Irak'ta ‘parlamento çoğunluğu’ ilkesi altında devletin İslami bir kimliğe büründürülmesi

“Şii dini mercii tarafından tavsiye edilmiştir”

Irak Temsilciler Meclisi’nin bir oturumdan, 3 Eylül 2018 (AFP)
Irak Temsilciler Meclisi’nin bir oturumdan, 3 Eylül 2018 (AFP)
TT

Irak'ta ‘parlamento çoğunluğu’ ilkesi altında devletin İslami bir kimliğe büründürülmesi

Irak Temsilciler Meclisi’nin bir oturumdan, 3 Eylül 2018 (AFP)
Irak Temsilciler Meclisi’nin bir oturumdan, 3 Eylül 2018 (AFP)

İyad el-Anberi

Irak’ta 1959 yılında kabul edilen 188 sayılı Kişisel Statü Kanunu'nda değişiklik öngören tasarıya ilişkin tartışma, devleti İslamcı bir kimliğe büründürmek isteyenlerle, siyasal İslam ideolojisini yasalara, mevzuata ve dolayısıyla kurumlara dayatmak isteyenler arasındaki tartışmadan başka bir şey değildir. Tüm bunlar ‘demokrasi’ adı altında ve ‘çoğunluğun yönetme hakkı’ bahanesiyle yapılıyor! Değişiklik kanunu taslağı kırmızı kalemle ‘Şii dini mercii tarafından tavsiye edildi’ diye marjinalleştirildiğinde, devlete kendi iradelerini dayatmaya ve yasa yapmaya çalışanların her şeyi dini sembolizmle örttükleri açıkça anlaşılıyor.

Seçimlerin zaman aşımına uğramasının ve Temsilciler Meclisi oturumlarının devam etmesinin, devletin siyasi ve anayasal kurumların inşasını tamamlamak için ihtiyaç duyduğu yasa tasarıları ve mevzuatlara öncelik verme konusunda siyasi olgunlukla eşleşeceği varsayılıyordu. Ancak bunun tam tersi gerçekleşiyor. Temsilciler Meclisi, oylanan hükümet programı çerçevesindeki yasaları görmezden gelerek, dini hükümlerin otoritesini ve Velayet-i Fakihçilerin Irak siyasi sistemindeki gücünü göstermeyi amaçlayan yasalara yöneldi.

Anayasa Yazım Komitesi’nde siyasal İslamcı partilerden gelen isimlerin etkisinin yanı sıra, siyasi değil de dini unvanlara sahip isimlerin yer alması tesadüf değildi. Kürt siyasetçiler kendi federal gerçekliklerini istikrara kavuşturmak ve yetkilerini genişletmekle meşgul iken, siyasal İslamcıların iki endişesi vardı. Bunlardan birincisi, geçmişten duyulan korku ve geçmişin tekrarlanmasını engelleme ve diktatörlüğün yeniden canlanması için bahaneleri duymazdan gelme çabası, ikincisi ise güçlerini ve etkilerini nasıl artıracakları, iktidarda kalmaya nasıl devam edecekleriydi. Parlamenter bir sistem seçmiş olsalar da bu sistem halkın gücünü değil, siyasi oligarkların gücünü ve liderlerin yönetimini temsil ediyor. Bu federal bir sistem ama gerçekte devlet içinde bir devlet kurulmuş durumda. Buna rağmen siyasal İslamcı ideolojilerini sağlamlaştırma arzularını unutmuyorlar.

Siyasal İslamcılar Anayasa Yazım Komitesi’ndeki mevcudiyetlerinin büyük bir kısmını kullandılar. İkinci maddede, özellikle de ‘İslam’ın temel ilkeleriyle çelişen hiçbir kanun çıkarılamaz’ paragrafında kendi egemenliklerini tesis etmeye çalıştılar.

Siyasal İslamcılar Anayasa Yazım Komitesi’ndeki mevcudiyetlerinin büyük bir kısmını kullandılar. İkinci maddenin birinci fıkrasının ‘İslam dininin temel ilkeleriyle çelişen hiçbir kanun çıkarılamaz’ şeklindeki (a) bendinde kendi egemenliklerini tesis etmeye çalıştılar. Her ne kadar fıkranın ‘demokrasi ilkeleriyle çelişen hiçbir kanun çıkarılamaz’ diyen (b) bendi demokrasiye vurgu yapsa da bu madde, hukuk terminolojisinde ‘yasal hile’ ya da belki de Şii inancının, özellikle siyasi konular ve pozisyonlardaki ilkelerinden biri olan ‘takiyye kapısı’ olarak bilinen olgunun bir parçasıydı.

