Husiler ve milisler... Devletin kuruluşuna karşı toplumun militarizasyonu

Köklere dönüş, İran’ın rolü ve hedefleri

Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
TT

Husiler ve milisler... Devletin kuruluşuna karşı toplumun militarizasyonu

Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale

Muhammed Ebi Samra

Yemen’de devlet gerekli ve acil bir siyasi ve toplumsal talep haline mi geldi? Bu soru yalnızca Yemen’i ilgilendirmiyor; Sudan, Irak, Suriye, Lübnan ve Libya’yı da kapsıyor. Bu soru, sömürge döneminin yıkılmasının ardından ortaya çıkan bu bağımsız ‘cumhuriyetçi ulusal devletlerin’ ardından geldi.

1979 yılında İran’da gerçekleştirilen devrimin başarıya ulaşması ve yeni devlet için ‘devrimi ihraç etme’ ilkesinin İslam dünyasında bir doktrin olarak benimsenmesinden sonra, Mollaların devleti, devrimi ihraç etmek amacıyla bazı Arap ülkelerinin zayıflığından ve vatanseverliğinden faydalanmaya çalıştı.

Humeyni’nin İran’ı, Hafız Esed’in ana katılımıyla iç-bölgesel savaşların ortasında 1982 yılında Lübnan’da Hizbullah’ı kurarak Arap meşrik bölgesindeki sabotaj faaliyetlerine başladı. Bu Şii parti ve onun milisleri, İran’ın meşrikteki yıkım tacının zirvesindeydi. Hafız Esed ise silahlı Filistin örgütlerinin ve İran’dan önce ‘Lübnan devletinin parçalanmasına ve Lübnan iç savaşına’ güçlü bir şekilde katkıda bulunmuştu.

Irak’a gelince, ABD’nin 2003’te burayı işgal etmesinden ve 2011’de başlayan Arap Baharı’nın ardından İran, Devrim Muhafızları’nın üst düzey subaylarının övündüğü üzere şu anda dört Arap başkentini (Beyrut, Bağdat, Şam ve Sana) ve oradaki siyasi ve güvenlik kararlarını kontrol ediyor. İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kasım Süleymani’nin önderliğindeki Kudüs Gücü, bu ülkelerde milislerin ortaya çıkmasına sponsor olan, onları silahlandıran, eğiten, yönlendiren güçtür.

Filistin, İran-Husi bahanesidir

Ulusal kimliklerin zayıflığı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan bazı Arap ülkelerindeki kargaşada eski bir rol oynarken, Arap ordularının 1948’de yenilgiye uğratılmasının ardından Filistin’de İsrail devletinin kurulması, bu ülkelerdeki çalkantıları daha da şiddetlendirdi. Bu durum, Mısır’daki (adını lider Cemal Abdünnasır’dan alan) Nasırcı rejim örneğini takip ederek, Mısır, Suriye, Irak ve daha sonra Libya ve Sudan’daki askeri darbelerde ve tek parti rejiminin kontrolünde açıkça görüldü.

İran, Gazze’deki mevcut savaştan yararlanarak savaşı, Babu’l Mendeb’deki uluslararası seyrüseferi sekteye uğratmak için bir Yemen- Husi aracına dönüştürdü.

Filistinlilerin Nekbe’si ve birçok Arap ülkesine sığınmaları ve bazılarında ülkelerini kurtarmak için askeri örgütlerin kurulması, Ürdün’de 1970’te ve Lübnan’da 1969-1982’de iç savaşlara yol açtı. 2007’de Gazze’deki Hamas hareketi, Batı Şeria’daki Ramallah’tan faaliyet gösteren Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) otoritesine karşı çıktı.

İmam Humeyni, 1979’da Tahran’da iktidarı ele geçirdiğinden beri Filistin meselesini ve ABD ve Batı düşmanlığını ikili bir araç haline getirdi. Bunun amacı, aynı meselenin sonuçlarından tükenmiş olan Arap ülkelerine, başta (1975’ten bu yana iç savaşla parçalanmış olan ve Hizbullah’ın ortaya çıkışına tanık olan) Lübnan’a kendi devrimini ihraç etmekti. Ardından 2003 yılında ABD’nin işgal ettiği ve 2014 yılında DEAŞ’ın ortaya çıktığı Irak geliyor. Böylece Dini Lider Ali Hamaney ve Devrim Muhafızları’nın liderliğindeki İran, ABD düşmanlığını kendisine bağlı Iraklı Şii milislerin Irak devletindeki temel kararlar üzerindeki kontrolünün yeni bir aracı haline getirdi.

