Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Bir İngiliz podcastine verdiği röportajda, “Batı, Suriye vizyonunu yeniden gözden geçirmeli” dedi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
TT

Ahmed eş-Şera: Irak'taki deneyimim bana mezhep savaşı yapmamayı öğretti

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'nın Şam'da eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart ile diyaloğu (podcast hesabı)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Irak hapishanelerinden salıverildikten sonra Suriye'ye döndüğünde kendisine iki şart koyduğunu söyledi: ‘Irak'ın mezhep savaşı deneyimini tekrarlamamak ve sadece rejimle mücadeleye odaklanmak.’

Bu ifadeler, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair'in eski sözcüsü Alistair Campbell ve eski İngiliz Muhafazakâr bakan Rory Stewart'ın geçtiğimiz günlerde Şam'da eş-Şera ile bir araya gelerek gerçekleştirdikleri ve ‘Ahmed eş-Şera hapisteki bir El Kaide savaşçısından Suriye'nin liderine nasıl dönüştü?’ başlığıyla yayınlanan podcastte yer aldı.

Eş-Şera, “El Kaide'nin Irak'ta yaptıklarını tekrarlamak istediler ama ben bunu şiddetle reddettim. Bu durum aramızda bin 200'den fazla savaşçımızın öldürüldüğü ve benim de kuvvetlerimin yüzde 70'ini kaybettiğim büyük bir çatışmaya yol açtı. Ancak yeniden toparlandık ve rejimle savaşmaya odaklandık. Aynı zamanda DEAŞ ve benzeri gruplar gibi diğer taraflardan gelen tehditlerle de başa çıkmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı.

Eş-Şera, “Bir savaşçıydınız, bir mahkumdunuz, bir liderdiniz ve şimdi bir cumhurbaşkanısınız… Bu dönüşüm hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Şu anda Esed'in eskiden bulunduğu bu saraydayım. Ben bir savaşçıydım, savaşmak istediğim için değil. Bugün cumhurbaşkanıyım ama cumhurbaşkanı olmak istediğim için değil.”

Irak savaşı deneyimi

Suriye Cumhurbaşkanı, üniversitenin ilk dönemlerinde genç bir adam olarak, Suriyelilerin 60 yıl boyunca maruz kaldığı acımasız baskıdan, Suriye toplumunun sistematik olarak yok edilmesinden ve Irak'ta savaş patlak verdiğinde oraya gitmesi gerektiğini hissetmesinden duyduğu öfkeden bahsetti.

Eş-Şera Irak'ta üç yıl savaşmış, ardından beş yılını hapiste geçirmiş. İngilizler ona hapishanenin onu nasıl değiştirdiğini, bundan ne öğrendiğini ve çeşitli grupların saflarında nasıl hızlı bir şekilde yükselebildiğini sordu.

cdfrgthy
Suriyeli sanatçı Tamara Bessam Ebu Alvan, Şam'da Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlayan bir duvar resmi çiziyor. (Reuters)

Eş-Şera bu soruya şu cevabı verdi: “Suriye'de var olan baskının boyutlarını fark etmeye başladığımda yaklaşık 19 yaşındaydım. Ülkenin kötüye giden durumunu ve önceki rejimin ülkeyi nasıl korkunç bir şekilde yönettiğini görebiliyordum. Şam'ın taşıdığı yük ve rejimin Suriye toplumunu ve bu kadim şehri nasıl istismar ettiği konusunda derin bir acı hissettim.”

Sözlerine şöyle devam etti: “Bu rejimin düşmesi gerektiğine ikna olmuştum ama bunu gerçekleştirecek araçlarımız ya da uzmanlığımız yoktu. Bu yüzden deneyim kazanabileceğim her yere gitmeye karar verdim. O sırada Amerikalılar Irak'a girmeye hazırlanıyordu ve ABD'nin yaptıklarına karşı güçlü bir Arap ve İslami tepki vardı. Unutmamalısınız ki o zamanlar gençtim ve farklı bir düşünce tarzım vardı. Bu yüzden Irak'a gittim ve farklı gruplarla çalıştım. Zaman içinde bu gruplar yavaş yavaş küçülmeye ve El Kaide örgütüyle birleşmeye başladı. Bu şekilde kendimi El Kaide saflarında buldum.”

