Kışın banyo yaparken cilde zarar verebilecek 5 hata

Hataların başında aşırı sıcak su kullanımı geliyor.
Hataların başında aşırı sıcak su kullanımı geliyor.
TT

Kışın banyo yaparken cilde zarar verebilecek 5 hata

Hataların başında aşırı sıcak su kullanımı geliyor.
Hataların başında aşırı sıcak su kullanımı geliyor.

Günlük alışkanlıklar arasında yer alan banyo yapmak üzerinde fazla düşünmüyoruz. Saçlarımızı ve vücudumuzu ıslatmak için (kışın biraz daha sıcak bir şekilde) suyu açıyoruz, köpük için sabun kullanıyoruz ve cildimizi keseliyoruz. Ardından durulanıyoruz ve bir havluyla kurulanıyoruz.

Ancak sağlık uzmanları bize satır aralarında biraz daha fazlası olduğunu hatırlatıyor. Banyo yapma yöntemi ve adımları mevsimsel olmalı, yılın mevsimlerine, hava değişikliklerine ve bu mevsimlerde yaşadığımız sağlık koşullarına göre değişmelidir.

Yaygın duş hataları

Kışın, soğuk ve kuru koşullarda ve cildimizdeki değişikliklerle birlikte banyo yaparken temel olan, cildimize ve saçlarımıza zarar vermeden ve herhangi bir sağlık sorununa yol açmadan vücut temizliğini sağlamaktır.

İşte kışın duş alırken cilde zarar verebilecek en yaygın beş hata:

1-Sık sık banyo yapmak: Soğuk havaların ve soğuk rüzgarların cildimizi olumsuz etkileyebileceği sır değil. Ancak çok sık duş almak bu olumsuz etkiyi iki katına çıkarabiliyor.

Bazı insanlar vücut kokusunu gidermek, uykudan sonra uyanmaya ve tazelenmeye yardımcı olmak ve egzersiz sonrası rahatlamak gibi çeşitli nedenlerle günaşırı duş alır. Ancak sağlık açısından bakıldığında, romatolog danışmanı ve Harvard Health Press'in kıdemli fakülte editörü Dr. Robert H. Shmerling, ‘Her Gün Banyo Yapmak-Gerekli mi?’ başlıklı sağlık makalesinde şöyle diyor:

 "Her gün banyo yapmanın sağlığınız için çok da iyi olduğu söylenemez. Aslında her gün duş almak sağlığınız için zararlı olabilir.”

"Connecticut'ta çalışmalar yürüten dermatolog Dr. Diane Mraz Robinson da "Aşırı banyo kuru, kırmızı ve tahriş olmuş bir cilde yol açabilir. Hatta egzama gibi cilt hastalıklarına bile yol açabilir" dedi.

Zira fiziksel aktivite düzeyine bağlı olarak, her gün duş almak bazıları için aşırı olabilir. İki günde bir banyo yapmak, cildi doğal neminden arındırmadan ve banyodan sonra soğuğa maruz kalmanın yansımalarına neden olmadan cildi temizlemek için yeterli olabilir. Özellikle de uzun bir süre geçmişse.

Sağlık uzmanları, kirli veya terli değilseniz ya da sık duş almak için başka nedenleriniz yoksa, haftada birkaç kez duş almanın çoğu insan için yeterli olabileceği görüşünde. Koltuk altlarına ve uyluk aralarına odaklanarak kısa bir duş almanın (3 veya 4 dakika) yeterli olduğu düşünülüyor.