​Öte yandan İran yanlısı ideolojik siyasi misyonuyla On İki İmamcı Şii milislere dönüşen Zeydi Husi Ensarulah milisleri, 2014’ten bu yana Yemen’in başkenti Sana’yı kontrol ediyor. İran, Gazze’deki mevcut savaştan yararlanarak onu bir Yemen- Husi aracına dönüştürüp, Kızıldeniz’in girişindeki Babu’l Mendeb Boğazı’nda ve Süveyş Kanalı’nda uluslararası deniz seyrüseferini sekteye uğrattı. Bu durum, Tahran’a ABD ile olan çatışmasında ve müzakerelerinde hizmet eden tamamen İran hedefi için gerçekleşti.

Al-Mashhad Al-Yemen internet sitesi, 4 Ocak’ta Husi milislerin Filistin’de savaş başlığı altında Saada’ki kalelerinden Sana’ya kadar seferberlik ve asker toplama kampanyalarını ikiye katladığını bildirdi. Ancak bu kampanyaların gerçek ve fiili hedefi, orada birleşik bir devlet kurulmadan Yemen’in normal bir toplumun kurulmasını önleyen, kalıcı bir ‘iç savaş evi’ toprağı ve toplumu olarak kalmasıdır.

Husi borazanının tezahürlerinden biri, Ensarullah unsurlarının Sana’daki büyük tüccarları ziyaret ederek paralarının bir kısmını Filistin’de savaşmak için, yani liderlerinden bazıları Yemen’de zengin insanlar haline gelen Husi hareketi için bağışlamaya zorlamasıydı. Öyle ki Husiler, ülkelerin başına gelen felaketleri, faydalanabilecekleri bir fırsata dönüştürmeden durmuyor. Husiler, aynı şeyi ülkelerindeki savaştan, çölleşmeden ve açlıktan kaçan Afrikalı grupları Yemen’in iç savaşlarına itmek için silah altına alırken de yapıyor.

Gazze’deki savaşın Husi- İran aracı olarak kullanılma sahnesini tamamlamak için Ensarullah milisleri, savaşçılarının isimlerinin yer aldığı fotoğrafları, ‘Filistin’de şehit düşenler’ olduklarını iddia ederek servis etti. Al-Mashhad Al-Yemen internet sitesi tarafından yapılan kamuoyu yoklamaları, bu fotoğrafların sahiplerinin evlerinde hâlâ hayatta olduklarını gösterdi.

Güney İran askeri üssü

Peki Husi milis hareketi tüm bunlardan ne istiyor?

Bu eylemler, Yemen’i Velayet-i Fakih’in ulusal ve uluslararası çıkarlarına hizmet edecek bölgesel bir askeri üsse dönüştürerek kontrol etmekten başka bir şey değil. Bu nedenle çeşitli sosyal yelpazedeki Yemenlilerin çıkarlarını gözetebilecek bağımsız bir ulusal Yemen devletinin kurulmasını önlemek için sürekli çalışıyor.

Husi hareketi, Yemenlilerin her türlü çıkarlarını gözetebilecek bağımsız bir Yemen devletinin kurulmasını engelliyor.