‘İslam dininin ilkeleri’ ile ‘demokrasinin ilkeleri’ arasındaki çelişkiyi bir araya getiren bu paradoks, siyasal İslamcı güçlerin neredeyse ‘parlamento çoğunluğu’ ilkesiyle sınırlı kalan demokrasi anlayışında yatıyor. Buna Temsilciler Meclisi’nde çoğunluk oldukları ve tek bir İslam anlayışı yerine mezheplerle ve içtihatlarla Müslüman dünyası bölünmüş olduğu için ‘İslam dininin hükümleri ve sabiteleri’ üzerinde uzlaşılmadığı sürece, parlamento tarafından çıkarılan yasalara itiraz etmenin caiz olmadığı anlayışı eşlik ediyor. İslam dininin sabitelerini ve hükümlerini kim belirliyorsa parlamentoda çoğunluğa sahip olan odur ve bunlar da kesinlikle siyasal İslamcı Şii güçlerdir.

Öyle görünüyor ki siyasal İslamcı güçleri, özellikle de şu an aktif siyasal güçlerin çoğunluğunu oluşturan Şii siyasal İslamcılar temsil ettiğinden Şii siyasal İslam, parlamentoda çoğunluğun sağlanması ilkesi ile sağlamlaştırılabilecek olan Velayet-i Fakih stratejisine göre çalışıyor. Bu nedenle Şii siyasetçilerin söylemi, dini etkinlik ve bayramların dayatılması ile İslam hukukunun uygulanması çağrısını beraberinde getiren yasaların çıkarılması söz konusu olduğunda, parlamento çoğunluğu ilkesine odaklanıyor.

İslam dininin sabitelerini ve hükümlerini kim belirliyorsa parlamentoda çoğunluğa sahip olan odur ve bunlar da kesinlikle siyasal İslamcı Şii güçlerdir.

En ciddi ironi, Kişisel Statü Yasası'nda yapılan değişikliğin Şii dini mercii tarafından desteklendiği gerekçesiyle geçirilmeye çalışılmasıdır. Bu merciin kim olduğu ise şimdiye kadar açıklığa kavuşturulmadı. Yasa değişikliğini desteklediğine dair açık ve net bir fetva yayınlamayan ya da Necef'teki ofisinden resmi bir açıklama yapmayan, hatta resmi vekillerinden bile bir açıklama gelmeyen Seyyid Ayetullah Sistani mi? Ancak Sistani otoritesinin sessizliği, siyasal İslamcı güçlerin lehine olabilir. Bu durumda Sistani'nin sessizliği yasa değişikliğini ‘onayladığı’ şeklinde görülebilir mi?

Tarihsel olarak bakıldığında, 1959 tarihli 188 sayılı Kişisel Statü Kanunu'nun değiştirilmesi meselesi, Irak'taki İslami hareket ile devlet arasındaki ilk ve en önemli anlaşmazlık olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bu yasa, kişisel statünün düzenlenmesinde dini kurum ve mensuplarının hegemonyasını ortadan kaldırmış ve devletin yasalarını vatandaşlık ilkesine göre modernize etme temelinde yürürlüğe girmiştir.

Dr. Raşid el-Hayun, ‘Kişisel Statü: 100 Yıl Geriye’ başlıklı makalesinde, Muhammed Bahru’l-Ulûm'un ‘Kişisel Statü Yasası Üzerine’ adlı kitabından 1960'larda en yüksek dini otoritenin Kişisel Statü Yasasına karşı olduğunu açıkladığını ve 1963 darbe yönetimine yasayı kaldırması için seslendiğini ve şöyle dediğini aktarmaktadır: “Kraliyet dönemi hükümeti daha önce İslam hukukunu ihlal eden bir kişisel statü yasası çıkarmış ve İslam hukukunu ihlal eden bu yasayı Temsilciler Meclisi'ne sunmuştu. Oğullarımdan birini milletvekilleriyle temasa geçmesi ve bu yasayı onaylamadığımı bildirmesi için gönderdim.” diyerek seslendiğini aktarıyor.

