Yeni bölgesel durum ve İsrail tehdidi arasında Lübnan ve Suriye

Normalleşme önerileri daha fazla kaosun habercisi niteliğinde

Suriye'nin güney sınırı boyunca yer alan İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart (AFP)
Suriye'nin güney sınırı boyunca yer alan İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart (AFP)
TT

Yeni bölgesel durum ve İsrail tehdidi arasında Lübnan ve Suriye

Suriye'nin güney sınırı boyunca yer alan İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart (AFP)
Suriye'nin güney sınırı boyunca yer alan İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart (AFP)

Elie el-Kasifi

Ortadoğu’daki tabloyu okumak için iki ana başlık var. Bunlardan birincisi İsrail’in Gazze Şeridi’ne ve dolayısıyla Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırılarını yeniden başlatması ve Batı Şeria'dan bahsetmemesi, ikincisi ise İran'ın nükleer programı, balistik silahları ve belki de Tahran destekli milislerin bölgedeki geleceğiyle ilgili müzakereler konusunda İran ve ABD arasında karşılıklı olarak verilen mesajlar ve savrulan tehditler.

Bu iki başlık arasındaki tüm bağlantıları, sanki bölge için hala sisli, dalgalı ve binlerce soruyu beraberinde getiren bir gelecek öngörüyormuşuz gibi aramanın bir önem yok. Bu iki başlığın eşzamanlı ve uluslararası sahneyi her geçen gün sarsan Donald Trump döneminde ABD'nin bölgedeki stratejisinin mihenk taşı olması yeterli. Zira bunun İran'dan Sudan'a, doğudan batıya bölgedeki tabloyu etkilemeden yapılması mümkün değil.

İster doğuda ister batıda” olsun hiç kimse tarafından 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana istediğini yapmaktan caydırılamayan İsrail, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a girmesinden bu yana ABD'nin bölgedeki tutumuyla birebir özdeşleşmiş durumda. Trump’ın 20 Ocak'ta göreve başlamasının arifesinde İsrail ile Hamas arasında varılan ateşkesin, ABD’nin Cumhuriyetçi Başkanı’nın seçim kampanyası sırasında söz verdiği gibi Gazze'deki savaşı durdurma konusunda ciddi olduğunu gösterdiği doğru olsa da çok geçmeden Trump'ın vaatlerinin İsrail'i ve hatta kendisini bile bağlamadığı ortaya çıktı. Slogan atma ve son tarih belirleme konusunda başarılı olan Trump’ın gerçeklere uyum sağlama ve planlarını yavaşlatma ya da iptal etme konusunda daha becerikli olduğu da açıkça görüldü. Aynı şey Ukrayna'daki savaşı rekor bir sürede sona erdirme vaadi için de geçerli.

Gazze Şeridi'ndeki savaşa gelince, İsrail’in yeniden başlayan saldırısı, sanki ABD’nin mevcut stratejisinin bir parçasıymış ve sadece İsrail stratejisini yansıtmıyormuş gibi ABD'nin tam desteğine sahip. Bu da Trump dönemi ile İsrail'in Gazze’deki ve bölgedeki vahşetini örtbas etmekten geri kalmayan Joe Biden dönemi arasında büyük bir fark olduğunu gösterdi. Ancak ABD’nin ve İsrail’in stratejileri arasındaki uyum daha önce hiç Trump yönetiminde olduğu kadar ileri boyutlara ulaşmamıştı. Trump'ın açıkladığı Gazze halkını yerinden etme planı bunun tek kanıtıdır. Trump, bu plandan geri adım atmış ya da planını ertelemiş gibi görünse de bu plan İsrail aşırı sağı için çok iddialı bir Amerikan tavanı oluşturdu. İsrail aşırı sağının önerilerine karşı zaman zaman çok muğlak da olsa bir mesafe koyan önceki Demokrat Partili Joe Biden yönetimi döneminde durum böyle değildi.

Aslında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yeniden başlayan saldırısı ‘güç yoluyla barış’ sloganının pratikteki tercümesi olurken pratikte bölgede barışı sağlamaktan ziyade İsrail'in bölge üzerindeki kontrolünü dayatmak anlamına geliyor. Ancak İsrail, 7 Ekim 2023’ten bu yana geleneksel rakipleri olan Filistinli gruplar ve Hizbullah'a karşı elde ettiği tüm ‘başarılara’ rağmen, şimdiye kadar kendisi için tamamen elverişli bir bölgesel durum tasarlayabilmiş ya da bölge üzerinde kontrolünü empoze etmesine yahut çevresiyle normal ilişkileri olan bir devlete dönüşebilmiş değil. Aksine, İsrail’in Gazze Şeridi, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye’de güç kullanmaya devam etmesi, onu bölgede ‘normal bir devlet’ olmaktan giderek daha da uzaklaştırıyor.