Yemen meseleleri konusunda uluslararası uzmanlar, İran’ın sponsorluğunun Husilerin Kuzey Yemen’de yarı totaliter bir milis rejimi kurmasını sağladığını söylüyor. Bazıları bunu Kuzey Kore rejimine benzetiyor, ancak Yemen örneğinin nükleer bombası yok. Yani izole edilmiş, saldırgan, iyi silahlanmış ve füze, drone ve helikopter gibi etkili askeri yeteneklere sahip bir güç. Aşırı savaşçı dini doktrin, uluslararası jeo-stratejik konum ve İran ile bağlantıya ek olarak bu özellikler, Husileri ABD’ye, Batı’ya, Körfez Arap ülkelerine düşman bir güney İran üssü haline getirdi (Lübnan’daki Hizbullah’ı kuzey İran üssü olarak kabul ediyoruz). Ancak uluslararası uzmanlara göre, dünyanın süper gücü olarak nitelendirilen ABD’nin, Babu’l Mendeb’deki uluslararası tedarik hatlarının kesintiye uğramasına yanıt olarak Husilerin üslerine yönelik saldırılarının ardından, Husileri küresel hatlara yönelik saldırılarını tekrarlamaktan ve Kızıldeniz’deki uluslararası deniz taşımacılığı rotalarını istikrarsızlaştırmaktan nasıl caydıracağına dair net bir planı var mı? Uzmanlar ayrıca, milislerin Yemen’in diğer bölgelerini, özellikle de petrol ve doğalgaz zengini Marib’i işgal edememesini sağlamak için Washington’un Yemen’de Husilerden olmayan taraflara verdiği desteği güçlendirmesi gerektiğine de dikkati çekti. Bu yılın ilk günlerinde akaryakıt fiyatlarındaki artışa karşı protestolar yaşanırken Suudi Arabistan, meşru Yemen hükümetine tabi olan ve bölgeye yayılmak isteyen Husi milislere direnen Marib’deki kabile militanları arasında çatışmaların patlak vermesinden endişe ettiği için koşulları kontrol altına almaya çalıştı.

Milisler devlete karşı

İran’ın silahlandırması ve eğitimiyle Yemen devletini alt üst eden Husi milislerin çabaladığı ve istediği şey, Yemen’de kontrol ettikleri ve askeri güçle yayılmak istedikleri diğer bölgeleri, toplum içinde kök salmış bir sisteme dönüştürerek, uyumlu bir dünya düzeninin kurulmasına karşı sürekli bir savaş toplumu haline getirmektir.

Husiler, sivil toplumu kontrol etmek için paralel kuruluşlar kurdu. Çocukları milis sistemine dahil etti.

Çekirdeği ‘savaşçı dağ kabilelerinin anavatanı sayılan’ kuzeydeki Saada vilayeti olan Husi savaş topluluğu, Sana’ya kadar pek çok kuzey vilayetine yayılmış durumda. Bu savaş toplumunun temeli, Husi dini ideolojik çağrısının toplumun dokusuna, ilişkilerine ve sivil kurumlarına aşılanmasıdır. Bu durum, onu geleneksel olarak kontrol etmek ve toplumu organize etmek için bir devletin gerekli olmadığı konusunda insanları aldatan bir kültür ve yaşam tarzını yayan organize milislerin hakim olduğu, politik olmayan (yani yarı totaliter) bir toplum haline getirmektir. Ayrıca bu toplumu, yetki devrine olanak tanıyan, farklılık ve çatışmaları çözen, iç savaşa dönüşmesini engelleyen bir anayasa ve yasalara dayalı hale dönüştürmektir.

tymt6y
Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale

Husi örgütü, Afgan Talibanı’na benzer şekilde 2014’ten bu yana kontrol ettiği bölgelerde, askeri milis sistemi ve doktrini ile örneklenen sosyal güvenlik kurumları kuruyor. Yargı ve diğer eski devlet kurum ve kuruluşları üzerindeki kontrolüne ek olarak Husiler, sivil toplumu kontrol etmek için paralel kurumlar da oluşturdu. Milis sistemine katılmaya uygun hale gelmeleri için çocukları askere aldılar. Daha sonra kadınlara yönelik Zeynebiyyat birimini oluşturdular. Bu birim, İran’daki ahlak polisine benzer şekilde kadınları denetleyen yarı güvenlik organıdır. Bir yıldan fazla bir süre önce Husi milisleri, kontrolleri altındaki Yemen vilayetlerindeki okulların eğitim müfredatında temel değişiklikler yaptı. Bu eğitim değişikliklerinin amacı, öğrencileri Husi hareketinin totaliter dini doktrinine uygun, nefret ve şiddeti körükleyen yeni bir kültür ve değerlerle yetiştirmektir. Bu durum, grubun lideri Abdulmelik el-Husi’nin kardeşi Yahya el-Husi tarafından denetleniyordu. Kendisi, milis projesinin hizmetinde, eğitim sektöründe uygulanması için öneriler ve programlar yayınlayan organ ve komiteler kurdu.

