Blair'in önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi'ni yönetme planının ayrıntıları neler?

Filistin Yönetimi uzaklaştırılacak ve Gazze Şeridi'nin yönetimi, kapsamlı yetkilere sahip bir ‘geçiş dönemi uluslararası otoritesine’ devredilecek

İsrail'in Gazze şehrine düzenlediği saldırının ardından yükselen dumanlar, 7 Ekim 2025 (AP)
İsrail'in Gazze şehrine düzenlediği saldırının ardından yükselen dumanlar, 7 Ekim 2025 (AP)
TT

Blair'in önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi'ni yönetme planının ayrıntıları neler?

İsrail'in Gazze şehrine düzenlediği saldırının ardından yükselen dumanlar, 7 Ekim 2025 (AP)
İsrail'in Gazze şehrine düzenlediği saldırının ardından yükselen dumanlar, 7 Ekim 2025 (AP)

Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde pazartesi günü Gazze'nin geleceği için genel bir çerçeve oluşturan ABD Başkanı Donald Trump'ın 20 maddelik planının ilk aşamasının uygulanmasına ilişkin müzakereler başlarken, görüşmeler ‘ertesi gün’ olarak adlandırılan döneme, yani Hamas'ın kaderi, silahsızlanma, yönetim, yeniden yapılanma ve Gazze ile Batı Şeria ve Gazze ile Filistin Yönetimi arasındaki ilişkiler de dahil olmak üzere Gazze Şeridi'nin tüm yönleriyle geleceğine odaklanmaya başladı.

Bu bağlamda, Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair'in oynadığı rol ön plana çıktı. Çeşitli kaynaklardan elde edilen bilgiler, Trump planının geçtiğimiz ağustos ayı sonunda Beyaz Saray'da yapılan görüşmeler sırasında şekillendiğini gösteriyor. Bu görüşmelere ABD Başkanı, damadı Jared Kushner -ki kendisi Trump’ın ilk dönemindeki gibi yine resmi bir unvan taşımadan diplomatik sahneye geri döndü- ve Tony Blair katıldı.

Diğer bilgiler, eski başbakanın birkaç yıl önce kurduğu bir araştırma enstitüsü olan Tony Blair Küresel Değişim Enstitüsü'nün, Trump'ın önerilerinin temelini oluşturan planın taslağını hazırladığını gösteriyor. 18 Eylül'den bu yana, planın ayrıntıları sızmaya başladı.

İsrail ve İngiliz medya kuruluşları planın bazı hükümlerine değindikten sonra, Fransız gazetesi Le Figaro pazartesi günü planı ayrıntılı olarak sundu.

Trump'ın planının Gazze Şeridi'nin yönetimi ile ilgili dokuzuncu maddesinde, Trump'ın başkanlık yapması beklenen ‘barış komitesinin’ denetimi altında faaliyet gösterecek bir ‘geçiş otoritesinin’ kurulmasından bahsediliyor. Bu maddede adı geçen tek isim Blair, bu da ABD'nin onu bu otoritenin başına geçirmek için hazırladığını gösteriyor.

sdf
Birleşik Krallık eski Başbakanı Tony Blair, 13 Temmuz 2025 tarihinde Ürdün'ün başkenti Amman'da Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir araya geldi. (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Le Figaro gazetesinden aktardığına göre 21 sayfalık plan, bölgenin yönetimini ‘Gazze için uluslararası geçiş otoritesine’ emanet ediyor. Gazete, planın ‘Tony Blair'in ofisi ve Trump yönetimine yakın ABD-İsrail çevreleriyle bağlantılı bir ekip tarafından’ hazırlandığını ve üç ila beş yıl süreceğini belirtiyor.

Diğer kaynaklar ise planın, Birleşmiş Milletler'in (BM) Batı Yeni Gine, Kamboçya, Kosova ve Doğu Timor'da kurduğu geçiş yönetimleri modellerinden bir dereceye kadar esinlendiğini belirtiyor.

Gazze Uluslararası Geçiş Otoritesi

Yayınlanan belgeye göre, Gazze Uluslararası Geçiş Otoritesi (GITA), Gazze Şeridi'nin yönetiminin ve geleceğinin temel taşını temsil ediyor ve kapsamlı olması amaçlanıyor.