sxcdfrgt
Yaklaşan Ramazan Ayı için hazırlanan ‘Benatu’l Başa’ adlı dizinin çekimleri Eski Şam'da yapılıyor. (AFP)

22 yıllık bu yolculuk sırasında eş-Şera, Irak'taki deneyimlerinden öğrendiği en önemli şeyin, aynı hataları tekrarlamaktan kaçınmak istiyorsak politikaların sürekli olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiği olduğunu söyledi. O dönemde Batı'nın Ortadoğu'ya yönelik politikalarını eleştiren eş-Şera, “Bunlar yanlıştı ve değiştirilmeleri gerekiyordu. Bölge halkının her 10 yılda bir kötü kararların bedelini ödemesini istemiyoruz” dedi.

Bir barış adamı!

Kendisini dünyaya bir barış adamı olarak tanıtmak isteyip istemediği ve kendisine halen şüpheyle yaklaşan ülkelerle nasıl ilişkiler kurmayı planladığı sorusuna eş-Şera şu yanıtı verdi: “Bölgemizde, özellikle Suriye'de savaşlardan bıktık. İnsanlık barış ve güvenlik olmadan yaşayamaz, insanların aradığı şey bu, savaş değil. İnsanları bir araya getirebilecek ve savaşa başvurmadan barışçıl çözümlere götürebilecek pek çok şey var. Barış içinde insan olarak bizi birleştiren şeyler, savaş içinde bizi bölen şeylerden çok daha büyüktür.”

scdfvgbth
Yeni Suriye yönetimi geçtiğimiz aralık ayında muhalif grupları birleşik bir Suriye ordusuna entegre etmeye çalıştı. (SANA)

HTŞ grupları

Podcastte eş-Şera’ya bazıları daha radikal olan birçok hareketten oluşan Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) içindeki pratik bir zorluk soruldu: “Burada bizimle birlikte oturmanıza kızanlar olabilir. Şimdi cumhurbaşkanı olduğunuza göre, en radikal olanlar da dahil olmak üzere tüm bu eski gruplarla nasıl başa çıkacaksınız?”

Ahmed eş-Şera şöyle yanıtladı: “Burada sizinle birlikte oturmama izin verilmediğini söylemek büyük bir abartı olur. O kadar da kötü değil. Bir arada yaşamamızı ve birbirimizle savaşmaya gerek kalmadan devrimin hedeflerine ulaşmamızı sağlayacak uygun ve kabul edilebilir bir formüle ulaşana kadar tüm bu taraflarla ikna ve diyalog yöntemlerini kullandım... Pek çok kişi bu yaklaşıma katıldı.”

scdfvgrth
Halep kırsalından Humus şehrine dönen yerinden edilmiş Suriyelileri taşıyan bir otobüsün penceresinden bakan bir çocuk, elinde Suriye bağımsızlık bayrağı tutuyor, 10 Şubat. (AFP)

Anayasa ve seçimler

“Peki ya ‘ulusal konferans’ ve anayasa ile seçimlerin belli bir zaman dilimi içinde yapılmasının garanti edilmesi hakkında ne söylersiniz?”

Eş-Şera, Suriye'nin çeşitli aşamalardan geçtiğini ve önceliğin hükümeti istikrara kavuşturmak ve devlet kurumlarının çöküşünü önlemek olduğunu söyledi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “İdlib hükümetini Şam'ın kontrolünü ele geçirdiğimizde iktidarı devralmaya hazır olacak şekilde hazırladık. Bu aşama için üç ay ayırdık. Daha sonra anayasal deklarasyon, ulusal konferansın toplanması ve cumhurbaşkanının atanmasını içeren bir sonraki aşamaya geçeceğiz. Uluslararası sözleşmelere uygun olarak bir cumhurbaşkanı atadık. Anayasa uzmanlarına danıştıktan sonra muzaffer güçler cumhurbaşkanını atadı, önceki anayasayı iptal etti ve eski parlamentoyu feshetti. Şimdi, yeni bir anayasanın ilan edilmesinin önünü açacak öneriler geliştirmek amacıyla çok çeşitli tarafların yer alacağı ulusal diyalog sürecine geçeceğiz. Geçici bir parlamento oluşturulacak ve bu parlamento yeni anayasayı hazırlamak üzere bir anayasa komitesi kurmakla sorumlu olacak.”

