Arap, İslam ve Batı dünyası, Trump'ın Gazze'ye barış getirme planını övgüyle karşıladı

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'da düzenlenen basın toplantısında (EPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'da düzenlenen basın toplantısında (EPA)
TT

Arap, İslam ve Batı dünyası, Trump'ın Gazze'ye barış getirme planını övgüyle karşıladı

ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'da düzenlenen basın toplantısında (EPA)
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Beyaz Saray'da düzenlenen basın toplantısında (EPA)

Arap, İslam ve Batı ülkeleri, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun desteklediğini açıkladığı ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme planını övgüyle karşıladı, ancak Hamas henüz yanıt vermedi.

Filistin topraklarında Hamas ile birlikte savaşan İslami Cihad Hareketi, bu planı ‘Filistin halkına yönelik saldırganlığın devamı ve bölgeyi havaya uçurmak için bir reçete’ olarak değerlendirdi.

Bu plana ilişkin en dikkat çekici görüşler şunlar:

Sekiz Arap ve İslam ülkesi

Katar, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Endonezya, Pakistan, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır dışişleri bakanları, ‘ABD Başkanı Donald Trump’ın liderlik rolünü ve Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek ve barışa giden yolu bulmak için gösterdiği yoğun çabaları’ memnuniyetle karşıladı.

‘Bölgede barışı pekiştirmek için ABD ile ortaklığın önemini’ vurgulayan bakanlar, ‘Trump'ın savaşı sona erdirmek, Gazze Şeridi'ni yeniden inşa etmek, Filistin halkının yerinden edilmesini önlemek ve kapsamlı barışı ilerletmek için önerisini açıklaması ile Batı Şeria'nın ilhakına izin vermeyeceğini beyan etmesini’ memnuniyetle karşıladılar. Bakanlar, ‘anlaşmanın başarısını sağlamak ve uygulanmasını garanti altına almak için ABD ve ilgili taraflarla olumlu ve yapıcı bir şekilde iş birliği yapmaya hazır olduklarını’ bildirdiler.

Körfez İşbirliği Konseyi

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) yaptığı açıklamada, KİK Genel Sekreteri Casim Muhammed el-Budeyvi'nin Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme planını memnuniyetle karşıladığını ve ateşkes, yardımların ulaştırılması ve Gazze halkının yerinden edilmesinin önlenmesi gibi konuların, sorumlu uluslararası eylemlerin merkezinde yer alması gereken öncelikler olduğunu söylediğini belirtti.

El-Budeyvi, “Herhangi bir girişimin başarısı, ciddi bir şekilde uygulanmasına, sivillerin korunmasının sağlanmasına ve istikrar için uygun koşulların oluşturulmasına bağlıdır. Krizi sona erdirmek ve Gazze Şeridi'ndeki insani felakete son vermek için yapılan her türlü uluslararası çaba, övgüyü, iş birliğini ve katkıyı hak eder” ifadelerini kullandı.

KİK'in, Filistin halkının vazgeçilmez haklarını garanti altına alan gerçek ve adil bir sürecin önünü açabilecek önerilen adımları olumlu karşıladığını belirten el-Budeyvi, “Bu hakların başında, 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması geliyor” dedi.

Türkiye

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan X hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda, Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek için ‘Trump'ın çabalarını ve liderliğini’ övdü.

Geçen hafta Beyaz Saray'da altı yıl sonra ilk kez Trump ile bir araya gelen Erdoğan şunları söyledi: “Gazze Şeridi'nde kan dökülmesini durdurmak ve ateşkes sağlamak için ABD Başkanı Donald Trump'ın çabalarını ve liderliğini takdir ediyorum.”

Erdoğan, Türkiye'nin ‘tüm taraflarca kabul edilebilir, adil ve kalıcı bir barışın sağlanması amacıyla’ sürece katkıda bulunmaya devam edeceğini bildirdi.

Avrupa Birliği

Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Antonio Costa planı memnuniyetle karşıladı ve tüm tarafları ‘barışa gerçek bir şans vermek için bu fırsatı değerlendirmeye’ çağırdı. Costa, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun plana verdiği ‘olumlu’ yanıtı ‘cesaret verici’ olarak nitelendirdi.

Costa, X platformu üzerinden yaptığı paylaşımda, “Gazze Şeridi'ndeki durum sürdürülemez. Düşmanlıklar sona ermeli ve tüm rehineler derhal serbest bırakılmalıdır” dedi.

Avrupa Parlamentosu Başkanı

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Roberta Metsola, X hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, Trump'ın barış planının İsrail'e güvenlik sağlayacağını ve Filistinlilere meşru isteklerini gerçekleştirme konusunda somut bir umut vereceğini söyledi.

Metsola’nın paylaşımında şu ifadeler yer aldı: “Hamas barış planını kabul ederse bu, silahların susacağı, rehinelerin evlerine döneceği, acıların sona ereceği, ihtiyaç sahiplerine daha fazla yardım ulaşabileceği, kitlesel göçün önlenebileceği ve Hamas'ın Gazze Şeridi'nin gelecekteki yönetiminde herhangi bir rol oynamasının engelleneceği anlamına gelir… Plan, İsrail'e güvenlik sağlayabilir, Filistinlilere kendi kaderlerini tayin etme ve devlet kurma yönündeki meşru istekleri için gerçek bir umut verebilir, bölge genelinde umudu canlandırabilir.”

