İç savaş Sudan'da insan hakları ve özgürlükleri yok ediyor

Her iki taraf da adalet ve hukuk mekanizmalarının yokluğunun hissedildiği bir dönemde, hukuk dışı kısıtlamalar, aramalar ve tutuklamalar uyguluyor.

Milli Ümmet Partisi, askeri istihbaratın partinin bazı kadroları da dahil olmak üzere çok sayıda sivile karşı yürüttüğü tutuklamaları kınadı. (AFP)
Milli Ümmet Partisi, askeri istihbaratın partinin bazı kadroları da dahil olmak üzere çok sayıda sivile karşı yürüttüğü tutuklamaları kınadı. (AFP)
TT

İç savaş Sudan'da insan hakları ve özgürlükleri yok ediyor

Milli Ümmet Partisi, askeri istihbaratın partinin bazı kadroları da dahil olmak üzere çok sayıda sivile karşı yürüttüğü tutuklamaları kınadı. (AFP)
Milli Ümmet Partisi, askeri istihbaratın partinin bazı kadroları da dahil olmak üzere çok sayıda sivile karşı yürüttüğü tutuklamaları kınadı. (AFP)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında 10 ayı aşkın süredir devam eden iç savaş, sadece kötüleşen bir insani trajedi, dünyadaki en büyük iç-dış göç ve benzeri görülmemiş bir altyapı tahribatı yaratmakla kalmadı. Aynı zamanda askeri unsur ve çatışmanın etkisi tüm bunların ötesine geçerek hak ve özgürlüklere gölge düşürdü.

Sudan'da insan haklarının kötüye gitmesi birçok tarafın, sivil örgütün ve hukukçunun memnuniyetsizliğini ve öfkesini uyandırdı. Özellikle de bu uzun süreli savaşın henüz duracağına dair hiçbir umut ışığı olmaması söz konusu öfkeyi artırdı.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, resmi olarak ilan edilen ve ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü hâl sırasında bazı hakların kısıtlanmasına izin vermiş olsa da bu durumda haklara getirilecek herhangi bir kısıtlamanın istisnai ve geçici olması ve durumun gereklerine göre mümkün olan en dar kapsamda olması gerektiğine inanılıyor.

Bununla birlikte Sözleşme’ye göre yaşam hakkı, işkence ve her türlü kötü muameleden korunma hakkı gibi saygı gösterilmesi gereken bazı temel haklar bulunuyor. Sözleşme ayrıca, yargısal denetim dışında alıkonulmayı da yasaklıyor. Öyle ki adil yargılanma hakkı, olağanüstü hallerde bile her zaman geçerliliğini koruyor.

Mevcut iç savaşın ilk gün ve haftalarından bu yana, çatışmanın her iki tarafındaki güvenlik güçleri konuşlanmalarını arttırdı. Güvenlik güçleri kontrolleri altındaki bölgelerde teftişlerini önemli ölçüde sıkılaştırdı. İhtiyaçlarını karşılamak ya da seyahat etmek için hareket ederken kontrol noktalarında durdurulup aranan herkes, o yeri kontrol eden kişiye göre, sanki ordu ya da HDK ile bağlantısı varmış yahut onlarla iş birliği yapıyormuş gibi görünüyordu.

Savaşın ilk aylarında güvenlik makamlarının, HDK’yi desteklediğinden şüphelenilen kişilere karşı yoğun operasyonları devam etti. Çatışmanın her iki tarafı, kendi askeri istihbarat servisleri aracılığıyla aktivistlere ve siyasetçilere karşı, diğer tarafla iş birliği bahanesiyle geniş çaplı tutuklama operasyonları düzenledi.

İnsan hakları ve güvenlik yok ediliyor

Gözlemciler ve hukuk organları, savaşın her iki tarafının da benzer araçlar, gerekçeler ve farklı saikler kullanarak kamu özgürlüklerini ve haklarını ciddi şekilde ihlal ettiğine inanıyor. Her iki taraf da yargı, savcılık ve polis gibi adalet ve hukuk mekanizmalarının yokluğunun hissedildiği bir dönemde, özellikle de savaş bölgelerinde ve sıcak çatışma alanlarında hukuk dışı kısıtlamalar, aramalar ve tutuklamalar uyguluyor.

