme yetisini kaybetti. 2023 yılının aralık ayı sonlarında, genç Gazzeli askerler hastaneye baskın düzenlediğinde oradaydı. Ebu Ful o günü şu ifadelerle anlattı: “Beni kelepçelediler ve gözlerimi bağladılar, sonra acımasızca dövmeye başladılar. Yaralıydım ve protez bacağım vardı, sadece koltuk değneği ile yürüyebiliyordum, ama onu benden aldılar ve ellerimi arkadan bağladılar.”

Saatlerce süren dayak ve hakaretlerin ardından Ebu Ful, Sde Teiman hapishanesine nakledildi ve burada aylarca kaldı. Genç adam gözaltında geçirdiği ilk günleri şöyle hatırlıyor: “Yedi gün boyunca ellerim arkamda bağlıydı. Her hücrede yaklaşık 140 mahkûm vardı, yemek çok azdı ve dayak ve hakaretler hiç bitmedi.”

Bir gün Ebu Ful yaklaşık iki saat boyunca işkence gördü ve kafasına vurularak bayılana kadar dövüldü.

Şarku’l Avsat’a konuşan genç adam görme yetisini kaybettiği günü şu ifadelerle anlattı: “Uyandığımda görme yetimi tamamen kaybetmiş olduğumu fark ettim. Etrafımdaki gençlere hiçbir şey göremediğimi söyledim. Korkudan titriyordum ve ağlamaya başladım.”

Ebu Ful, kendisini esir alanlara tıbbi tedavi için yalvardığını, ancak sonuç alamadığını belirtti: “İlaç istedim, ama bana bağırıp alay ettiler. Karanlıkta tek başıma acı çekiyordum.” Görme yetisini kaybettikten sonra Ebu Ful, sadece işitme duyusuyla esaret hayatını yaşadı: “Mahkumların işkence gördüğünü, çığlık attığını, yardım için ağladığını ve askerler tarafından küfredildiğini duyabiliyordum.”

Ebu Ful aylarca gözaltında tutulduktan sonra son mahkûm takası anlaşmasına dahil edildi. Serbest bırakıldıktan sonra hissettiklerini şu ifadelerle dile getirdi: “Gazze'ye hiçbir şey göremeden döndüm ve ailemin artık hayatta olmadığını düşündüm... Kalabalığın içinde, annemin sesini duyduğumda onların etrafımda olduğunu fark ettim... Halen onların arasında olduğum için Allah'a şükrediyorum. Sadece bir kez olsun annemin yüzünü görmek istedim.”

zsdf
Bir süre Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde tutulan eski Filistinli mahkûm Mahmud Ebu Ful, Gazze'deki bir çadırda anne ve babasının arasında oturuyor. (Şarku’l Avsat)

Filistin Tutuklular ve Eski Mahkumlar İşleri Komisyonu’na göre, yıl ortası itibarıyla İsrail hapishanelerinde 10 binden fazla mahkûm bulunuyordu. Bunların arasında İsrail'in ‘yasadışı savaşçı’ olarak sınıflandırdığı bin 800'den fazla Gazzeli tutuklu da bulunuyordu. Resmi Filistin rakamlarına göre, 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail gözaltı merkezlerinde 80'den fazla mahkûm hayatını kaybetti ve bunların yarısından fazlası Gazze Şeridi'ndendi.

Filistin Tutuklular ve Eski Mahkumlar İşleri Komisyonu Sözcüsü Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, “İşgal güçleri, iki yıl boyunca işgal hapishanelerindeki erkek ve kadın mahkumlara karşı bir dizi suç işledi” dedi.

Sözcü, İsrail makamlarının ‘gözaltı merkezlerinde başka bir tür soykırım uyguladığını, özellikle Gazze Şeridi'nden gelen mahkumlara Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nde polis köpekleri de dahil olmak üzere çeşitli araçlar kullanılarak sistematik işkence ve tecavüz uygulandığını’ bildirdi.

İnsan hakları raporlarına göre, İsrail hapishanelerinde ve kamplarında, özellikle Sde Teiman'da bulunan Filistinli mahkumlar işkenceye ve açlığa maruz kalıyor ve bu durum birçok mahkûmun hayatına mal oluyor. Sde Teiman'da tutulmuş veya halen tutulmakta olan mahkumların sayısına ilişkin kesin bir tahmin bulunmuyor.