Metsola, bunun nesiller boyu süren kanlı döngüyü nihayet sona erdirebilecek çok önemli bir an olduğunu vurgulayarak, bu fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.

Birleşik Krallık

Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer da Birleşik Krallık'ın Trump'ın planını ‘güçlü bir şekilde desteklediğini’ açıkladı. Starmer, “Trump’ın çatışmayı sona erdirmek, rehineleri serbest bırakmak ve acil insani yardımın Gazze halkına ulaşmasını sağlamak için gösterdiği çabaları güçlü bir şekilde destekliyoruz. Bu bizim mutlak önceliğimizdir ve derhal gerçekleşmelidir” şeklinde konuştu.

Planda önemli bir rol oynaması beklenen Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair de planı ‘cesur ve akıllıca’ olarak nitelendirerek övdü. Blair yaptığı açıklamada, “Başkan Trump, kabul edilmesi halinde savaşı sona erdirebilecek, Gazze'ye acil yardım sağlayabilecek ve halkına daha parlak ve daha iyi bir gelecek vaat edebilecek, aynı zamanda İsrail'in mutlak ve kalıcı güvenliğini ve tüm rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayacak cesur ve akıllıca bir plan sundu” dedi.

Plana göre Blair, Gazze Şeridi'ndeki geçiş sürecini denetleyecek ve Trump'ın başkanlık edeceği ‘barış kurulunun’ bir üyesi olacak.

Fransa

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise X platformunda yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı: “İsrail'in bu temelde kararlı bir taahhütte bulunmasını umuyorum. Hamas'ın tüm rehineleri derhal serbest bırakmaktan ve bu plana bağlı kalmaktan başka seçeneği yok. Bu unsurlar, bölgede kalıcı barışın sağlanması için tüm ilgili taraflarla derinlemesine bir müzakere yapılmasına olanak sağlamalıdır.”

İtalya

İtalyan hükümeti, Trump'ın planını ‘Gazze Şeridi'nde istikrar ve kalkınmayı sağlamayı amaçlayan iddialı bir plan’ olarak nitelendirdi ve bunu ‘olası bir dönüm noktası’ olarak gördü. Hükümet yaptığı açıklamada, ‘tüm taraflara bu fırsatı değerlendirmeleri ve planı kabul etmeleri’ çağrısında bulundu.

Almanya

Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, ABD'nin planının ‘Gazze Şeridi'ndeki korkunç savaşı sona erdirmek için eşsiz bir fırsat sunduğunu ve acımasız çatışmalar, zalimane gözaltılar ve tarif edilemez bir insani krizden mustarip Gazze'deki yüz binlerce insana umut verdiğini’ söyledi.

Filistinliler ve İsrailliler için bu savaşın yakında sona erebileceğine dair umut olduğunu düşündüğünü belirten Wadephul, ‘bu fırsatın boşa harcanmaması’ çağrısında bulundu.

Filistin Yönetimi

Filistin Yönetimi, Trump’ın savaşı durdurmak için gösterdiği ‘samimi ve gayretli çabaları’ memnuniyetle karşıladı. Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA'dan aktardığına göre, Filistin Yönetimi tarafından yapılan açıklamada, “Filistin Devleti, Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmek için gösterdiği samimi ve gayretli çabaları memnuniyetle karşılıyor” denildi.

Buna karşılık, İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehhale, Trump'ın planını ‘Filistin halkına yönelik saldırıların devamı için bir reçete’ olarak değerlendirdi. Hareket tarafından yayınlanan açıklamada en-Nehhale’nin şu ifadelerine yer verildi: “Trump ve Netanyahu'nun basın toplantısında duyurulan şey, İsrail'in tutumunu tam olarak yansıtan ve Filistin halkına yönelik saldırıların devamı için bir reçete olan ABD-İsrail anlaşmasıdır... Bu, bölgeyi patlamaya sürükleyecek.”

Trump, Washington'un desteklediği barış önerisi için Netanyahu'nun onayını aldı. Trump ve Netanyahu'nun Washington'daki görüşmelerinin ardından Beyaz Saray, acil ateşkes, Hamas'ın elindeki rehinelerin İsrail'in elindeki Filistinli mahkûmlarla takas edilmesi, İsrail'in Gazze Şeridi'nden aşamalı olarak çekilmesi, Hamas'ın silahsızlandırılması ve uluslararası liderlikteki bir geçiş hükümetini içeren 20 maddelik bir plan açıkladı.