GITA'nın ‘tüm yürütme, yasama ve yargı yetkilerini kullanacağı’ belirtilen belgede şöyle deniliyor: “GITA, yargıçları, bakanları ve güvenlik kurumlarının başkanlarını atar ve uluslararası otorite adına kararlar alır. Hiçbir Filistinli kuruluş onun kararlarını bozamaz.”

Belgede, söz konusu ‘otoriteyi’ kimin oluşturacağına dair herhangi bir bilgi bulunmaması dikkat çekiyor. Zira ne BM Güvenlik Konseyi ne de başka herhangi bir resmi uluslararası kuruluş belgede yer almıyor. Belge, üç ila beş yıl arasında bir süreden bahsetmekte olup, bu sürenin uzatılıp uzatılmayacağı bilinmiyor.

Gerçek şu ki, Gazze Şeridi'nde güvenliği ve silahlı grupların silahsızlandırılması gibi diğer görevleri üstlenecek ‘uluslararası gücün’ bir parçası olması planlanan ülkeler, yetki alanlarının BM Güvenlik Konseyi'nin kararıyla belirlenmesini ısrarla talep ediyorlar, ancak belgede BM Güvenlik Konseyi'nden hiç bahsedilmiyor.

Planın ‘birinci kademesi’, Blair'in genel koordinatör veya icra kurulu başkanı olarak denetlediği, iş adamları, diplomatlar ve ekonomi uzmanları arasından seçilen 7 ila 10 üyeden oluşan bir ‘uluslararası yönetim kurulundan’ oluşuyor.

Bu kurul, ‘siyaset, güvenlik ve ekonomi alanlarında temel kararları almakla’ sorumlu olduğu için geniş yetkilere sahip. Kurulun merkezinin Gazze dışında, Katar'ın başkenti Doha'da veya Mısır'ın el-Ariş kentinde kalması öneriliyor.

dfgt
Tony Blair, 4 Mayıs 1998 tarihinde Londra'daki Başbakanlık Konutu’nda merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat ile tokalaşırken (AFP)

Önerilen isimler arasında, geçiş dönemi otoritesinin başkanı olarak Blair'in yanı sıra, insani yardım işlerinden sorumlu başkan yardımcısı olarak Hollandalı Sigrid Kaag, yeniden inşa fonunun başkanı olarak Amerikalı Mark Rowan, bölgesel yatırımların başkanı olarak Mısırlı Necib Saviris ve İbrahim Anlaşmaları'nın temsilcisi olarak İsrail asıllı Amerikalı Aryeh Lightstone yer alıyor. Son olarak, belgede yetki sahibi olmayan, kimliği belirsiz bir Filistinli ‘temsilciden’ bahsediliyor.

Plan, ‘tarafsız, partizan olmayan profesyoneller’ arasından seçilen Filistinlilerden oluşan bir ‘ikinci kademe’ öneriyor. Bu kişilerin görevi, GITA'nın doğrudan denetimi altında kamu sektörlerini yönetmek olacak. Daha fazla güvence sağlamak için plan, bu kişilerin ‘uluslararası bir komite tarafından periyodik olarak denetleneceklerini’ belirtiyor.

‘Üçüncü kademe’, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'dan Filistinli şahsiyetlerden oluşan ve tamamen danışma rolünde olan, herhangi bir yürütme yetkisi bulunmayan bir ‘yerel danışma konseyinden’ oluşuyor.

Ekonomik bileşen

Gazze Şeridi’nde eşi görülmemiş bir yıkım yaşandığı göz önüne alındığında, misyonu Gazze Şeridi’ni rehabilite ederek daha iyi bir yaşam alanı haline getirmeye odaklanacağı için ekonomik boyut büyük önem taşıyor.

Bu nedenle, yukarıda bahsedilen kişiler tarafından yönetilecek olan ‘Gazze İyileştirme ve Yatırım Fonu’ adlı uluslararası bir fonun kurulması büyük önem taşıyor. Le Figaro'ya göre, bu fonun finansmanı Batı yatırımları ve uluslararası garantili kredilerin yanı sıra yabancı bağışlarla sağlanacak.