sdcwev
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani (Reuters)

Irak’ta 2003 yılında rejimin değişmesi ve Yönetim Konseyi'nin kurulmasının ardından mesele, devletle Şiiler arasında kişisel bir siyasi-dini çekişmeye dönüştü. Özellikle 2004 yılında, Sayın Abdulaziz el-Hekim'in dönüşümlü başkanlığı döneminde, Kişisel Statü Kanunu'nun kaldırılması için 137 sayılı karar önerildi, ancak karar Yönetim Konseyi'ne katılan siyasilerin şiddetli muhalefetiyle karşılaştı ve reddedildi. Bunun üzerine dini güçler de vatandaşlık ve kadın hakları ilkesine göre ileri hakları düzenleyen bir yasaya karşı intikam arayışını sürdürdü. İntikamlarını 2005 Anayasası’nın 41’inci maddesinde yer alan ‘Iraklılar dinlerine, mezheplerine, inançlarına ya da tercihlerine göre kişisel statülerine bağlı kalmakta özgürdürler ve bu durum kanunla düzenlenir’ hükmüyle aldılar.

Nuri el-Maliki hükümetinin ikinci döneminde Adalet Bakanlığı İslami Fazilet Partisi'nin bir parçasıydı ve dönemin bakanı, partinin liderlerinden biriydi. Dolayısıyla ‘Caferi Kişisel Statü Yasası'nı kabul ederek, siyasal İslamcı partisi için siyasi bir kazanım elde etmek istedi.

Caferi Kişisel Statü Yasası 23 Ekim 2013 tarihinde dönemin Adalet Bakanlığı tarafından onaylanarak Bakanlar Kurulu'nda oylamaya sunulmuştur. Bakanlar Kurulu aynı yılın aralık ayında yasanın onaylamasını ertelese de 2014 şubatında yasayı onaylayarak Temsilciler Meclisi'ne sevk etti. Bu onay, yargı ve kanunları mahkeme ve hakimlerin yetkisinden hukukçuların yetkisine kaydırmak amacıyla Kişisel Statü Kanunu'nda değişiklik yapılmasına yönelik bir mahkumiyetten ziyade, İslami Fazilet Partisi ile dönemin Başbakanı Nuri el-Maliki arasındaki siyasi bir anlaşma olabilir.

Eğer siyasal İslamcı güçler önümüzdeki dönemlerde Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğu kaybederse, hala demokrasiye inanmaya devam edecekler mi?

Hukuki ayrıntılara girmeden ve 1959 tarihli 188 sayılı Kişisel Statü Kanunu'nun hükümleri ile önerilen değişiklikleri karşılaştırmaya girmeyeceğim. Önerilen kanun, Şii siyasal İslamcı güçlerin, hukukçuların bireylerin özel alanına nüfuz etme ve onları devletin vatandaşı olmaktan ziyade Şii veya Sünni mezhebinin tebaası haline getirme yetkisi aracılığıyla, devleti İslamileştirmeye çalıştıkları mevzuat ve kanunlara hâkim oldukları bir dizi olayı yansıtmaktadır.

Siyasal İslamcılar, içki yasağı maddesinin ‘Belediye Gelirleri Düzenleme Yasası’ adı verilen bir yasaya dahil edilmesi ile içki yasağı yasasını çıkarmayı başardılar. Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin değişikliği kabul etme ve Temsilciler Meclisi’nden geçirme konusundaki ısrarlarının ardından, belki de Kişisel Statü Yasası'ndaki değişiklik taslağını geçirmeyi de başarırlar. Bir sonraki adım, Federal Yüksek Mahkeme üyeleri arasında İslam hukuku uzmanlarının bulunmasını öngören Anayasa'nın 92’nci maddesi uyarınca, Federal Mahkeme Kanunu'nu onaylamak olabilir. Böylece Federal Yüksek Mahkeme'ye siyasal İslamcı partilerden ve akımlardan hukukçuların atanması arzusu da yerine getirilmiş olacaktır.

Siyasal İslamcı güçler için tüm bu ‘zaferler’ ‘parlamento çoğunluğu’ başlığı altında sıralanıyor. Ancak geriye şu önemli soru kalıyor: Eğer siyasal İslamcı güçler önümüzdeki dönemlerde Temsilciler Meclisi'ndeki çoğunluğu kaybederse, hala demokrasiye inanmaya devam edecekler mi, yoksa demokrasiye ve demokrasiyi uygulama ilkesine ‘ölü eti yemek gibi’ diyerek karşı mı çıkacaklar?

