İsrail'in normalleşmeye olan coşkulu yaklaşımı Filistinlilerle çözüme ilişkin daha büyük bölünmeleri ve yanılsamaları gizledi

İsrail barış sürecine geri dönmenin bir yolunu bulmayı istiyor mu?

Beyaz Saray'da yapılan İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imza töreni, Washington, 15 Eylül 2020 (AFP)
Beyaz Saray'da yapılan İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imza töreni, Washington, 15 Eylül 2020 (AFP)
TT

İsrail'in normalleşmeye olan coşkulu yaklaşımı Filistinlilerle çözüme ilişkin daha büyük bölünmeleri ve yanılsamaları gizledi

Beyaz Saray'da yapılan İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imza töreni, Washington, 15 Eylül 2020 (AFP)
Beyaz Saray'da yapılan İbrahim (Abraham) Anlaşmaları imza töreni, Washington, 15 Eylül 2020 (AFP)

Michael Horowitz

İsrail’de yapılan anketlerin, halkın büyük çoğunluğunun herhangi bir siyasi programı ya da hareketi desteklediğini göstermesi nadir bir durum olsa da Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) İsrail ile normalleştirmeye yönelik daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir adım atmasından sadece birkaç hafta önce yapılan anketler normalleşme fikrini destekleyen İsraillilerin oranının yüzde 80 gibi emsalsiz bir seviyeye yükseldiğini ortaya koymuştu.

İbrahim Anlaşmaları, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarından Batı Şeria’yı ilhak etmek için yeni bir yasa tasarısı sunduğu ve tasarının büyük gerilimlere yol açtığı bir dönemde imzalandı. Ancak Netanyahu’nun desteklediği yasa tasarısı, İbrahim Anlaşmaları lehine rafa kaldırıldı. Anketlerden biri, İsraillilerin büyük bir çoğunluğunun, eğer yasa tasarısından vazgeçilmesi Abu Dabi ile ilişkilerin normalleşmesinin önünü açacaksa bölünmeye neden olan yasa tasarısından vazgeçilmesini desteklediğini gösterdi.

Anketin ortaya koyduğu bu sonuç, İsraillilerin gerçekten normalleşmeyi benimsediklerini ve bölgeye entegre olmayı istediklerini teyit etti. Ancak İsraillilerin İbrahim Anlaşmalarına verdiği bu geniş desteğin ardındaki motivasyonlar, siyaset sahnesindeki taraflara göre farklılık gösteriyor. İsraillilerin, 2020 yılında imzalanan anlaşmalara eşi ve benzeri görülmemiş bir destek vermelerinin nedeni, İsrail'in önemli tavizler vermesini gerektirmemesiydi.

Batı Şeria’nın ilhakıyla ilgili tartışmalara dönecek olursak, bu tartışma özelde daha çok Netanyahu tarafından seçim odaklı olarak körükleniyor. Netanyahu, bu sayede sağcı müttefikleri ile merkez sol kamp arasında geniş bir uçurum yaratmayı ve aşırı sağcılardan aldığı desteği artırmayı amaçlıyor. Genel anlamda ise tamamlanmamış bir projeden vazgeçmek, daha derin, daha kalıcı tavizler vermekle (gelecekteki herhangi bir anlaşmada verilmesi gereken türden tavizler) aynı değil.

İsraillilerin büyük çoğunluğu bölgeye açılımı desteklese de bu yaklaşım Filistinlilere taviz verilmesiyle ilişkilendirildiğinde İsrailliler arasında bölünmeler yeniden başlıyor.

Sonraki yıllar normalleşmenin ardındaki asıl sorunun yani İsrailliler arasında büyük anlaşmazlıklara yol açan, İsrail'in gelecekteki herhangi bir anlaşmada hangi anlaşmayı sonuçlandırmaya hazır olacağı sorusu olduğunu ortaya çıkardı. İsraillilerin büyük çoğunluğu, bölgeye açılımı destekleyen bir yaklaşım sergiliyor. Ancak bu yaklaşım ‘bir bedel’ ile yani Filistinlilere taviz verilmesiyle ilişkilendirildiğinde İsrailliler arasında bölünmeler yeniden başlıyor.