2-Sıcak su ile banyo yapmak: Uzun bir iş gününün ardından ya da soğuk havalarda uyandığımızda sıcak suyla duş almak iyi bir fikir gibi görünebilir. Böylece hafif buhar bizi çevreler ve rahatlama hissi verir. Ancak bu keyfin beraberinde getirdiği olumsuzluklar var. Sağlık kaynakları, sıcaklığı yetişkinler için 40 santigrat dereceyi, çocuklar için de 37 santigrat dereceyi aşan suyla banyo yapmaktan tamamen kaçınılması gerektiğini hatırlatıyor. Genel olarak en iyi sıcaklık 37 santigrat derecedir veya kişi bunu tolere edebiliyorsa çok daha düşük olduğu vurgulanıyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre uzmanlar sıcak suyla duş alma isteğinin kontrol edilmesi, bunun ciltte kızarıklığa ve cilt yanıklarına neden olmasının önlenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Özellikle yaşlılar, ayak sinirlerini hissetme kabiliyeti azalmış olan şeker hastaları ve sıcak suyun cilt ülserlerinin daha fazla tahriş olmasına neden olabileceği alerji hastaları için… Dr. Diane Mraz Robinson konuya ilişkin şunları söyledi:

"Sıcaklığı 37 santigrat derecenin altında tutun; daha yüksek sıcaklıklar cildin gerekli nemini alır ve cildinizin doğal koruyucu bariyerini tüketerek cildin neminin azalmasına neden olabilir. Bilime göre en sağlıklı banyo sıcaklığı budur."

Banyo dönemi

3- Uzun duş almak: Amerikan Dermatoloji Akademisi (AAD) duşların 10 dakikayı geçmemesini öneriyor. Dr. Diane Mraz Robinson’ın duş süresine ilişkin açıklaması şöyle oldu:

"Uzun süre duş almak cildimizi kurutabilir ve kaşıntıya yol açabilir. Duş sürenizi beş ila yedi dakika ile sınırlamaya çalışın."

 New York'taki Cornell Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden dermatolog Dr. Stacey Salop da "Sıcak bir duş, özellikle de uzun süreli sıcak bir duş, cildin kurumasına ve iltihaplanmasına yol açar" dedi.

Ayrıca, soğuk kış koşullarında vücudun uzun süre sıcak suya, hatta ılık suya maruz kalması, ciltteki kan damarlarının genişlemesi ve iç organlardan ve beyinden kanı içine çekmesi sonucunda kan basıncında düşüşe, dengesizliğe veya kan basıncında bir azalmaya neden olabilir. Zeminde de sabun köpüğü bulununca bu duşta kayma ve düşme olasılığı yaratabilir.

Bu, yaşlılar ve düşük tansiyona neden olan ilaçlar kullananlar ya da eklem, sinir, kulak veya dengesizlik gibi hastalıklardan mustarip olanlar için oldukça önemlidir. Ayrıca, uzun süre sıcak veya ılık suda banyo yaptıktan sonra doğrudan soğuk veya doğal havaya çıkmak, derideki kan damarlarının genişlemesi sonucu vücudun hızlı bir şekilde uyum sağlamasını, iç sıcaklığının normal seviyesini korumasını zorlaştırabilir ve bu nedenle hipotermi vakaları ortaya çıkabilir.

Cilt koruması

4- Cilt hasarı ve dost bakteriler: Bizi soğuktan koruyan ve soğuğa direnmemize yardımcı olan sağlıklı bir cilde en fazla ihtiyaç duyduğumuz zaman kıştır. Yapabileceğimiz en kötü davranış, cildin bu sağlıklı özelliklerinin kaybolmasına neden olan yanlış şekillerde banyo yapmaktır.

Dr. Robert Shmerling konuya ilişkin şunları söyledi:

“Normal, sağlıklı cilt, yüzeyinde bir yağ tabakası ve iyi bakteri dengesi bulundurur. Yıkama ve ovalama tüm bunları ortadan kaldırır; özellikle de su sıcaksa. Sonuç olarak cilt kuruyabilir, tahriş olabilir ya da kaşınabilir. Kuru, çatlamış cilt, bakterilerin ve alerjenlerin cildin sağlaması gereken bariyere nüfuz etmesine, cilt enfeksiyonlarının ve alerjik reaksiyonların ortaya çıkmasına izin verebilir. Antibakteriyel sabun doğal bakterileri de öldürebilir. Bu durum ciltteki mikroorganizmaların dengesini bozar ve antibiyotiklere karşı daha dirençli olan daha agresif ve daha az dost canlısı mikropların ortaya çıkmasını teşvik eder. Bu cilt dostu bakterilerin önemi, koruyucu antikorlar üretmek ve daha iyi bir bağışıklık hafızası oluşturmak için vücudun bağışıklık sistemini uyarmadaki rolleridir. Bazı çocuk doktorları ve dermatologların çocuklara günlük banyo yaptırılmamasını tavsiye etmelerinin nedenlerinden biri de budur. Çünkü hayatınız boyunca sık sık banyo yapmak bağışıklık sisteminin işlevini yerine getirme kabiliyetini azaltabilir. Ayrıca gereksiz yere günlük duş almak suyun boşa harcanmasına neden olur ve şampuan, saç kremi ve sabundaki yağlar, parfümler ve diğer katkı maddeleri, maliyetleri bir yana, alerji gibi kendi başlarına sorunlara neden olur.”

5. Çok sert kurunma: Uzmanlar vücuda iyi bakılması gerektiği konusunda uyarıyor. Sağlık kaynakları, sert bir havlu yerine yumuşak bir havluyla çok fazla ovalamadan kurulanmayı öneriyor.

Bazı insanlar vücudu kurutmada ve masaja benzer bir his vermede daha iyi çalışacağına inandıkları için kuru, pürüzlü havlu istiyorlarsa da bunun sağlığa herhangi bir faydası bulunmuyor.

Sert bir havlu kullanmak ve sertçe ovalamak, doğrudan fark edilmeyebilecek bir risktir. Cilt tahrişine ve cildin dış katmanlarına ve bileşenlerine zarar veren aşırı pul pul dökülmeye neden olur. Kuruduktan hemen sonra cildi nemlendirmenin cildin tazeliğini, soğuğa karşı toleransını ve vücuttan izolasyonunu korumak için gerekli olduğunu da unutmamak gerekir. Ancak nemlendirici kullanarak yapılan bu nemlendirme, cilt duştan sonra çok fazla kurumadığında en iyi sonucu verir.

Sağlıklı bir nemlendirici, cildin doğal bariyerini onarmak için gerçekten çalışandır. Burada bir dermatoloğa bulunan en iyi türleri sormakta fayda var. Cildi nemlendirmek için en iyi zaman duştan hemen sonra, cildin çok az suyla nemli olduğu zamandır.

Kışın sağlıklı cildi korumak için sağlık ipuçları

Amerikan Dermatoloji Akademisi’nin konuya dair açıklaması şöyle:

"Daha fazla insan daha sağlıklı, daha parlak bir cilde sahip olmak istiyor. Bu da cilt bakım rutinlerini değerlendirmeyi ve vücuttaki en büyük organ olan cilde nasıl bakım yapılacağı hakkında daha fazla bilgi edinmeyi gerektiriyor. İlk adım, Hassas cilt, normal cilt, kuru cilt ve yağlı cilt veya yağlı ve kuru bölgeleri olan (karma cilt) olabilen cilt tipini bilmektir. Cilt tipini bilmek, cilde nasıl bakım yapılacağını öğrenmeye ve cildi temizlemek için kullanılacak uygun ürünleri seçmeye yardımcı olur.”

Amerikan Dermatoloji Akademisi kış aylarında cildi yatıştırmak ve nemlendirmek için aşağıdaki adımları öneriyor:

- Vücudu temizlemek için normal bir kalıp sabun kullanmayı bırakın ve kremsi bir kıvama sahip olan ve nazik, kokusuz bir etkiye sahip olan sıvı bir cilt temizleyici ile değiştirin.

- Sıcak değil ılık su kullanın. Çünkü sıcak su cildin doğal yağlarını alır ve bu da cilt kuruluğunu artırabilir.

- Cildinizi yıkarken fırçalamak için yumuşak bir bez kullanın ve sert bir lif kabağı veya duş fırçası kullanmaktan kaçının. Çünkü bunlar cildinizi tahriş eder.

- Duş süresinin kısa olmasına, yani 10 dakikadan az olmasına dikkat edin. Her gün tüm vücut duşu almak zorunda değilsiniz.