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Beşinci kol faaliyetleri, Beyrut'un güneyindeki Filistin kamplarında güvenliği tehdit ediyor

Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
TT

Beşinci kol faaliyetleri, Beyrut'un güneyindeki Filistin kamplarında güvenliği tehdit ediyor

Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)
Lübnan ordusu ve İstihbarat Müdürlüğü mensupları Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişine konuşlandırıldı. (EPA)

Filistinli liderler, Fetih Hareketi’nin yakın zamanda başlattığı ve tüm kampları kapsayacağını iddia ettiği silah teslim sürecini engellemeye çalışan beşinci kol faaliyetlerinin Beyrut'ta bulunan Filistin kamplarındaki güvenlik durumunu karıştırdığından endişe ediyor.

Son iki gün içinde, Beyrut'un güneyinde bulunan Burc el-Baracne ve Şatilla kamplarında silahlı çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda yaralananlar oldu, yıkımlar meydana geldi ve birçok aile yerinden edildi. İki kampın çevresindeki sokaklara da kurşun yağdı.

Lübnan güvenlik kaynakları ve Filistin liderliği kaynakları, Burc el-Baracne'deki çatışmaların devam eden bir aile anlaşmazlığından, Şatilla'daki çatışmaların ise uyuşturucu satıcıları ve kanun kaçakları arasındaki anlaşmazlıklardan kaynaklandığı konusunda hemfikir.

Çatışmaların yayılmasının önlenmesi

Lübnanlı bir güvenlik kaynağı, ‘çatışmalar sırasında ordunun çatışmaların kamp dışına yayılmasını önlemek için güvenlik önlemleri aldığını’ belirterek, ‘şu anda bu tür çatışmalarla başa çıkmak için kamplara girme planı bulunmadığını’ vurguladı.

Şarku’l Avsat'a konuşan kaynak, sorunun, Burc el-Baracne'de silahlarını teslim eden tek grubun El Fetih olması, diğer grupların, çetelerin ve ailelerin ise silahlarını halen ellerinde tutması ve tereddüt etmeden kullanması’ olduğunu söyledi.

Beşinci kol faaliyetleri

Filistin liderliğinden bir kaynak ise ‘kontrolsüz silahların tüm Lübnan için tehdit oluşturduğunu ve kamplar içindeki kanunsuzluğa son verecek caydırıcı bir güç bulunmadığını’ belirtti.

Kaynak Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, Lübnan ordusundan ‘Filistin güçlerinin iç anlaşmazlıklar nedeniyle şu anda durumu kontrol edemediği göz önüne alındığında, durumun daha da gerilmesini önlemek için üzerine düşen görevi yerine getirmesini’ istedi.

Kaynak, “Ordunun Burc el-Baracne'de yaşananlara son vermek için müdahale edeceği tehdidi, çatışmaların durmasına yol açtı” dedi.

Filistin güvenlik güçleri Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda konuşlandırıldı. (AFP)Filistin güvenlik güçleri Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda konuşlandırıldı. (AFP)

Kaynak, ‘kamplardaki çatışmaları alevlendirmek için beşinci kol faaliyetlerinde bulunulacağı’ endişesini dile getirerek, ‘Şatilla kampı sakinlerinin kampa giren, savaşan grupların evlerine ateş açan ve ardından ayrılan bir yabancıyı gördüklerini’ belirtti.

Kaynak, ‘silahların teslim süreci başlamadan önce, kamplardaki güvenliği kontrol etmek için tüm gruplardan ortak bir Filistin güvenlik komitesi oluşturmak üzere ileri düzeyde istişareler yapıldığını, ancak silahların teslimi konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle bu istişarelerin dondurulduğunu’ ifade etti.

Silahların tesliminden etkilenenler

Konuya yakın kaynaklar Şarku’l Avsat'a yaptıkları açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Silahların teslim edilmesinin devam etmesinden zarar gören birçok kişi var. Bunlar, diğer grupların silahlarını teslim etmeyi reddettiği bir dönemde bu sürece ikna olmayan liderler ya da silahlarını teslim etmemeleri için kendisine yakın gruplara baskı uygulayan Hizbullah'ın kendisi olabilir. Bu durum, silahların devletin elinde toplanması kararına boyun eğmeyi reddetmesi nedeniyle Hizbullah'ı zor durumda bırakacaktır. Söz konusu gruplardan herhangi biri, silah teslim sürecini dondurmak için kamplardaki güvenlik durumunu kışkırtmaya çalışabilir.”

 Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişinde zırhlı bir araçta bulunan Lübnan askerleri (EPA)Beyrut'un güneyindeki Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nın girişinde zırhlı bir araçta bulunan Lübnan askerleri (EPA)

Devletin otoritesi

Milletvekili Ziyad el-Havat, X hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, “Filistinlilerin silah tesliminin ikinci aşamasının tamamlanmasının ardından Burc el-Baracne Mülteci Kampı’nda meydana gelen silahlı çatışmalar, şimdiye kadar uygulananların gözden geçirilmesini gerektiriyor. Diyalog ve koordinasyon, devletin elinde ciddi bir silah tekeline yol açmayacak adımlar ve tedbirlerle eş anlamlı olmamalıdır. Aksi takdirde, bu silahlar toplandıkları ve imha edildikleri sırada nasıl ortaya çıktılar?” diye vurguladı.

El-Havat sözlerini şöyle sürdürdü: “Silahların devletin elinde toplanması için kararlar ve sloganlardan daha fazlası olması gerekiyor. Devletin her şeyden önce bir ‘otorite’ olduğu söyleniyor ve biz uzun bir bekleyişin ardından devleti istiyoruz. Hizbullah'ın silahlarının teslim edilmesiyle bizi bekleyen süreç daha karmaşık olacak. Lübnan genelinde güçlü ve yetkin bir devlet arzumuzdan taviz vermeyeceğiz.”

Silah teslim süreci devam edecek

Burc el-Baracne ve Şatilla kamplarındaki güvenlik gelişmeleri, Fetih Hareketi’nin Beyrut'un güney banliyölerindeki Burc el-Baracne kampı ile Litani Nehri'nin güneyinde bulunan er-Reşidiye, el-Bas ve Burc eş-Şemali kamplarında Filistinlilerin silahlarını teslim almaya başlamasından iki hafta sonra gerçekleşti. Bu adım, 21 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve Mahmud Abbas arasında yapılan Lübnan-Filistin zirvesinde alınan, Lübnan'ın tüm toprakları üzerindeki egemenliğini, devlet otoritesinin güçlendirilmesini ve silahların devletin elinde toplanmasını teyit eden kararlarla uyumlu.

Şarku’l Avsat'ın elde ettiği bilgilere göre, Fetih Hareketi’nin silahlarını teslim etme süreci el-Bedavi ve el-Celil kamplarında yakında tamamlanacak ve son aşamalar Ayn el-Hilve ve el-Miyye ve Miyye'de gerçekleşecek.


Hizbullah: Silahların devletin elinde toplanması planına ilişkin kabine toplantısı, akıl ve sağduyuya dönüş için bir fırsat

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
TT

Hizbullah: Silahların devletin elinde toplanması planına ilişkin kabine toplantısı, akıl ve sağduyuya dönüş için bir fırsat

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. Toplantıda, silahların devletin elinde toplanması planı görüşüldü,(EPA)

Hizbullah yetkilisi Mahmud Kamati bugün Reuters'a yaptığı açıklamada, Hizbullah’ın dün yapılan ve silahların devletin elinde toplanması planını ele alan kabine toplantısını ‘ülkenin bilinmeyene sürüklenmesini önlemek için akıl ve sağduyuya dönme fırsatı’ olarak gördüğünü söyledi.

Lübnan kabinesi dün, ordunun silahların devletin elinde toplanması planını memnuniyetle karşıladı ve ordunun planı uygulamaya başlayacağını belirtti. Kabine bir zaman çizelgesi belirtmedi ve ordunun bu alandaki yeteneklerinin sınırlı olduğunu kaydetti. Ancak, İsrail'in Lübnan'daki askeri operasyonlarının devam etmesinin ordunun ilerlemesini engelleyeceğini de bildirdi. Kabine toplantısının ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Lübnan Enformasyon Bakanı Paul Morcos, kabinenin planı resmi olarak onayladığını söylemedi.

