Trump'ın vaatleri ile sahadaki gerçeklik arasında yeni Ortadoğu'nun sınırları

ABD Başkanı Donald Trump, New Jersey'de konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, New Jersey'de konuşuyor. (AP)
TT

Trump'ın vaatleri ile sahadaki gerçeklik arasında yeni Ortadoğu'nun sınırları

ABD Başkanı Donald Trump, New Jersey'de konuşuyor. (AP)
ABD Başkanı Donald Trump, New Jersey'de konuşuyor. (AP)

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, 2023'teki saldırılardan bu yana bölgede hüküm süren karmaşık durumu ve ABD'nin buradaki politikasını özetleyerek, “7 Ekim'den sonra Ortadoğu'da her şey değişti” dedi.

7 Ekim'den iki yıl sonra, durum daha da karmaşık hale geldi. Bugün, krizin çözülmesi umuduyla başlayan ABD Başkanı Donald Trump'ın görev süresinin birinci yıldönümü. Trump, rehineleri geri getireceğine ve savaşı sona erdireceğine söz verdi. İbrahim Anlaşmaları ile çıtayı yükseltmesinden bahsetmiyorum bile…

Ancak bu yüksek hedefler, bölgedeki durumun karmaşıklığını hesaba katmamıştı. Bu karmaşıklık, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tartışmalı kararlarıyla daha da karmaşık hale geldi. Netanyahu, Trump'ı Gazze savaşından Batı Şeria'yı ilhak etme planlarına, İran'la yüzleşmeye ve Esed rejiminin devrilmesinden sonra Suriye'ye meydan okumaya kadar uzanan bir karar fırtınasına sürükledi. Bununla birlikte, ABD Başkanı’nın hazırladığı büyük hedefler ve planlar suya düştü. Öyle ki bazıları, “Netanyahu'nun pervasızlığı ve ABD yönetiminin ona karşı gösterdiği hoşgörü, İbrahim Anlaşmaları’nı tamamen yok edebilir” diyecek kadar ileri gidiyor.

Ancak Trump, durumu düzeltmek için çaba sarf etti ve Gazze savaşını sona erdirmek için 20 maddelik bir plan açıkladı. Kendi ifadesiyle, bu planın kendisine çok değerli olan anlaşmaları kurtaracağını umuyor.

Tanınma olmadan anlaşma olmaz

Trump'ın ilk döneminde İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmek için öncülük ettiği İbrahim Anlaşmaları, bölgedeki vizyonunun belkemiğini oluşturdu ve bu sayede dengeleri değiştirip denklemleri yeniden şekillendirecek bir dış politika izleyerek iz bıraktı. Trump, bu değişim yolunda ilerlemeye devam etmek için çaba gösterdi ve stratejik öneminin açık bir göstergesi olarak ilk resmi yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan'a yaptı.

Ancak Gazze Şeridi'ndeki savaş bu hedeflerin üzerine gölge düşürdü ve anlaşmaları genişletmeye yönelik her türlü girişimin daha başlamadan başarısız olacağı anlaşıldı.

ty6
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda Filistin'in tanınması ve iki devletli çözüm konulu zirveye başkanlık etti. (EPA)

Tüm bunlar Trump’ın umutlarını yıkmaya yetmezmiş gibi, İsrail'in Hamas liderlerini hedef alan Katar saldırısı yangına körükle gitti ve ABD ile İsrail'in tutumları arasındaki uçurumu daha da belirgin hale getirdi. Bir yandan İsrailli yetkililer, ABD'ye niyetlerini önceden bildirdiklerini ve önemli bir muhalefetle karşılaşmadıklarını iddia ederken, diğer yandan Trump, Netanyahu'nun saldırıdan önce kendisine bilgi verdiğini kategorik olarak reddetti.

Bu kamuoyu tartışmasında kimin haklı olduğu bir yana, sonuç aynı ve bu ne ABD'nin ne de İsrail'in çıkarına. Suudi Arabistan ve Fransa'nın başlattığı ve 100'den fazla ülkenin katıldığı girişimle, ABD'nin muhalefetine rağmen BM Genel Kurulu'nda Filistin devletinin tanınması konusunda uluslararası bir konsensüs sağlandı.