Trump ve küresel ticaret sistemine veda

Görsel: Ewan White (Al Majalla)
Görsel: Ewan White (Al Majalla)
TT

Trump ve küresel ticaret sistemine veda

Görsel: Ewan White (Al Majalla)
Görsel: Ewan White (Al Majalla)

Robert Ford

Çin, nadir toprak elementleri ve gelişmiş manyetik bileşenlerin ihracatını engelleyerek Avrupa’daki askeri teçhizat üreticilerini önemli ölçüde etkileyebilir ve böylece Avrupa'nın, Rusya'daki Çin müttefiklerine karşı savaşan Ukrayna'ya yardım etme çabalarını engelleyebilir.

Doğu Asya'daki mevcut askeri gerilimlerin ortasında ABD ile Çin arasında devam eden yoğun rekabet, ABD’nin yarattığı küresel ticaret sistemini zayıflatıyor. ABD, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1930’larda yaşanan ‘Büyük Buhran’ gibi bir başka ekonomik felaketin yaşanmasını önlemek için özellikle Avrupa, Asya ve Afrika ile açık ticaret kurallarını destekledi.

Bu ticaret açığının en büyük istisnası, ABD’nin petrol sahası ekipmanlarından uçaklara ve bilgi teknolojisine kadar yüksek teknolojili ürünleri içeren Sovyetler Birliği’ne uyguladığı ihracat kısıtlamalarıydı. Benzer şekilde, ABD onlarca yıldır Suriye ve İran gibi ülkelere, daha yakın zamanda ise Vladimir Putin liderliğindeki Rusya'ya ticaret ve yatırım akışını kısıtladı. Eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi ve ardından göreve gelen ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Çin'in ABD'ye ihracatındaki başarısı ve artan teknolojik ve askeri kapasitesine yanıt olarak Çin'e giderek daha sıkı kontroller ve daha yüksek gümrük vergileri uyguladı.

ABD ekonomisi, 2025 yılına kadar petrol ihraç eden ülkelerin baskısına karşı daha az savunmasız hale gelecek şekilde yenilikçi teknolojiler ve yeni enerji kaynakları geliştirdi.

Biden yönetimi, söz konusu ülkelerin ticari faaliyetlerine yaptırım uygulamak için Dünya Ticaret Örgütü'nden (DTÖ) izin almadı. Ulusal güvenliğini öne sürerek bu yaptırımları savundu. Trump, DTÖ’ye hiçbir zaman önem vermedi.

zxcdf
Görsel: Ewan White (Al Majalla)

Aynı zamanda Çin, DTÖ’de gelişmekte olan ülke statüsünü on yıllardır ticaret ve yatırımlara kısıtlamalar getirmek için kullanıyor ve belirli sektörlerin ve şirketlerin büyümesine yardımcı oluyor. Yabancı yatırımcıların ileri teknoloji ve hassas uzmanlıklarını Çinli şirketlerle paylaşmalarını talep etmesi, özellikle ABD ve Avrupa ülkelerini öfkelendirdi.

Amerikalılara iki darbe

Washington ve Pekin arasında ticaret konusundaki anlaşmazlıklar yirmi yıl önce başladıysa da Çin, 2025 yılında, ABD ekonomisinin Çin'in önlemleri karşısında ne kadar savunmasız olduğunu ortaya çıkararak Amerikalıları şaşırttı. Bunlardan ilki Çin’in Amerikan soya fasulyesi ithalatını durdurma kararıydı. Bu karar, Trump'ın siyasi tabanının temelini oluşturan eyaletlerdeki Amerikan çiftçilerini vurdu. Trump, çiftçilerin mali kayıplarını telafi etmek için devlet fonu ayıracaklarına söz verdi, ancak bu ödemeler ertelendi. Washington'da hükümetin bütçesi konusunda yaşanan katı siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle ABD'deki çoğu federal hükümet dairesi kapatıldı.

Çin, Trump'a ‘Kafaya iki darbe acı verir’ şeklindeki bir Arap atasözünde olduğunu gibi iki darbenin üst üste gelmesinin acı verici olduğunu gösterdi.