Hamas, Trump'ın planını değerlendiriyor... İstişareler birkaç gün sürebilir

Gazze İnsani Yardım Vakfı'na bağlı bir yardım dağıtım merkezinden aldıkları insani yardım malzemelerini taşıyan Filistinliler (AFP)
Gazze İnsani Yardım Vakfı'na bağlı bir yardım dağıtım merkezinden aldıkları insani yardım malzemelerini taşıyan Filistinliler (AFP)
TT

Hamas, Trump'ın planını değerlendiriyor... İstişareler birkaç gün sürebilir

Gazze İnsani Yardım Vakfı'na bağlı bir yardım dağıtım merkezinden aldıkları insani yardım malzemelerini taşıyan Filistinliler (AFP)
Gazze İnsani Yardım Vakfı'na bağlı bir yardım dağıtım merkezinden aldıkları insani yardım malzemelerini taşıyan Filistinliler (AFP)

Bilgi sahibi Filistinli bir yetkili, Hamas'ın bugün liderlik kadrosu ve Filistinli gruplarla birlikte ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi için hazırladığı barış planını incelemeye başladığını doğruladı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığına göre Hamas'a yakın olan yetkili, ‘hareketin bugün Filistin ve yurtdışındaki siyasi ve askeri liderliği içinde bir dizi istişareye başladığını ve hareketi ve direniş gruplarını temsil eden ulusal bir yanıt sunacağını’ söyledi. Yetkili, istişarelerin ‘birkaç gün sürebileceğini’ belirtti.

Diğer yandan Katar, Trump'ın planını görüşmek üzere Hamas ve Türk heyetinin Doha'da bir toplantı yapacağını duyurdu ve Hamas heyetinin planı ‘sorumlu bir şekilde’ inceleyeceğine söz verdiğini bildirdi.

Katar Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Macid el-Ensari, Doha'da düzenlediği basın toplantısında, “Katar ve Mısır dün, Doha'da Hamas müzakere heyeti ile yapılan toplantılar aracılığıyla planı iletti ve müzakere heyeti planı sorumlu bir şekilde inceleyeceğine söz verdi” dedi.

ABD Başkanı Donald Trump, Washington tarafından desteklenen bir barış önerisi için İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun onayını aldı. Trump ve Netanyahu'nun Washington'daki görüşmelerinin ardından Beyaz Saray, acil ateşkes, Hamas'ın elindeki rehinelerin İsrail'in elindeki Filistinli mahkûmlarla takas edilmesi, İsrail'in Gazze Şeridi'nden aşamalı olarak çekilmesi, Hamas'ın silahsızlandırılması ve uluslararası liderlikteki bir geçiş hükümetini içeren 20 maddelik bir plan açıkladı.


Uluslararası standartların çöküşü ve yasal çerçevelerden kanunsuzluğa geçiş

Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi binası, 14 Mart 2025 (AFP)
Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi binası, 14 Mart 2025 (AFP)
TT

Uluslararası standartların çöküşü ve yasal çerçevelerden kanunsuzluğa geçiş

Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi binası, 14 Mart 2025 (AFP)
Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi binası, 14 Mart 2025 (AFP)

Sergey Eledinov

Mali, Burkina Faso ve Nijer'den oluşan Sahel İttifakı (SSA), 22 Eylül 2025 tarihinde ortak bir bildiri yayınlayarak Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni (UCM) kuran Roma Statüsü'nden çekilme kararını duyurdu.

Bildiride UCM’nin ‘emperyalizmin elinde yeni bir sömürgeci baskı aracı ve seçici adaletin küresel bir modeli’ haline geldiği ve ‘kanıtlanmış savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırganlık eylemlerini kovuşturmada başarısız olduğu’ belirtilerek net gerekçeler sunuldu.

Birçok basın kuruluşu, bu hamleyi uluslararası toplumdaki ‘asi çocukların’ yeni bir eylemi olarak nitelendirdi. Mali, Burkina Faso ve Nijer Rusya ile ortak bir şekilde Batı karşıtı bir politika izlerken uluslararası kurumlar ve ittifakların sistemini istikrarsızlaştırmayı hedefliyorlar.

Ancak bu kararın önemi Sahel bölgesinin çok ötesine uzanıyor. Karar, uluslararası adalet sistemindeki derin yapısal çatlağı somutlaştırmakta ve sistemin aşınması ve bozulmasını işaret ediyor. Yasal yorumlama tekelinin kaybından kaynaklanan küresel adaletin ‘işletim sisteminin’ çöküşü, açık bir sistemik başarısızlığı ortaya çıkardı. Uluslararası hukuk standartları artık evrensel olarak görülmüyor ve uluslararası hukuku sağlayan kurumların meşruiyeti tartışma konusu haline gelirken sürekli olarak aşınıyor.

UCM’ye kalan sorunlu miras

UCM, başta soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar olmak üzere en ağır suçların sorumlularını yargılamak üzere kuruldu. 1945 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Şartı uyarınca kurulan Uluslararası Adalet Divanı, yalnızca devletler arasındaki uyuşmazlıklarda yargı yetkisine sahiptir.

Küresel yargı yetkisine sahip kalıcı bir organ kurulması fikri, BMGK tarafından kurulan özel mahkemelerle ilgili deneyimlere dayanıyordu. Bu mahkemeler arasında 1993 yılında kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve 1994 yılında kurulan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi sayılabilir.

Ancak UCM, kurulmasından önce öncüllerini rahatsız eden; seçici kovuşturma, siyasi baskıya yatkınlık, bürokrasi ve mağdurlar dahil olmak üzere yerel topluluklarla zayıf iletişim gibi sorunları miras aldı.