Husilerin ortaya çıkışı

Husi örgütü, 1992 yılında Zeydi mezhebinin en büyük toplantılarına ev sahipliği yapan Saada’da kurulan Şebabu’l Mümin (İmanlı Genç) Forumu’ndan doğdu. Bu, Şeyh Mukbil bin Hadi el-Vadii’nin Saada yakınlarındaki Dammac’da Selefi bir dini çağrı başlatmasının ardından doktrini koruma gerekçesi altında oldu. Husiler, 2014 yılında Sana’ya giderken Dammac’da Şeyh Yahya el-Hacuri başkanlığındaki Dar’ul Hadis’i yerle bir etti.

Daha önce ise Zeydi Gençlik Hareketi, mezhep halkının siyasi temsilcisi olarak Hak Partisi’ne dönüşmüş ve Hüseyin Bedreddin el-Husi (1960- 2004) parlamento seçimlerini kazanmıştı. Ancak daha sonra görevinden ayrıldı ve kendisini tarikat için dini savunuculuk okulları kurmaya adadı. Kendisi ve babası Bedreddin’in İran ve Lübnan’a seyahat etmesinden sonra Hüseyin el-Husi, Sudan’da şeriat bilimleri alanında diploma almadan önce İranlı mollalar ve Hizbullah şeyhleriyle temasa geçti.

Husi çağrısı, Zeydi toplumundan aşiretleri ve savaşçı kalabalığını kendine çekiyor ve savaş fanatizmini aşmak ve Yemen’i kontrol edip yönetmek istiyor.

Yemenli bir araştırmacı, Husi çağrısının Zeydi toplumundan kabileleri ve savaşçılardan oluşan bir kalabalığı kendine çektiğine dikkati çekti. Zeydi mezhebinde azınlık olmasına rağmen savaş fanatizmini aşıp, Yemen’i kontrol ederek yönetmek istiyor. Bu ise savaş fanatizminin yanı sıra, tıpkı Lübnan’daki Hizbullah gibi İran’ın malzeme ve parasına da bağlı.

Birlik devleti ve dağılması

Ancak Yemen toplumunda ve devletinde köklü tarihsel çatlaklar ve bunların dönüşümleri olmasaydı Husi hareketi askeri başarıya ulaşamazdı. Kuzey Zeydi İmamların tarihi, Aden’de İngiliz himayesi olan güneyin, özgürleşip Sovyetler Birliği’ne bağlı Marksist sosyalist sisteme sahip bir devlete dönüşmeden önceki tarihinden farklıdır. Bu, kuzeyin 1964’te cumhuriyet olduğu zamandı. Hem Kuzey hem de Güney Yemen’de iç savaşlar patlak verdi. Savaş, 1990’ların başında Ali Abdullah Salih başkanlığında güneyde zorlayıcı bir birliğin oluşmasına yol açtı. Daha sonra 1994’te kuzey ile güney arasında şiddetli bir savaş çıktı ve Salih’in 2011 yılına kadar süren zalim yönetimi devam etti.

O yıl Arap Baharı çerçevesinde Yemen gençliği, ülkelerindeki baskıcı rejime karşı devrim başlattı ve Salih’i devirmek için meydanlara çıktı. Ancak kendi aralarında husumet besleyen farklı Yemen güçleri ve grupları, husumetlerini ve düşmanlıklarını tatbik etmek için hızla değişim arenalarına atladılar:

-Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in iktidarı oğluna bırakmasını engellemek ve Husilere ve bağımsız, devrimci gençlik hareketine karşı düşmanlığını göstermek için ortaya çıkan Müslüman Kardeşler’in İslami Islah (Reform) Partisi ve onun Korgeneral Ali Muhsin el-Ahmet ile ittifakı.