Burada iki önemli gözlem yapılabilir. Birincisi, İsrail'in Gazze Şeridi'nin yıkımındaki sorumluluğundan ve uçakları, tankları ve buldozerleriyle yıkılanların yeniden inşasına katkısından hiç bahsedilmemesi. İkincisi ise, yeniden inşa projelerinin, şirketlerin yatırım yapıp kârı paylaşması ilkesine dayanan ticari bir kâr modeline göre yürütülecek olması.

Güvenlik ve siyasi yönler

Plan, BM veya ABD liderliğindeki koalisyonun denetimi altında çok uluslu bir güvenlik gücü kurulmasını öneriyor ve ‘geçiş döneminde Gazze Şeridi'ndeki tüm silahlı Filistin gruplarının tamamen yasaklanmasını’ kesin bir dille vurguluyor. Bu gücün görevleri arasında ‘uluslararası denetim altında Filistin güvenlik hizmetlerinin yeniden yapılandırılması’ da yer alıyor.

d
Gazze şehrine yönelik bombardıman, pazartesi gününden bu yana Mısır'ın Şarm eş-Şeyh kentinde devam eden müzakerelere rağmen dün de sürdü. (EPA)

Geçiş dönemi otoritesinin çalışmaları ve hedefleri ile ilgili olarak, ilk üç aylık bir kuruluş aşaması öngörülmekte olup, bu aşamada otorite faaliyete geçecek ve Gazze Şeridi dışında kalacak üyeleri seçilecek. ‘İlk konuşlandırma’ olarak adlandırılan ikinci aşama, yeni yönetimin tam anlamıyla göreve başlaması ve güvenlik durumunun sağlanması için altı ay sürecek. Bundan sonra, altyapı projelerine odaklanan ve iki ila üç yıl sürecek yeniden inşa aşaması başlayacak.

Son olarak planda, Trump planında ifade edildiği gibi, sorumlulukların ‘reform edilmiş Filistin Yönetimi’ne kademeli olarak devredilmesinin’ başlamasına atıfta bulunuluyor.

Planda dikkat çeken noktalardan biri, bölge halkının adeta yok sayılması. Yeniden imar meselesine değinilmesine rağmen, evleri yıkılan ve yerinden edilmiş Filistinliler bu planda görünmüyor. Plan, Filistin kurumlarını dışlayan bir nitelik taşırken, güvenlik sorumluluğunu da yıllar boyunca tamamen Filistin dışı güçlere devrediyor. Ayrıca, yeniden imarın büyük ölçüde kâr amacı güden şirketlerin faaliyetine bağlanması öngörülüyor. Başka bir deyişle, planın yayımlanan haliyle hayata geçirilmesi durumunda, önümüzdeki beş yıl boyunca Gazze Şeridi’nin kaderi dış aktörlerin elinde olacak.

Soru şu: Ortadoğu Dörtlüsü'nün temsilcisi olarak geçirdiği yıllarda hiçbir ilerleme veya başarı kaydetmemiş olmasına rağmen, Blair'in Amerikan iradesiyle Ortadoğu sahnesine geri getirilen planı uygulanacak mı?



Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedi

İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
TT

Erdoğan: Trump, Türkiye'den Hamas'ı ‘Gazze planını’ kabul etmeye ikna etmesini istedi

İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)
İstanbul'un simge yapılarından Galata Kulesi'ne Filistin bayrağı yansıtıldı, 7 Ekim 2025. (AFP)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump’ın Türkiye'den, Hamas'ı Gazze Şeridi'nde İsrail ile savaşı sona erdirme planını kabul etmeye ‘ikna’ etmesi için çalışmasını istediğini bildirdi.

Cumhurbaşkanlığı tarafından bugün yayınlanan açıklamaya göre Erdoğan, Azerbaycan'dan dönüş yolculuğu sırasında gazetecilere şunları söyledi: “ABD'yi ziyaretimiz ve son telefon görüşmemizde, Trump'a Filistin'de bir çözüme nasıl ulaşılabileceğini açıkladık. O da bizden özellikle Hamas ile görüşüp onları ikna etmemizi istedi.”

Erdoğan, ülkesinin Hamas ile temas halinde olduğunu ve Filistin için en iyi yolun ne olduğunu onlara açıkladığını belirterek, Gazze Şeridi'nin Filistinliler tarafından yönetilmesi gerektiğini vurguladı.