Ülkenin merkezindeki en büyük şehir ve El Cezire eyaletinin başkenti olan Vad Medeni’nin ani ve şok edici düşüşünün ardından tutuklama operasyonları geniş çapta arttı. Eyalet hükümetleri art arda hizmet ve değişim komiteleri ile direniş komitelerini feshederek faaliyetlerini yasakladı. Bazı eyalet yönetimleri, Nisan 2019'da devrik Devlet Başkanı Ömer el-Beşir rejimini devirenleri hedef aldığı düşünülen bir adımla Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) üyelerinin sınır dışı edilmesine karar verdi.

Operasyonlar özellikle ülkenin doğu, merkez, güney ve batısındaki çeşitli eyaletlerdeki direniş ve acil durum komiteleri üyelerini aynı şekilde ve aynı nedenlerle hedef aldı. Bunun hemen ardından tüm eyalet hükümetleri, ÖDBG'ye bağlı oldukları için hizmet ve değişim komitelerini feshetti. Hatta bazıları savaşın Aralık Devrimi ile ilgili her şeye, savaşı durdurma ve sivil demokratik bir dönüşüm çağrısı yapan herkese karşı döndüğünü savunarak ‘savaşa hayır’ çağrısı yaptı.

Genişletilmiş operasyon

Aynı bağlamda insan hakları avukatı el-Muiz Hadra, artan yargısız tutuklamaların kamu özgürlüklerine karşı yaygın bir operasyon olduğunu açıkladı. Bu operasyon savaştan sonra başlamadı, aksine parti kadrolarının, ÖDBG’nin ve aktivistlerin çoğunun tutuklanmasını başlatan Abdulfettah el-Burhan’ın 25 Ekim 2021'deki darbesinden bu yana daha da arttı. Ardından, sindirmek ve yıldırmak için bu kişilerin haklarında uydurma raporlar yazıldı.

Savaş sonrasına gelince Hadra’ya göre ordu ve askeri istihbarat kisvesi altında gizlenen, eski rejimin kalıntıları tarafından temsil edilen yeni bir aktörün olduğu açıkça görülüyor. Bunlar, savaşın sona ermesini talep eden aktivistleri ve ‘savaşa hayır’ diyen herkesi tutukluyor.

İnsan hakları avukatları, özgürlüklere getirilen kısıtlamaların tüm yasaların açık bir ihlali anlamına geldiğine inanıyor. Ülke tarihinin bu döneminde hukukun neredeyse tamamen yok olduğu bir zamanda, yasaların uygulanıp uygulanmadığından bahsetmek bile mümkün değil. Çünkü önceki rejimin kalıntıları devletin tüm mekanizmalarını kontrol ediyor.

Siyasi partiler etkisiz hale geldi

Hadra, özgürlükleri kısıtlama operasyonunda en son uygulanan şeyin, siyasi partilerin ihraç edilmesine dayanan yeni bir yaklaşım olduğuna dikkat çekti. Buna göre eyaletlerin en üst düzey yetkililerinin açık kararları ve ilan edilen açıklamalarıyla savaşa karşı olanlar ordunun kontrolündeki bölgelerden ihraç edildi.

Hadra şu ifadeleri kullandı: “Ne yazık ki, tüm bu önlemler yasal ihlal teşkil ediyor. Nefret söylemi yayıyor. Toplumsal bölünme tohumları ekiyor ve ülkenin parçalanmasının önünü açıyor. Nil Nehri üzerinde bazı valilerin yaptıkları gibi Sudan halkına karşı açık bir şekilde yasal ihlaller işleyen devlet aygıtından geriye kalanların başında onların ta kendilerinin olduğunu teyit ediyor. Nasıl olur da parti üyelerinden ülkeden ayrılmaları talep edilebilir?”

Hadra, valiye bir vatandaşı siyasi eğilimi veya rengi nedeniyle eyaletinden sınır dışı etme hakkı veren herhangi bir yasal gerekçe olduğunu düşünmüyor. Sınır dışı edilmenin sadece yargı yoluyla gerçekleştirilmesi gereken yasal bir ceza olduğunu düşünen Hadra, belirli koşullar, nihai ve etkili bir yargı kararı mevcut olduktan sonra bir kişinin sınır dışı edilebileceğini savunuyor. Şu anda yaşananları, eski rejimin kalıntıları tarafından ordu, istihbarat ve valilerin koruması altında gerçekleştirilen gerçek birer saçmalık olarak nitelendiren Hadra, tüm bunların kabul edilemez yasal ihlaller olduğunu dile getirdi.

