Yapay zeka okyanuslardaki plastik kirliliği ile mücadele ediyor

Okyanuslarda yüzen plastiklerin yerini tespit etmek uydu görüntülerini yapay zeka analiz ediyor

"UNEP (2020)": Plastik kirliliği nedeniyle her yıl bir milyondan fazla deniz kuşu ve 100 bin deniz memelisi ölüyor (Shutterstock)
"UNEP (2020)": Plastik kirliliği nedeniyle her yıl bir milyondan fazla deniz kuşu ve 100 bin deniz memelisi ölüyor (Shutterstock)
TT

Yapay zeka okyanuslardaki plastik kirliliği ile mücadele ediyor

"UNEP (2020)": Plastik kirliliği nedeniyle her yıl bir milyondan fazla deniz kuşu ve 100 bin deniz memelisi ölüyor (Shutterstock)
"UNEP (2020)": Plastik kirliliği nedeniyle her yıl bir milyondan fazla deniz kuşu ve 100 bin deniz memelisi ölüyor (Shutterstock)

Bazı araştırmalara göre, dünya her yıl 350 ila 460 milyon metrik ton arasında değişen şaşırtıcı miktarlarda plastik tüketiyor. Veriler, küresel plastik üretiminin son yirmi yılda iki kattan fazla arttığını ve mevcut eğilimler devam ederse 2060 yılına kadar neredeyse üç katına çıkmasının beklendiğini gösteriyor. Gözlemciler plastik tüketimindeki bu hızlı artışın çevre ve insan sağlığı için büyük bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarıyor. Bu korkuların ortasında, ileri teknoloji ve bilinçli çevre yönetimi arasındaki yakınlaşma ile ufukta bir umut ışığı parlıyor.

Yapay zekanın rolü

EPFL (École Polytechnique Fédérale de Lausanne) ve Wageningen Üniversitesi'nden araştırmacılardan oluşan bir ekip, bu krizle mücadele etmek için öncü bir misyon üstlendi. Yakın zamanda Cell iScience dergisinde yayınlanan öncü bir çalışmada, uydu görüntülerinde yüzen plastik malzemeleri benzersiz bir doğrulukla tanımlayarak oyunun kurallarını değiştirebilecek bir yapay zeka modeli ortaya kondu. Yapay zeka yeteneklerindeki bu sıçrama, özel gemiler kullanılarak okyanusların, denizlerin ve hatta nehirlerin plastik atıklardan sistematik olarak temizlenmesine yardımcı olabilir.

nfgth
Kırmızı, plastik atıklarla birlikte doğru tespit edilen enkazı gösteriyor (ESA/Cell Eye Science)

 

Uydu görüntü yetenekleri

Avrupa Uzay Ajansı'nın Sentinel-2 uydu görüntüleri her iki ila beş günde bir dünyanın dört bir yanındaki kıyı bölgelerini yakalıyor. Boyutları terabaytları bulan bu devasa veri, yapay zeka modellerinin mümkün kıldığı otomatik analiz gerektiriyor. Araştırma ekibi, oşinograflar ve uzaktan algılama uzmanlarıyla işbirliği içinde, dünyanın dört bir yanından gelen uydu görüntülerindeki birkaç bin deniz enkazı örneğinden oluşan bir veri tabanı oluşturdu. Bu örnekler, sorunu nasıl "göreceğini" öğretmeye benzer bir süreç olan yapay zeka modelini plastik döküntüleri tanıması için eğitmenin temelini oluşturdu.

Bu yenilikçi yaklaşım, veri merkezli yapay zeka ilkelerini, uzmanların manuel açıklamalarını görüntülerde görünen belirli enkazlarla eşleştiren bilgisayarla görme algoritmalarıyla harmanlıyor.

Beklenen sonuçlar

Araştırmacılar, Sentinel-2 uydu görüntülerindeki her piksel için enkaz varlığı olasılığını tahmin eden sağlam bir deniz enkazı tespit modeli hedefliyor. Bu model, tahmin doğruluğunu artıran sofistike bir eğitim yaklaşımından yararlanarak önceki yöntemlerden daha iyi performans gösteriyor. Bulut örtüsü ve atmosferik sis gibi zorlu hava koşullarıyla karşılaşıldığında bile dedektör doğruluğunu koruyor; bu da plastik enkazın olumsuz koşullar altında bile tespit edilebilmesini sağlayan önemli bir başarı.

yuuık
2022'de şiddetli yağışların yol açtığı sel felaketi ve çevresel hasarın ardından Durban sahiline vuran çöpler (Shutterstock)