Hizbullah'ın askeri yetenekleri büyük ölçüde zayıfladığından ve Lübnan'da Arap ülkelerinin ve uluslararası toplumun desteğiyle yeni bir siyasi durum tesis edildiğinden, İsrail'in Lübnan'daki saldırıları artık bölgesel ve uluslararası alanda Hizbullah'a yönelik saldırılar olarak görülmüyor.

İsrail'in Hizbullah'ı zayıflatması, Hizbullah ile bölgedeki devletler ve halklar arasındaki köklü husumet göz önüne alındığında, Hizbullah'a karşı olumsuz bir hassasiyet uyandırmak bir yana İsrail'in Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'ye girmeye devam etmesi ve buradaki mezhepçi grupları kendi tarafına çekmeye çalışması, Suriye topraklarını sürekli bombalaması, İran'ın bölgedeki hegemonik projesinin çöküşünden sonra belli bir bölgesel denge yaratmaya çalışan bölgenin ağır toplarının İsrail'e karşı hassasiyetlerini ve öfkelerini artırdı. Tüm bunların yanında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki soykırım savaşını sürdürmesi, bölge genelinde İsrail'e yönelik nefreti pekiştirirken İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi ihtimalini ortadan kaldırdı ya da en azından uzun bir süre için erteledi.

7u6ı8o9
İsrail'in Beyrut'un güney banliyösüne düzenlediği hava saldırısında hasar gören bina, 1 Nisan 2025 (AFP)

Hatta Lübnan dosyasıyla ilgili olarak İsrail'in ateşkesi açıkça ihlal ederek Lübnan topraklarında beş yeri işgal etmesi ve Beyrut'un güney banliyölerini yeniden bombalamaya başlaması, Hizbullah'ın askeri yetenekleri büyük ölçüde zayıfladığı ve Lübnan'da Arap ülkelerinin ve uluslararası toplumun desteğiyle yeni bir siyasi durum oluştuğu için bunlar yapılan artık bölgesel ve uluslararası alanda Hizbullah'a karşı yapılmış gibi görülmüyor. Öyle ki Hizbullah, doğrudan ya da dolaylı sorumlulukla, geçtiğimiz hafta İsrail’deki yerleşim birimlerine iki parti halinde ham roketlerle saldırmış olsa da bu durum İsrail'in Lübnan'daki saldırılarını haklı çıkarmıyor. İsrail’in saldırıları Hizbullah’ın roketli saldırılarına verilen bir yanıt değil, Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye'de ateş kontrolünü sağlama iddiasından öteye geçmiyor.

Bu durum bölgedeki çatışmayı bir yanda İran ve vekilleri, diğer yanda İsrail arasında olmaktan çıkarıp bir yanda İsrail diğer yanda onun politikalarından etkilenen bölge ülkeleri arasında olmaya doğru sürüklüyor. Tel Aviv'in Suriye'nin güneyindeki saldırılarını genişleterek ve orada süresiz kalma tehdidinde bulunarak körüklemeye devam ettiği Suriye'de Türkiye ile İsrail arasında ortaya çıkan gerilim, bunun en açık örneğidir. Ayrıca İsrail, Suriye'de çoğunlukla Türkiye tarafından desteklenen yeni hükümete sürekli olarak saldırmış ve Suriye toprakları içindeki birçok yeri bombalamıştır.

Lübnan ve Suriye savunma bakanları arasında Riyad'da yapılan toplantının, Lübnan ve Suriye arenalarını tek bir arena olarak ele alan bölgesel ve özellikle Arap ülkeleri arasındaki dinamiği göstermeye yetti.

Peki Türkiye ile İsrail arasında Suriye’de yaşanan gerilim doğrudan bir çatışmaya dönüşür mü? Bu soruya cevap vermek için henüz çok erken olsa da Ankara'nın Suriye ordusuna eğitim vermek için Suriye'nin orta kesimlerinde yer alan Palmira’da (Tedmur) bir askeri üs kurmayı planlıyor olmasına İsrail'in verdiği tepkiden de görülebileceği gibi böyle bir çatışma mümkün. Her halükarda İsrail'in, saldırılarının, bombalamalarının ve ‘sızma girişimlerinin’ Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve hükümeti için görmezden gelemeyecekleri büyük bir meydan okumaya dönüşmesinin ardından Suriye'deki yeni hükümetin hızını etkilemeye çalıştığı aşikar. Bu konu Türkiye ile Şara yönetimi arasındaki başlıca ortak meselelerden biri haline geldi.