Bu soru, İsrail'e karşı tarihinin en kötü saldırılarından birinin gerçekleşmesinin ve İsrail'in Gazze'ye kitlesel saldırılarla misillemede bulunmasının ardından hiç bu kadar önemli olmamıştı.

İsrail siyaset sahnesinden bazı kişilerin İbrahim Anlaşmalarını Filistin meselesini daha da derinlere gömmek açısından yararlı olacağı düşüncesiyle benimsediği açık. Bu kişilerin başında, normalleşme sürecinin hiçbir zaman Filistinlilerle barış sürecinin yeniden başlamasını gerektirmeyeceğini defalarca kez vurgulayan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu geliyor. Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından sadece birkaç hafta önce Filistinlilerin gelecekte normalleşme konusunda herhangi bir ‘veto’ hakkına sahip olmaması gerektiğini söylemişti. Birçok defa açık ve net konuşan Netanyahu, Arap dünyasıyla normalleşmenin aynı zamanda İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde işe yarayacağı ve her türlü diplomatik çözüme olan ihtiyacı azaltacağı yönündeki gerçek inancını ifade etti.

Netanyahu, Arap dünyasıyla normalleşmenin aynı zamanda İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde işe yarayacağına ve her türlü diplomatik çözüme olan ihtiyacı azaltacağına inanıyor.

Netanyahu, 7 Ekim saldırılarından sadece birkaç hafta önce Suudi Arabistan'la bir anlaşma yapılması halinde her türlü tavizi vermeye hazırdı. O dönemde ABD Başkanı Joe Biden yönetimi tarafından müzakere edilen anlaşma, ABD’nin Suudi Arabistan nükleer programı projesine yönelik onayını ve maddi desteğini de içeriyordu. Suudi Arabistan’ın nükleer programı projesi meselesi, bölgede, hatta dost ülkelerde bile nükleer silahların yayılmasından endişe eden İsrail güvenlik servislerini telaşlandırsa da Netanyahu, bu anlaşmayı değerlendirip onaylamaya hazırdı. Ama konu Filistinlilere verilecek olası tavizlere gelince Netanyahu, buna itiraz etti.

dfervfe
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, (arka planda) Kudüs'ün güneyindeki Ebu Ganim Dağı'nda yer alan Har Homa Yahudi yerleşim birimi yakınlarında, 20 Şubat 2020 (AFP)

Netanyahu’nun bu tutumunun bir başka nedeni olarak aşırı sağcı müttefikleri Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich'i memnun etmeyi amaçladığına şüphe yok. Bu aşırı sağcı iki politikacı, Filistinlilerin hayat şartlarını iyileştirmeye ve Hamas'a denk Filistinli tek gücü olan Filistin Yönetimi’ni güçlendirmeye yönelik her türlü çabaya kesinlikle karşılar.

Smotrich, İbrahim Anlaşmaları sebebiyle rafa kaldırılan Batı Şeria'yı ilhak etme planının en büyük destekçilerinden biriydi. Geçtiğimiz eylül ayında Suudi Arabistan'la olası bir normalleşme anlaşması imzalanmasına karşı heyecanın giderek büyüdüğü bir dönemde Ben-Gvir, Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinden çekilme tehdidinde bulundu ve “Filistinlilere taviz verilirse hükümette kalmayacağız” diye uyardı. Smotrich ise daha akıllıcı hareket ederek ‘barış için barış’ formülünü, yani her ne kadar iki ülke resmi olarak savaşta olmasa da Suudi Arabistan’ın İsrail’le barış yapması halinde İsrail'in Suudi Arabistan ile barışmasını kabul edeceğini söyledi. Barış için barış formülüyle, ülkeler arasındaki ilişkileri normalleştirmeye yönelik herhangi bir anlaşmanın kendi içinde yeterli olması ve diğer barışı, yani aşırı sağcıların kesinlikle istemediği Filistinlilerle barışı gerektirmemesi fikri kast ediliyor.

Ben-Gvir, Suudi Arabistan’la olası normalleşmesi anlaşması imzalanması ve bu anlaşma çerçevesinde Filistinlilere birtakım tavizler verilmesi halinde Netanyahu liderliğindeki koalisyon hükümetinden çekilme tehdidinde bulundu.