Lüks ve refah

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre aktivist ve insan hakları araştırmacısı Abdulmunim er-Reşid, tüm eyaletlerde ilan edilen olağanüstü hallerle birlikte her türlü kamusal ve özel özgürlüklerin ortadan kalkmasının ardından, bu savaş sırasında özgürlüklerin ve hakların bir tür lüks haline geldiğine inanıyor. Valilerin güvenlik koşullarıyla ilgili elektronik yayınları yasaklayan bir dizi kararına ek olarak yaşam ve hareket hakkı bile ortadan kalktı ve neredeyse bitmek bilmeyen ihlallerin ışığında kısıtlamalar norm haline geldi.

Reşid, devlet otoritesinin daralması ve temel anayasal kurumların yokluğunun, hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik garantilerin bulunmadığı anlamına geldiğini söyledi. Er-Reşid, ordu istihbaratının devam eden tutuklama kampanyasının esas olarak sosyal ve insani çalışmalarda ve acil servislerde aktif olan gençleri, HDK ile iş birliği veya bağlantı şüphesiyle hedef aldığını belirtti.

Sivillere karşı

Bununla bağlantılı olarak Sudan İnsan Hakları Gözlemevi tarafından hazırlanan bir rapor, mevcut savaşın öncelikle her iki tarafça da sivillere yönelik hale geldiğini gösterdi. Askeri operasyonların devam etmesi sonucu savaşın coğrafi alanı genişledikçe insan hakları koşullarındaki bozulma felaket boyutuna ulaştı.

Raporda, Gözlemevi'nin çeşitli eyaletlerde askeri istihbarat tarafından yürütülen tutuklama kampanyalarını izleyerek, ordunun kontrol ettiği bölgelerde sivil insan hakları savunucularının yanı sıra siyasi aktivistler ve direniş komitesi üyelerinin sistematik olarak hedef alındığını doğruladığı belirtildi.

Mahkumiyetler ve iddialar

Bu gelişmeler ışığında ÖDBG, hem orduya hem de HDK’ye, savaşta yer almayan sivil tutukluları derhal serbest bırakma ve insan haklarına ve kamusal özgürlüklere saygı gösterme yönünde beyan ettikleri taahhütlere uyma çağrısında bulundu.

Milli Ümmet Partisi ise kendi kadrosu, cami imamları ve sosyal aktivistlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda sivile karşı askeri istihbarat tarafından yürütülen tutuklama kampanyasını kınadı.

Parti yaptığı açıklamada, eyaletlerdeki ordu istihbaratının, savaşın sona ermesi çağrısında bulunan çok sayıda aktivisti, siyasi kadroyu, acil durum komitesini, gazeteciyi ve cami imamını tutuklayarak sivillere yönelik ihlallerini sürdürdüğünü söyledi.

Parti tarafından yapılan açıklamada, eyaletlerdeki askeri istihbaratın, eski rejimin kalıntıları tarafından siyasi rekabetleri çözmek ve insanları kimlik temelinde tutuklamak için bir araç haline geldiği iddia edildi. Açıklamanın devamında “İnsan hakları kuruluşlarına bu ihlalleri ve savaşı reddeden sivillere yönelik şiddetli saldırıyı kınama çağrısında bulunuyoruz” ifadesi yer aldı.

Gazetecilerin hedef alınması

Buna karşılık Sudan Gazeteciler Sendikası, gazetecilerin ve medya profesyonellerinin keyfi tutuklanmasını, gözaltına alınmasını ve çatışmanın her iki tarafınca kontrol noktalarında taciz edilmesini kınadı.

Sendika tarafından yapılan açıklamada, ordu güçleri tarafından kontrol noktalarında gazetecilere uygulanan düşmanca eylemler kınandı. Sudanlı gazetecilerin savaşın başlangıcından bu yana yaşadığı kötü koşullara işaret edilerek, insan haklarının korunması ve sivillerin tehlikeye maruz kalmaması gerektiği hatırlatıldı.

Sendika, kadın ve erkek gazetecilere yöneltilen veya onları tehdit eden, korkutan suçlamaları kategorik olarak reddettiğini belirterek, son derece karmaşık koşullar altında mesleki görevlerini yerine getiren gazetecilere her türlü korumanın sağlanmasını talep etti.