Trump'ın uzun süredir ABD güçlerini Suriye'den çekme arzusundan hareketle Türkiye ile İsrail arasında Suriye konusunda bir anlaşma yapılması için belli bir anda inisiyatif alacağını, bunun da ABD'nin Suriye'nin kuzeyinin güvenliğini Türkiye'ye emanet etme ihtiyacını haklı çıkardığını ve bu yüzden ABD yönetiminin Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şara yönetimi arasındaki anlaşmaya buradaki güvenlik düzenlemelerinin bir başlangıcı olarak itiraz etmediğini konuşanlar var. Bu anlaşmanın İsrail'in Suriye’ye yönelik politikalarından görünenin aksine Washington’ın Suriye’nin bölünmesini teşvik etmediğine dair bir sinyal verdiği de bu dosyanın gündeme getirdiği bir diğer nokta. Ancak henüz Suriye konusunda net bir ABD-İsrail çelişkisinden bahsetmek mümkün değilse de ABD'nin özellikle şu an Washington tarafından daha önce eşi ve benzeri görülmemiş şekilde korunan İsrail'in dosyaları ve arenaları birbirine bağlamasından bu yana Suriye stratejisinin bir bütün olarak bölgedeki dosyalarla ilgilenme stratejisinden ayrı tutulamayacağı kesin.

cfvbghy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ankara'da bir araya geldiler, 4 Şubat 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

İsrail'in Lübnan ve Suriye'nin yanı sıra Gazze ve Batı Şeria ile ilişkilerinin hızı ile başta Suudi Arabistan-Türkiye olmak üzere bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin hızı arasında da bir çelişki var. İsrail bu bölgeleri gerginliğin ve istikrarsızlığın ortasında tutmaya çalışırken, İran'ın bölgedeki yayılmacı projesinin körüklediği yaklaşık yirmi yıldır süregelen çatışmaların ve krizlerin ardından bu bölgelerde istikrarın sağlanması Riyad ve Ankara'nın açıkça çıkarınadır. Bu durum, Suriye'deki ve daha az ölçüde Irak'taki çatışma dinamiklerinin bir parçası olan Ankara'ya kıyasla Riyad için daha çok geçerli.

Bu çerçevede Lübnan ve Suriye savunma bakanları arasında Riyad'da yapılan toplantının, Lübnan ve Suriye arenalarını tek bir arena olarak ele alan bölgesel ve özellikle Arap ülkeleri arasındaki dinamiği göstermeye yetti. İsrail de bu iki arenayı tek bir arena olarak ele alıyor, ancak bu iki dinamik arasında, önümüzdeki ay Donald Trump'ın Suudi Arabistan'dan başlamak üzere Körfez'e yapacağı ziyaret turunda önemli bir noktaya gelecek olan bölgesel sahneyi bir bütün olarak etkilemesi mümkün olmayan açık bir çelişki söz konusu.

Trump’ın Körfez ülkelerine gerçekleştireceği ziyaret, ABD yönetiminin bölgedeki arenaların birbirine bağlılığını ne ölçüde kabul ettiği sorusunu gündeme getiriyor. Dolayısıyla İsrail, Gazze Şeridi’ndeki ve Batı Şeria'daki saldırılarını sürdürdüğü, Suriye'ye sızmaya devam ettiği, Lübnan'ın beş noktasında askerlerini konuşlandırdığı ve Lübnan ve Suriye topraklarını bombalamaya devam ettiği sürece mevcut durumda herhangi bir bölgesel anlaşmaya varılması oldukça zor.

Trump ve ekibindekilerin pervasız olduklarını, ne yaptıklarını bilmediklerini ve dünyayı gösterişli bir şekilde yönetmek istediklerini düşünmek saçma olur. ABD politikalarını ‘rasyonel’ olarak ele almak her zaman daha iyidir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İran'ın bölgesel nüfuzunun ciddi şekilde erimesi, bölge ülkelerinin Ortadoğu’daki tabloya geçmiş yıllardan, özellikle de 2015 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşmadan farklı bakmasına neden oluyor. O dönemde bu anlaşma İran'ın bölgede serbest kalmasıyla aynı anlama geliyordu. Şimdi ise İran rejimini çökmekten zar zor kurtaran bir anlaşmaya dönüştü. Dolayısıyla, bölge ülkelerine yönelik İran tehdidi artık geçmiş yıllarda olduğu gibi değil. Bu tehdit, İsrail hükümetinin aşırılık yanlısı politikaları nedeniyle yerini İsrail tehdidine bıraktı. İsrail tehdidi bölgedeki kaosu derinleştirmeye devam ediyor.