Ortadoğu Enstitüsü'nün kıdemli araştırmacısı Brian Katulis, Filistin devletinin sembolik olarak tanınmasının Trump'a verdiği ana mesajın, ‘Trump, İsrail-Filistin çatışmasını yönetme konusunda bu olumsuz yaklaşımını sürdürdüğü sürece, İsrail ile Suudi Arabistan arasında daha geniş bir normalleşme anlaşması sağlama konusundaki hırslarının suya düştüğü’ olduğunu söylüyor.

Katulis, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, “Suudi Arabistan'ın Filistin devletini tanıma hareketinin ana destekçisi olduğunu ve bu konunun kendisi için bir öncelik olduğunu vurguladığını belirtmek önemli” dedi.

Savaşı sona erdirme planı

Filistin devletinin tanınması konusunda uluslararası konsensüsle karşı karşıya kalan Trump, ABD'nin izlediği yoldan uzaklaştı. Trump, BM Genel Kurulu için ABD’ye gelen Arap liderlere savaşı sona erdirme vizyonunu sunarak durumu kontrol altına almaya çalıştı.

Bu vizyonda taahhüt ettiği en önemli noktalardan biri, İbrahim Anlaşmaları'nın çökmesini ve ülkelerin anlaşmadan çekilmesini önlemek için İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmesine izin vermemekti. Eski ABD Dışişleri Bakanlığı askeri danışmanı Albay Abbas Dahouk, İbrahim Anlaşmaları'nın ‘teknik olarak yürürlükte kalmasına rağmen, geleceğinin giderek belirsizleştiğini’ söyleyerek bu konudan bahsetti.

Dahouk, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Anlaşmaların süresi henüz dolmamış olsa da, İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etmek için atacağı herhangi bir önemli adım, bu anlaşmaların temelini sarsacak. Bu tür adımlar, önemli Arap ülkeleri için kırmızı çizgiyi aşmak anlamına geliyor. Ayrıca bu adımlar, bölgesel entegrasyon çabalarını tehlikeye atacak ve iki devletli çözüme yönelik ortak taahhüdü de zayıflatacak.”

Değişken ilişki

Bu gerilimler arasında, Trump ve Netanyahu arasındaki ilişki gündemde. İsrail Başbakanı’nın hırslarının, ABD Başkanı’nın kendisini barış adamı olarak gösterme çabalarına engel olduğu açık. Bu nedenle Netanyahu'nun Trump'ın planını onaylaması, Trump'ın ikinci dönemine başladığından bu yana yakın iş birliğinden kamuoyu önünde anlaşmazlığa kadar birçok iniş çıkış yaşayan ilişkilerde bir dönüm noktası. Trump'ın Gazze savaşı konusundaki değişken tutumu ve Netanyahu'nun diplomatik çözümü reddetme konusundaki ısrarı, zaman zaman iki lider arasında gerginliğe yol açtı.

sdfrt
ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile düzenlediği basın toplantısının ardından gazetecilerle sohbet ediyor. (AP)

Benzer şekilde, İsrail'in onayı olmadan ABD'nin Suriye'ye uyguladığı yaptırımların kaldırılması Netanyahu'yu şaşırttı. Trump'ın İran'ın nükleer tesislerine saldırmaya karar vermeden önce İran ile müzakere etme niyetini açıklaması da Netanyahu'yu şaşırttı. Netanyahu, bu konuyla ilgili olarak yaptığı etkileyici konuşmada Trump'ı övdü. Bu çelişkiyle ilgili olarak Dahouk şöyle diyor: “Washington gerilimi azaltma isteğini göstermiş olsa da, diplomatik mesajları ve askeri pozisyonları genellikle belirsiz olmuştur. Aslında, yönetim zaman zaman İran ve onun vekil güçlerini hedef alan İsrail operasyonlarını övmüştür. Netanyahu, resmi olarak itidal çağrısı yapılmasına rağmen, bu seçici desteği, meşru müdafaa bayrağı altında saldırı manevralarının zımni onayı olarak yorumlamıştır.”