Pekin, geçtiğimiz bahar, nadir toprak mineralleri ve bunlardan üretilen gelişmiş manyetik bileşenlerin ihracatını, bu mineralleri otomobiller ve F-35 gibi savaş uçakları, Cruz (seyir) füzeleri ve askeri insansız hava araçları (İHA) için gelişmiş elektronik sistemler kullanan yabancı şirketlerle kısıtladı.

sdefr
ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Güney Kore'deki Gimhae Hava Üssü'nde yaptıkları görüşmenin ardından tokalaşırken, 30 Ekim 2025 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Çin, dünyadaki nadir toprak minerallerinin yüzde 70'ini ve bu minerallerden üretilen gelişmiş manyetik bileşenlerin yüzde 90'ını üretiyor. Çin'in geçtiğimiz bahar, Amerikan otomobil şirketlerine bu manyetik bileşenlerin ihracatını tamamen askıya alması, bazı Amerikan fabrikalarının kapanmasına neden oldu. Bu fabrikalar Çin yeniden sınırlı ihracata izin verene kadar kapalı kalacak. Pekin, geçtiğimiz ekim ayında nadir toprak minerallerinin işlenmesinde ve bu minerallerden üretilen gelişmiş manyetik bileşenlerin üretiminde kullanılan Çin teknolojisinin ihracatını durdurmanın yanı sıra, gelişmiş manyetik bileşenlerin ihracatını da yeniden durdurabilecek yeni ve sıkı bir lisanslama sistemi duyurdu.

Çin'in yeni düzenlemeleri hem Rusya'ya hem de Çin'e ileri teknoloji satışını kısıtlayan ve çoğu zaman yasaklayan ABD’nin düzenlemelerine çok benziyor.

Bu mevcut kırılganlık durumu ABD’nin 1970'lerde ve 1980'lerin başlarında küresel petrol piyasasında yaşadığı şoklara karşı kırılganlığını hatırlatıyor. Ancak, o dönemde ABD ekonomisi yenilikçi teknolojiler ve yeni enerji kaynakları geliştirdi, böylece 2025 yılına kadar petrol ihraç eden ülkelerin baskısına karşı kırılganlığını en aza indirdi.

Biden yönetimi, Çin'in ilerlemesine yanıt olarak, yarı iletkenler, çipler, yenilenebilir enerji ve elektrikli araçlar gibi sektörlerde üretimi geliştirmek ve genişletmek için devlet sübvansiyonları alacak belirli sektörleri ve hatta belirli şirketleri seçti. Trump, yenilenebilir enerji ve elektrikli araçları listesinden çıkardı, ancak nadir toprak mineralleri pazarında faaliyet gösteren şirketleri listeye ekledi.

Çin ve Amerikan ekonomilerinin son 40 yılda tedarik zincirinde yakın bağlar kurdukları göz önüne alındığında, bu bağların tamamen koparılması daha da ciddi bir ekonomik felakete yol açacak.

Washington, bu sübvansiyonları Çin'den yapılan ithalatı tamamen ortadan kaldırmak için kullanıyor. Böylece Washington, DTÖ’nün temel kurallarını ihlal ediyor, ancak ulusal güvenlik gereği bu programın gerekli olduğunu savunarak bu duruma aldırış etmiyor.