Ancak asıl önemli soru şu: Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ‘İsrail'in Lübnan ve Suriye'ye girdiğini ve onları sahada kontrol ettiğini, bunun da kapsamlı bir normalleşmeye kapıyı araladığını’ söylediğinde İsrail’in şu anki hızının bölgede uzun bir istikrarsızlık evresine işaret ettiği göz önüne alındığında, İsrail ile ABD arasındaki bu uyum daha ne kadar devam edecek? Trump’ın Gazze Şeridi’ni ‘Ortadoğu’nun Rivierası’ yapma önerisi ya da Rusya ile Ukrayna arasında barışı aceleye getirmesi gibi krizlerle başa çıkma konusundaki tarzı da İsrail ile tamamen uyumlu. Çünkü gerçekler Gazzelilerin gitmeye hazır olmadığını gösterirken ve ilk etapta gidebilecekleri bir yer yokken önerilerine kimsenin karşı koyamayacağına inanıyor ya da bunu ima ediyorlar. Rusya kendi koşullarını karşılamayan bir barışı sonuca ulaştırma konusunda hiç acele etmiyor, aksine Trump'ın girişimini tüketmeye ve kazanımlarını genişletmeye çalışıyor. Lübnan ya da Suriye'de normalleşme sürecinin mümkün ve gerçekçi olduğunu gösteren tek bir işaret dahi yok. Üstelik Witkoff'un önerdiği normalleşme reçetesi bölgesel kaosun daha uzun yıllar devam etmesinden başka bir işe yaramayacak.

Buna karşın Trump ve ekibindekilerin pervasız olduklarını, ne yaptıklarını bilmediklerini ve dünyayı gösterişli bir şekilde yönetmek istediklerini düşünmek saçma olur. ABD politikalarını ‘rasyonel’ olarak ele almak her zaman daha iyidir. Doğaları gereği hareketli olsalar da Trump ve ekibindekiler, şimdiye kadar sundukları çelişkili normalleşme önerileriyle ‘yaratıcı kaos’ teorisine inanıyor ya da bunu yeniden denemeye çalışıyor gibi görünüyorlar.



Venezuela, "Amerikan saldırganlığı"nı görüşmek üzere Güvenlik Konseyi toplantısı talep etti

Güvenlik Konseyi oturumu (Arşiv- Konsey)
Güvenlik Konseyi oturumu (Arşiv- Konsey)
TT

Venezuela, "Amerikan saldırganlığı"nı görüşmek üzere Güvenlik Konseyi toplantısı talep etti

Güvenlik Konseyi oturumu (Arşiv- Konsey)
Güvenlik Konseyi oturumu (Arşiv- Konsey)

Venezuela, 15 üyeli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne gönderdiği mektupta, ülkeye karşı devam eden "ABD saldırganlığını" görüşmek üzere bir toplantı düzenlenmesini talep etti.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığına göre bir Birleşmiş Milletler diplomatı yaptığı açıklamada, toplantının muhtemelen önümüzdeki salı günü gerçekleşeceğini söyledi.

Salı günü ABD Başkanı Donald Trump, Washington'un Devlet Başkanı Nicolas Maduro hükümeti üzerindeki baskıyı yoğunlaştırma çabalarının sonuncusu olarak, yaptırım uygulanan petrol tankerlerinin Venezuela'ya giriş ve çıkışını engelleyen bir "abluka" emri verdi.


Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
TT

Aşırıcılığın yeniden yükselişi ve İsrail istismarı arasında Sydney saldırısı

Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık
Sydney'deki Bondi Plajı'nda meydana gelen silahlı saldırıda hayatını kaybedenleri anmak için konulan çiçek yığınlarının yanında yas tutanlar birbirlerine sarılıyor ,16 Aralık

Elie Kuseyfi

Avustralya'daki Bondi Plajı'nda Yahudi Hanuka bayramı kutlamasını hedef alan ve 15 kişinin ölümüne, 40 kişinin yaralanmasına yol açan terör saldırısının, zamanlaması, faillerin DEAŞ ile bağlantısı hakkındaki şüpheler ve kurbanların Yahudi olması açısından çok karmaşık bir saldırı olduğuna şüphe yok.