Trump ve Gazze

Eş-Şera, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır ve Ürdün'e taşınmasına ilişkin açıklamalarıyla ilgili olarak şunları söyledi: “İnsanları topraklarını terk etmeye zorlayabilecek hiçbir güç olmadığına inanıyorum. Birçok ülke bunu yapmaya çalıştı ama hepsi başarısız oldu, özellikle de Gazze Şeridi'ne yönelik son savaş sırasında. Geçtiğimiz bir buçuk yıl boyunca Filistin halkı acıya, ölümlere ve yıkıma katlandı ama yine de topraklarını terk etmeyi reddetti. 80 yılı aşkın süredir devam eden bu çatışmada, Filistinlileri zorla yerlerinden etmeye yönelik tüm girişimler başarısız oldu. Terk edenler kararlarından pişman oldular. Birbirini izleyen Filistinli nesillerin aldığı ders, topraklarına bağlı kalmanın ve onu terk etmemenin önemidir.”

scdfvrgty
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera dün Silikon Vadisi'nden Suriye asıllı Amerikalı uzmanlardan oluşan bir heyetle bir araya geldi. (SANA)

Ekonomik model

Kendisini en çok ilgilendiren küresel ekonomik model ve ekonomi yönetimi açısından ilham aldığı belirli bir ülke ismi sorulan Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, Singapur, Suudi Arabistan, bazı dönemlerde Brezilya ve kalkınma yolunda büyük zorlukların üstesinden gelen Ruanda gibi ekonomik büyümeye tanık olan birçok ülkeyi incelediğini söyledi. Her ülkenin kendi zorlukları ve kalkınma aşamasıyla şekillenen kendi bağlamına sahip olduğunu belirtti. “Bu örneklerden değerli dersler çıkarılabilecek olsa da bunları körü körüne taklit etmemeliyiz. Bunun yerine, Suriye'nin kendine özgü durumuna uygun bir yaklaşım geliştirmek için bu dersleri uyarlamalı ve entegre etmeliyiz” dedi.

Ordu ve polisin lağvedilmesi

Eş-Şera'ya, Baas'tan arındırma sonrasında Irak'ta yaşananları anımsatan polis ve ordunun lağvedilmesi ve bu konunun nasıl ele alınacağı sorulduğunda, Suriye ve Irak'taki durum arasında büyük farklar olduğunu ve karşılaştırmaların her zaman büyük farklılıklar gösterdiğini söyledi. Suriye ordusunu ‘bir alternatif hazırlamadan’ dağıtmadığını belirtti.

Eski rejimin ordusunun Irak ordusu gibi olmadığını vurgulayan eş-Şera, “Çok sayıda milis ile İran ve Rusya'dan gelen dış müdahalelerle parçalanmıştı. Ordu dağılmış ve çökmüştü. Birçok genç erkek askere gitmemek için Suriye'den kaçıyordu. Dolayısıyla ordunun Suriyeliler için büyük bir önemi yoktu. Bugün Suriye'de zorunlu askerlik uygulamadım. Gönüllü askerliği tercih ettim. Bugün binlerce kişi yeni Suriye ordusuna katılıyor” ifadelerini kullandı.

Devrimci zihniyet bir devlet inşa edemez

Kendisini halen bir devrimci olarak görüp görmediği sorulan eş-Şera, devrimci zihniyetin bir devlet inşa edemeyeceğini söyledi. Şarku'l Avsat'ın Rory Stewart'ın röportajından aktardığına göre Eş-Şera, “Bir devlet inşa etmek ve bütün bir toplumu yönetmek söz konusu olduğunda farklı bir zihniyete ihtiyaç duyarsınız. Benim için devrim, rejimin devrilmesiyle sona erdi” dedi.