Çin, Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), İran ve Türkiye gibi Batı demokratik modeli dışındaki birçok ülke bu tüzüğe karşı çıktı. Bu ülkelerin gerekçeleri, egemenliklerine yönelik tehdit ve mahkemenin siyasallaşma olasılığı konusundaki endişelerine dayanıyordu.

Böylece seçicilik, mahkemenin ayrılmaz bir özelliği haline geldi. Adalet mekanizmaları ‘onaylanmış’ suçlamalarla sınırlıydı. Örneğin Sırplar ve Hutular ‘toplu suçlular’ olarak gösterilirken, Hırvatlar ve Boşnaklar çok daha az oranda yargılandı. Öte yandan Hutulara karşı toplu katliamlar ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki mültecilerin öldürülmesi dahil olmak üzere Tutsilerin suçları büyük ölçüde görmezden gelindi.

Başlangıçta mutlak iyiliği ve kötülüğü ayırt etmek için bir forum olarak tasarlanan ve ‘galip gelenlerin mahkemesi’ olarak bilinen Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi’nin mirası, günümüzde yaygın olarak ‘galip gelenlerin adaleti’ olarak anılan bir yapıya dönüşmüştü. Uluslararası hukuk, suçlu bulunanlara seçici bir şekilde uygulandığında, siyasi manevralar için bir araç haline geldi.

UCM, modern uluslararası kurumlardan; kararları ve eylemleri için sorumluluk almayı sistematik olarak reddetmek gibi başka bir sorunlu özelliği de miras aldı.

Roma Statüsü’nün ilkeleri ve evrenselliğinin sınırları

Roma'da 17 Temmuz 1998'de düzenlenen Birleşmiş Milletler konferansında 120 ülke, UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü kabul etmek için oy kullandı. Roma Statüsü, ‘en ciddi suçların cezasız kalmayacağının garantisi’ olarak tasarlandı.

Temel ilkeleri, tamamlayıcılık ilkesi, sınırlı yargı yetkisi, bireysel cezai sorumluluk, suçlar için zamanaşımı olmaması, kişisel cezaların uygulanması, yargının bağımsızlığı, sınırlamalarına rağmen evrensellik, masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının güvence altına alınması.

fgthy
Nijer’in başkenti Niamey’de SSA üyesi ülkelerin devlet ve hükümet Başkanları, 6 Temmuz 2024 (Reuters)

Roma Statüsü'nün uluslararası niteliği başından beri imzacı devletlerle sınırlıydı. Bu sınırlama, önceki mirasın bir uzantısı olarak değil, daha çok Mahkeme'nin kuruluşundan bu yana şikâyet ettiği bir ‘kurumsal çocukluk hastalığı’ olarak görülmeli.

Çin, Hindistan, BAE, İran ve Türkiye gibi Batı demokratik modeli dışındaki birçok ülke Roma Statüsü’ne karşı çıktı. Bunun nedenleri arasında egemenliklerine yönelik tehditler, mahkemenin siyasallaşma olasılığı, iç çatışmalara veya askeri operasyonlara dahil olmanın getireceği riskler ve bölgesel statülerini koruma arzusu sayılabilir.

Rusya, ABD ve İsrail gibi ülkeler Roma Statüsü’nüimzalamış, ancak onaylamaktan kaçınmış, böylece UCM’nin yargı yetkisini tanımamışlardır.

Ancak UCM, Roma Statüsü'nün 60 ülke tarafından 1 Temmuz 2002 tarihinde onaylanmasından sonra Hollanda'nın Lahey kentindeki merkezinde resmi olarak çalışmalarına başladı.

UCM yargıçlar, aşağıdaki kriterler temelinde seçildi:

- Yüksek mesleki nitelikler.

- Çeşitli hukuk sistemlerinin temsil edilmesi.

- Coğrafi denge.

- Cinsiyet eşitliği.

Üye devletlerin katkılarıyla finanse edilen UCM’nin 2025 yılı bütçesi yaklaşık 195 milyon euro olarak açıklandı.

Siyasi aktör olarak UCM

UCM’nin faaliyetlerinde, kurulduğu günden bu yana birbiriyle ilişkili iki eğilim olduğu görüldü. Bunlardan birincisi UCM, artık kanunların tarafsız bir şekilde uygulanması için tarafsız bir yargı aracı değil, uluslararası ilişkilerde giderek daha etkili bir rol üstlenerek fiilen siyasi bir aktör haline gelmiştir. İkinci olarak ise Afrika kıtası, 2025 yılına kadar soruşturmalarının yaklaşık yüzde 65'inin bu kıtada yoğunlaşmasından dolayı UCM’nin başlıca faaliyet alanı haline geldi. Öyle ki UCM tarafından hazırlanan 54 iddianamenin 47'si Afrika vatandaşlarını ilgilendiriyordu.

“Fildişi Sahili'nin eski Cumhurbaşkanı Laurent Gbagbo, 2011 seçimlerinin ardından çıkan çatışmalardan sonra insanlığa karşı suç işlemekle yargılanmak üzere Lahey'e nakledilen ilk devlet başkanı oldu.

Her vaka benzersiz olsa da toplu olarak ele alındığında daha geniş bir düşüş tablosu ortaya çıkıyor. ‘Galip gelenin adaleti’, zayıf devletlere karşı seçici soruşturmaların yapıldığı ‘koruyucu adalet’ özelliklerini taşımaya başladı.