Plastik enkaz arıtımı

Özellikle plastikler yağmur ve sellerden sonra sıklıkla açık sulara karıştığından ve güvenilir tanımlama yöntemlerine acil ihtiyaç duyulduğundan, deniz çöpleri arasında plastiklerin doğru bir şekilde tespit edilmesinin önemi abartılamaz. Bunun çarpıcı bir örneği, 11 Nisan 2022'de Güney Afrika'nın Durban kentinde meydana gelen ve yaklaşık 400 kişinin ölümüne, ev ve iş yerlerinde büyük hasara yol açan sel felaketinin ardından yaşandı. Yağmur tufanı aynı zamanda nehirlerin taşmasına neden olarak daha önce görülmemiş miktarda çöpü şehrin limanına ve dolayısıyla açık Hint Okyanusu'na taşımıştır.

febrth
2022'de Durban'da yaşanan sel felaketi sonucunda Hint Okyanusu'na sürüklenen büyük miktarda plastik atığın uydu görüntüleri (Google Maps görüntüleri)

Uydu görüntülerinde, bulutların içinde yüzen bu nesneleri geleneksel kırmızı, yeşil ve mavi kanalları kullanarak ayırt etmek zor olabilir. Ancak, yakın kızılötesi ışık da dahil olmak üzere alternatif spektral kanallara geçerek bunları ayırt etmek mümkün hale gelir.

Bu yapay zeka tespit modeli, deniz enkazı tahminini geliştirmenin yanı sıra, yeteneklerini küp nanosatellitlerden elde edilen PlanetScope görüntülerini de içerecek şekilde genişletmektedir. Haftalık Sentinel-2 verilerinin günlük PlanetScope alımları ile birleştirilmesi, sürekli günlük izlemeye yönelik boşluğu doldurmak için umut vaat ediyor. PlanetScope ve Sentinel-2 tarafından sağlanan ve aynı deniz enkazını yaklaşık olarak aynı zamanda iki farklı konumdan yakalayan ikili perspektif, rüzgarlardan ve okyanus akıntılarından etkilenen sürüklenme modelleri hakkında değerli bilgiler sağlar.

Daha temiz bir geleceğe öncülük etmek

Prof. Dr. Mark Ruswurm, Prof. Dr. Tim van Emmerik ve Hollanda'daki Okyanus Temizleme Örgütü'nden ortaklarla iş birliği içinde daha fazla olasılığı keşfetmeye hazırlandığı için yolculuk burada bitmiyor. Hepsinin amacı, sürekli uydu görüntüleri aracılığıyla deniz enkazının takibini geliştirmek. Bu çaba, ETH Zürih ve EPFL üniversiteleri arasında ortak bir girişim olan İsviçre Veri Bilimi Merkezi ile işbirliği içinde yürütülen Plastik Tespiti için Yapay Zeka projesinden kaynaklanıyor. Teknolojik beceriyi çevre bilinciyle birleştirerek daha temiz okyanuslara ve daha sağlıklı bir gezegene yaklaşıyoruz.



"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
TT

"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)

Bilim insanları Neandertallerin yok olmasında modern insanların kritik bir rol oynamış olabileceğini tespit etti.

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin sonunu neyin getirdiği tam olarak bilinmiyor ancak ortaya atılan pek çok teori var. 

Bazıları modern insanlarla (Homo sapiens) Neandertaller arasında bir savaş çıktığını iddia etse de birden fazla genetik veya toplumsal faktörün Neandertalleri dezavantajlı bir konumda bırakarak yavaş yavaş sonlarını getirmiş olması daha muhtemel görünüyor.

Ancak yine de yeni bir araştırmaya göre Homo sapiens, bu en yakın akrabasının çöküşüne katkı sağlamış olabilir.

Genetik çalışmalar iki türün yaklaşık 45 bin ila 50 bin yıl önce sürekli çiftleştiğini gösteriyor. Hatta bugün yaşayan, Afrika kökenli olmayan insanların genomunun yaklaşık yüzde 2'si Neandertallerden geliyor.

Öte yandan modern insanlarda, sadece anneden gelen mitokondriyal DNA'da Neandertallerin izi yok ve bunun nedeni bilinmiyor.

Zürih Üniversitesi'nden Patrick Eppenberger ve ekibine göre bu, Neandertal ve modern insan ebeveynlere sahip kadınların, genetik bir uyumsuzluk nedeniyle başarısız bir gebelik yaşama ihtimalinin daha yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen çalışmada bilim insanları, kanda oksijen taşınmasında kritik bir gen olan PIEZO1'in iki türdeki varyantlarını inceledi. 

Araştırmacılar, modern insan ve Neandertal DNA'sını analiz ederek iki varyantın nasıl etkileşime girdiğini anlamak için PIEZO1 proteinindeki farklılıkları modelledi. 

Neandertal varyantı V1'in, modern insandaki V2'ye kıyasla oksijeni daha güçlü bağlayan kırmızı kan hücreleri ortaya çıkardığı saptandı. 

