Ömer Önhon
İsrail, bölgedeki güç dengesini yeniden şekillendirmek için çok cepheli bir savaş yürütüyor ve insan hayatından savaş kuralları, uluslararası normlar ve ortak insani değerlere kadar her şeyi tamamen hiçe sayıyor.
Netanyahu ve aşırı sağcı müttefikleri, yalnızca Hamas'ı ve Gazze'deki diğer Filistinli silahlı örgütleri ortadan kaldırmakla kalmayıp, aynı zamanda yaklaşık 2,3 milyonluk nüfusunun mümkün olduğunca çoğunu ayrılmaya zorlayarak, Gazze Şeridi'ni Filistinli sakinlerinden boşaltmak için etnik temizlik operasyonu yürütmeyi de hedefliyor.
İsrailliler, Gazze Şeridi'nin Filistinlilerden yeterince boşaltıldığına ikna olduklarında, Donald Trump'ın Gazze'yi “Ortadoğu'nun Rivierası”na dönüştürme projesini, yüz binlerce kişinin hayatının kalıntıları üzerine modern binalar ve turistik tesisler inşa ederek uygulamaya çalışacaklar.
4 Ağustos'ta Türk basınında yayınlanan bir makalede şöyle demiştim: “İsrail, Suriye'nin geleceğini etkileyecek çok önemli bir dış aktör. Suriye'nin zayıf ve parçalanmış bir halde olmasını istiyor. Yıllardır yoğun bir düşmanlık içinde olan İsrail ve Türkiye, her an çatışacakmış gibi görünse de aralarındaki doğrudan iletişim kanalları kapanmadı. Aralarındaki iletişim devam ediyor ve ABD arabulucu ve barış elçisi rolünü üstleniyor.”
Ancak İsrail'in daha pervasızca hareket etmesiyle bugün durum daha da tehlikeli hale geldi. Türkiye ile İsrail arasında dar Suriye şeridinde kazara doğrudan bir çatışma riski artık daha da olası. Uluslararası toplumun zayıf tepkisi de İsrail'i politikalarını sürdürmeye teşvik ediyor. Aynı zamanda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binyamin Netanyahu açıklamalar ile açıkça birbirlerini hedef almaya başladılar.
Türkiye, iç ve dış tehditler karşısında Şam'a gerekli tüm desteği sağlamaya hazır olduğunu defalarca yineledi. Ancak, beklendiği gibi, bunun için kullanmayı planladığı araçların niteliğini açıklamadı
Netanyahu, İsraillileri ve yurtdışındaki, özellikle de ABD'deki destekçilerini, “İsrail'e ve Yahudilere düşman radikal İslamcı bir lider” ile karşı karşıya olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Filistinlilere karşı soykırım uygulayan, Suriye'yi bölmeye çalışan radikal Siyonistlere karşı duran bölgesel bir lider olarak kendini sunarak Türkiye içindeki ve bölgedeki konumunu güçlendirmeye çalışıyor.
Türkiye, iç ve dış tehditler karşısında Şam'a gerekli tüm desteği sağlamaya hazır olduğunu defalarca yineledi. Ancak, beklendiği gibi, bunun için kullanmayı planladığı araçların niteliğini açıklamadı. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın birkaç gün önce Şam'da Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile görüşürken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin tutumunu yineledi.
Bu arada İsrail, Türkiye'yi artık İran kadar tehlikeli bir düşman olarak görüyor ve Türkiye'nin zayıf noktalarını hedef almak da dahil olmak üzere çeşitli yollarla Türkiye ile başa çıkmaya çalışıyor. İsrail'in, Ankara'nın Suriye'de üs kurmayı planladığı düşünülen bölgeleri bombaladığı söyleniyor. Ayrıca Türkiye karşıtı gruplar ile bağlarını güçlendiriyor ve ABD Kongresi'ni kendisine karşı kışkırtmaya çalışıyor.
Ancak Türkiye, İsrail'in daha önce karşı karşıya geldiği diğer ülkelerden farklı. Yüzölçümü geniş ve nüfusu kalabalık bir ülke. Önemli bir savunma sanayisi, büyük ve kapsamlı muharebe deneyimine sahip bir ordusu bulunuyor. Üstelik, NATO üyesi ve bu belirleyici bir fark yaratmalı.
Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın BM Genel Kurulu'na katılımı, 1967'den beri bu forumda konuşma yapacak ilk Suriyeli lider olması nedeniyle önemli bir gelişme
Suriye'deki durumla ilgili olarak:
- Türkiye de dahil olmak üzere hem iç hem de dış tüm taraflar, Suriye'nin artık güçlü bir merkezi sistem tarafından yönetilemeyeceği ve yerel yönetimlere bazı yetkiler veren bir idari yapının uygulanabilir seçenek olabileceği konusunda hemfikir görünüyor. Ancak, bu idari yapının modeli ve tanımı konusunda anlaşmazlıklar devam ediyor.
- ABD, Suriye ve Ürdün yakın zamanda Amman'da bir araya geldi ve üç taraf Süveyda'da istikrarı sağlamayı amaçlayan bir yol haritası imzaladı. BM de bu yol haritasının resmi bir belge olarak kabul edilmesini talep etti.
- Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Hicri, İsrail'in desteğiyle bu anlaşmayı tanımayı reddettiğini açıkladı. İsrail, diğer taleplerinin yanı sıra, güney Suriye'yi merkezi hükümet güçleri ve müttefiklerinden arındırılmış bir silahsız bölge haline getirmeyi hedefliyor.
- Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasında görüşmeler sürüyor, ancak SDG, “haklarını korumak ve kazanımlarından taviz vermemek” konusunda ısrarcı.
- ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, SDG'yi sağduyulu davranmaya ve Şam ile bir anlaşmaya varmaya çağıran açıklamalarda bulundu. Ancak SDG, bu açıklamalara rağmen, ABD'nin DEAŞ, İran ve diğer potansiyel düşmanlar ile mücadeledeki rolü göz önüne alındığında, kendisini terk etmeyeceğine inanıyor.
- Büyükelçi Barrack, Suriye ile İsrail ve Şam ile çatışma halindeki gruplar arasında anlaşmalara varılması amacıyla mekik diplomasisini sürdürüyor.
ABD, bu anlaşmaların önümüzdeki hafta New York'ta başlaması planlanan BM Genel Kurulu sırasında imzalanmasını umuyor. Böylelikle bu anlaşmalar, Trump'ın dünya barışına yeni bir katkısı olarak sunulacak.
Suriye ile İsrail arasında New York'ta bir güvenlik anlaşması imzalanabilir. Bu arada Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Dış İlişkiler Komitesi Eşbaşkanı İlham Ahmed, ABD'ye gitmeye hazırlanıyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Şam ile SDG arasında bir anlaşma veya ortak açıklama yapılması muhtemel.
Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara'nın BM Genel Kurulu'na katılımı, 1967'den beri bu forumda konuşma yapacak ilk Suriyeli lider olması nedeniyle önemli bir gelişme. Şara ve yönetiminin katılımcı ülkelerin konuşmaları sırasında bir miktar destek görmesi bekleniyor, ancak bu desteğe uyarılar ve bir tür koşul olarak kabul edilebilecek hususlar eşlik edecektir.
BM'nin mevcut yapısı göz önüne alındığında, İsrail'i Suriye'ye yönelik saldırganlığını durdurmaya zorlayacak, bağlayıcı veya etkili kararlar alınmasını beklemek gerçekçi görünmüyor.
Suriye, istikrara kavuşmasını engelleyen, Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) olumsuz etkileri de dahil olmak üzere birçok engelle karşı karşıya bulunuyor, ancak en büyük meydan okuma İsrail'in ülkeyi istikrarsızlaştırma politikası olmaya devam ediyor.
ABD, İsrail'e yönelik bu tür adımlara şüphesiz karşı çıkacak ve bunları engellemeye çalışacaktır, ancak diplomatik çözümlerin yokluğu, daha fazla şiddete ve savaşa yol açacaktır
Şara, İsrail'in 8 Aralık'tan bu yana Suriye topraklarında 1000'den fazla hava saldırısı ve 400 kara operasyonu düzenlediğini belirtti.
Washington ve New York, yılın en yoğun siyasi dönemlerinden birini yaşıyor. Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, Washington'daki Suriye Büyükelçiliği binasında ülkesinin bayrağını göndere çekti ve ardından ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Christopher Landau ile görüştü. İki tarafın, Şam ile SDG arasında 10 Mart'ta varılan anlaşmanın devamı da dahil olmak üzere çeşitli konuları görüştüğü bildirildi.
Başkan Donald Trump ise Türk mevkidaşı Recep Tayyip Erdoğan'ı 25 Eylül'de Beyaz Saray'da ağırlayacak. Görüşmelerde, ticaret ve askeri iş birliğinin yanı sıra Suriye, Gazze ve İsrail meseleleri ele alınacak. Bu görüşmeler büyük olasılıkla zorlu ve çetrefilli olacak.
ABD'nin, İsrail'e makul bir çözümü kabul etmesi için baskı yapabilecek tek taraf olduğunu bildiği için de Erdoğan, Başkan Trump'a, Netanyahu'nun politikalarının Washington'u son derece zor bir duruma soktuğunu hatırlatacaktır. Düşmanlığı körükleyerek, radikalizm ve DEAŞ gibi örgütler için verimli bir ortam yaratarak, İsrail'in geleceğini daha güvenli değil, daha tehlikeli hale getirdiğine dikkatini çekmeye önem verecektir.
Bu aşamada, İsrail'in güvenliğini de garanti altına alan makul bir barışı kabul etmeye zorlanması gerekiyor. Bu pek olası görünmese de Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği'nin İsrail ile diplomatik ilişkilerin askıya alınması, ekonomik ve ticari ilişkilerin kesilmesi ve Filistin devletinin tanınması gibi ortak adımları, bu bağlamda en önemli baskı araçlarından birini oluşturacaktır.
ABD, İsrail'e yönelik bu tür adımlara şüphesiz karşı çıkacak ve bunları engellemeye çalışacaktır. Ancak diplomatik çözümlerin yokluğu, daha fazla şiddete ve savaşa yol açacak, ayrıca hayal kırıklığı ve umutsuzluk duygularının derinleşmesine neden olacaktır.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.