Saldırıyla bağlantılı tüm bu unsurlar, bir yandan potansiyel etkileri ve siyasi olarak olası istismarı, diğer yandan, terör saldırılarının ve “yalnız kurtların” geri dönüşü bağlamında, küresel olarak yeni bir “güvenlik aşamasının” göstergesi olması açısından son derece önemli.

Bilhassa DEAŞ ve bağlantılı örgütlerin olası bir yeniden dirilişi hakkındaki spekülasyonları daha da körükleyen, pazar günü Sydney'deki saldırının, cumartesi günü Suriye'nin Palmira kentinde Suriye güvenlik güçleri ve ABD ordusunun yürüttüğü ortak devriyeyi hedef alan ve iki Amerikalı asker ile tercümanlarının ölümüne, ayrıca birçok kişinin yaralanmasına neden olan saldırıyla aynı zamana denk gelmesiydi. DEAŞ ayrıca salı günü, Suriye'nin kuzeybatısında (İdlib'in güneyinde) dört güvenlik görevlisinin ölümüne neden olan pazar günkü saldırının sorumluluğunu da üstlendi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne göre pazartesi günü Halep ve Deyrizor kırsalında, DEAŞ amblemi taşıyan askeri üniformalar giyen silahlı kişiler tarafından kontrol edilen geçici kontrol noktaları gözlemlendi.

Sydney saldırısı, terör örgütlerinin Gazze'ye yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor

Gündeme gelen ilk soru, Suriye ve Avustralya'daki saldırılar arasında bir bağlantı olup olmadığıdır. Resmi ve güvenilir soruşturmaların henüz bu bağlantıyı kurmaması nedeniyle bu soruyu cevaplamak zor, hatta imkansız olsa da bu saldırılardan her biri hakkında sorular sormak yine de gereklidir. Suriye'deki saldırılar, DEAŞ’ın veya onunla bağlantılı diğer örgütlerin, yeni yönetimin başta ABD olmak üzere Batı'ya açılma politikalarını ve İsrail ile müzakereleri başlatmasını, yeniden aktif hale gelmek için mi kullandığı, bu politikalara karşı çıkma bahanesini mi kullandığı sorularını gündeme getiriyor. Keza Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'ya karşı İsrail karşıtı bir söylem benimseyerek ve bu Suriye politikalarına karşı çıkarak cihatçı çevrelerde yeni bir “meşruiyet” kazanmaya mı çalışıyorlar sorusu da gündeme geldi.

sdfvgthy
Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarını anmak için yas tutanlar tepki gösteriyorlar, 16 Aralık (AFP)

Sydney saldırısına gelince, terör örgütlerinin, özellikle DEAŞ’ın, Gazze Şeridi'ne yönelik soykırımcı savaşının ardından İsrail'e karşı oluşan eşi benzeri görülmemiş küresel muhalefeti kullanarak Yahudileri hedef almaya yönelip yönelmediği sorusunu gündeme getiriyor. Diğer bir deyişle DEAŞ’ın çeşitli ülkelerde Yahudilere yönelik saldırılar düzenleyerek ve bunları İsrail'in Gazze'deki soykırımcı savaşına bir yanıt şeklinde göstererek, küresel İsrail karşıtı duyguları istismar etmeyi amaçlayan yeni bir strateji benimsemiş olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Ne var ki bu, dünya genelinde Filistin haklarına yönelik destek için olağanüstü bir tehdit oluşturuyor. Zira aşırılıkçı grupların bu küresel İsrail karşıtı duyguların arasından sızarak Yahudileri hedef alma girişimi, özellikle Yahudileri hedef almayı, Gazze savaşının ardından İsrail'e karşı uluslararası muhalefetin yükselişini antisemitizmle ilişkilendirmeye odaklanmış İsrail anlatısının baskısı altında, İsrail politikalarına karşı çıkanların söylemlerini zorda bırakabilir.

Bu tür saldırıların aslında, İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir

Ayrıca, bu terör saldırılarının yalnızca Binyamin Netanyahu ve hükümetinin politikalarına hizmet ettiği son derece açık; zira bu saldırılar, yeni gerekçeler ile politikalarına karşı çıkmayı Yahudi karşıtlığıyla ilişkilendiren, sağcı İsrail hükümetine karşı çıkmakla dünyanın dört bir yanındaki Yahudilere yönelik bireysel saldırılar arasında hiçbir fark olmadığı önermesine dayanan mevcut anlatılarına hizmet ediyor. Bu nedenle, Binyamin Netanyahu Sydney saldırısını, hemen anlatısını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Saldırı gerçekleşir gerçekleşmez, “Bibi” bunun Avustralya hükümetinin Yahudi karşıtlığına karşı hoşgörüsünün bir sonucu olduğunu iddia etti. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ise daha da ileri giderek, saldırının Avustralya'nın Filistin Devleti'ni tanımasının bir sonucu olduğunu ileri sürdü.