Şu an ABD’de, askeri standartlara uygun mıknatıslar üreten bir fabrika da dahil olmak üzere, belirli türde nadir toprak elementlerinden üretim yapan iki fabrika bulunuyor. Daha fazla fabrika ve madencilik projesi ise geliştirme aşamasında. Ancak, üretimi ABD ekonomisinin ihtiyaç duyduğu düzeye çıkarmak zaman alacağından, Amerika hala Çin'den nadir toprak elementleri ve gelişmiş manyetik bileşenler ithal etmek zorunda. Ancak Çin'in mineral işleme ve manyetik bileşen üretim teknolojilerindeki mevcut üstünlüğü uzun sürmeyebilir. Çin'in nadir toprak minerallerden üretilen teknolojilerin ihracatını kısıtlamaya yönelik son hamleleri, onun bu son derece hassas sektörde, özellikle de askeri açıdan, ABD'nin stratejisini bozmayı düşündüğüne işaret ediyor. Bir bakıma, Çin’in yarı iletkenler ve çiplerdeki zayıflığı, ABD ve Avrupa’nın nadir toprak metalleri ve bunlardan üretilen manyetik bileşenlerdeki zayıflığını yansıtıyor. Bazı ekonomi analistleri, Washington ve Pekin arasında yapılacak müzakerelerde bir anlaşmaya varılmasını bekliyor. Pekin Washington'dan, Çin'e yüksek teknoloji ihracatı, özellikle de ileri yarı iletkenler, çipler ve üretim teknolojisi üzerindeki kısıtlamaların hafifletilmesini, Washington ise Çin'in nadir toprak elementleri ve ileri manyetik bileşenlerin ihracatı üzerindeki kısıtlamalarını hafifletmesini istiyor. Bu konuda Trump yönetiminin esnek davranma eğiliminde olduğuna dair birtakım işaretler var. Trump'ın bazı danışmanları, yüksek teknoloji şirketi Nvidia'nın CEO’sunun, ABD yapımı gelişmiş çiplerin Çin'e ihraç edilmesinin, Çin'in kendi güçlü yarı iletken endüstrisini kurmasına izin vermekten ziyade, Çin'i Amerikan yarı iletkenlerine bağımlı hale getireceği yönündeki teorisine katılıyor. Trump, geçtiğimiz ağustos ayında Nvidia'nın yapay zekada kullanılan gelişmiş çipleri ihraç etmesine izin vermeyi bizzat onayladı. Anlaşma, Trump'ın her zamanki şartıyla, Nvidia'nın bu çiplerin satışından elde ettiği kârı Washington ile paylaşması şartıyla yapıldı. Çin, nadir toprak elementleri ve gelişmiş manyetik bileşenlere yönelik kısıtlamalar konusunda taviz vermeyi reddederse, Trump gümrük vergilerini yüzde 100 veya daha fazla artırma tehdidini gerçeğe dönüştürebilir. Çin ve Amerikan ekonomilerinin son 40 yılda tedarik zincirinde yakın bağlar geliştirdiği göz önüne alındığında, bu bağların tamamen koparılmasının daha da ciddi bir ekonomik felakete yol açacağına şüphe yok.

Eski sistemin yerini ne alacak?

Washington ve Pekin, ekim ayı sonlarında Güney Kore'de yapılan Trump-Şi zirvesinin ardından bu ay yapılacak görüşmelerde bir anlaşmaya vararak topyekûn bir ticaret savaşını önlese bile, endişeli bir ABD ve daha iddialı bir Çin’in on beş ya da yirmi yıl önceki ticaret ortamına geri döneceğini hayal etmesi zor. ABD artık çok daha iddialı bir küresel güç ve Çin de 1979 yılında iki ülke diplomatik ilişkiler kurduğunda olduğu gibi küçük, gelişmekte olan bir ülke değil.

Çinli şirketler, ABD ile ticaret ortamındaki kalıcı değişimi fark ederek, diğer yabancı pazarlara erişimlerini sürdürmek ve iyileştirmek için çaba sarf ediyorlar.

ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı ve eski ABD Başkanı Barrack Obama'nın ulusal güvenlik danışman yardımcısı Michael Froman, ticaret politikasının diğer ülkelerin ekonomilerine zarar vermek için bir araç olarak kullanıldığı değerlendirmesinde bulunduktan sonra, ağustos ayında Foreign Affairs dergisinde, bildiğimiz küresel ticaret sisteminin sona erdiğini ve DTÖ’nün fiilen işlevini yitirdiğini yazdı. DTÖ tarafından yönetilen sistemin yerini neyin alacağı belirsiz, ancak Trump'ın ticaretin geleceğini nasıl gördüğüne dair bazı ipuçları var. ABD, ticaret kısıtlamalarıyla kendi topraklarına yeni yatırımları çekmeyi ve ülkede daha fazla iş yaratmak için bir teşvik olarak kullanmayı amaçlıyor. Bu yüzden Trump, Kuzey Amerika ticaret bloğunu ortadan kaldırmadı, ancak kapsamını sınırladı. Kanada ve Meksika'dan otomobil, çelik, alüminyum ve kereste gibi sektörlerdeki ithalata uyguladığı gümrük vergileri, ABD şirketlerinin ABD'deki faaliyetlerini korumak ve böylece daha fazla Amerikalı işçi istihdam etmelerini sağlamak amacıyla getirildi. ABD, Kanada ve Meksika arasındaki ticaret devam edecek, fakat bu daha düşük seviyelerde, tüketiciler için daha yüksek fiyatlar ve şirketler için daha düşük karlarla olacak. Trump, benzer şekilde Japonya, Güney Kore ve Birleşik Krallık gibi bazı diğer ülkelerle özel ikili ticaret anlaşmaları kabul edecek. Bunun yanında yabancı şirketleri ABD’ye yatırım yapmaya zorlamak için, Washington ile özel ikili anlaşmalar imzalayan ülkelerden yapılan ithalatın tamamına değil, bir kısmına uygulanan gümrük vergilerini azaltacak.