Uluslararası kınama

Birleşmiş Milletler (BM) Sudan İnsan Hakları Uzmanı Rıdvan Nuveysır, silahlı çatışmanın devam etmesi, coğrafi olarak genişlemesi ve onuncu ayına girmesi nedeniyle ülkede kötüleşen insan hakları durumunu kınadı. İnsan hakları ve uluslararası insancıl hukuk ihlallerinin hız kesmeden devam ettiğini belirten Nuveysır, insanların çektiği acılara ilişkin korkunç raporlara ve tanıklıklara atıfta bulundu.

Ordu ile HDK arasındaki şiddetli çatışmalar, Nisan ayı ortasında patlak vermesinden bu yana, Sudan'ın başkentinde ve Darfur ve El Cezire eyaletleri başta olmak üzere diğer birçok eyalette halen sürüyor.

Kanlı çatışmalar 13 binden fazla insanın hayatına mal oldu. Savaş altyapıyı yok etti ve ülkeyi Sudan nüfusunun yarısından fazlasını tehdit eden bir kıtlığın eşiğine getirdi. Ayrıca, Mısır, Çad, Orta Afrika, Güney Sudan ve Etiyopya gibi komşu ülkelere mülteci olarak kaçan en az 1,4 milyon kişi de dahil olmak üzere 7,4 milyondan fazla insan yerinden edildi.



Trump gelmeden önce

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
TT

Trump gelmeden önce

ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)
ABD Başkanı seçilen Donald Trump (AP)

Husam İtani

ABD'de seçilmiş Başkan Donald Trump'ın birkaç gün içinde görevi devralması, Çin'den Avrupa ve Ortadoğu'ya kadar tüm dünyayı, ekonomi, güvenlik, kalkınma, bizzat Batı'nın kendi içi ile Batı ve BRICS ülkeleri ve diğer küresel siyasi bloklar arasındaki uluslararası ilişkiler alanlarını etkileyecek tarihi bir değişim olarak sunuluyor.

Dünyanın en güçlü ülkesinin başkanı bile olsa, bir başkanın yemin töreni, dört yılda bir gerçekleşen diğer törenlerden farklı olacak kadar nasıl bu kadar önemli hale geldi? Peki, dünya nasıl “düşman kapıda” durumuna geldi?

Yahut dünya nasıl Trump’ın iktidara gelmesinden sonra, birbirinden bu kadar uzak bölgelerde büyük değişimlerin yaşanacağını bekler hale geldi? “Trump öncesi” ve “Trump sonrası” aşamalar arasında nasıl bir çizgi çizildi?

ABD Dışişleri Bakanlığı Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Barbara Leaf ve ABD'nin Lübnan Özel Temsilcisi Amos Hochstein, bölgemizde patronları Anthony Blinken'ın ritmine göre hareket ediyor gibi görünüyorlar. Birincisi, Washington ile Şam'daki yeni yönetim arasındaki ilişkilerin temellerini atmak için çalışıyor, Amos ise İsrail'in Lübnan'a yönelik son savaşının ardından ortamı hazırlamak için çalışıyor.

Trump'ın, Gazze'deki İsrailli rehineler serbest bırakılmazsa cehennemin kapılarını açacağı yönündeki tehditlerinin birçok çevrede ciddiye alındığı bir sır değil. Trump'ın Beyaz Saray'a yerleşmesinin ardından, kararlarını kestirememe ve çok değişken ruh hali ile Lübnan, İran, Irak ve Yemen'de gerçeğe dönüşmesi beklenen formülasyon budur.

Ortadoğu ve Üçüncü Dünya ülkeleri olarak bizi ilgilendiren husus, ABD'nin tüm Batı'yı peşinden sürükleyen, kendi algılarını ve düşüncelerini ona yansıtan bir lokomotif olmasıdır. Her şeyde bir dönüşüm başladı ve ülkelerimiz de bundan muaf olmayacaktır.

Beklenen değişimin boyutu, örneğin Irak'ta İran’a sadık kesimlerin Gazze'ye destek verme yönünde tutumlarındaki büyük değişimde görülebilir.  İran'a bağlı Iraklı silahlı gruplarının İsrail'e yönelik insansız hava araçları ve füzelerle düzenlediği saldırılar sihirli bir şekilde durdu. Zira Tahran, İsrail'in Irak'a saldırma ve dolayısıyla İran nükleer programı tesislerini bombalama tehditlerinin, “Trump gelirse” gerçekleşeceğini ve söz konusu saldırıların durmayacağını anladı.