Bu nedenle, bu tür saldırıların aslında, özellikle Batı dünyasında aldığı ağır darbelerden sonra İsrail'in uluslararası sahnedeki mağdur imajını yeniden üretmeyi amaçlayan mevcut İsrail anlatısına hizmet ettiği tereddütsüz söylenebilir. Bu imaj, İsrail’in onlarca yıldır Avrupa'da Yahudilerin maruz kaldığı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler döneminde doruğa ulaşan sistematik zulüm ve Yahudi karşıtlığı dalgalarına dayanarak tarihsel mağduriyet iddiasında bulunduğu bir dönemde bahsi geçen darbeleri aldı. En az 70 bin Filistinlinin öldürüldüğü Gazze savaşı, İsrail'in cellada dönüşen mağdur olduğunu veya en azından tek tarihsel mağdur olmadığını gösterdi. Filistin halkının da İsrail'in askeri ve siyasi makinesinin kurbanı olduğunu gösterdi ve bu, Gazze savaşından kaynaklanan ve İsrail'in hafife almadığı ve karşı koymaya çalıştığı önemli bir değişimdir. Bu nedenle, İsrail'de bugün bazıları, İsrail'in Ortadoğu'da açtığı yedi askeri cepheye ek olarak sekizinci bir cepheden bahsediyor. Bu sekizinci cephe, Gazze Şeridi'ndeki savaş nedeniyle İsrail'e karşı çıkan popüler ve siyasi akımları kontrol altına alma ve engelleme ile ilgili küresel cephedir. İsrail için en tehlikeli olan husus, küresel algıdaki bu değişimin, İsrail'i destekleyen yerel hükümetlere karşı muhalefetin bir parçası olarak Tel Aviv’e karşı muhalefeti körükleyen Batı ülkelerindeki ekonomik ve sosyal gerilimlerle aynı zamana denk gelmesidir. Bu nedenle, herhangi bir Batı şehrinde hükümetin ekonomik politikalarına karşı yapılan gösterilerde Filistin bayrağının dalgalandırılması artık şaşırtıcı değil.

Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığını ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğunu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı

Bu, Sydney saldırısından dolayı tehdit altında hissetmek ve bunun dünya çapında Yahudilere karşı daha fazla terör saldırısının habercisi olup olmadığını sorgulamak için bir başka neden. Zira bu durum, İsrail'in mevcut politikalarına karşı muhalefeti antisemitizmle eşitleyerek, İsrail aşırı sağının karşı bir anlatı oluşturmasını destekliyor. Böylece İsrail hükümetini eleştiren herhangi bir görüş veya politika fiilen antisemitizmle eşdeğer hale geliyor. Dünya genelinde, özellikle ABD’de, birçok Yahudi’nin İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşına karşı gösteriler düzenlediğini ve bu savaşa karşı olduklarını dile getirdiğini belirtmekte fayda var. Filistin haklarının savunucusu Zohran Mamdani'nin Yahudi toplumunun büyük bir kesimi tarafından New York Belediye Başkanı seçilmesi, Amerikan Yahudileri arasında artan İsrail karşıtı duygunun açık bir kanıtıydı. Bu nedenle, Sydney saldırısı, Netanyahu ve hükümetinin İsrail’e karşı muhalefet ile antisemitizmi eşdeğer tutma girişimleri karşısında hem İsrail'e muhalif tutumunu hem de antisemitizme karşı muhalefetini aynı anda yeniden ortaya koyamazsa, dünya çapındaki İsrail karşıtı akıma zorluklar çıkarabilir. Bu arada, tarihsel olarak antisemitik olan Avrupa aşırı sağı, bugün İsrail'in zaferini Batı medeniyetinin zaferi olarak görerek, İsrail'in en güçlü destekçileri arasında yer alıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu durum, işleri zorlaştırabilecek ilave bir faktör oluşturuyor çünkü göçmenlere ve “Avrupa İslamına” karşı çıkan bu aşırı sağcı grup da bu tür terör saldırılarını kampanyalarını yoğunlaştırmak ve taraflı söylemlerini güçlendirmek için kullanabilir.