Ancak Netanyahu, Filistinlilerle ilgili tutumundan taviz vermek istemediğinden sadece aşırı sağcı müttefiklerini suçlamak, ona hak etmediği bir ayrıcalık sunuyor. Netanyahu'ya muhalefet etmek ise daha derin bir mevzu ve kökü İsrail sağının önde gelen kurucularından biri olan Ze'ev Jabotinsky’nin orijinal fikrinden doğan ideolojisinin özüne kadar uzanıyor.

Netanyahu'nun babasının sekreterliğini yaptığı Jabotinsky, ünlü makalelerinden birinde, İsrail’in çevresinde ‘demir duvar’ örmediği sürece Arapların müzakere masasına gelip İsrail'in varlığını kabul etmeyeceklerini ve İsrail’in onlara asla boyun eğmeyeceğini yazmıştı.

Peki, İsrailliler ne istiyor?

Netanyahu’ya göre İbrahim Anlaşmalarının bunun yani, İsrail’in bu tutumunda ısrar etmesi halinde bölge ülkelerinin önünde sonunda İsrail’in varlığını kabul etmek zorunda kalacağı kehanetinin somutlaşmış hali olduğuna şüphe yok. Bu da Suudi Arabistan'ın (ve ABD'nin) barışa yönelik önemli bir adım talep edeceğine dair açık işaretler varken Netanyahu'nun 7 Ekim'den sonra dahi neden bu tür fikirleri aklına getirmek istemediğini, hatta dikkate almadığını açıklıyor. Bunun nedeni aşırı sağcı müttefiklerine bağlı olması değil, normalleşmeye verdiği desteğin arkasında yatan inancına aykırı olması.

Daha somut bakımdan Netanyahu’nun itirazı, sadece hükümet koalisyonundaki ortaklarının itirazıyla ilgili olsaydı onları değiştirmeye çalışabilirdi. İsrail'de ana muhalefet lideri Yair Lapid’in partisi Yesh Atid (Gelecek Var) yetkilileri, 7 Ekim'den önce, İsrail parlamentosu Knesset'e sunulması halinde partinin (Filistinlilere tavizler veren) bir anlaşmayı destekleyebileceklerini söylediler. Bunun Netanyahu'yu ikilemde bırakacağı kesindi. Çünkü Lapid, Netanyahu’nun aşırı sağcı müttefiklerinin yerini almak üzere koalisyon hükümete girmeye niyetli değildi.

İsrail’deki merkez partiler, normalleşmenin barışa ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik bir ilerlemenin önünü açması karşısında daha esnek ve daha anlayışlı bir tutum sergilediler.

Ancak burada Netanyahu’dan başka bir İsrailli siyasetçiden bahsediyor olsaydık, bu en önemli ülkeyle yapılan anlaşmanın tarihi niteliği, bilinmeyene yönelik bu atılımı haklı gösterebilirdi. Bu durum aynı zamanda İsrail'de Lapid'in partisi gibi Arap-İsrail çatışmasının Filistin dosyasında ilerleme kaydedilerek (ve normalleşme anlaşmalarıyla) çözülmesi gerektiğini anlayışla karşılayan ve bu meseleleri birbiriyle ilişkilendirmek isteyen tarafların olduğunu da gösterdi.

İsrail’deki merkez partiler, normalleşmenin barışa ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik bir ilerlemenin önünü açması karşısında daha esnek ve daha anlayışlı bir tutum sergilediler.

Ancak belki de asıl sorun şu an İsraillilerin iki meselenin birbiriyle ne kadar iç içe geçmiş olduğunu anlamamasıdır. İbrahim Anlaşmaları, Batı Şeria’nın ilhakı tehlikesini ortadan kaldırmış olsa da çok az İsrailli anlaşmaları bu şekilde hatırlıyor. Netanyahu'nun yıllardır öne sürdüğü, normalleşme sürecinin Filistinlilerle yaşanan çatışmayla hiçbir ilgisinin olmadığı iddiaları, İsrailliler arasında değişmesi kolay olmayacak kalıcı bir izlenim bıraktı.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