- Duştan sonra cildinizdeki suyu nazikçe kurulayın ve cildinizde biraz su bırakın. Cilt nemlendiricisini uyguladığınızda cildinizde bir miktar su olması, cildinizi nemlendirmedeki etkinliğine yardımcı olur.

- Duştan sonraki üç dakika boyunca, özellikle kuru ciltler için kremsi, kokusuz bir nemlendirici kullanın. Bu, kuru cildin rahatlamasına yardımcı olur ve cildinizin koruyucu bariyerinin onarılmasını kolaylaştırır. Hava kuru olduğunda veya atmosferdeki nem oranı düşük olduğunda nemlendirici kullanımını tekrarlayın.

- Ev işi ve bahçe işleri yaparken eldiven giymeye çalışın. Bu, cildin sert kimyasallara, güneş ışığına maruz kalmasını ve çizik ve yara riskini azaltmak için önem arz ediyor.



Bilimsel uyarı: Yaygın bir viral enfeksiyon, kalp ve beyin hastalıkları riskini iki katına çıkarabilir

Çalışma, Kovid-19 veya grip geçiren kişilerin kalp krizi veya felç geçirme riskinin arttığını gösterdi (Pixabay)
Çalışma, Kovid-19 veya grip geçiren kişilerin kalp krizi veya felç geçirme riskinin arttığını gösterdi (Pixabay)
TT

Bilimsel uyarı: Yaygın bir viral enfeksiyon, kalp ve beyin hastalıkları riskini iki katına çıkarabilir

Çalışma, Kovid-19 veya grip geçiren kişilerin kalp krizi veya felç geçirme riskinin arttığını gösterdi (Pixabay)
Çalışma, Kovid-19 veya grip geçiren kişilerin kalp krizi veya felç geçirme riskinin arttığını gösterdi (Pixabay)

Yeni araştırmalar, bazı virüslerin insanları kalp hastalıklarına daha yatkın hale getirebileceğine işaret etti.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli haber sitesi Fox News’tan aktardığı habere göre bağımsız bir araştırma, koronavirüs (Kovid-19) veya grip hastalığına yakalanan kişilerin enfeksiyondan sonraki haftalarda kalp krizi veya felç geçirme riskinin ‘önemli ölçüde’ daha yüksek olduğunu (3 ila 5 kat daha yüksek) ortaya koydu.

Araştırmacılar, bu sonuçlara ulaşmak için 155 bilimsel çalışmayı inceledi. İncelemenin sonuçları bu hafta Amerikan Kalp Derneği Dergisi'nde (Journal of the American Heart Association) yayınlandı.

Çalışmanın baş yazarı ve Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles David Geffen Tıp Fakültesi'nden Yard. Doç. Dr. Kosuke Kawai şunları söyledi:

“Çalışmamız, akut ve kronik viral enfeksiyonların, felç ve kalp krizi dahil olmak üzere kardiyovasküler hastalıklar için kısa ve uzun vadeli risklerle ilişkili olduğunu ortaya koydu.”

Amerikan Kalp Derneği'nden yapılan basın açıklamasına göre araştırmacılar, grip testi sonucu pozitif çıkan kişilerin, sonraki bir ay içinde kalp krizi geçirme olasılığının dört kat, felç geçirme olasılığının ise beş kat daha fazla olduğu sonucuna vardı.

Kovid-19 enfeksiyonu geçiren kişilerde sonraki 14 hafta boyunca kalp krizi veya felç geçirme olasılığı üç kat daha yüksekti ve bu risk bir yıla kadar yüksek seviyede kaldı.

İltihabın rolü

Açıklamaya göre vücut bir virüse karşı mücadele ederken bağışıklık sistemi iltihaplanmaya neden olan ve kanı pıhtılaşmaya daha yatkın hale getiren kimyasallar salgılıyor.