-Salih rejimine, el-Ahmar’a ve Islah Partisi’ne karşı isyanlarıyla Husi hareketi.

-Kuzeyin baskıcı ve otoriter yönetiminden kurtulmak için ayaklanan ve taraftarları Aden’den Sana’ya yürüyen Güney Hareketi.

-Yemen’de toplumda ile devlette de güçlü kabilesel ve bölgesel bölünmeler ve husumetler mevcut.

-Orduda, devlet kurumlarında, aşiret yapılarında güçlü kalmayı sürdüren ve otoritesini yeniden kazanmak için fırsatlar arayan, cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmış Ali Abdullah Salih.

-Salih, Husi hareketine karşı 6 askeri harekat başlattıktan sonra (2004- 2009) örgütle ittifak kurdu. Ulusal diyalogun sonuçlarına karşı yapılan darbe sonrasında milislerin Saada’dan Sana’ya ilerlemesi sağlandı. Salih, bunu iktidara dönmek için kullandığı düşüncesiyle uzlaşı sağladı. Ama 2017 yılında onu kullanıp öldüren Husilerdi.

Böylece Yemen devleti parçalandı ve bu parçalanmanın yarattığı boşluğu İran’ın desteğiyle Husi hareketi ve milisler doldurdu.

Arap Baharı çerçevesinde Yemen gençliği, ülkelerindeki baskıcı rejime karşı devrimini başlattı ve onu devirmek için meydanlara çıktı.

Meşru hükümetin çoklu güçleri

Husiler ve ardındaki İran, Yemen’de devletin yeniden inşasını ve ayağa kalkmasını engelleyen ilk ve temel etkeni oluşturuyor. Ancak güneyde Aden’i geçici başkent olarak kabul eden Yemen hükümetinin temsil ettiği, Husi projesine karşı çıkan ve direnen güçler, meşru hükümetin şemsiyesi altında toplanmalarına ve Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu’nun onu destekleme ve birleştirme çalışmalarına rağmen pratikte ve sahada birleşmiş değil.

Yemenli bir araştırmacı, Husi karşıtı güçlerin ve unsurların, birden fazla bağlılığa, hedefe ve kabilesel ve bölgesel bağlılığa sahip liderler tarafından yönetildiğini belirtti. Bu durum, Husi milisleri ile çatışmaları olumsuz yönde etkiliyor.

Araştırmacı, Taiz şehri ve valiliğini buna örnek olarak gösteriyor. Taiz şehrinin ortasında askeri temas hattı bulunuyor ve bu hattın bir kısmı Husi milislerin kontrolünde. Şehrin diğer kısmı ise çok sayıda milis ve askeri güç tarafından kontrol ediliyor. Bunlar arasında Müslüman Kardeşler’e bağlı Islah Partisi milislerinin yanı sıra, Selefilerle Yemen milliyetçilerinin karışımından oluşan Ebu Abbas Tugayları da var. Bu durum, yani Husiler ile karşı karşıya gelen ve onlara direnen güç ve milislerin çokluğu, bazı kısımları Husi milislerinin varlık ve kontrolüne sahip olduğu Marib ve Hudeyde’yi de kapsıyor.

Kuruluşu 1994’te kuzey ile güney arasındaki zorunlu birleşme savaşının sonrasına dayanan birleşik Yemen ordusu, Husilerin 2014’te Sana’ya ilerlemesi ve işgali sırasında bölünmüştü. 2015 yılında Yemen hükümetinin meşru hükümete bağlı ulusal ordusu, Yemen’de Arap Koalisyonu operasyonlarının başlamasının ertesi günü yeniden kuruldu. Husiler ile karşı karşıya gelen ve karşı karşıya gelmeye devam eden Halk Direnişi güçleri de bu orduya entegre edildi. Ali Abdullah Salih’in yeğeni Tarık Salih’in komutasındaki kuvvetler ise 2017 yılında Husilerin amcasını öldürmesinin ardından bu orduya dahil oldu. Kuvvetleri, Hudeyde’nin bir bölümünde ve bir havaalanı kurduğu Muha şehrinde konuşlanmış durumda. Tarık Salih, her biri Reşad el-Alimi’nin başkan yardımcısı olarak kabul edilen 7 üyeden oluşan Başkanlık Konseyi’nin başkan yardımcılığı görevini yürütüyor.