Trump ocak ayında göreve başladığından bu yana, iki lider Beyaz Saray'da dört kez bir araya geldi. Bazı toplantılar ilişkilerinin gücünü gösterirken, diğerleri aralarındaki derin ayrılıkları ortaya koydu. Katulis bu toplantılar hakkında şu ifadeleri kullandı: “Trump ve Netanyahu ilk üç toplantılarını, iç destekçilerini kazanmak ve ülkelerinin düşmanlarına, özellikle İran ve müttefiklerine önemli zararlar veren politikaları uygulamak için kullandılar. Ancak bu iki lider, kelimenin geleneksel anlamıyla liderlik yapmıyor; gelecek için büyük fikirler olmadan siyasi tabanlarına hitap etmekle yetiniyorlar.”

Kattulis şöyle devam etti: “Trump ve Netanyahu çoğunlukla agresif stratejik iletişim çabalarıyla birlikte askeri taktiklere göre hareket ettiler. Ancak bu barış ve güvenliği sağlamak için bir model değil, stratejisiz bir dizi saldırıdır. Barışı yeniden inşa eden ve sağlayan diplomatik anlaşmalara varmak, rakipleri ortadan kaldırmaktan çok daha zordur.”

Değişen Amerikan ruh hali

7 Ekim'den sonra Amerikalılar İsrail'in arkasında birleşti, ancak Gazze Şeridi'ndeki savaş devam ederken bugün durum farklı. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler seslerini yükseltti, bazıları İsrail'in eylemlerini soykırım olarak nitelendirdi. Trump'ın popüler MAGA tabanından bazı Cumhuriyetçiler, örneğin Cumhuriyetçi Temsilci Marjorie Taylor Greene, İsrail lobisine (AIPAC) ve Washington'daki etkisine sert eleştiriler yöneltti. Bu tutumlar, Trump'ın Daily Caller internet sitesine verdiği röportajda, lobinin artık eskisi gibi Kongre'yi ‘kontrol etmediğini’ söylemesine neden oldu.

cdfrg
Birleşmiş Milletler'de (BM) konuşma yapan Netanyahu'ya karşı New York'ta protesto gösterisi düzenlendi. (Reuters)

Buna paralel olarak, Amerikan halkı, özellikle de genç Cumhuriyetçiler arasında İsrail'e olan desteğin azaldığını gösteren kamuoyu yoklamaları da yapıldı. Pew Araştırma Merkezi'nin yaptığı bir ankete göre, 50 yaşın altındaki Cumhuriyetçilerin yüzde 50'si İsrail'e, özellikle de Gazze savaşını yönetme biçimine olumsuz bakıyor.

Ancak bu yeni muhalefete rağmen İsrail, Demokrat Başkan Barack Obama'nın 2019'da imzaladığı 10 yıllık mutabakat zaptı kapsamında yıllık 3,8 milyar dolarlık yardım alan, ABD'nin askeri yardım aldığı ülkeler listesinin başında yer alıyor. Bu yardım, özellikle savunma alanında, bazı milletvekillerinin onayını geciktirmeye çalışmasına rağmen, Kongre'de herhangi bir gerçek engelle karşılaşmadı.

Yardımın yanı sıra, Kongre periyodik olarak Tel Aviv ile silah anlaşmalarını onaylamakta. Bu, ABD askeri-sanayi kompleksine fayda sağlamakta ve satışlarını milyonlarca dolar artırmakta. Bu da siyasi çevrelerde yaygın olarak kullanılan bir Amerikan deyişini doğruluyor: “Gerçeği arıyorsanız, paranın izini sürün.”