ABD, Rusya'ya komşu Baltık ülkelerine askeri desteği azaltıyor

Trump yönetiminin, Rusya'nın yakın komşusu Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı yüzlerce milyon dolarlık askeri yardımı durdurduğu bildiriliyor (AFP)
Trump yönetiminin, Rusya'nın yakın komşusu Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı yüzlerce milyon dolarlık askeri yardımı durdurduğu bildiriliyor (AFP)
TT

ABD, Rusya'ya komşu Baltık ülkelerine askeri desteği azaltıyor

Trump yönetiminin, Rusya'nın yakın komşusu Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı yüzlerce milyon dolarlık askeri yardımı durdurduğu bildiriliyor (AFP)
Trump yönetiminin, Rusya'nın yakın komşusu Doğu Avrupa ülkelerine yaptığı yüzlerce milyon dolarlık askeri yardımı durdurduğu bildiriliyor (AFP)

Trump yönetimi, Rusya'ya sınırı olan Avrupa ülkelerine sağladığı güvenlik fonlarında yüzlerce milyon doları bulabilecek kesintilere gidiyor.

Financial Times'ın henüz kamuoyuna duyurulmadığını belirttiği bu planlanan kesintiler, ABD yönetiminin, Bölüm 333 diye bilinen fonun Avrupa kısımlarını ve Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Rusya sınırındaki ülkeleri destekleyen Baltık Güvenlik Girişimi'ni yenilemeyi planlamadığı bir döneme denk geliyor.

Gazeteye konuşan bir Beyaz Saray yetkilisi, "Bu eylem, kararname ve başkanın Avrupa'nın kendi savunması için daha fazla sorumluluk alması yönünde uzun süredir yaptığı vurgu doğrultusunda Avrupa ülkeleriyle koordineli bir şekilde gerçekleştirildi" dedi.

Bu bariz sapma, ABD askerlerinin varlığını ve desteğini Rusya'ya karşı önemli bir caydırıcı unsur olarak gören Avrupalı savunma liderlerini alarma geçirdi.

The Washington Post'a (WP) konuşan Avrupalı bir yetkili "Ruslar sadece Amerikan doları, Amerikan askeri ve Amerikan bayrağını gerçekten ciddiye alıyor" dedi.

WP'ye göre bu değişiklik geçen hafta Avrupalı savunma yetkililerine iletildi ancak ABD Kongresi üyeleri henüz bilgilendirilmedi.

Bu hamle Trump yönetiminin, Avrupalı müttefiklerini uzun zamandır güvenliklerine daha fazla harcama yapmaya zorlama hedefiyle örtüşüyor. NATO üyeleri haziranda, GSYH'lerinin yüzde 5'ini savunmaya harcamayı kabul etmişti.

Ayrıca bu kesintiler, ABD Başkanı'nın geçen ay Vladimir Putin'le Alaska'da ve Avrupalı liderlerle Washington'da yaptığı ilgi uyandıran zirvelere rağmen, yönetimin Ukrayna savaşını hızla sona erdirme vaatlerini yerine getiremediği bir döneme denk geliyor.

Başkan Trump, savaşı sona erdirmek için daha fazlasını yapmadığı için Ukrayna'yı eleştirmek ve kuşatılmış ülkeye büyük bir ABD desteği vermek arasında gidip geliyordu. Bunlar arasında Hindistan gibi müttefikleri Rusya'yla iş yaptıkları için cezalandırmak ve geçen ay Ukrayna'ya uzun menzilli füzeleri de içeren 825 milyon dolarlık bir silah satışı yapmak da vardı.

Başkan, en az bir Avrupa ülkesinde hâlâ büyük bir ABD askeri varlığını sürdürmeye kararlı.

ABD lideri, Polonya'nın Trump'ın desteğini alan yeni başkanı Karol Nawrocki'yle çarşamba günü yaptığı görüşmede, Doğu Avrupa ülkesine daha fazla Amerikan askeri gönderilebileceğini öne sürmüştü. Polonya, sınırlarının yakınındaki Rus tehdidi nedeniyle savunmasını güçlendiren bir diğer ülke.

Trump "Hatta oraya daha fazla asker göndereceğiz" demişti.