Kabilesel ve bölgesel bağlılıklar, Yemen toplumunda ve devletinde eski ve köklü bir varlığa sahip. Husilerin Yemen’in meşruiyetine karşı darbesi, ona karşı savaş açılması ve Sana’nın işgal edilmesi, bağlılıkların ve bölünmelerin şiddetlenmesine yol açtı. Eğer Yemen aşiretleri sadakat açısından Husiler ile hükümetin meşru güçleri arasında bölünmüşse, o zaman Husilerle karşı karşıya olan güçler de kabilesel ve bölgesel olmak üzere çeşitli direktiflere ve bağlılıklara tabi olacaktır. Örneğin Al-Mashhad Al-Yemen internet sitesinin 27 Aralık 2023 tarihli haberine göre Tihami Hareketi ve Tihami Direnişi’nin lideri Fransa’nın Yemen Büyükelçisi ile görüşmüş, Tihami halkına uygulanan baskıdan ve adalete, özgürlüğe ve insana yakışır bir yaşama ulaşmak için işlerini kendi başlarına yönetme haklarından bahsetmişti.

Kaleler

Fransız araştırmacı ve Yemen meseleleri uzmanı Franck Marmier, bugün meşru, uluslararası alanda tanınan bir hükümet ile birleşik bir Yemen devletinin kurulmasına karşı çıkan Husi milislerinin otoritesi arasında bölünmüş olan Yemen’in çok karmaşık ayrışmalardan mustarip olduğuna dikkati çekti. Ona göre devleti ve toplumu parçalayan Husi darbesi ve savaşı sonrasında ortaya çıkan pek çok kale mevcut. Husi milisleri, Hudeyde’den Kızıldeniz’deki limanına kadar Yemen nüfusunun dörtte üçünü acımasız askeri kontrolle elinde tutuyor. Güneye ve geniş alana sahip ama Yemen’in 27 milyonluk toplam nüfusunun sadece 7 milyonu burada yaşıyor. Orta bölgedeki Taiz ise Müslüman Kardeşler’e bağlı İslami Islah Partisi’nin merkezi konumunda. Ancak burası, kuşatılmış ve yıkılmış bir şehir. Yeni bir parti kuran Ali Abdullah Salih’in yeğeni, Muha şehrinde ve limanında konuşlandı.

Birleşik Yemen ordusu, Husilerin 2014 yılında Sana’ya ilerleyip burayı işgal etmesi sırasında bölündü.

Güneyde ise özel bir kimliğe sahip olan ve çevresinden bağımsızlık mücadelesi veren, Güney Geçiş Konseyi savaşçılarını Yafa ve ed-Dali’den Aden’e pompalayan Hadramut bulunuyor. Hadramut sınırında yer alan, kuzeyde bir valilik olan Marib var. Yemen’in zenginliği petrol ve gazda olduğu için Marib, hâlâ Husilere karşı şiddetli bir şekilde direniyor. Daha önce 50 bin olan nüfusu, Sana ve diğer çevre illerden gelen mülteci akını nedeniyle bugün 1 milyon kişiye ulaştı. Etkili aşiret şeyhlerinden biri olan Sultan Arada, bir aşiret milis gücü oluşturmayı ve meşru ordunun yanı sıra diğer aşiretleri de Husilere karşı çok taraflı bir cephede seferber etmeyi başardı.

Yemen’deki devleti yeniden kurmaya ve birleştirmeye başladığımızda bu çatlaklar, kaleler ve hisarlar ortadan kaybolabilir. Ancak Husi isyancıları ve Yemen’i içeriden yönetmek ve işgal etmek amacıyla oluşturdukları savaş toplumu, bu zorlu ve uzun yolun önündeki en büyük engeldir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
TT

Filistin için son şans: Bir devlet mi yoksa fraksiyonlar devletçiği mi

Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)
Dünya, enkazdan yükselecek birleşik bir Filistin projesini bekliyor (Reuters)