Bu etkiler, kişi enfeksiyondan kurtulduktan sonra bile bazen devam edebilir. Sürekli iltihaplanma ve pıhtılaşma, kalbe ek yük bindirebilir ve arterlerde plak birikimine yol açabilir. Bu da bazı kişilerin sonraki haftalarda kalp krizi veya felç geçirme riskinin neden daha yüksek olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

Kardiyolog Dr. Bradley Schaeffer, konuyla ilgili değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Bulgular, düşük dereceli iltihaplanmanın kan pıhtılaşmasını artırarak ve vücudumuza kan sağlayan arterlerin iç yüzeyine zarar vererek rol oynadığını gösteriyor.”

Dr. Schaeffer, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İnflamasyon ile kalp damar hastalıkları (kardiyovasküler) arasındaki bağlantıyı zaten biliyorduk, ancak bu çalışma, birçok yaygın virüsün daha önce düşündüğümüzden daha büyük bir etkiye sahip olduğunu gösterdi.”

C-reaktif protein (CRP) olarak bilinen inflamasyon belirteçlerinin kalp damar hastalıkları riskinin artmasıyla ilişkili olduğunu açıklayan Dr. Schaeffer, “İnflamasyon, kötü kolesterolün (LDL) sızmasına ve plaklar oluşturmasına neden olan mikroskobik yırtıklar dahil olmak üzere çeşitli şekillerde arterlere zarar verebilir” dedi.

İltihaplanmanın devam etmesinin bu plakları dengesizleştirebileceğini ifade eden Dr. Schaeffer, “Ayrıca damar yırtılmalarına neden olabilir ve kalp krizi veya felce yol açabilir. İltihaplanma ayrıca trombositleri aktive ederek pıhtılaşma sürecini de harekete geçirir” diye ekledi.

Kronik enfeksiyon riski

Çalışma, insan bağışıklık yetmezlik virüsü (HIV), hepatit C virüsü ve varicella-zoster virüsü (herpes zoster veya zona hastalığına neden olan virüs) gibi bazı kronik virüslerin, uzun vadede kardiyovasküler hastalık riskiyle ilişkili olduğunu ortaya koydu.

Çalışmaya göre HIV'li kişilerin kalp krizi geçirme riskinin yüzde 60, felç geçirme riskinin ise yüzde 45 daha yüksek olduğu tespit edildi. Hepatit C'li kişilerin kalp krizi geçirme riski yüzde 27, felç geçirme riski ise yüzde 23 daha yüksekti. Herpes zoster virüsü ise kalp krizi riskini yüzde 12, felç riskini yüzde 18 artırıyor.

Yard. Doç. Dr. Kosuke Kawai de şu değerlendirmede bulundu:

“HIV, hepatit C ve Herpes-zoster için kardiyovasküler hastalık riskindeki artış, grip ve Kovid-19 sonrası kısa vadeli risk artışına kıyasla daha düşük, fakat bu üç virüsle ilişkili riskler, özellikle uzun soluklu olduğundan klinik olarak önemli olmaya devam ediyor.”

Herpes zoster virüsünün yaşamları boyunca yaklaşık her üç kişiden birini etkilediğini belirten Yard. Doç. Dr. Kawai, “Bu yüzden bu virüsle ilişkili artan risk, nüfus düzeyinde çok sayıda ek kardiyovasküler hastalık vakasına yol açıyor” dedi.

Riskin azaltılması

Araştırmacılar, grip aşısı olanlarda riskin azaldığını gösteren çalışmaları gerekçe göstererek grip, Kovid-19 ve zona aşısı yapılmasını önerdiler.

Yard. Doç. Dr. Kawai, sözlerine şöyle devam etti:

“Aşılama dahil olmak üzere viral enfeksiyonlara karşı önleyici tedbirler, kardiyovasküler hastalık riskini azaltmada önemli bir rol oynayabilir. Önleme, özellikle halihazırda kardiyovasküler hastalığı olan veya risk faktörleri bulunan yetişkinler için önem taşıyor.”

Dr. Schaeffer de bu yaygın virüslerin çoğuna karşı aşı olmanın ‘önemli bir önleyici strateji’ olduğu konusunda Yard. Doç. Dr. Kawai ile aynı düşünüyor.