Independent Türkçe


Savaşın ateşi ve sel sularının arasında… Pakistanlı aileler iki felaketin ağırlığı altında evlerini terk ediyor

Pakistan'ın Lahor kentinin dışında, Hindistan sınırına yakın bir yerde bulunan Chong kasabasında yerinden edilmiş kişiler için kurulan geçici bir kamp (New York Times)
Pakistan'ın Lahor kentinin dışında, Hindistan sınırına yakın bir yerde bulunan Chong kasabasında yerinden edilmiş kişiler için kurulan geçici bir kamp (New York Times)
TT

Savaşın ateşi ve sel sularının arasında… Pakistanlı aileler iki felaketin ağırlığı altında evlerini terk ediyor

Pakistan'ın Lahor kentinin dışında, Hindistan sınırına yakın bir yerde bulunan Chong kasabasında yerinden edilmiş kişiler için kurulan geçici bir kamp (New York Times)
Pakistan'ın Lahor kentinin dışında, Hindistan sınırına yakın bir yerde bulunan Chong kasabasında yerinden edilmiş kişiler için kurulan geçici bir kamp (New York Times)

Hindistan-Pakistan sınırına yakın bir bölgede, daha önce iki ülke arasındaki silahlı çatışmalar nedeniyle yerlerinden edilmiş binlerce vatandaş, bu kez bölgedeki şiddetli sel nedeniyle bir kez daha evlerini terk etmek zorunda kaldı.

fgrthyu
Pakistanlı köylüler cumartesi günü sınır yakınlarında kısmen su altında kalan bir evin üzerinde duruyorlar. (New York Times)

Nesillerdir, Hindistan sınırına yakın Pakistan'ın doğusunda yaşayan aileler, tehlike yaklaştığında hızla taşınmaya alışkın. Ancak bu yıl felaketler peş peşe geldi. Şarku’l Avsat’ın New York Times'tan aktardığına göre, Şerif Muhammed ve yedi kişilik ailesi iki kez yerinden edildi; Biri bu baharda iki ülke arasında kısa süren bir savaşın ardından oldu, diğeri ise geçen hafta köylerini sular altında bırakan sel nedeniyle yaşandı.

Sığır tüccarı olan Muhammed, “Sınırdaki gerginlikler nedeniyle tahliye operasyonları hayatımızın bir parçası haline geldi. Şimdi de sel bizi yataklarımızı ve buğday çuvallarımızı taşıyarak hayvanlarımızı daha güvenli yerlere götürmeye zorladı. Savaş ve sel ikisi de bize yıkım getirdi” ifadelerini kullandı.

dfrgt
Pakistan-Hindistan sınırında bulunan Ravi Nehri yanındaki Chong kampı (New York Times)

Zorunlu yerinden edilme, sınır yakınında yaşayan binlerce aileyi etkiledi. Bunlar arasında, Hindistan yönetimindeki Keşmir'de meydana gelen terör saldırısının ardından iki ülke arasındaki gerginliğin artması ve mayıs ayında bir hafta süren askeri çatışmaya yol açması üzerine geçtiğimiz nisan ayında tahliye edilen Muhammed ailesi de bulunuyor.

Muhammed ailesi, çatışmaların sona ermesinden kısa bir süre sonra evlerine döndü, ancak geçen hafta Sutlej Nehri’nin taşması nedeniyle evlerini su basınca tekrar yerlerinden edildi.

Sınır yakınlarındaki on binlerce Pakistanlı, yıllar boyunca birçok kez bu tür zorla yerinden edilmeye maruz kaldı: 1965 ve 1971'de Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan savaşlar sırasında, 2008 Mumbai saldırıları sonrasında gerginliklerin artmasıyla, 1955 ve 1988'deki yıkıcı sel felaketleri sırasında.

Pakistan ve Hindistan, Sutlej ve Ravi dahil olmak üzere birkaç büyük nehri paylaşıyor. Bu nehirler uzun süredir geçim kaynaklarını destekliyor olsa da, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları körüklüyor.

fgthyu
Geçtiğimiz cuma günü Ravi Nehri'nin taşmasıyla sular altında kalan Lahor’daki bir köyde kurtarma ekipleri (New York Times)

Pencap Sınırları kitabının yazarı Lahorlu tarihçi İlyas Çatha, nehirlerin akış yönlerinin ve nehir kıyısı arazisinin doğasının değişmesinin, on yıllardır sınırların belirlenmesini zorlaştırdığını söyledi. Çatha, bu değişken nehirlerin sınırları fiilen değiştirdiğini, 1947 ile 1957 yılları arasında yaklaşık 18 bin dönüm arazinin Pakistan'a, yaklaşık 16 bin dönüm arazinin ise Hindistan'a geçtiğini açıkladı.