Kamati Reuters'a verdiği demeçte, Hizbullah'ın, hükümetin dün açıkladığı, bu konudaki ABD yol haritasının uygulanmasının İsrail'in taahhüdüne bağlı olduğu açıklamasına dayanarak değerlendirme yaptığını belirtti.

Kamati, İsrail'in saldırılarını durdurup Güney Lübnan'dan çekilmediği sürece planın uygulanmasının bir sonraki duyuruya kadar askıya alınması gerektiğini vurguladı.

Kamati, “Hükümetin, ABD'nin yol haritasının uygulanmasında herhangi bir ilerlemenin İsrail'in taahhüdüne bağlı olduğunu açıklaması, planın bir sonraki duyuruya kadar askıya alındığı anlamına geliyor” dedi.

Lübnan kabinesi geçtiğimiz ay, tüm silahların devletin elinde toplanması için bir plan geliştirme görevini orduya verdi ve İsrail'in Lübnan'daki askeri operasyonlarını durdurması karşılığında Hizbullah'ın silahsızlandırılmasını amaçlayan ABD yol haritasını onayladı.

Kamati, “Hizbullah bu iki kararı kategorik olarak reddetti. Lübnan hükümetinin ulusal güvenlik stratejisi hazırlamayı taahhüt etmesi bekleniyor” ifadelerini kullandı.

İsrail geçen hafta, Lübnan ordusu Hizbullah'ı silahsızlandırmak için adımlar atarsa Güney Lübnan'daki askeri varlığını azaltacağını ima etti. Ancak son olarak çarşamba günü dört kişiyi öldürdüğü bir saldırı gerçekleştirdi.

Lübnan, geçen yıl İsrail ile yaşanan savaştan bu yana Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusunda bölünmüş durumda.

Lübnan, ABD ve Hizbullah'ın yerel muhaliflerinin örgütü silahsızlandırması yönündeki baskısı altında. Ancak Hizbullah, silahsızlandırmayı tartışmanın bile büyük bir hata olacağını söyleyerek bunu reddediyor. İsrail ise Lübnan'a hava saldırılarını sürdürüyor ve güneydeki geniş toprakları işgal ediyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım geçen ay iç savaş ihtimalini gündeme getirerek, hükümeti örgüte karşı çıkmaya çalışmaması konusunda uyardı ve sokaklarda protestoların patlak verebileceğini söyledi.


Lübnan, ordunun planına göre ‘silahları devletin elinde toplama’ faaliyetine devam ediyor

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
TT

Lübnan, ordunun planına göre ‘silahları devletin elinde toplama’ faaliyetine devam ediyor

Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)
Lübnan hükümeti, Cumhurbaşkanı Joseph Avn başkanlığında Baabda Sarayı'nda toplandı. (DPA)

Lübnan hükümeti, ordunun, silahların devletin elinde toplanmasını beş aşamada uygulamak için geliştirdiği planı kabul ederek bu meseleyi çözdü. Söz konusu planın ilk aşaması yıl sonuna kadar tamamlanacak. Bu, hükümetin geçen ayın başında aldığı kararlarda belirlediği son tarihi aşıyor.

Hükümetin kararı Şii İkilisi’ni memnun etti. Meclis Başkanı Nebih Berri Şarku’l Avsat'a, “Ortam iyi, zehirli rüzgarlar dinmeye başlıyor. Ordunun planı sivil barışı koruyor” dedi. Berri ayrıca, çatışmayı önlemenin önemini vurguladı.

Öte yandan Başbakan Nevvaf Selam Şarku’l Avsat'a verdiği demeçte, kararların açık olduğunu ve yoruma yer bırakmadığını belirterek, bu adımın Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına ilişkin kararların geri alınmasına yol açmadığını ifade etti.

Selam, silahların devletin elinde toplanması konusunda geri dönüşün olmayacağını ve hükümetin 5 Ağustos'ta yapılan toplantının kararlarına uygun olarak kendi güçleri aracılığıyla devletin otoritesini genişletmeye devam edeceğini belirtti. Selam, ‘Lübnan'ın Amerikalılarla mutabık kalarak değiştirdiği ve hedefleri hükümet tarafından onaylanan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın planının, her iki tarafça karşılıklı olarak uygulanması gerektiğini, ancak İsrail'in henüz bu konuda taahhütte bulunmadığını’ kaydetti.