Eş-Şera sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün ülkenin yeniden inşası, ekonomik kalkınma, bölgesel istikrar ve güvenliğin sağlanması, komşu ülkelere güvence verilmesi ve Suriye ile Batı ülkeleri ve bölge ülkeleri arasında stratejik ilişkiler kurulmasını içeren yeni bir aşamaya geçtik.”

sdfgrt
Ahmed eş-Şera'nın geçen ay yaptığı bir konuşmayı Şam'daki er-Ravza kafede takip eden Suriyeliler (Şarku’l Avsat)

Batı medyasının kendisi hakkında söylediklerine ilişkin tutumu sorulan Ahmed eş-Şera, Suriye'nin küresel etkiye sahip stratejik bir ülke olduğunu söyledi. Eş-Şera, “Geçmişte rejim kasıtlı olarak Suriyelileri Avrupa'ya göç ettirmeyi ve Captagon'u Avrupa'ya ve bölgeye kaçırmayı amaçlıyordu. Şam ayrıca, Suriye içindeki bazı ülkelerin oynadığı son derece olumsuz rol nedeniyle bölgede daha fazla istikrarsızlık tohumları ekmek için bir üs olarak kullanıldı” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye'nin durumunun kökten değiştiğini ve gelecek vaat eden yeni bir ülke haline geldiğini vurgulayan eş-Şera, “Suriye ekonomik kalkınma yoluyla bölgenin istikrara kavuşmasında önemli bir rol oynayacaktır” dedi. Eş-Şera, tarım, sanayi ve ticaret gibi sektörlerde önemli bir merkez olacak olan Suriye'nin tarihi İpek Yolu üzerinde yer aldığını ve Doğu ile Batı arasındaki ticaretin yeniden gelişmesinin beklendiğini belirtti.

Eş-Şera, Batı'nın Suriye'ye bakışını bu açıdan yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.



Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
TT

Irak'ta “Şii hakimiyeti” ve siyaset-silah ikiliği

Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)
Irak’ta Haşdi Şabi üyeleri ve destekçileri, ABD tarafından düzenlenen ve dört Haşdi Şabi üyesinin ölümüne neden olan hava saldırısını kınamak üzere Bağdat'ta gerçekleştirilen bir protesto sırasında Haşdi Şabi bayraklarıyla yürürken, 31 Temmuz 2024 (AFP)

İyad el-Anberi

“Şii hakimiyeti” terimi son zamanlarda Şii güçlerin çoğunluğu oluşturdukları ya da devlete nüfuzlarını dayattıkları ülkelerde, özellikle Irak ve Lübnan'da, iktidara gelmelerini ifade etmek için sık sık kullanılır. Bu ifade, 2003 yılında Irak'ta Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Şii siyasi güçlerin artan nüfuzunun da bir göstergesidir.

Şii hakimiyeti, kamusal alanın her noktasında onu teyit eder şekilde görünmeye başladı. Hatta Şii dini ve siyasi sembolleri, işaretleri ve ritüelleri sokaklarda ve kamusal alanda çoğalmaya başladı. Bu olgu, Haşim Salih'in 2003 yılından sonra Arap dünyasında yaşanan olayları açıklarken atıfta bulunduğu Sigmund Freud'un analizine göre normal kabul ediliyor. Freud'a göre tarih boyunca bastırılmış olan her şey bir gün uyanacak ve dünyanın derinliklerinden volkanlar gibi patlayarak var olma ve kendini ifade etme hakkını talep edecektir.

Şii medya elitleri tarafından icat edilen bir terim olan Şii hakimiyeti ne fikri temellere sahip ne de bilişsel bir kavramsal temele bağlı.

Bu terim son zamanlarda Irak'ta Şii siyasi güçler tarafından oluşturulan siyasi bir gerçekliğin ve hükümet kurulurken nüfuzlarının dayatılmasının yanı sıra Şii siyasi İslamcı güçlerin egemen çoğunluk olarak hakimiyetini teyit eden yasaların çıkarılmasının bir işareti olarak da kullanılıyor. Dolayısıyla bu terim, bir teori ya da entelektüel bir tez olmaktan ziyade siyasi bir olgudur.