Çatha, “1975 yılına kadar iki ülke, sınır işaretlerinin seller nedeniyle silinmesi veya bölge sakinleri tarafından değiştirilmesi nedeniyle sınırı korumakta zorlandı” dedi.

gh
26 Ağustos 2025'te Pakistan'ın Kasur bölgesinde, komşu Hindistan'daki barajlardan su salınmasının ardından Sutlej Nehri yükseldi. (AP)

Mevcut muson mevsimi, bazı bölgelerde son on yılların en kötüsü olarak, her iki ülkede yüzlerce kişinin ölümüne ve yüz binlerce kişinin yerinden edilmesine neden oldu. Pakistan'ın Pencap eyaletinde salı günü itibarıyla en az 223 kişinin öldüğü ve 648 kişinin yaralandığı bildirildi. Sel basan bölgelerde hastalıkların yayılması nedeniyle bu sayının artabileceği uyarısı yapıldı.

sdefrt
Müslümanlar ve Sihler bugün Amritsar'daki sel mağdurlarına yardım göndermek için bir araya geldi. (AFP)

Pakistanlı yetkililer geçtiğimiz hafta, Hindistan'ı nehirlerin daha da yükselmesine neden olacak şekilde yukarı havzadaki barajlardan Pakistan'a su salarak seli şiddetlendirmekle suçladı. Yetkililer, Hindistan'ın Pakistan'a su salma niyetini bildirmiş olmasına rağmen, onlarca yıllık su anlaşmasında öngörülen şekilde zamanlamayı ve miktarı belirtmediğini söyledi.

Ancak Hintli yetkililer, Pakistan'ın başkenti İslamabad'daki temsilcilerinin ‘insani bir jest’ olarak olası sel konusunda uyarıda bulunduklarını ifade etti. Son çatışmalar sırasında Hindistan, su paylaşımı anlaşmasını askıya aldı ve Pakistan'ı ‘suyu silah olarak kullanmakla’ suçladı.

uı
Pakistan ordusuna bağlı askerler, dün Pakistan'ın Pencap eyaletinin Kasur bölgesinde Sutlej Nehri'nin su seviyesinin yükselmesi üzerine kurtarma ve yardım operasyonlarına katıldı. (AFP)

Diğer yandan bağımsız uzmanlar, Hindistan'ın eylemlerinin Pakistan'daki yıkımı önemli ölçüde artırdığı iddialarının geçerliliğini sorguladı.

Pakistanlı çevre uzmanı ve King's College London’da coğrafya profesörü olan Daanish Mustafa, “Su depolama kapasitesi aşıldığında, Hindistan'da mı yoksa Pakistan'da mı olduğunuzun bir önemi kalmaz; barajları kurtarmak için su boşaltılmalıdır. Hindistan'da da yüz binlerce insanın bu selden etkilendiğini unutmayalım” dedi.

Avustralya'nın Melbourne kentindeki La Trobe Üniversitesi'nde uluslararası hukuk uzmanı ve öğretim görevlisi olan Sahibe Makbul ise Hindistan'ın can ve mal kaybını önlemek için uluslararası yükümlülüklerine bağlı kaldığını belirtti. Makbul, “Her halükârda, bu seli hiçbir şey önleyemezdi. Su yollarının doğal akışı kontrol edilemez” ifadelerini kullandı.

Pakistanlı yetkililer pazartesi günü, Hindistan'ın sınırın ötesine daha fazla su göndermesini beklediklerini ve bunun yıkıcı sel ve ağır mahsul ve hayvan kayıpları riskini artıracağı uyarısında bulundu. Sayısız pirinç, mısır ve tatlı patates tarlası şimdiden sular altında kaldı.

Bağımsız bir çiftçi hakları örgütünün başkanı olan Ekrem Hashili şunları söyledi: “Pakistan'da mahsul veya hayvancılık için sigorta sistemi yok. Hükümetin mali yardımı tüm zararları karşılamamakta ve genellikle bu yardımlar arazi sahibi olmayan çiftçileri kapsamamakta.”