Ankete göre Jimmy Kimmel, Trump'tan popüler

Geçen ay ABC, komedyenin MAGA yanlısı yorumcu Charlie Kirk'ün suikastına dair yaptığı açıklamalar nedeniyle Kimmel'ın şovunun "süresiz olarak" yayından kaldırıldığını duyurmuştu. Kimmel, bu yorumlarında Cumhuriyetçileri bu ölümü siyasi rant kazanmak için kullanmakla suçlamıştı (Disney)
Geçen ay ABC, komedyenin MAGA yanlısı yorumcu Charlie Kirk'ün suikastına dair yaptığı açıklamalar nedeniyle Kimmel'ın şovunun "süresiz olarak" yayından kaldırıldığını duyurmuştu. Kimmel, bu yorumlarında Cumhuriyetçileri bu ölümü siyasi rant kazanmak için kullanmakla suçlamıştı (Disney)
TT

Ankete göre Jimmy Kimmel, Trump'tan popüler

Geçen ay ABC, komedyenin MAGA yanlısı yorumcu Charlie Kirk'ün suikastına dair yaptığı açıklamalar nedeniyle Kimmel'ın şovunun "süresiz olarak" yayından kaldırıldığını duyurmuştu. Kimmel, bu yorumlarında Cumhuriyetçileri bu ölümü siyasi rant kazanmak için kullanmakla suçlamıştı (Disney)
Geçen ay ABC, komedyenin MAGA yanlısı yorumcu Charlie Kirk'ün suikastına dair yaptığı açıklamalar nedeniyle Kimmel'ın şovunun "süresiz olarak" yayından kaldırıldığını duyurmuştu. Kimmel, bu yorumlarında Cumhuriyetçileri bu ölümü siyasi rant kazanmak için kullanmakla suçlamıştı (Disney)

İki şahsiyet arasında yaşanan kamuoyu önündeki tartışma ve bunun akabinde talk şov sunucusunun kısa bir süreliğine ekrandan uzaklaştırılmasının ardından yapılan ankete göre, Jimmy Kimmel, Donald Trump'tan daha popüler. 

YouGov tarafından yapılan ankette, katılımcılara bu iki kişi hakkında olumlu görüşleri olup olmadığı soruldu.

Kimmel sorulduğunda, katılımcıların yüzde 44'ü olumlu, yüzde 41'i olumsuz görüş bildirdi. Katılımcıların yüzde 15'i ise kararsız kalırken bu sonuçlar Kimmel'a +3 net olumlu görüş puanı kazandırdı.

Trump sorulduğundaysa katılımcıların yüzde 41'i olumlu görüş bildirirken, yüzde 54'ü olumsuz yanıt verdi ve yüzde 5'i kararsız kaldı. Bu da başkana -13 net popülarite oranı getirdi.

Böylelikle YouGov'un düzenlediği anketin sonuçlarında Kimmel 16 puanlık bir olumlu görüş farkı sağlamış oldu.

Kimmel'in, MAGA sözcülerinden Charlie Kirk'ün suikastıyla ilgili yaptığı yorumlar nedeniyle ABC'nin programı "süresiz olarak" yayından kaldırdığını duyurması Trump'ı çok memnun etmişti.

Başkanın atadığı FCC (Federal İletişim Kurulu, RTÜK'ün ABD'deki muadili -çn.) Başkanı Brendan Carr, Kimmel'in yorumlarını "gerçekten iğrenç" diye nitelendirdi ve ABC'nin lisansının bu nedenle tehlikeye girebileceğini de öne sürdü.

YouGov anketinde katılımcılara, bu yorumların programın askıya alınmasını gerektirecek kadar ciddi olup olmadığı da soruldu. Katılımcıların yarısından fazlası (yüzde 55) hayır, yüzde 30'u ise evet yanıtını verdi.

Ancak kısa bir süre sonra, programın ana şirketi Disney, “zamanlaması yanlış” diye nitelendirdiği yorumlar hakkında Kimmel'la “hassasiyetleri dikkate alan görüşmeler” yaptığını açıkladıktan sonra sunucunun geri döneceği duyuruldu.

dcfrgt
Yeni ankete göre Kimmel, Trump'tan daha popüler (AFP)

Trump, duyurunun ardından Truth Social'da öfkeyle “Yalan Haberci ABC'nin Jimmy Kimmel'a işini geri verdiğine inanamıyorum” diye yazdı. 

ABC, Beyaz Saray'a şovunun iptal edildiğini bildirmişti! O zamandan bu yana bir şeyler oldu, çünkü izleyicileri GİTTİ ve onun ‘yeteneği’ zaten hiçbir zaman olmamıştı.