Afrika, UCM için bir ‘deneme alanı’ ve ‘mezarlık’ oldu

2009 yılında mahkeme, Darfur'da soykırım suçu işlediği gerekçesiyle Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir hakkında tutuklama emri çıkardı. Amaç Hartum rejimine baskı uygulamaktı, ancak sonuç tam tersi oldu, çünkü bu hamle Afrika Birliği içindeki diyaloğu felç etti. 2015 yılında Güney Afrika da dahil olmak üzere birçok ülke, UCM’nin yargı yetkisini onaylamış olmalarına rağmen tutuklama emirlerini uygulamayı reddetti.

UCM, 2010 yılında, Kenya’da seçimlerin ardından yaşanan şiddet olayları nedeniyle dönemin Devlet Başkanı Uhuru Kenyatta ve Başkan Yardımcısı William Ruto aleyhine dava açtı. Ancak UCM, tarafsız bir hakem olarak hareket etmek yerine iç siyasi çatışmalara karışarak güvenilirliğini zedeledi. Dava, delil yetersizliği nedeniyle sona ererken, Kenyatta bu suçlamaları kampanyasında kendisini ‘Lahey komplosunun kurbanı’ olarak gösterme amacıyla kullandı.

dcfvgt
Niamey'de Mali, Nijer ve Burkina Faso'nun Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'ndan (ECOWAS) çekilmesini kutlayanlar, 28 Ocak 2025 (AFP)

UCM, 2011 yılında NATO'nun Libya'daki müdahalesi sırasında, Muammer Kaddafi ve oğlu Seyfulislam için tutuklama emri çıkarttı. Bu hamlenin zamanlaması, NATO’nun politikalarıyla yakın bir uyum içinde olduğundan Libya liderliğinin meşruiyetini zayıflattı.

Fildişi Sahili'ndeki durum: Gbagbo ve Mahkeme

Fildişi Sahili'nin eski Cumhurbaşkanı Laurent Gbagbo, 2011 seçimlerinin ardından çıkan çatışmalardan sonra insanlığa karşı suç işlemekle yargılanmak üzere Lahey'e nakledilen ilk devlet başkanı oldu.

Bu davanın karmaşıklığı başından beri belliydi. Gbagbo, Abidjan'daki silahlı çatışmalar sırasında BM barış gücü helikopterlerinin başkanlık sarayına düzenlediği saldırının ardından Fransız özel kuvvetleri tarafından tutuklandı. Ardından, yeni Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara’ya sadık yetkililer tarafından UCM’ye teslim edildi.

Gbagbo’nun davası 2016 yılında başladı. UCM 2019 yılında, delil yetersizliği nedeniyle onu tamamen beraat ettirdi. Bu karar, 2021 yılında Temyiz Mahkemesi tarafından onandı. Gbagbo daha sonra siyasi bir figür olarak ülkesine döndü, ancak Fransa'ya yakın olan Ouattara'nın en önde gelen muhalifi olarak statüsü fiilen azaldı.

Bu dava, UCM’nin nasıl kullanıldığını ortaya koymuştu. Gbagbo hakkında tutuklama emri çıkaran UCM, Ouattara'nın destekçilerinin işlediği şiddeti büyük ölçüde görmezden gelmiş ve bu da yeni rejime uluslararası meşruiyet kazandırmıştı. Ouattara, geçtiğimiz ağustos ayında anayasa başkanların görev süresini iki dönemle sınırlasa da dördüncü bir başkanlık dönemi için aday olacağını açıklamıştı.

Afrika'nın UCM’ye karşı tepkileri

Afrika toplulukları arasında yaygın bir hoşnutsuzluğa yol açan UCM, önyargılı ve çifte standartlı olmakla suçlanarak ‘Afrikalılar üzerinde beyaz adamın mahkemesi’ lakabını aldı. 2016 yılına gelindiğinde, Afrika Birliği (AfB) içinde ‘Afrika'nın çıkışı’ olarak bilinen UCM’nin yargı yetkisi alanından toplu olarak çekilme kararı ciddi olarak değerlendirilmeye başlandı.

“UCM’nin Afrika'da yaşadığı tekrarlanan başarısızlıklar, küresel yankı uyandıracak davaların aranmasına neden oldu.

Yetki alanını genişletmeye çalıştıkça endişeleri artıran UCM, bu yıl, sosyal medyada dolaşan videoları ‘psikolojik terör’, ‘kişisel onurun ihlali’ ve ‘insanlığa karşı suçlar’ gibi suçlar olarak sınıflandırarak bir emsal oluşturmaya çalıştı. Bu materyallerin çoğunun hükümet yanlısı güçlerin eylemlerini belgelemesi dikkati çekti.

Hissene Habre davası ve sorumluluğun başkalarına yüklenmesi

UCM, sorumluluğu üstlenecek bölgesel veya ulusal mahkemelerin kurulmasını teşvik ederek, Afrika’daki bazı yüksek profilli davalarından uzak durmaya çalıştı.