Genel olarak Şii fıkıh literatürü, iktidar meselesini ve devletle olan ilişkiyi fıkıh terminolojisinde bir ‘yargılama kaynağı’ olarak ele alır. İran İslam Devrimi'nin başarısı, Şii siyasi düşüncesinde devlet hakkında düşünmenin önceliğini yeniden tesis etmiştir. Ancak İran siyasi sisteminin sunduğu model, Ayetullah Humeyni'nin ‘Velâyet-i Fakih yâ Hükûmet-i İslamî’ (İslam’da Devlet & Velayet-i Fakih) adlı kitabında çağrıda bulunduğu ve siyasi projesinin temeli ve kurmaya çalıştığı devletin meşruiyet kaynağı olarak seçtiği Velayet-i Fakih teorisinin somutlaşmış haliydi. Sonunda Arap bölgesindeki, özellikle de Irak ve Lübnan'daki Şii siyasal İslamcı hareketlerin yönetimlerine kendisini dayatmaya başlayan Şii siyasal yönetim modeli oldu.

İran’daki devrim deneyimi, fikirlerini İran'da bir İslam Cumhuriyeti şeklinde hayata geçirmeyi başardı. Ancak Irak'taki Şii İslamcı hareketlerin deneyimi, Baas rejimine karşı İslam devrimi sloganları atmalarına rağmen oldukça farklıydı. Öte yandan, Şii akımların ve liderlerin çoğu İran'da olduğu gibi Velayet-i Fakih tezini benimsemedi. Lübnan'da entelektüel tartışmalar İslam devletinin meşruiyetini ve İsrail işgaline karşı Şii İslami direniş projesinin karşı koyduğu, direniş bayrağı altında varlığını ve silahlarının meşruiyetini dayatan Velayet-i Fakih tezini tartıştı. Ta ki 2006 yılından sonra siyasete ve Lübnan'daki karmaşıklıklara ve anlaşmalara girmeye karar verene kadar.

DEAŞ'la mücadelenin sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasının, devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapının varlığıyla birleştirilmesi gerektiği fikri ticarileştirilmeye başladı. Bu silahlı yapının görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumaktı.

Ancak fark şu ki, İran'daki İslam Devrimi deneyimi, bir İslam Cumhuriyeti ortaya çıkarmış olmakla birlikte, yönetim sisteminde silah-siyaset ikiliğini pekiştirmeye çalışmış ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Kudüs Gücü gibi resmi güvenlik kurumlarına paralel askeri kurumlar kurmuştur. İran’ın Dini Lider tarafından yönetildiği doğru olsa da görevi devleti korumak ve topluma hizmet etmek değil, devrimi ve onun sloganlarını korumak ve yaşatmaktır.

Taklit ve benzerlik

İran’daki devrim deneyiminde liderler, İslam Devrimi ideolojisine dayalı bir ulusal mutabakatın hatlarını çizebilmiş ve İslam Cumhuriyeti rejimine karşı çıkan bir muhalefet olmaksızın kendi siyasi modellerini dayatabilmişlerdir. Fakat bu durum, Irak ve Lübnan'daki Şiilerin siyasi deneyimlerinin tam tersidir.

Irak'ta, muhalefet olarak yurt dışında faaliyet gösteren Şii akımlar ve partiler 2003 yılından sonra siyasi sürece dahil oldular. Geçici Koalisyon Yönetimi'nin milislerin sisteme entegrasyonuna ilişkin 91 sayılı kararnameyi yayınlamasının ardından 2004 yılında silahlarını bırakmayı ve resmi kurumlara katılmayı kabul ettiler. Ancak başından beri ABD’nin Irak'taki askeri varlığına karşı silahlanmayı tercih eden Sadr Hareketi siyasi sürece katılmayı reddetti. Dolayısıyla, milislerin aynı çatı altında toplanması kararını destekleyen, ama silahlı kanatlarını gerçekten lağvetmeyen diğer Şii İslamcı güçler ve akımlar gibi gizli değil, açık bir şekilde silah ve siyaset ikilisi çerçevesinde faaliyet göstermeye devam etti.