Bu gelişme, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik bombardımanının devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Şarku’l Avsat’ın Filistin resmi haber ajansı WAFA’dan aktardığına göre bugün, Gazze Şeridi'nin güneyinde, Refah'ın kuzeybatısında İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu yardım bekleyen çok sayıda Filistinli yaralandı.

Sağlık kaynakları WAFA’ya, işgal güçlerinin Refah'ın kuzeybatısında bulunan eş-Şakuş bölgesindeki bir yardım dağıtım merkezinin yakınında gerçek mermiyle ateş açılması sonucu çok sayıda vatandaşın yaralandığını söyledi.

İsrail ordusuna ait bir insansız hava aracı (İHA) da Gazze şehrinin güneyinde bulunan es-Sabra mahallesindeki el-Mağribi Caddesi'nde sivil evlere ateş açtı.

Sağlık ekipleri Gazze şehrinden iki sivilin cesedini çıkarırken, bir sivil ise birkaç gün önce Gazze Şeridi'nin güneyinde aldığı yaralar nedeniyle hayatını kaybetti.

Birleşmiş Milletler'in (BM) güvenilir kabul ettiği Gazze Şeridi'ndeki Sağlık Bakanlığı'nın son rakamlarına göre, İsrail saldırıları Gazze Şeridi'nde en az 67 bin 160 Filistinlinin yaşamını yitirmesine neden oldu.


Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine
TT

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Yenilginin eleştirisinden eleştirinin yenilgisine

Husam İytani

1967’deki Arap yenilgisinin eleştirisi iki ana eğilime ayrılmıştı. İlk eğilim, muhafazakâr bir kültür ve diktatörlük yönetimleri altındaki Arap toplumlarının geri kalmışlığının, İsrail ile askeri çatışmada utanç verici bir başarısızlığı kaçınılmaz hale getirdiğini savunuyordu. Bu eğilime göre, sebep içeridedir ve Arap askeri, Yasin el-Hafız'ın meşhur ifadesiyle, “yenilgisini toplumundan cepheye taşımıştır.”

İkinci eğilim ise “yenilgiden” dış güçleri sorumlu tutar. Batı'nın, Arapların kaynakları üzerinde tam kontrol sahibi olmak ve onları boyunduruk altına almak için İsrail ile kurduğu komplo, yenilgide belirleyici faktördür. Bu eğilimin teorisyenleri, Arap ülkelerinde yaşananlara ve Osmanlı işgalinin sona ermesinden itibaren yaşadıkları derin değişimlere hiç dikkat etmemişlerdir. Bu eğilimden, çeşitli akımları ve artık iyi bilinen isimleriyle (doğal olarak Arap dünyasıyla ilgili) post-kolonyal çalışmalar gelişmiştir.

İki eğilimin her birinin içindeki birçok farklılığa dikkat çekmek gerekiyor. İlkinde, savaşı yürüten ve hayatları ordu tarafından kontrol edilen ülkelerdeki iktidar mekanizmalarına yönelik bir siyasi eleştiri buluruz (Mısırlı düşünür Enver Abdulmelik gibi). Yahut toplumun kalkınma ve ilerleme projelerinin ilerlemesini engelleyen muhafazakâr hegemonyaya tabi olmasına yönelik bir eleştiriyle karşılaşırız (Sadık Celal el-Azm gibi). Hatta kültürel eleştirinin nihayetinde bu yönde ilerlediği ve erken İslam dönemlerindeki felsefi ve teolojik tartışmaların yeniden ele alındığı da söylenebilir. Bunun sonucunda (örneğin Muhammed Abid el-Cabiri gibi) bazıları, karanlık felsefelerin etkisiyle Arapların yaşadığı medeniyet krizinden kurtulmak için Mu'tezile ve İbn Rüşd'e dayalı bir rasyonalizm modelinin gerekli olduğu sonucuna varmışlardır.

İkinci eğilim de ekollere yayıldı; bazıları, Kasım Emin ve İmam Muhammed Abduh gibi Arap Rönesansı olarak adlandırılan dönemin simgelerini sömürgeciliğe boyun eğmek, Mısır'daki İngiliz işgalinin temsilcilerinin direktifleri doğrultusunda hareket ederek Arap toplumlarına sızmak, onları köklerinden ve özgünlüklerinden uzaklaştırmakla suçladı. Bunun ileride yaşanan yenilginin temelini oluşturduğunu belirtti. Öte yanda, bu eğilimin bazı düşünürleri de, Batı modernitesinin, hatta onun baskın siyasi biçimi olan ulus-devletin Doğulu Arap bölgesinde yeri olmadığına inanıyordu.