Tony Boulos

Hamas'ın Gazze Şeridi sınırında gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısının ardından Gazze Şeridi'nde yaşanan yıkıcı savaşın üzerinden geçen yaklaşık iki yılın akabinde, Filistin davası yalnızca askeri harekâtla veya direniş sloganlarıyla sonuçlandırılamayacak kritik bir siyasi aşamaya giriyor. Savaş artık yalnızca İsrail ile değil, zamanla, özle ve bütünlüğünü yitirmiş Filistin siyasi sisteminin meşruiyetiyle bir savaşa dönüştü. Sadece dayanışma için değil, aynı zamanda yalnızca Filistin'in iç yapısının yeniden yapılandırılması ile başlayacak kapsamlı bir çözüm üretmek için de gerçek bir Arap-uluslararası mutabakat arayışı acil hale geldi. İç yapının yapılandırması ise Hamas'ın paralel bir silahlı güç olarak sahneden çekilmesinden ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin  karar alma gücünü, meşruiyetini ve Arap desteğini yeniden kazanmasından geçiyor.

Bu, Lübnan'ın yaşadığına benzer büyük bir sınav anı. Lübnan’da da Hizbullah'ın askeri ve mali sistemi dağıtılmadan, devlet karar alma yetkisini geri kazanmadan ülkede çözüm haritasını uygulamaya koymanın bir yolu yok. Devlet dışı silahın gölgesinde ulusal bir projenin inşa edilemediği Lübnan'da olduğu gibi, Filistin'de de coğrafyayı ve meşruiyeti paylaşan fraksiyonların veya paralel otoritelerin şemsiyesi altında bir devlet kurulamaz. Filistin değişti, dünyanın Filistin algısı değişti, güç dengesi değişti. Peki liderlik araçları değişti mi? Filistinlilerin gelecek vizyonu değişti mi? Fetih ve Hamas, otorite ve direniş, iç çatışma ve dış bağımlılık gibi eski ikiliklerin esiri olmaya devam mı ediyorlar? Bir sonraki aşama, açıkça, sadece bir direniş aşaması değil. Bu, bir anavatanın yeniden inşası, bir halkın direnişinin desteklenmesi ve yıkımın yıkıntılarından bir devlet çıkarma aşamasıdır. Bu aşama, sloganlardan ve daha derin bir söylemden daha fazlasını gerektiriyor.

Silahlar susar, ama savaş bitmez

Burada Lübnan'ın iç savaş sonrası deneyimini hatırlamak faydalı olacaktır. Savaş, yalnızca Taif Anlaşması'nın imzalanması değil, daha ziyade Arap ve uluslararası çıkarların kesişmesi sonucu sona erdi. Buna bir de daha sonra ortaya çıkan çekincelerine rağmen, o anı ulusal bir projeye nasıl dönüştüreceklerini bilen Lübnanlı figürlerin varlığı eşlik etmişti. Tıpkı Lübnan'ın savaş sonrası döneme liderlik etmesi için Refik Hariri'ye ihtiyaç duyması gibi, Filistin'in de bugün sadece kırılgan bir idari yapı değil, gerçek bir Filistin devleti kurabilecek bir figüre -veya gruba- ihtiyacı var.

Yıllar sonra ilk kez, dünya Filistin devletinin fiilen tanınması yönünde ilerlemeye başladı. İspanya, Norveç, İrlanda, Slovenya ve Güney Afrika Filistin devletini tanıdı. Fransa ve diğer ülkeler de resmi olarak tanımayı düşünüyorlar. Sahne değişiyor. Haritalar yeniden çiziliyor. Gazze'ye yönelik savaş, tüm vahşetine rağmen, Filistin'i bir kez daha uluslararası kararların merkezine yerleştirdi. Fakat şimdiki temel soru şu: Biz buna hazır mıyız? Filistinliler, bu tarihi anı değerlendirebilecek ve siyasi tanınmayı sürdürülebilir bir devletin altyapısına dönüştürebilecek bir liderliğe sahip mi? Sadece söz ve pozisyonlara değil, aynı zamanda reel ekonomiye, istihdam yaratmaya, hukukun üstünlüğüne ve devlet kurumlarına dayalı bir devlet kurabilecek bir liderlik var mı?