Bilim insanları iki tür çiftleştiğinde V1'in baskın geleceğini ve bebekte bir sorun olmayacağını söylüyor.

Ancak V1 ve V2'ye sahip melez bir anne, V2'ye sahip bir fetüs taşıdığında sorun çıkacağını belirtiyorlar. Çalışmaya göre anneyle bebeğin oksijeni bağlamasındaki farklılık, plasenta yoluyla daha az oksijen taşınmasına yol açmış olabilir.

Fetüsün anneden yeterli oksijen alabilmesi için hemoglobinin oksijene bağlanma kapasitesinin uyumlu olması gerekiyor. Annenin kanı oksijeni çok güçlü tutarsa fetüste oksijen seviyeleri düşerek yavaş büyümeye ve hatta düşüğe neden olabilir.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Binlerce yıl boyunca bir arada yaşama sonucu modern insanlardan Neandertal popülasyonlarına düşük seviyelerdeki gen akışı bile, nesiller boyunca birleşerek kademeli bir üreme dezavantajına yol açmış olabilir.

Bilim insanları Homo sapiens popülasyonları daha büyük olduğu için bu durumdan aynı şekilde etkilenmeyeceğini öne sürüyor. 

Ayrıca yeni çalışma, neden Neandertallerin mitokondriyal DNA'sının varlığını sürdürmediğini de açıklayabilir. 

Queensland Teknoloji Üniversitesi'nden Sally Wasef, bir sonraki nesilde uyumsuzluk görülmesinin iyi bir bakış açısı olduğunu ifade ediyor. Çalışmada yer almayan Wasef "Bununla birlikte, bu bulgunun tüm hikayeyi açıkladığını sanmıyorum" diyerek ekliyor: 

Sınırlı bir etki yaratmış ve diğer ekolojik ve sosyal baskılara katkıda bulunmuş olması muhtemel.

Independent Türkçe, New Scientist, IFLScience, bioRxiv


Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
TT

Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)

Bilim insanları yaşlandıkça zamanın neden daha hızlı geçiyormuş gibi geldiğine dair yeni bir açıklama sundu

İnsanların ilerleyen yaşlarda zamanın eskiye göre daha hızlı aktığını hissetmesiyle ilgili farklı açıklamalar var.

Örneğin çocukluk döneminde beyin daha fazla yeni bilgi işlediği için zaman daha yavaş akıyormuş gibi geliyor. Yaşlandıkça yeni deneyimlerin azalması ve algının canlılığını yitirmesi de bu hissin bir diğer nedeni.

Uluslararası bir araştırma ekibi, bulguları hakemli dergi Communications Biology'de yayımlanan yeni çalışmalarında beyin taramalarını inceleyerek bu soruya cevap aradı.

Bilim insanları Cambridge Yaşlanma ve Sinirbilim Merkezi'nin uzun zamana yayılan bir çalışmasının verilerini kullandı. 

Bu çalışma kapsamında yaşları 18'le 88 arasında değişen 577 katılımcı, Alfred Hitchcock Presents dizisinin "Bang! You're Dead" adlı bölümünün 8 dakikasını izledi. Bu sırada beyin aktiviteleri fonksiyonel MR yöntemiyle takip edildi.

Daha önceki çalışmalarda, beynin peş peşe yaşanan olayları nasıl izlediğini görmede ideal bir araç olduğu anlaşıldığı için bu video seçildi.

Araştırmacılar, beyindeki sabit örüntülerdeki geçişi anbean takip eden bir algoritma kullanarak fMR kayıtlarını analiz etti.

8 dakikalık video boyunca yaşlı katılımcıların beyni yeni aktivite durumlarına daha seyrek geçiş yaptı ve bu durumlar, genç katılımcılara kıyasla daha uzun sürdü.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Bu, aynı zaman aralığında daha uzun (ve dolayısıyla daha az) sinirsel durum yaşanmasının, daha yaşlı kişilerdeki 'zaman daha hızlı akıp geçiyor' hissine katkıda bulunabileceğini gösteriyor.

Bulgular, Aristoteles'e kadar dayanan bir zaman anlayışıyla da örtüşüyor: Belirli bir zaman diliminde ne kadar çok önemli olay meydana gelirse, o süre o kadar uzun hissedilir.

Çalışmada yer almayan dilbilimci Joanna Szadura da çalışmadaki hipotezin sağlam temellere dayandığını ancak herkesin iki zaman ölçeğine sahip olduğunu da hesaba katmak gerektiğini söylüyor.

Toplum, zamanı doğrusal bir şekilde saatlere, günlere ve yıllara ayırıp ölçüyor. Ancak Szadura herkesin bir de içsel "saati" olduğunu vurguluyor. Örneğin bir yıl, 5 yaşındaki bir çocuğun hayatının yüzde 20'sine, 50 yaşındaki birininse sadece yüzde 2'sine denk geliyor. 