Eski Çad Devlet Başkanı Hissene Habre'nin davasında, AfB’nin desteğiyle Senegal'deki Olağanüstü Afrika Mahkemeleri, onu tek başına yargılama görevini üstlendi. Habre’nin hakkındaki suçlamalar, resmi olarak UCM’nin yargı yetkisi dışında kalıyordu. Çünkü bu suçlar, 1982 ile 1990 yılları arasında, mahkeme kurulmadan önce işlenmişti.

Ancak, davada birçok suçlama o dönemde uluslararası hukukta suç olarak kabul edilmeyen eylemlerle ilgili olduğundan, ‘kanun olmadan suç olmaz’ (nullum crimen sine lege) ilkesi açıkça ihlal edildi. Afrikalı gözlemcilere göre bu daha çok devrik bir lideri cezalandırmak için kullanılan bir araç gibi görünüyordu, oysa Habre'nin siyasi rakibi Devlet Başkanı İdris Debi'ye atfedilen suçlar görmezden gelinerek, hukuk ve siyaset arasındaki bir uzlaşı temelinde seçici bir adalet uygulandığı ortaya çıktı.

Duruşmanın meşruiyeti, uluslararası standartlara uygunluğu ve bağımsız denetim eksikliği ile ilgili sorular, duruşmanın güvenilirliğini daha da zedeledi.

Uluslararası adaletin siyasileştirilmesi ve UCM’nin sınırları

UCM’nin Afrika'da tekrar tekrar yaşadığı başarısızlıklar, mahkemeyi küresel yankı uyandıran davalar aramaya itti. UCM, 2021 ile 2025 yılları arasında etkili devlet liderlerine karşı davalar açtı. Bu davalar arasında 2021 yılında, dönemin Filipinler Cumhurbaşkanı Rodrigo Duterte hakkında, ‘uyuşturucuyla mücadele’ kapsamında gerçekleştirilen yargısız infazlar hakkında başlatılan soruşturma, 2023 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkında, işgal altındaki topraklardan Ukraynalı çocukları sınır dışı ettiği gerekçesiyle savaş suçu işlediği gerekçesiyle çıkarılan tutuklama emri ve 2025 yılında UCM Başsavcısı Kerim Han’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında Gazze'de yürütülen askeri operasyonlar sırasında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği gerekçesiyle tutuklama emri çıkarılmasını talebi yer alıyor.

Bu davalar, UCM’nin son derece hassas siyasi meselelere giderek daha fazla müdahil olduğunu ortaya koyarken tarafsızlığı ve yargı yetkisinin sınırları hakkında derin soru işaretleri ortaya çıkarıyor. Bu davaların çeşitli bağlamlara rağmen, evrensel yargı yetkisi ve hesap verebilirlik mekanizmaları gibi araçların siyasi çatışmalarda kullanılan araçlara dönüşmesi gibi ortak özellikleri var. UCM’nin kararları artık esasen uygulanmasının zayıf veya hiç olmaması muhtemel siyasi sinyaller olarak ele alınıyor.

Uluslararası hukuk kurumları siyasi bir cepheye dönüştüğünde, hukukun kendisi jeopolitik hesaplamalara tabi hale gelir ve bağlayıcı bir küresel standart olmaktan çıkar.

Bu durum, UCM’nin zayıflıklarını ve sınırlamalarını ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda bir hukuk kurumu olarak yetersizliğini de yansıtıyor. Macaristan ve Moğolistan hükümetlerinin tepkileri de bunu doğrulayarak, UCM’yi devletleri resmen çekilmeyi düşünmeye veya kararlarını tekrar tekrar görmezden gelmeye sevk eden ‘yüksek riskli bir oyun’ olarak nitelendirdi.

Bölgesel ve ulusal alternatifler ve uluslararası hukukun aşınması

Bu dinamikler, uluslararası hukukun giderek aşınmasına, küresel hukuk çerçevesinin parçalanmasına ve kurumlarının zayıflamasına katkıda bulundu. Ancak uluslararası arenada, yargısal bir otorite olarak ‘ulusal alanlara’ giderek artan bir geri dönüş yaşanıyor.

SSA üyesi ülkeler, UCM’den çekileceklerini duyururken, egemenliği koruyan ve ulusal değerlere dayanan alternatif adalet mekanizmaları kurmayı planladıklarını açıkladılar. Halihazırda Sahel Ceza Mahkemesi de bu yaklaşımı somutlaştırmak için kuruldu.

hyuj
Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) 66. Olağan Oturumu'nda, Nijerya Devlet Başkanı Abdourahmane Tchiani için ayrılmış boş koltuk, 15 Aralık 2024 (AFP)

Bu anlamda, UCM’den çekilme, devletlerin onlarca yıl boyunca kendilerini uluslararası hukukun eşit tarafları değil, yalnızca özneleri olarak gördükleri bir dönemden sonra kendi adalet kavramlarını formüle etme hakkının yeniden teyidi anlamına geliyor.

Uluslararası hukuk kurumları siyasi bir cepheye dönüştüğünde, hukukun kendisi jeopolitik hesaplamalara tabi hale gelir, kapsamlı bir küresel standart ortaya çıkar ve adaletin güç dengesi tarafından belirlendiği ulusal ve bölgesel siyaset arenasına geri döner.