dfrgthy
Fransa'nın kuzeyindeki Le Bourget'de, Sydney'deki Bondi Plajı saldırısının kurbanlarından Dan Elkeam için düzenlenen anma törenine katılanlar mum yaktı, 16 Aralık (AFP)

Öte yandan, son savaşın İsrail'in artık Siyonist hareketin tarihsel olarak öngördüğü gibi dünya Yahudileri için “güvenli bir sığınak” olmadığını gösterdiği bir dönemde, kendisini İsrail'in tek kurtarıcısı olarak sunmaya çalışan Netanyahu, Sydney saldırısını “Diaspora Yahudilerinin” artık güvende olmadığı ve İsrail'in bir kez daha onların güvenli sığınağı olduğu iddiasını desteklemek için kullanmaya çalıştı. Diğer yandan, Sydney saldırısı ile İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı arasında kurulan ve bu saldırının İsrail'e karşı misilleme ve Filistin halkının öcünü alma eylemi olduğunu öne süren her türlü bağlantı, İsrail'in her zaman düşmanlarına karşı kendini savunma amacıyla hareket ettiği ve asla saldırgan veya işgalci olmadığı yönündeki anlatısına da hizmet ediyor. Oysa İsrail, tarihi Filistin, Suriye ve Lübnan topraklarındaki işgallerini genişletiyor ve Gazze ile Batı Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik baskısını sürdürüyor. Bu arada İsrail hükümetinin Filistin, Suriye ve hatta Lübnan'daki ajandası ile ABD yönetiminin bölgesel ajandası arasındaki ayrışma hem İsrail içinden hem de politikaları artık bölgedeki ABD çıkarlarına zarar verdiği için Washington'dan gelen, Gazze'deki ateşkes anlaşmasına uyma yönündeki baskılara karşı Netanyahu'yu, Yahudileri hedef alan herhangi bir küresel olayı siyasi bir fırsat olarak kullanmaya daha yatkın hale getiriyor.

Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen Suriye'deki son DEAŞ saldırıları ciddi soru işaretleri yaratıyor

Tüm bunlar sebebiyle, Sydney saldırısı hem tehlikeli hem de son derece anlamlı. Bu saldırı, özellikle DEAŞ gibi terör örgütlerinin Yahudileri hedef alan yeni bir strateji benimsemiş olabileceği ihtimali göz önüne alındığında, dünya çapında benzer saldırıların habercisi olup olamayacağı sorusunu gündeme getiriyor. Buna ilave olarak, Gazze savaşı sonrasında ABD de dahil olmak üzere İsrail'e yönelik küresel algılarda değişimin yaşandığı olağanüstü bir uluslararası dönemde gerçekleşmesi, kartları yeniden karıştırabilir ve sağcı İsrail hükümeti ile dünya çapındaki müttefiklerinin, politikalarına karşı muhalefet ile antisemitizmi ilişkilendirmeye yeniden odaklanmalarını sağlayabilir. Bunu Batı'daki İsrail karşıtı kamuoyunu kontrol altına alma ve karşı bir anlatı oluşturma çabasıyla, “Medeniyetler Çatışması” anlatısı ile de ilişkilendirebileceklerinden bahsetmiyoruz bile. Siyasi düzeyde, Sydney saldırısı, İsrail'i Filistin Devleti'nin uluslararası alanda geniş çapta tanınmasını baltalamaya, Filistin'i tanıyan ülkeleri antisemitizme müsamaha göstermekle suçlamaya ve bu tanınmayı antisemitizmin yükselişi ve Yahudilere yönelik saldırılarla ilişkilendirmeye teşvik edebilir. Bu bağlamda, Netanyahu'nun Sydney saldırganlarından birinin elinden silahını alarak etkisiz hale getiren Ahmed el-Ahmed'i hemen “Yahudi kahraman” olarak nitelendirmesi, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese'nin de onu hemen “Avustralyalı kahraman” olarak adlandırması, bu arada kendisinin İdlibli bir Suriyeli olduğunun ortaya çıkması, son derece anlamlıydı. Bu durum, Netanyahu'nun söylem ve politikalarına karşı uluslararası düzeydeki hoşnutsuzluğun boyutunu gerçekten yansıtıyor.