Kimmel'in yayına dönüşü 6,3 milyon izleyici tarafından yani talk şovun normal TV izleyici sayısının üç katından daha fazla izlendi. Geri dönüş monologu da viral oldu ve yayımlandıktan sonraki gün YouTube'da 14 milyondan fazla, Instagram'da ise 5,7 milyondan fazla izlenme sayısına ulaştı.

Monologda önceki hafta yayımlanan bölümdeki niyetini açıklarken boğazı düğümlenen Kimmel, gözle görülür şekilde duygulandı.

Kimmel, “Bir şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum çünkü bu benim için bir insan olarak önemli. Anlamanız gereken şey, bir gencin öldürülmesini hafife almak gibi bir niyetim asla olmadı” dedi.

Bunda komik bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Komedyen, izleyicilerine Kirk'ün ailesine sevgilerini ilettiğini ve şefkat gösterilmesini istediğini söyledi.

Independent Türkçe


İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
TT

İnsan ve zaman: Siyasi tarihte kişiliğin rolü

 Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump (AFP)

Remzi İzzettin Remzi

‘İnsan ve zaman’ meselesi, uluslararası siyasette her zaman düşünce odağı olurken, araştırmacıları ve genel kamuoyunu meraklandıran bazı soruları da gündeme getirmiştir.

Kişi ile yaşadığı dönem arasındaki ilişki nedir? İnsan kendi dönemini mi yaratır, yoksa dönem insanı mı yaratır? Tarih, ihtiyaç duyduğumuz liderleri üreten karşı konulamaz bir güç mü, yoksa tek bir kişinin iradesi ve vizyonunun netliği sayesinde tarihi kontrol altına alıp seyrini değiştirebileceği belirleyici anlar var mıdır?

Cevap basit olmamakla birlikte, bir tarafla da sınırlı değil. Daha ziyade ikisi arasında karmaşık, büyüleyici ve genellikle öngörülemez bir etkileşim bulunuyor. Bu, şahısların ve dönemlerin sürekli bir yeniden tanımlama sürecinde birbirlerini etkiledikleri ve şekillendirdikleri dinamik bir ilişkidir.

Cevaba yaklaşmak için bu hassas ilişkiyi kişiliğin siyasi tarihteki rolü açısından incelemeliyiz.

İnkar edilemez karakter gücü

Öncelikle, bireyin yadsınamaz gücünü kabul ederek başlayalım. Tarihin sayfaları, zaman ve mekan sınırlarını aşan, iradeleri, hırsları, vizyonları ve hatta ciddi hatalarıyla olayların gidişatını yeniden şekillendiren şahsiyetlerle dolu.

Eski firavunları ve imparatorları düşünün. Antik Mısır imparatorluğunun sınırlarını genişleten büyük savaşçı 2. Ramses, adını taşa kazıyarak ölümsüz kalan tanrı-kral ve saygıdeğer bir mimar. Geniş topraklara sahip bir imparatorluğu yöneten Büyük Darius.

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bir de fatihleri ve ulus kurucuları düşünün. Rubicon Nehri'ni geçen Julius Caesar, kıtalararası bir imparatorluk kuran Cengiz Han, Avrupa haritasını yeniden çizen Napolyon Bonapart, ABD’yi kuran ve koruyan George Washington ve Abraham Lincoln. Rus İmparatorluğu'nu kuran Büyük Petro ve Büyük Catherine.

Peki, ya büyük stratejistler? Diplomatik becerisiyle Almanya'yı birleştiren Otto von Bismarck ve tüm kıta için muhafazakar bir düzen kuran Klemens von Metternich.

Ardından şahsi inançları bütün ulusları özgürleştirmenin aracı haline gelen ahlaki liderler, Gandhi ve Mandela'yı düşünün.

xscdf
Napolyon Bonapart'ın atlı heykelinin önünde kılıçlarını selamlama pozisyonunda tutan Saint-Cyr Askeri Uzmanlık Okulu öğrencileri, 19 Temmuz 2002 (AFP)

Bu kişilerden her biri, sadece kendi ülkelerinde değil, bölgelerinde ve çoğu durumda tüm dünyada silinmez izler bıraktı. Ancak önemli bir nokta olarak onların etkisi mutlak değildi. Tarihteki bir şahsiyetin ağırlığı sabit değil, değişkendir.