sdfrt
Elon Musk, Tesla'nın Şanghay'da yeni modelinin lansmanı sırasında sahneye çıktı (AFP)

Trump küresel ticaret sisteminden çok az fayda gördüğünü düşünürken, Çin ihracatının mümkün olduğunca çok pazara girebilmesi için bu sistemin korunmasını destekliyor. Pekin, kamuoyuna yaptığı açıklamalarda düzenli olarak DTÖ'ye desteğini dile getiriyor. Çin, geçtiğimiz eylül ayında, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul toplantıları sırasında DTÖ tarafından uygulanan bazı standart ticaret uygulamalarından muaf tutulmasını sağlayan gelişmekte olan ülke statüsünden gönüllü olarak vazgeçeceğini açıkladı. DTÖ Genel Direktörü, Çin'in bu açıklamasını, DTÖ’nün reformu açısından önemli bir adım olarak nitelendirdi.

Çinli şirketler, ABD ile ticaret ortamındaki kalıcı değişimi fark ederek, diğer yabancı pazarlara erişimlerini sürdürmek ve iyileştirmek için çaba gösteriyorlar ve bu konuda bir miktar başarı elde ettiklerine dair birtakım işaretler var. Reuters, Çin'in dünya çapındaki ihracatının, ABD'ye yapılan ihracattaki düşüşe rağmen, 2025 yılının ağustos ayında 2024 yılının aynı ayına göre yüzde 8 arttığını bildirdi.

Bazı gözlemciler, Pekin'in nadir toprak mineralleri ihracatındaki kısıtlamaları hafifletmek için yapılan anlaşmanın bir parçası olarak ABD'nin Tayvan'a verdiği desteğin azaltılmasını talep edebileceğini düşünüyor.

Çin, çelikten telekomünikasyona ve yenilenebilir enerjiye kadar birçok sektörde şirketler kurmak için büyük miktarlarda para harcadı. Buna karşın Çin ekonomisinde her şey yolunda gitmiyor. Elektrikli otomobiller ve çelik gibi sektörlerde çok fazla şirket ve çok büyük üretim kapasitesi var, bu da iç tüketicilerin hala emlak piyasasının çöküşünden mustarip olduğu bir dönemde iç pazarda şiddetli rekabete yol açıyor. Çinli şirketler ayrıca yeni işçi almıyor. Ürünlerini yurtdışında satan Çinli şirketler, düşük ve haksız fiyatlarla satış yapmak için devlet sübvansiyonlarından yararlandıkları suçlamasıyla karşı karşıya. Sonuç olarak, Çin Kuzey Amerika veya Avrupa'da çok az açık pazar bulacak.

Şi Cinping yönetimindeki Çin, ekonominin yönetiminde hükümetin rolünü azaltma yönünde herhangi bir işaret göstermiyor. Şi'nin stratejisi, bir yandan Çin'in özellikle yarı iletkenler ve çipler gibi hayati sektörlerde üretim kapasitesini artırırken diğer yandan büyük ülkelerin önemli bir ithalat kaynağı olmaya devam etmesini sağlamak ve böylece Çin'in ticaret kısıtlamaları nedeniyle ekonomisinin bozulmasına karşı savunmasız bırakmamayı amaçlıyor. Ancak, çip sektörü de dahil olmak üzere bu sektörlerin bazıları hala verimsiz ve rekabet gücü düşük, bu da Çin için bir zorluk oluşturuyor. Bundan dolayı Pekin, ileri teknoloji ihracatına yönelik kısıtlamaları hafifletmesi için ABD'ye baskı yapmaya devam edecek.

Düşmana zarar vermek için ticaretin bir silah haline gelmesi ve bu silahın giderek daha fazla kullanılması, Doğu Asya'da, özellikle Tayvan ve Güney Çin Denizi'nde Çin ile ABD arasında artan askeri rekabetin ortasında gerçekleşiyor. Bazı gözlemciler, Pekin'in nadir toprak mineralleri ihracatına getirilen kısıtlamaları hafifletmek için yapılan anlaşma çerçevesinde ABD'nin Tayvan'a verdiği desteğin azaltılmasını talep edebileceğini düşünüyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, geçtiğimiz yaz Çin'in Doğu Asya'da ABD'nin askeri üstünlüğünü zayıflattığı ve Tayvan'ı savunmak için ABD'nin mevcut stratejisinin ‘felaketle sonuçlanacak bir yenilgi’ riskini taşıdığı uyarısında bulunan bir analiz yayınladı.