Hashili, 2022 sel felaketinin Pakistan'ın ekonomisi ve gıda güvenliği konusunda ciddi bir uyarı olduğunu, zira temel malların fiyatlarının yükseldiğini ve milyonlarca insanın ailelerini doyurabilmek için mücadele ettiğini bildirdi.

26 yaşındaki çiftçi Nasır Ali, bu acıyı şöyle özetledi: “Yerinden edilme bizim en büyük endişemiz değil. Asıl endişemiz, selin doğadan mı yoksa Hindistan'dan mı kaynaklandığına bakılmaksızın, mahsullerimizi kaybettikten sonra borçlarımızı nasıl ödeyeceğimiz.”


Tianjin Zirvesi'nin ardından Trump: Çin yüzünden Hindistan ve Rusya'yı kaybettik

ABD Başkanı Donald Trump (EPA)
ABD Başkanı Donald Trump (EPA)
TT

Tianjin Zirvesi'nin ardından Trump: Çin yüzünden Hindistan ve Rusya'yı kaybettik

ABD Başkanı Donald Trump (EPA)
ABD Başkanı Donald Trump (EPA)

Washington ile Yeni Delhi arasındaki ilişkilerin kötüye gittiğinin bir işareti olarak, ABD Başkanı Donald Trump bugün yaptığı açıklamada, ABD'nin hem Hindistan'ı hem de Rusya'yı Çin'e ‘kaybettiğini’ söyledi ve Çin'i ‘en karanlık’ ülke olarak nitelendirdi.

Truth Social'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in fotoğrafının yer aldığı bir paylaşımda Trump, “Görünüşe göre Hindistan ve Rusya'yı çok karanlık Çin'e kaptırdık. Onlara birlikte uzun ve müreffeh bir gelecek diliyorum!” ifadelerini kullandı.

Trump'ın açıklamaları, üç ülkenin liderlerinin Çin'in Tianjin kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesinde bir araya gelmesinden birkaç gün sonra geldi.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı bugün düzenlediği basın toplantısında Trump'ın açıklamaları hakkında yorum yapmaktan kaçındı. Bakanlık Sözcüsü, “Şu anda Trump'ın paylaşımı hakkında yorum yapmayacağız” dedi.

Modi ve Trump arasındaki dostluk sona mı erdi?

Trump ile birlikte çalışan eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, daha önce Trump ve Modi arasındaki yakın kişisel ilişkinin ‘bittiğini’ doğrulamıştı.

Bolton, İngiliz yayın kuruluşu LBC ile yaptığı röportajda şunları söyledi: “Trump, Modi ile çok iyi bir kişisel ilişkiye sahipti. Bence bu ilişki artık sona erdi ve bu herkes için bir ders.”

Eşi görülmemiş vergi artışı

Trump yönetiminin geçen ay Hindistan'dan yapılan ithalata yüzde 50 gümrük vergisi uygulaması üzerine, Hindistan ve ABD arasındaki ikili ilişkiler son yılların en kötü dönemini yaşıyor.

Bu gümrük vergileri, yüzde 25'lik temel gümrük vergisi ve Yeni Delhi'nin Rus petrolünü satın almaya devam etmesine karşı protesto olarak ek yüzde 25'lik gümrük vergisi olarak ikiye ayrıldı.

frgrf
ABD Başkanı Donald Trump, Washington D.C.'deki Beyaz Saray'ın bahçesinde gümrük vergileri hakkında bir konuşma yaptı. (Reuters)

Trump yönetimi, Hindistan'ı ham petrol satın almaya devam ederek ve bundan ‘kâr elde ederek’ Rusya'nın Ukrayna'daki savaş çabalarını desteklemekle suçladı. Ancak Hindistan, makul fiyatlarla Rus petrolü satın almanın Hindistan halkının çıkarına olduğunu savunarak bu suçlamaları reddetti.

Vergi kampanyası Hindistan ile sınırlı kalmadı, Trump Çin'den yapılan ithalata yüzde 145 gibi çok yüksek gümrük vergileri uyguladı, ancak daha sonra bu vergilerin uygulanmasını 90 gün süreyle askıya aldı.