Kişiliğin değişken ağırlığı

Kişilik ne zaman belirleyici olur? Bazen belirleyici olsa da diğer zamanlarda kurumlar, sosyal normlar ve daha geniş ekonomik güçler bireyi ezip geçer.

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı.

Kriz zamanlarında, savaşlar, devrimler ve sistemik çöküşler sırasında, eski düzen çöktüğünde boşluğu doldurmak ve halkı yönlendirmek için güçlü ve kararlı liderler ortaya çıkar. Ancak istikrarlı zamanlarda parlamentolar, mahkemeler ve bürokrasiler gibi kurumlar öne çıkarak sorumluluğu üstlenir. Sistemin düzenini korurlar, esneklik sağlarlar ve bireylerin aşırılıklarını sınırlarlar.

Ancak en ilginç ve belki de en tehlikeli dönemler, bugün yaşadığımız gibi, iki geçiş dönemi arasında kalan dönemlerdir. Bu değişken ve çalkantılı zamanlarda kişilik, çoğu zaman bağlamla orantısız bir şekilde büyük bir önem kazanır.

Dönüşüm çağı olarak 21. Yüzyıl

Bugünün dünyasını bir düşünelim. Eşi benzeri görülmemiş eşzamanlı devrimlerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Şaşırtıcı teknolojik dönüşümler ve derin jeopolitik değişimlere tanık oluyoruz. Derinleşen bir güven krizine tanık olmamız ise durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Kurumlarımıza hükümetlere, medyaya ve uluslararası kuruluşlara duyulan güven, artan eşitsizlik, dezenformasyon dalgaları ve küresel bir pandeminin yarattığı toplumsal travma nedeniyle zedelendi.

fgth
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Japonya'ya karşı kazanılan zaferin 80. yıldönümü için düzenlenen askeri geçit töreninin ardından Büyük Halk Salonu'nda düzenlenen resepsiyona katıldılar, 3 Eylül 2025 (AFP)

Bu iklim, şahıs odaklı siyasete güçlü dönüş için verimli bir zemin oluşturdu. Küresel sahnede, ulusların kaderi bir kez daha liderlerinin vizyonuna ve karizmasına, bazen de bireysel kaprislerine bağlı hale geldi. Bu durum, ‘Modern, dijital bir "krallar diplomasisi" biçimine dönüşe mi tanık oluyoruz? Daha da önemlisi, iklim değişikliğinden siber güvenliğe ve salgınlara kadar günümüzün varoluşsal zorlukları, yalnızca güçlü kişiliklere güvenerek çözülebilir mi?’ gibi acil yanıt bekleyen bazı soruların gündeme gelmesine neden oldu.

Krallıklardan kurumsallaşmalara geçildikten sonra tekrar geri mi dönüldü?

Bugünü anlamak için geçmişe bakmalıyız. Yüzyıllar boyunca uluslararası diplomasi kralların kişisel alanıydı. XIV. Louis'in “Ben devletim” sözü meşhurdur. Gerçekten de onun kişiliği Fransa'nın dış politikasını şekillendirmişti. Napolyon'dan sonra Avrupa haritasını yeniden çizen 1815 Viyana Kongresi, imparatorlar ve kralların (Çar I. Alexander, İmparator I. Francis ve Kral III. Frederick William) şahsi ilişkilerine ve aile çıkarlarına dayalı anlaşmalar yaptıkları bir toplantıydı. Kısacası devlet hükümdarın kişiliği idi.

Güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları aşabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilir. Liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir.

Yirminci yüzyılda bu modelden kasıtlı ve zorlu bir şekilde uzaklaşıldı. İki dünya savaşı, kontrolsüz kişisel hırsların tehlikelerini ortaya çıkardı. Buna yanıt olarak, diplomasiyi profesyonel, kurumsallaşmış ve kurallara dayalı hale getirmek ve şahısları sisteme tabi kılmak için Birleşmiş Milletler (BM), Bretton Woods Sistemi ve bölgesel örgütler ağı gibi çok taraflı bir yapı ortaya çıktı.