İnsanlar değişti

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  Filistin sokağı artık eskisi gibi değil. Gazze'de yaşananlardan ve yıllarca süren bölünme ve iç çatışmalardan sonra sloganlar artık yeterli değil. Bugün insanlar, yıkılanları yeniden inşa edebilecek, onurlu bir yaşam için gerçek fırsatlar yaratabilecek ve bölünmeyi derinleştirmek yerine Filistin halkının birliğini koruyabilecek bir liderlik talep ediyor. Filistinliler, Fetih ve Hamas arasındaki çekişmeden, dar görüşlü hesaplardan ve kendilerine somut hiçbir şey sunmayan, onları tüketen söylemlerden bıktı. Bugün istedikleri, örgüt değil devlet odaklı düşünen, halkı sürekli bir savaşın yakıtı olarak değil, meşruiyet kaynağı olarak gören bir liderlik.

Filistinli bir Hariri

Bazıları, Filistin'in savaştan sonra Lübnan'ın yeniden inşasına öncülük eden ve Beyrut'u yeniden inşa etmek için uluslararası destek toplayan, Arap-uluslararası mutabakatlar elde etmeyi başaran iş adamı Refik Hariri modeline ihtiyacı olduğunu söyleyebilir. Ancak Filistin gerçekliği, Lübnan gerçekliğinden daha karmaşık ve bugün ihtiyaç duyduğu şey, özel bir ulusal kimliğe sahip bir Filistinli Hariri’dir. Bu Hariri, cesur ve dürüst olmalı, direnişi güçlendirerek, binlerce iş fırsatı yaratan geniş bir ekonomik çıkar ağı oluşturarak ve topraklarındaki Filistin varlığını güçlendirerek, Filistin halkına yatırım yapmanın, gerçek kurtuluşun temeli olduğuna inanmalıdır. Filistin'in, gerçekçi bir ulusal ekonomik plan geliştirebilecek, onurun yalnızca dış destekten değil, aynı zamanda üretken ve istikrarlı bir iç ekonomi inşa etmekten de geçtiğini anlayan bir figüre veya gruba ihtiyacı var. Bu liderliğin gerçek kalkınma projeleri başlatabilecek, yatırımı, girişimciliği ve inovasyonu teşvik eden, Filistin toplumunu edilgen bir direniş zihniyetinden kurtarıp, ona üretim, açılım ve sorumluluk zihniyeti kazandıran modern bir yasal yapı kurabilecek kapasitede olması hayati önem taşımaktadır.

Filistinli ellerle yeniden inşa

Bugün Filistin tarihinde nadir görülen bir anla karşı karşıyayız. Dünya artık duyuyor ve Filistin devletinin uluslararası alanda tanınmasının yankısı her geçen gün artıyor. Gazze, uğradığı yıkıma rağmen dünyayı uyandırdı, uluslararası vicdanı harekete geçirdi ve adaletsizliği küresel tartışmaların ön saflarına taşıdı. Filistin halkı, yaralarına ve bölünmelerine rağmen, kökten farklı olması koşuluyla yeni bir liderlik etrafında kenetlenmeye hazır. Dünya, Filistin halkından sahip olduğu beceriler, yetenekler ve deneyimlerle yıkılanları kendi eliyle yeniden inşa etmesini bekliyor ve o da bunu yapabilir. Bu sayede Filistinliler, yeniden inşayla başlayacak ama daha iyi bir gelecek planlamakla sona ermeyecek bir ekonomik döngüye dahil olabilirler. Bu, diğer pek çok fırsat gibi, asla kaçmaması gereken değerli bir fırsat. O halde bölünmenin sınırları içinde kalıp daha fazla klişe girişimler mi bekleyeceğiz, yoksa gerçekten o “yeni Filistinli Hariri”yi mi aramaya başlayacağız? O, egemenliğinden yoksun bırakılmış bir devlet, yüzeysel bir temsil arayışında olmayan, bunun yerine aygıtlar için değil insanlar için, geçmiş için değil gelecek için, bağımlılık için değil onur için gerçek bir devlet kurmayı hedefleyen biridir.