Yemen ise ayrı bir konu, çünkü İran, Yemen'in yıkımına ve yeni bir Gazze'ye dönüşmesine tahammül edebilir, zira Sana, zenginlikleri ve serveti İran Devrim Muhafızlarının maceralarının finansmanı için tüketilen Irak'ın aksine, Muhafızlar için önemli bir finansman kaynağı teşkil etmiyor. Yemen, Gazze ve Lübnan'da yaşananlara benzer şekilde İsrail'in gücünü sergileyeceği yeni bir arena olabilir. Lübnan ise İran stratejisinde henüz tüm değerini yitirmemiş olduğundan, İran’ın İsrail’in kuzey sınırlarındaki kazanımlarını koruma çabaları gölgesinde hâlâ aşırı tehlike altında.

Ancak bu tablo, Trump'ın talepleri karşılanmadığı takdirde, kapılarını açmakla tehdit ettiği cehennem ile sınırlı değil. Mesele bundan daha derin ve endüstri (ve endüstri sonrası) dönemde dünyaya öncülük eden Amerikan toplumunun kalbinde, ister kültür, ister değerler, isterse toplumsal pratikler açısından olsun, gerçekleşen muazzam değişimlere kadar uzanıyor.

Amerikalı Cumhuriyetçilerin -Trumpçı versiyonlarıyla- geçen kasım seçimlerinde ezici bir çoğunluk elde etmeleri, dört yıl sonra yeni seçimler bağlamında tersine çevrilebilecek bir siyasi olay olarak görülmemelidir. Aksine bu, Trump'ın ilk kez seçildiği 2016'da Amerikalı kitlelerin söylediklerine bağlı kaldığının teyidi ve onayıdır. Ortadoğu ve Üçüncü Dünya ülkeleri olarak bizi ilgilendiren, ABD'nin tüm Batı'yı peşinden sürükleyen, kendi algı ve düşüncelerini ona yansıtan bir lokomotif olmasıdır. Her şeyde bir dönüşüm başladı ve ülkelerimiz de bundan muaf olmayacaktır.

Her ne kadar Berlin, Musk'ın Almanya'daki aşırı sağa verdiği tam desteğin değerini hafife almış olsa da bu atmosfer, gece gündüz geleneksel medya ile dalga geçen Musk’ın kitlesi üzerinde büyük etkiler bırakmadan geçip gitmeyecektir

Amerika Birleşik Devletleri'nin “eş başkanı” olarak nitelendirilen milyarder Elon Musk'ın İngiltere ve Almanya hakkında yaptığı açıklamalar ve her iki ülke siyasetçilerinin yalan olduğunu söylediği şeylerin propagandasını yapması önemsiz değil. Her ne kadar Berlin, Musk'ın Almanya'daki aşırı sağa tam desteğini ortaya koyan açıklamalarının değerini hafife almış olsa da bu atmosfer, iktidar elitlerine verdikleri destek nedeniyle gece gündüz geleneksel medya ile dalga geçen Musk’ın kitlesi üzerinde büyük etkiler bırakmadan, aynı bağlamda, söz konusu geleneksel medya araçlarının güvenilirliğini ve bağımsızlığını zayıflatmadan geçip gitmeyecektir.

Medya ve siyasi kurumlar tarafından yayınlanan her şeye yönelik bu şüphecilik ortamı, komplo teorilerini öne çıkaran, yanılsamaları ve mitleri yerleşik gerçekler gibi yaymaya dayanan “alternatif gerçeklere” bile inanmayı reddederek, umutsuz bir sona varmaktan geri kalmayacaktır. Yalanları çürütmek, gerçeği yaymak için çalışanlarla, ilk mesleklerinin aleyhine döndükten sonra yalan yaymak isteyenlerin ortak görevi olacaktır.

Her ne olursa olsun dünya ve bölgemiz gerçeği tanımanın, doğruyu yalandan ayırmanın kolay olmayacağı fırtınalı yıllara sahne olacaktır. Bu yıllarda davalarımızın sağlam temelleri olduğunu düşündüğümüz hususlara birkaç kez bakmamız, onlardan şüphe duymamız ve onları yeniden formüle etmemiz gerekecektir.

* Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.