Bugün, bu sistem çökmek üzere gibi görünüyor. Kurumlarımız uyum sağlamakta zorlanıyor, halk güvenini kaybediyor ve bu boşlukta liderler, hizmet etmeleri gereken kurumları yeniden domine etmeye başlıyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre tüm bunlar, geriye doğru bir dönüşe işaret ediyor.

“Güçlü adam” dönemi mi?

Bu eğilim, çeşitli şekillerde küresel olarak tekrarlanıyor. Popülist liderler, karizma ve milliyetçiliği kullanarak, yalnızca kendilerinin ‘halkın iradesini’ temsil ettikleri iddiasıyla kurumsal denetimden kurtuluyor. Sosyal medya, sembol isimleri güçlendirerek, soğukkanlı düşünmeyi bir kenara bırakarak ve siyasi dramayı teşvik ederek güçlü bir etki unsuru olarak işlev görüyor. Çin, Rusya ve ABD gibi büyük güçler arasında jeopolitik rekabetin yeniden canlandığı ve yeni ortaya çıkan orta güçlerin rolünün arttığı bir dönemde, uluslararası sahnede sağlam kararlar alabilen merkezi liderlik tercih ediliyor.

Uluslararası ilişkiler, giderek artan bir şekilde, liderler arasında, zirvelerde, ‘kralların diplomasisi’ formülünün çağdaş bir versiyonu olarak yürütülüyor.

Fırsatlar ve riskler

Ancak siyaset sahnesinde yeniden şahısların öne çıkması, iki ucu keskin bir bıçak. Olumlu tarafı, güçlü liderler bürokratik karmaşıklıkları ortadan kaldırabilir ve krizlerde hızlı hareket edebilirler. Ayrıca liderler arasındaki şahsi ilişkiler, kritik zirvelerde görüldüğü gibi, kurumların açamadığı kapıları açabilir. Ancak benim görüşüme göre bunun riskleri faydalarından daha ağır basıyor. Siyasetin aşırı kişiselleştirilmesi onu öngörülemez hale getirir ve tek bir tweet veya ruh hali değişikliği, yıllarca süren ölçülü politikaları bozabilir. Kurumlar bir kenara bırakılıp şahısların yüceltilmesi, yargıyı, basın özgürlüğünü ve seçim sistemlerini zayıflatarak, tartışmalı seçimlere ve iktidarın tek elde toplanmasına yol açar. Pandemilerden yapay zekanın (AI) yönetilmesine ve iklim değişikliğine kadar sınır ötesi zorluklar, güçlü iradeli bireylerin tek taraflı kararlarıyla değil, sürdürülebilir kolektif iş birliği ile aşılabilir.

Bir model olarak Mısır

Bu teoriyi somut olarak ortaya koymak için Mısır örneğini ele alalım. Modern Mısır, geçtiğimiz yüzyılda temelde birbirinden çok farklı iki önemli isim olan Cemal Abdunnasır ve Enver Sedat tarafından şekillendirildi.

Onların mirası hakkında nihai yargıda bulunmak istemiyorum, zira tarih bunu yapacaktır.

Vurgulamak istediğim, bu düşüncenin ana fikri olan ‘bu adamlar yaşadıkları dönemin etkisiyle şekillenirler, ancak yaptıkları seçimler tarihi yeniden şekillendirir’ düşüncesidir.

Her iki adam da oldukça benzer sosyal ortamlarda büyüdü. İlk olarak devlet okullarında, ardından askeri akademide aynı eğitimi aldılar. Siyasi görüşleri de aynı koşullar altında şekillendi. Aralarında on sekiz yıllık bir farkla iktidara geldiklerinde, her ikisi de büyük bir gücü kendi ellerinde toplamaya çalıştı.

Ancak kişilikleri, sezgileri ve Mısır'a dair vizyonları kökten farklıydı. Nasır'ın vizyonu Arap milliyetçiliğine, sosyalist reformlara ve Batı ile çatışmaya dayanıyordu; belirtmeliyim ki, bu çatışma onun tercihi olmaktan çok, kendisine dayatılan bir çatışmaydı.