Suriye'ye dönecek olursak, Sydney saldırısıyla aynı zamana denk gelen son DEAŞ saldırıları, bu saldırılar arasındaki bağlantı ve bunların birleşik bir DEAŞ stratejisinin parçası olup olmadığı konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Bu durum tehlikeyi ikiye katlıyor ve birçok soruyu cevapsız bırakıyor. İsrail'in İran'ın Sydney saldırısının arkasında olduğu yönündeki suçlamalarından ise bahsetmiyoruz bile. Zira bu, İsrail'in İran'a karşı yeni bir saldırı için bahaneler toplama girişiminin ötesine geçerek; terör örgütlerinin İran ve bölgede müttefiki olan örgütlerin konumunun arkasına saklanmasına ve kendi ajandalarına göre hareket ederek İsrail'e karşı misilleme saldırıları düzenlemesine de olanak tanıyabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
TT

Trump, Pakistan’ın en güçlü komutanına baskıyı artıyor: Gazze’ye asker gönderin

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)
Hamas lideri İsmail Haniye'nin İsrail tarafından geçen yıl öldürülmesinin ardından Pakistan'da protesto gösterileri düzenlenmişti (AP)

ABD Başkanı Donald Trump, Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir'e Gazze'deki güvenlik gücüne asker göndermesi için baskıyı artırıyor.

Kimliklerinin paylaşılmaması şartıyla Reuters'a konuşan yetkililer, Mareşal Münir'in gelecek haftalarda Beyaz Saray'da Trump'la bir araya geleceğini söylüyor. Toplantının düzenlenmesi halinde Trump ve Münir, son 6 ay içinde üçüncü kez görüşmüş olacak.

Pakistan Dışişleri Bakanı Muhammed İshak Dar, geçen ayki açıklamasında, Gazze'de oluşturulacak Uluslararası İstikrar Gücü'ne (ISF) katılmak istediklerini ancak Hamas'ın silahsızlandırılmasının Filistin kolluk kuvvetlerinin meselesi olduğunu söylemişti.

Münir, mayısta mareşalliğe terfi ettirildikten sonra hava kuvvetleri ve donanmanın başına da atanmıştı. Savunma Kuvvetleri Komutanı olarak ordudaki en güçlü isme dönüşen 56 yaşındaki Münir'in görev süresi 2030'a kadar uzatılmıştı.

Ayrıca Parlamento'nun geçen ay kabul ettiği yasayla mareşal unvanını ömür boyu koruyacak ve hakkında hiçbir cezai kovuşturma yapılmayacak.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi'nden Michael Kugelman, Münir'in "Anayasal koruma altında sınırsız bir güce sahip olduğuna" dikkat çekiyor.

Trump'ın bu güçlü pozisyonu nedeniyle Münir'i kendi tarafında tutmak istediği belirtiliyor.

Ancak Washington destekli plan kapsamında Gazze'ye asker gönderme kararının, Pakistan'daki ABD ve İsrail karşıtı İslamcı partilerin protestosuna yol açabileceğine işaret ediliyor.

Singapur'daki S. Rajaratnam Uluslararası Çalışmalar Okulu'ndan Abdul Basit, Gazze'ye asker gönderilmesi halinde eylemlerin hızla yayılabileceğini söylüyor:

Halk 'Asım Münir İsrail'in emirlerini yerine getiriyor' diyecek. Bunu öngöremeyenler aptalca davranmış olur.

Öte yandan Münir'in, Trump'ın Gazze'ye birlik gönderme talebini geri çevirmesi, Pakistan-ABD ilişkilerine zarar verebilir.

Kugelman, İslamabad yönetiminin Washington'dan yatırım ve güvenlik desteği almayı sürdürmek için ISF'ye katılması gerekeceğini belirtiyor.

Gazze savaşının sonlandırılması için ABD öncülüğünde hazırlanan 20 maddelik barış planı 10 Ekim'de devreye girmişti. Anlaşmanın garantörleri arasında Türkiye, Mısır ve Katar var.

Plan kapsamında Hamas'ın silah bırakması ve Gazze'nin geleceğinde söz sahibi olmaması isteniyor. Bunun yerine Gazze Şeridi'nin yönetiminin Filistinlilerin yer alacağı bir teknokratlar komitesine geçici olarak devredilmesi planlanıyor. Trump'ın başkanlık edeceği Barış Kurulu'na ek olarak bölgeye ISF'nin konuşlandırılması öngörülüyor.

Türkiye de güvenlik gücüne asker göndermeye hazır olduğunu açıklamıştı ancak İsrail yönetimi buna yanaşmayacağını söylemişti. Trump'ın bu konudaki tutumunu değiştirmesi için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya baskı yaptığı aktarılmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Times of Israel