DEAŞ’ın Irak’ta 2014 yılına kadar birçok ili ve bölgeyi kontrol altına almasının ardından Irak'ta Şiilerin en büyük dini mercisi Ayetullah Ali es-Sistani'nin cihat fetvası vermesi ve Nuri el-Maliki hükümetinin DEAŞ tehdidine karşı silahlı grupları bir araya getirmek için Haşdi Şabi Komisyonu'nu kurması, silahlı örgütlerin ortaya çıkış sürecini başlattı. Bunlardan bazıları 2004 yılından sonra görünürde terk ettikleri silahlı kanatlarını yeniden kurarken, diğerleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığına karşı ‘direniş’ adı altında faaliyet gösteriyordu. Tüm bunların yanında 2014 yılından sonra kurulan gruplar da vardı.

Irak’ta 2018 yılında yapılan seçimlerde silah ve siyaset ikiliğinin paralelliği daha da belirgin hale gelirken DEAŞ’a karşı kazanılan zafere siyasi olarak yatırım yapılması gerektiği söylemleri bu durumu meşrulaştırıldı. Seçimlerden sonra, eli silah tutan Şii siyasi aktörler bir tür ikirciklikle hareket etti. Silahlarını ya da silahlı örgütlerini terk etmediler. Sadece siyasi katılım için gösterdikleri adresleri değiştirdiler. Şimdiye kadar bu yasal hile devam ediyor. Silahlı örgütler olarak değil, siyasi oluşumlar olarak kayıtlıdırlar.

dfrgthy
Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Raşid (solda), Asaib Ehl-i Hak lideri Kays el-Hazali, Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ve eski Başbakan Nuri el-Maliki 3 Mayıs'ta Asaib Ehl-i Hak grubunun kuruluşunun 21. Yıldönümü törenine katıldılar (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Irak siyaset sahnesinde kendine yer bulan Silah-siyaset ikiliği 2019 yılının ekim ayında başlayan halk protestolarının ardından Mustafa Kazımi hükümetinin kurulmasında ve tüm karmaşıklıklarda devam etti. Silahlı gruplarla ilişkili isimler kendilerini siyasi unvanlarla sunmaya çalışmaya başlarken siyasi alandaki varlıklarının ve önemli ekonomik kurumlar üzerindeki kontrollerinin bir çeşit açıkça tanınmasıyla muhatap oldular. Bu grupların varlığı ülkede 2021 yılındaki seçimlerden sonra, Mukteda es-Sadr'ın destekçileri ile Koordinasyon Çerçevesinde olan silahlı gruplar arasında Bağdat'taki Yeşil Bölge'nin duvarları önünde yaşanan çatışmaya kadar güçlendikçe güçlendi.

En önemli paradoks 2017 sonrası dönemde ve DEAŞ’a karşı zaferin ilan edilmesiyle başladı. Çünkü görevi İran'daki iktidarı ve kazanımlarını korumak olarak tanımlanan İran’daki DMO deneyiminin taklit edilmeye çalışıldı. Dolayısıyla, DEAŞ'a karşı savaşın sona ermesinin ardından, Irak'taki Şii yönetiminin korunmasına, devletin güvenlik kurumlarına paralel, görevi Şii çoğunluğun hüküm sürdüğü siyasi sistemi korumak olan bir silahlı yapının varlığının eşlik etmesi gerektiği fikri ticarileşmeye başladı.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı.

Şii yönetimini korumak için silahlı yapıların gerekli olduğunu savunmak, 2003 sonrası Şii yönetim deneyiminin kazanımlarını tehdit eden bir risk karşısında silah-siyaset ikiliğini meşrulaştırma girişimi haline geldi. Bu ikiliğin gerekliliğini sorgulayanlar ya da siyasi alana dayatılmasının gerekçelerini ortadan kaldırmaya çalışanlar, doğrudan Şii yönetiminin altını oymak isteyen yabancı bir gündemi uygulamak suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu yüzden iktidardaki Şii siyasi elitlerin yüzleşmesi gereken daha ciddi bir soru göz ardı edildi. O da “Devleti ve kurumlarını kontrol eden Şii hakimiyeti deneyimi, kendisini korumak ve kazanımlarını muhafaza etmek için neden devletin güvenlik kurumlarına paralel bir silahlı yapıya ihtiyaç duyuyor? Mezhepçi ve milliyetçi bileşenlerle bir ortak yönetim olsa bile, siyasi karar alma gücü Şii siyasi aktörlerin elinde kalmaya devam edecek mi?” sorusudur.