Bu nedenle zaman algısı yalnızca beyindeki sinirsel olayların sayısına değil, aynı zamanda zamanı ölçme şeklimizin doğrusal olmayan doğasına da bağlı.

Araştırmacılar yaşlı kişilerin zamanını daha dolu geçirdiğini hissetmesini sağlayacak yöntemler olduğunu da belirtiyor.

Çalışmanın yazarlarından Linda Geerligs "Yeni şeyler öğrenmek, seyahat etmek ve yeni aktivitelere katılmak, geriye dönüp bakınca zamanın daha yavaş geçtiği hissine katkı sunabilir" diyerek ekliyor: 

Ancak belki daha da önemlisi, neşeli hissettiren anlamlı sosyal etkileşimler ve aktiviteler zamanın daha dolu geçtiği duygusuna katkıda bulunabilir.

Independent Türkçe, Live Science, Psychology Today, Communications Biology


Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
TT

Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)

Kovid-19'a karşı geliştirilen mRNA aşılarının, ileri evre kanser hastalarının ömrünü kayda değer derecede uzattığı bulundu. 

Tek zincirli bir molekül olan mesajcı RNA veya mRNA aşıları, bağışıklık sistemine talimat verip hücrelerin zararsız bir virüs proteini üretmesini sağlıyor.

Bu, enfeksiyona neden olmak yerine bağışıklık sistemini, virüsü hızla tanıyan ve harekete geçen koruyucu antikorlar üretmeye teşvik ediyor.

Bilim insanları bu yöntem sayesinde, normalde 10–15 yıl sürebilecek bir süreci, koronavirüsün tespitinden bir yıl bile geçmeden tamamlamıştı.

Bulguları hakemli dergi Nature'da dün (22 Ekim) yayımlanan çalışmada ABD'deki Teksas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi'nde immünoterapi gören ve Kovid-19 mRNA aşısı yaptıran kanser hastalarının verileri analiz edildi.

İmmünoterapi, hastanın bağışıklık sistemine kanser hücrelerini nasıl tanıyıp saldıracağını öğreterek çalışıyor.

Araştırma kapsamında üç veya 4. evre akciğer veya cilt kanseri olan binden fazla hasta incelendi.

Bilim insanları tedavinin ilk 100 gününde Moderna veya Pfizer/BioNTech'in mRNA aşısını olan 180 akciğer kanseri hastasının, ortalama hayatta kalma süresinin 37,3 ay olduğunu saptadı. 

Aynı durumda olan ama aşı yaptırmayan 704 hastanın ortalama hayatta kalma süresiyse 20,6 aydı. 

En ölümcül cilt kanseri türü olan ileri evre melanom hastalarından 43'ü immünoterapiye başladıktan sonraki 100 gün içinde Kovid-19 aşısı olurken, 167 hasta olmadı. Araştırmacılar, aşı yaptıranların hayatta kalma süresinin 26,7'den 40 aya kadar çıktığını tespit etti. Öte yandan çalışma bittiği sırada hastaların yaklaşık yarısı hâlâ yaşadığı için ortalama net bir şekilde hesaplanamadı.

Makalenin başyazarı Dr. Adam Grippin çalışmayı şöyle değerlendiriyor:

Bu bulgular önemli çünkü Kovid-19'u hedef alan ve geniş çapta bulunan mRNA aşılarının, bağışıklık sisteminin kanseri öldürmesine yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Bilim insanları mRNA aşısının tam olarak neden böyle bir etki yarattığını henüz bilmese de bazı tahminleri var. 

Dr. Grippin bu aşıları bağışıklık sistemini harekete geçiren "sirenler" diye tanımlıyor. Bilim insanı "Tümör hücreleri, bağışıklık sistemini kapatan proteinler olan 'bağışıklık kontrol noktaları' oluşturarak bu bağışıklık saldırısına karşı koyuyor" diyerek ekliyor: 

mRNA aşılarını bağışıklık kontrol noktası inhibitörleriyle birleştirdiğimizde, sözkonusu proteinleri bloke ediyor ve bağışıklık sisteminin kanseri öldürme gücünü açığa çıkarıyor.

Yeni çalışmanın bulguları umut verici olsa da sadece gözleme dayanıyor. Araştırmacılar, sonuçları doğrulamak için randomize ve kontrollü 3. faz klinik deneye yıl bitmeden başlamayı planlıyor.

Bu sayede akciğer ve cildin yanı sıra diğer kanser hastalarına da etkili bir tedavi geliştirmeyi umuyorlar. 

Independent Türkçe, Everyday Health, Reuters, Washington Post, Nature