Çalışmanın kısıtlı kaldığı bazı noktaların olduğuna dikkati çeken araştırmacılar, bunlardan birinin çalışmanın randomize kontrollü çalışmalar yerine gözlemsel çalışmalara dayanması olduğunu söyledi.

Açıklamada şöyle denildi:

“Çoğu çalışma tek bir virüsle enfeksiyonu incelediğinden, virüs veya bakterilerle çoklu enfeksiyonların sonuçları nasıl etkileyebileceği belirsizliğini korur. Nüfusun genelini etkileyen viral enfeksiyonlara odaklanan çalışma, (organ nakli yapılan kişiler gibi) bu tür enfeksiyonlardan orantısız bir şekilde etkilenebilecek yüksek riskli grupları tanımlamadı.”

Araştırmacılar, kalp damar hastalığı olan kişiler için aşı önerilerinin değerlendirilmek üzere bir doktora danışılması tavsiyesinde bulundu.


Bağırsaklardaki bakteriler kişiliğimizi şekillendiriyor olabilir mi?

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Bağırsaklardaki bakteriler kişiliğimizi şekillendiriyor olabilir mi?

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Nesiller boyunca insanlar bağırsaklardaki hisleri içgüdü ve duygu durumlarıyla ilişkilendirdi. Artık giderek artan sayıda bilimsel çalışma, bağırsaklarda yaşayan (bakteriler gibi) trilyonlarca mikrobun hislerimizle bağlantılı olup olmadığını araştırıyor.

İrlanda ve Finlandiya'dan bilim insanlarının yaptığı yeni çalışma, coşkulu çocuklardan mikrobiyom nakli yapılan sıçanların daha araştırmacı hale geldiğini gösterdi.

Finlandiya'daki Turku Üniversitesi ve İrlanda'daki Cork Üniversitesi'nden bilim insanları, kişinin bağırsak mikrobiyomunun bileşiminin olaylara tepki verme biçimini etkileyip etkilemediğini görmek için coşku belirtilerini incelemeye odaklandı. Coşku, bir şeye olumlu tepki vermek ve yeni veya zorlu durumlardan kaçınma olasılığının daha düşük olması diye tanımlandı.

Coşkulu çocuklardan alınan dışkı örnekleri genç sıçanlara aktarıldı ve sıçanlar daha sonra bir dizi teste tabi tutuldu.

Testler, sıçanların yeni sosyal ortamlara sokulmasını, birçok deliği olan bir tahtayı keşfetmesini ve zorunlu yüzme testini içeriyordu. Coşkulu çocuklardan gelen mikrobiyotaya sahip sıçanlar, kafalarını tahtadaki deliklere sokmak gibi eylemlerle yeni alanları keşfetmeye daha istekli görünüyordu.

Yazarlar, "Çalışmalar bağırsak mikrobiyotası bileşiminin, duygusal tepkisellik ve öz düzenlemedeki biyolojik temelli farklılıklar diye tanımlanan belirli mizaç özellikleriyle bağlantılı olabileceğini gösteriyor" sonucuna vardı.

Son birkaç on yıldır araştırmacılar, bağırsak mikrobiyotasıyla düşünce ve davranışlarımız arasındaki bağlantıları ortaya çıkarıyor.

2024 tarihli bir çalışma, steril koşullarda yetiştirildikleri için mikrobiyotası olmayan sıçan ve farelerin, mikrobiyotası olanlara göre kaygıya daha yatkın ve daha az sosyal olduklarını bulmuştu.

"Mikropsuz" farelerin ayrıca daha hiperaktif ve riskli davranışlara daha yatkın oldukları tespit edilmişti.

Finlandiya-İrlanda ortak çalışmasında araştırmacılar şunları yazdı:

Hayvan çalışmaları, antibiyotik veya probiyotik tedavisiyle bağırsak mikrobiyotası bileşiminin değiştirilmesinin davranış profillerinde farklılıklara yol açabileceğini gösteriyor.