Bu aşınma sadece UCM ile sınırlı kalmayıp uluslararası kurumlara olan güveni tehdit ederek domino etkisi yaratıyor. Kamuoyunun ikisi de Lahey’de bulunan UCM ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) arasındaki farkı ayırt edememesi, kafa karışıklığını daha da artırıyor.

Nürnberg'den Lahey'e kadar, küresel adalet projesi hayata geçirilemezken üstüne üstlük sahte bir hukuki cephe yaratıldı ve bu da uluslararası hukukun gerçekte var olmadığını ortaya çıkardı.


Kuzeydoğu Suriye'de artan gerilim: Beklenen bir çatışma mı yoksa yeni bir baskı dalgası mı?

 Muharip birlikler, hükümetin kontrolündeki bölgeler ile Kürt Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgeler arasındaki cephe hatlarına konuşlandırılıyor (Independent Arabia)
Muharip birlikler, hükümetin kontrolündeki bölgeler ile Kürt Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgeler arasındaki cephe hatlarına konuşlandırılıyor (Independent Arabia)
TT

Kuzeydoğu Suriye'de artan gerilim: Beklenen bir çatışma mı yoksa yeni bir baskı dalgası mı?

 Muharip birlikler, hükümetin kontrolündeki bölgeler ile Kürt Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgeler arasındaki cephe hatlarına konuşlandırılıyor (Independent Arabia)
Muharip birlikler, hükümetin kontrolündeki bölgeler ile Kürt Özerk Yönetimi kontrolündeki bölgeler arasındaki cephe hatlarına konuşlandırılıyor (Independent Arabia)

Mustafa Rüstem

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın BM Genel Kurulu toplantısına katılıp “tarihi” olarak nitelendirilen ve yeni, birleşik bir Suriye çağrısı yapan bir konuşma yapmasının ardından New York'tan dönmesiyle birlikte, ülkenin kuzeydoğusu meselesi yeniden ön plana çıktı. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolündeki bölgelerde artan gerilim, beklenen bir gelişmenin habercisi.

Doğu kırsalı

Ülkenin kuzeyindeki Halep şehri, Suriyelilerin resmi açılışta Cumhurbaşkanlarının da hazır bulunmasını beklediği sanatsal bir kutlama eşliğinde Halep Kalesi’nin yeniden ziyarete açılışına sahne oldu. Ancak tüm bu beklentilerin aksine, Şara, valilik binasında hükümet ve askeri yetkililerin yanı sıra, hükümetin kontrolündeki bölgeler ile Kürt Özerk Yönetimi'nin kontrolü altındaki bölgeler arasındaki cephe hatlarında konuşlu muharip timlerin komutanlarının da katıldığı acil toplantılar düzenledi.

Doğu Halep kırsalında, özellikle de rejimin 8 Aralık 2024'te devrilmesinden bu yana SDG kontrolünde olan Deyr Hafer kentinde yaşanan gerginliklere paralel olarak, Türk ordusundan konvoyların harekete geçtiği, helikopterlerin Kuveyris Havalimanı üzerinde uçtuğu ve Suriye ordusunun Tişrin Barajı eksenindeki SDG mevzilerini topçu ateşiyle hedef aldığı yönünde haberler geliyor.

Türkiye'nin müdahalesi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre siyasi işler ve uluslararası ilişkiler araştırmacısı Firas Burzan, Şara'nın New York ziyaretinin sonuçlarının SDG'ye karşı olası bir tırmandırma ile doğrudan bağlantılı olduğuna inanmıyor. Zira ziyaret öncesinde ilişkiler, Mart ayındaki anlaşmanın uygulanması, askeri yığınak ve hükümetin son tarihlere dair imalarıyla bağlantılı bir gerginlik yaşamıştı. Hükümetin imaları, müzakere sürecindeki çıkmazı aşmak için kararlı bir askeri müdahaleye başvurulabileceğine işaret ediyordu. Ne var ki ziyaretin olumlu sonuçlarının da daha fazla baskı uygulaması için Şam'a olan güveni artıracağına şüphe yok.

Burzan, “Son Trump-Erdoğan görüşmesinin sonuçları ve ABD'nin Ankara Büyükelçisi'nin Irak ve Suriye'deki ABD askeri varlığıyla ilgili değişikliklerden sonra gelen açıklamaları göz önüne alındığında” Türkiye'nin askeri harekâta katılma olasılığını dışlamıyor. Ancak, zamanlama olarak askeri müdahalenin, SDG ile müzakereler için belirlenen tüm sürelerin dolmasından sonra, yani muhtemelen yıl sonundan önce gerçekleşmeyeceğini de belirtiyor.