ABD’nin etkili isimlerden Asya uzmanı ve eski hükümet yetkilisi Kurt M. Campbell, geçtiğimiz eylül ayında Foreign Affairs dergisinde yayınlanan bir makalede, Çin ve ABD arasında ikili askeri iletişimin olmaması nedeniyle, askeri birlikler arasında küçük, istenmeyen bir olayın hızla büyük bir çatışmaya dönüşme riskinin arttığını yazdı.

Öte yandan ticaret kısıtlamalarının jeopolitik boyutu da var. Nadir toprak mineralleri ve manyetik bileşenlerin ihracatını engelleyerek Çin, askeri teçhizat üreten Avrupalı şirketleri etkileyebilir ve Avrupa'nın Rusya'daki Çin müttefiklerine karşı Ukrayna'ya yardım etme çabalarını engelleyebilir. Küresel ticarette ve tedarik zincirlerinde yaşanan gerilimler, ekonomik ve askeri rekabeti kontrol altına almak için gerekli olan diplomatik ortama da zarar veriyor.


Tahran: Fransa'nın şubat ayından bu yana tutuklu olan Mehdiye Esfandiyari Paris Büyükelçiliğimize nakledildi

Abbas Arakçi (Arşiv- DPA)
Abbas Arakçi (Arşiv- DPA)
TT

Tahran: Fransa'nın şubat ayından bu yana tutuklu olan Mehdiye Esfandiyari Paris Büyükelçiliğimize nakledildi

Abbas Arakçi (Arşiv- DPA)
Abbas Arakçi (Arşiv- DPA)

İran bugün, sosyal medyada terörizmi teşvik ettiği suçlamasıyla geçen şubat ayında Fransa'da tutuklanan vatandaşı Mehdiye Esfandiyari'nin Paris'teki büyükelçiliğe nakledildiğini duyurdu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, "Fransa'daki vatandaşımız Mehdiye Esfandiyari artık serbest ve büyükelçiliğimizde. Davası sonuçlandıktan sonra geri döneceğini umuyoruz" dedi.

Bu duyuru, İran Dışişleri Bakanlığı'nın Mayıs 2022'den beri İran'da tutuklu bulunan Fransız uyruklu Cécile Kohler (41) ve Jacques Barrès'in (72) "şartlı tahliye" aldığını doğrulamasından birkaç saat sonra yapıldı.

Fransa ve İran, Fransızlar karşılığında Esfandiyari'nin (40) serbest bırakılmasını görüşüyorlardı ve İran Dışişleri Bakanı geçen ay anlaşmanın "son aşamasında" olduğunu söyledi.

Arakçi, bugün Tahran’da kabine toplantısı sırasında, "İki yabancı uyruklu casusluktan hüküm giydi, yargının dün gece onlara İslami af çıkardığına inanıyorum" dedi.

İran doğumlu Esfandiyari, Lyon Üniversitesi'nden mezun oldu. 2018'den beri Fransa'da yaşıyor ve tercüman olarak çalışıyor.

Serbest bırakılma koşulları, müvekkilinin düzenli olarak karakola gidip bildirimde bulunmasını ve 13 Ocak'ta başlaması planlanan davası süresince sosyal medyayı kullanmasını veya yurt dışına çıkmasını yasaklıyor.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığına göre Avukatı Nebil Boudi yaptığı açıklamada, savcılığın müvekkilinin "kaçma riski" nedeniyle serbest bırakılmasına "şiddetle karşı çıktığını" vurguladı.

Esfandiyari ocak ayındaki duruşmasında, "Direniş Ekseni" adlı bir Telegram kanalına yönelik soruşturmanın ardından, internette terörizmi teşvik ve kışkırtmanın yanı sıra, ırkçı nefret ve suç örgütü kurmak suçlamalarıyla karşı karşıya kalacak.

 İran, Esfandiyari'nin 28 Şubat'taki tutuklanmasının keyfi olduğunu savunurken, Fransız çiftin İran'da casusluk yaptığını iddia ediyor.

Kohler ve Paris, birçok Avrupa hükümetinin Batı'dan taviz koparmak için kasıtlı bir strateji olarak tanımladığı operasyon kapsamında, İran tarafından gözaltına alınan Avrupalılar arasında yer alıyor.