Bu alanda insanlar üzerinde de bazı başarılar elde edildi. Nature adlı akademik dergide yer alan bir rapora göre, bir deneyde sağlıklı bir donörden alınan dışkı, hastanın sindirim sistemine aktarıldı.

Tedavi, depresyon belirtilerini azaltmayı amaçlıyordu ve bazı katılımcılarda olumlu sonuç verdi.

Independent Türkçe


Uzmanlar menopoz semptomlarına iyi gelen baharatı açıkladı

Asya ve Avrupa mutfağının gözdesi olan anason tohumları, bayram kurabiyelerine ve sıcak şaraplara ekleniyor (AFP)
Asya ve Avrupa mutfağının gözdesi olan anason tohumları, bayram kurabiyelerine ve sıcak şaraplara ekleniyor (AFP)
TT

Uzmanlar menopoz semptomlarına iyi gelen baharatı açıkladı

Asya ve Avrupa mutfağının gözdesi olan anason tohumları, bayram kurabiyelerine ve sıcak şaraplara ekleniyor (AFP)
Asya ve Avrupa mutfağının gözdesi olan anason tohumları, bayram kurabiyelerine ve sıcak şaraplara ekleniyor (AFP)

Julia Musto 

Unlu mamuller ve tatlılarda yaygın olarak kullanılan anason, eklendiği her yemeğe sıcak, tatlı ve meyan kökü benzeri bir aroma katar.

Ancak çoğu kişi bu tohumların gizli sağlık yararları sunduğunu bilmiyor olabilir. Tayland'ın Vinmec Sağlık Sistemi'ne göre, tohumlar beyin ve bağışıklık sistemini güçlendiren demirin yanı sıra kemik ve hücreleri koruyan manganez gibi temel mineraller açısından da zengindir.

İran'daki kurumlarda yürütülen önceki araştırmalar, Pimpinella anisum bitkisinin tohumlarının depresyonla mücadeleye ve menopoz belirtilerini hafifletmeye bile yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Üreme hormonlarının doğal olarak azalmasıyla ortaya çıkan menopoz, her yıl ABD'de 1 milyondan fazla kadını etkiliyor. Belirtiler arasında ateş basması ve gece terlemeleri, uyku güçlüğü, ruh hali değişimleri ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyon riskini artırabilen vajinal kuruluk yer alıyor.

Ancak Tahran'daki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, anason tohumu tüketmenin ateş basmasının şiddetini ve sıklığını neredeyse 4'te üç oranında azalttığı bulundu.

İran'da yapılan iki başka çalışma da günde üç kez anason tohumu tozu veya kapsülü alındığında hem doğum sonrası hem de hafif-orta şiddetteki depresyon belirtilerinin hafiflediğini gösteriyor.

Depresyon belirtileri arasında üzgün hissetme, kolay sinirlenme, uykuya dalma veya uykuda kalmada sorun yaşama, normalden daha fazla veya daha az yeme, eskiden eğlenceli gelen şeyleri yapmak istememe ve kendine zarar verme veya intihar düşünceleri var. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri'ne göre, depresyon 16 milyon Amerikalı yetişkini etkiliyor ve her 6 kişiden biri hayatının bir noktasında depresyona giriyor.

İtalya'da yapılan diğer araştırmalar, bu tohumun yağının iltihabı azaltmak için kullanılabileceğini öne çıkarırken, Çinli araştırmacıların bir çalışması, anasonun antibakteriyel özellikler taşıdığını belirtiyor.

Çoğu kişi yan etki riski olmadan anasonu güvenle tüketebilir ancak hormonlarla ilgili belirli rahatsızlıkları veya alerjileri olan kişiler anason tüketmeden önce doktorlarıyla görüşmeli.

Vinmec Sağlık Sistemi'ne göre çoğu yemekte sadece bir veya iki çay kaşığı kullanılıyor ve sağlıklı yetişkinlerin günde 20 grama kadar anason tohumu tozu tüketmesi güvenli kabul ediliyor. Ayrıca düşük kalorili bu baharatın bir yemek kaşığı sadece 23 kalori içeriyor.

Independent Türkçe,independent.co.uk/life-style