Sedat ekonomik açıklık, Mısır dış politikasının yeniden şekillendirilmesi ve İsrail ile barış yapılmasına dayanan bir vizyon benimsedi.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı.

Burada aynı koşullardan çıkan aynı ülkenin, liderinin kişiliği nedeniyle tamamen farklı iki yol izlemiş olması dikkati çekiyor.

Bireysel tercihleri, Mısır'ın bölgedeki ve dünyadaki konumunu on yıllar boyunca değiştirdi.

Kişi ve an, birbirinden ayrılamaz bir şekilde bağlantılıydı.

Peki, bundan ne ders çıkardık? Siyasi tarihte bireylerin rolü sabit değil, aksine değişkendir ve zamanın koşullarına göre yükselip alçalır.

Bugün, çalkantılı geçiş dönemimizde, güçlü figürler manşetlere geri dönüyor ve jeopolitik kaderi şekillendiriyor.

sd
Mısır Hür Subaylar Hareketi üyeleri ve Mısır’ın gelecekteki cumhurbaşkanları Cemal Abdunnasır (sağda) ve Enver Sedat (solda), 1952 yılının ağustos ayına ait bu fotoğrafta Kahire'de birlikte yemek yiyorlar (AFP)

Ama asıl zorluk bu isimleri sevmek ya da onlardan korkmak değil, dengeyi yakalamakta yatıyor.

Belirsizlik dönemlerinde güçlü liderlerin getirebileceği enerji ve kararlılığı kullanırken, kurumlarımızın esnekliğini, bilgeliğini ve hesap verebilirliğini şiddetle korumalıyız. Bireysel vizyonu sürdürülebilir kolektif ilerlemeye dönüştürebilecek kadar güçlü sistemler kurmalı ve kişisel kaprislerin hepimizi kolektif bir yıkıma sürüklemesini önlemeliyiz.

Tarih, insan ve zamanın birbirinden ayrılamaz olduğunu defalarca kez kanıtladı. Her biri hem kendi döneminin bir ürünü hem de onun yapıcısıydı. 21. Yüzyıla gelindiğinde, “Pasif gözlemciler olarak, çalkantılı zamanlarımızı sadece kişiliklerin yönlendirmesine mi izin vereceğiz, yoksa aktif mühendisler olarak geleceğimizin sadece büyük erkek ve kadınların hikayesi değil, herkes için istikrarlı, adil ve sürdürülebilir bir dünyanın hikayesi olmasını sağlayacak sistemler mi kuracağız?” sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu dengeyi sağlamak kadar acil ve önemli bir hedef daha yok.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Putin, Ukrayna'ya Tomahawk füzesi gönderilmemesi konusunda uyardı

Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
TT

Putin, Ukrayna'ya Tomahawk füzesi gönderilmemesi konusunda uyardı

Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)
Kurtarma ekipleri, 5 Ekim'de Lviv şehrine düzenlenen Rus saldırısının gerçekleştiği yerde çalışıyor (EPA)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Washington'a Kiev'e Rusya'nın iç kesimlerini vurabilecek Tomahawk füzeleri tedarik etmemesi konusunda uyarıda bulunarak, böyle bir hareketin “Rusya-Amerika ilişkilerini yok etme tehdidi” oluşturacağını söyledi.

Putin, dün yayınlanan bir videoda, bu füzelerin Ukrayna'ya gönderilmesinin “ilişkilerimizi ya da en azından bu ilişkilerde ortaya çıkan olumlu eğilimleri yok edeceğini” söyledi.

Rusya Devlet Başkanı geçen hafta,ABD ordusunun doğrudan müdahalesi olmadan Tomahawk füzelerinin kullanılması imkansız olduğunu belirterek, “bu, Rusya ile ABD arasındaki ilişkiler de dahil olmak üzere, tamamen yeni ve niteliksel bir gerilim aşaması anlamına gelir” ifadesini kullandı.

ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance geçen ay, Washington'un Moskova dahil Rusya'nın iç kesimlerini vurabilecek uzun menzilli Tomahawk füzeleri için Ukrayna'nın talebini değerlendirdiğini açıkladı. Ancak, nihai bir kararın verilip verilmediği henüz belli değil.