Burzan, mevcut sahneyi, ABD'nin Irak'tan (ve dolayısıyla Suriye'den) çekilmesi ve İran'ın geri çekilmesi kapsamında Türkiye'nin yürüttüğü stratejik yeniden konumlanma ışığında yorumluyor. İran’ın geri çekilmesi, Türkiye'nin bölgesel meselelere derinlemesine müdahil olmadan hem güvenlik hem de stratejik olarak doldurmaya çalışacağı bir boşluk yarattı. Burzan, “Öte yandan, Batı'nın Rusya ile ilişkilerinde artan gerginlik, Türkiye'nin Batı nezdindeki jeopolitik değerini artırıyor” dedi.

ghyju
Türk ordusu konvoyları ilerliyor ve helikopterler Kuveyris Havalimanı üzerinde uçuyor (Independent Arabia)

Şara ve Mazlum Abdi arasında Şam'da Mart ayında imzalanan anlaşma uyarınca SDG'nin orduya entegrasyonu geciktirmesi karşısında Ankara'nın sabrının tükendiği açık. SDG, Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile birlikte Özerk Yönetim’in kontrolündeki kuzeydoğu Suriye bölgesine nüfuzunu dayatıyor, petrol, gıda ve su kaynaklarını kontrol ediyor; bu durum hem Ankara'yı hem de Şam'ı rahatsız ediyor.

Bu arada Türkiye, SDG'yi yeni Suriye ordusuna entegre etmek için çabalıyor ve gözlemciler, anlaşmanın uygulanmaması halinde askeri müdahaleye başvurmaktan başka çaresi kalmayacağını öngörüyorlar. Bu, tampon bölgeyi tamamlamak ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile 1980'lerden beri süren uzun bir savaşın ardından güney sınırındaki tehditleri sona erdirmek için tarihi bir fırsat.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan daha önce yaptığı bir açıklamada entegrasyonun gerekliliğini vurgulamıştı. Erdoğan, ülkenin kuzeydoğusundaki kamplarda tutulan DEAŞ tutuklularının akıbetini görüşmek üzere Türkiye, Suriye, Irak ve ABD temsilcilerinden oluşan bir komitenin kurulduğuna işaret etmişti. Bu kamplar, Deyrizor şehrinin doğu kırsalında örgütün son kalesi olan Baguz kentinin düştüğü Mart 2019'dan beri SDG tarafından yönetiliyor.

SDG, Kürtler, Araplar, Asuriler, Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler, Çerkezler ve diğerlerinden oluşan çok etnikli ve çok dinli bir ittifak. Pentagon'a göre Araplar SDG'nin yüzde 60'ını oluştururken, diğer kaynaklar bu oranın daha düşük olduğuna inanıyor. Bu arada Araplar, YPG’nin SDG komutanlığına ve bölgeye hakim olması nedeniyle Kürt bileşen ile bir çatışma içinde. SDG, Ekim 2015'te uluslararası koalisyon güçlerinin desteğiyle DEAŞ’a karşı mücadele etmesi için kuruldu.

Bu bağlamda, Şam ile SDG arasındaki anlaşmazlık konusu, yeni Suriye ordusuyla ilişkilerinin geleceği, özerk yönetimin geleceği ve siyasi sistemin niteliği (merkezi veya ademi merkeziyetçi) olmaya devam ediyor. Suriye'nin kuzeydoğusundaki Özerk Yönetim Dış İlişkiler Eşbaşkanı İlham Ahmed, SDG komutanı Mazlum Abdi'nin veya SDG subaylarından birinin Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı görevlerini üstlenmesi yönünde bir teklifte bulundu.

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, gergin atmosfere rağmen, bu yıl sonundan önce merkezi ve kapsayıcı bir Suriye hükümetinin kurulacağını tahmin ediyor. Bu hükümet, ABD'nin Kürtler ve diğer gruplara desteğiyle tüm bileşenlerin ve azınlıkların haklarını güvence altına alacak. Barrack, “federalizmin Suriye krizine uygun bir çözüm olmadığını” da ima etti.

Güç gösterisi

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi ise Halep şehrinde Suriye Geçiş Hükümeti yetkilileri ile Milli Ordu’ya bağlı fraksiyonların liderlerinin katıldığı toplantılar yapıldığını bildirdi. Bu toplantılar, SDG'nin doğu Halep kırsalındaki cephe hatlarında olası bir askeri harekâtını önlemek amacıyla ve güç gösterisi için tanklar ve toplar da dahil olmak üzere ağır araçlar ve silahlarla donatılmış askeri birliklerin konuşlandırılmasıyla sonuçlandı.

Hükümet güçlerinin bu hamlesi, SDG'nin şeker fabrikasında konuşlu kamikaze İHA'lar, roketatarlar ve uzun menzilli toplara sahip olduğu bilgisinin alınmasının ardından geldi. Özel olarak görüştüğümüz sahadan kaynaklar, Rakka-Halep otoyolu üzerinde, doğu Halep kırsalında bulunan ve SDG kontrolündeki bölgeleri otoyola bağlayan Deyr Hafer geçişinin kapatıldığını bildirdi.

Başka bir bağlamda, Deyrizor kırsalının doğusundaki Abriha kentinin belediye binasındaki askeri mevzilerine makineli tüfeklerle, kimliği belirsiz silahlı kişiler tarafından gerçekleştirilen yeni bir silahlı saldırıda dört SDG mensubu öldürüldü. İki taraf arasında çıkan çatışmada saldırganlardan biri de öldürüldü. Yine makineli tüfekli silahlı kişiler, Muheymida köyünde bir SDG askeri aracına saldırarak üç kişiyi yaraladı. Ayrı bir olayda, saldırganlar doğu Deyrizor kırsalındaki Ebu Hamam köyüne bir el bombası attılar, ancak herhangi bir can kaybına neden olmadılar.