7 Ekim depremi

Hamas’ın İsrail’e karşı 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu'nun yankıları Irak'a da yansıdı. Iraklı Şiilerin siyasi kararlarında silah-siyaset ikiliğinin iç içe geçtiğini ortaya koyan bir andı. ‘Irak İslami Direnişi’ adı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar, konumlarını İran'ın başını çektiği ‘Direniş Ekseni’ ile özdeşleştirerek tanımladılar.

Öte yandan, hükümette siyasi olarak temsil edilen Şii siyasi partilerin katılımı silahlı yapılarına dayalıydı. İsrail'e karşı savaşta ve ABD'nin Irak'taki varlığının tehdit edilmesinde silahlarıyla çatışmaya katılmaya hazır oldukların açıklasalar da fiili hiçbir hamlede bulunmadılar.

Lübnan'da 7 Ekim 2023’ten sonraki gelişmelerin Hizbullah üzerindeki yansımaları ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından 7 Ekim'den sonrası İran'ın bölgedeki nüfuzu azaltma, silahlı uzantılarını ve direniş eksenini ortadan kaldırma projesini içeren yeni Ortadoğu’yle ilgili düzenlemeler çerçevesinde Irak'taki silahlı grupların hedef alınacağı konuşulmaya başlandı. Bu konuşmalar, ABD raporları ya da açıklamaları aracılığıyla değil, Muhammed Şiya es-Sudani hükümetindeki danışmanlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin liderleri ve bu haberleri tekrarlamaya başlayan siyasetçiler aracılığıyla yapıldı. Irak Dışişleri Bakanı bile açıkça silahlı gruplarla silahlarını bırakmaları için görüşmeler yapıldığından bahsetti.

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı.

Öte yandan Şii Koordinasyon Çerçevesi güçlerinden siyasi grupların liderleri. Öte yandan, Koordinasyon Çerçevesi İttifakı içinde bile bu söylemler karşısında sessiz kaldılar ve bu tehditlere yanıt vermeyip bu konuda hiçbir tartışmaya girmediler. Silahlı grupların liderlerinin X platformundaki hesapları bile ortadan kayboldu. Artık bu platformda tweet atmıyorlar!

Görünen o ki, Şii hakimiyetinin siyaset-silah ikiliği içeriden ziyade dışarıdan gelen bir meydan okuma ve tehditle karşı karşıya. Dolayısıyla varlığını ve devamının gerekliliğini meşrulaştırmaya çalışan söylemlerle karşı karşıya kalacaktır. Ancak dışarıdan gelen bu tehdit ve meydan okuma, yirmi yıllık iktidar deneyiminin gözden geçirilmesi, değerlendirilmesi ve Şii monarşisinin kendisini korumak için silahlı bir yapıya mı yoksa halkının siyasi, ekonomik ve hizmet başarılarının meşruiyetine mi güvenmesi ya da 2003 sonrası yönetim deneyimini koruyan bir ulusal mutabakat oluşturmak için mi çalışması gerektiğiyle dengeyi sağlayamadı.

csdfvgrthy
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)

Irak'taki Şii siyasi söylemi, Şiilerin iktidar ve nüfuz alanlarındaki hakimiyetine rağmen hiçbir zaman Şii siyasi söyleminden kopmadı. Bundan dolayı onları ‘iç grup’ ve ‘dış grup’ ifadeleriyle düşünürken, siyasi meseleleri siyasi güçlerin etki alanının etrafını çitle çevirmek amacıyla ele alırken ve Şii siyasi sınıfının kazanımlarını kaybetmesinin Şiilerin iktidar şansını kaybetmesi anlamına geldiğini ima ederken bulursunuz. İşte tüm paradoks da burada yatıyor. Çünkü düşünceleri kapalı bir çevreyle sınırlı kalmış, iktidarı ellerinden kaçırma riskine ilişkin bir kriz düşüncesini yansıtmış, iktidarı kaybetme korkusunu siyasi ve hizmet başarılarının meşruiyetiyle aşmaya çalışmak yerine sloganlara sarılma ve deneyimi korumak için silahlı yapının varlığını meşrulaştırmaları gerektiği ısrarıyla bir düğüm haline getirmiştir.