Arap entelektüellerinin yenilgiye yönelik eleştirileri, siyasette veya toplumda kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. Bugün de İran’a bağlı “direniş” ekseni bir dizi yenilgi yaşadı

Gerçek şu ki, 1967'den bu yana Arap devleti ve toplumunun yapılarını ele almak konusunda çok az şey yapıldı. Hem iç hem de dış olarak ikiye bölünen düşünce ekollerindeki başlıca siyasi yapılar yerinde duruyor. Dahası büyük Arap yenilgisinden sonra İsrail'e karşı mücadelede düzenli orduların yerini alan silahlı direniş hareketlerine bel bağlamak veya geçmişte Sovyetler Birliği, bugünse İran ile ittifak kurmak gibi bölgesel kazanımlar elde etmek için uluslararası karşıtlıklardan yararlanmaya çalışmak gibi girişimler, bugün yaşadığımız trajik sonuca ulaştı.

Bu yazıların Arap toplumlarını ve devletlerini, tek bir bağlamda ilerleyen, benzer değerleri ve mutabakatları benimseyen homojen bir bütün olarak ele alması, ciddi bir hata gibi görünüyor. Bunun nedeni, İsrail'e karşı mücadele eden her Arap ülkesindeki siyasi elitlerin, içeride farklı ama temel takıntısı iktidarı ele geçirmek olan bir yol izlemeleridir. Enver Sedat'ın Mısırı'nda solcu ivmeyi dizginlemek için İslamcıların üzerindeki baskı kaldırılmıştı (ki bu da, Sedat'ın İslamcı silahlı kişiler tarafından öldürülmesiyle trajik bir noktaya ulaşmıştı). 1970'ler ve 1980'lerde ise Müslüman Kardeşler ile mücadele bahanesiyle Suriye'deki her türlü muhalefet ortadan kaldırılmıştı.

Her halükarda, Arap entelektüellerinin yenilgiye yönelik eleştirileri, siyasette veya toplumda kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. Bugün de İran’a bağlı “direniş” ekseninin yaşadığı bir dizi yenilginin, ne kadar zayıf ve içinin boş olduğunun açığa çıkmasının ardından, “direniş” sözcülerinin Gazze ve Lübnan'da zaferler kazanıldığını deklare eden sesleri yükseliyor. Bu, Arap rejimlerinin 1967’deki yenilgiyi itiraf etmeleri, Cemal Abdunnasır'ın yenilginin ardından istifa ederek sorumluluğu üstlenmesi ile karşılaştırıldığında bile gülünç/üzücü olan bir çelişki.

Sadece direniş ekseni ile sınırlı kalmayıp, meşru Filistin haklarının geri kazanılacağı İsrail ile bir çatışmaya yönelik tüm yaklaşımları da kapsayan, yenilgiye dair bir özeleştiriyi hayal etmek zordur. Bu durum, kalan Arap yazar ve aydınların, içinde bulunduğumuz durumun son birkaç yılda ulaştığı feci gerçekliği eleştirel bir şekilde ele alma becerisinin azaldığının da endişe verici bir göstergesi. Aslında bunun yenilginin birçok boyutundan birini temsil ettiğini söylemek doğru olur; o da popülizmin yüksek duvarları, süslü sloganlar ve sonuçları önceden bilinen savaşlarda ebediyen savaşma çağrıları arasında, son iki yılda yaşananlara eleştirel bir gözle bakılamamasıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Rothschild ve Trump'ın planları arasında Gazze Rivierası: Finansman ve yerinden edilmenin sırları

Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
TT

Rothschild ve Trump'ın planları arasında Gazze Rivierası: Finansman ve yerinden edilmenin sırları

Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)
Rothschild'den arazi satın alımlarına: Gazze Rivierası'nın ardındaki finansman sırları ve mitleri (Yapay zeka tarafından oluşturulan bir görüntü)

İnci Mecdi

Yahudi bir Alman olan para tüccarı ve bankacı Mayer Amschel Rothschild, Avrupa'nın en güçlü finans ailesinin temellerini atmaya 18. yüzyılın ikinci yarısında başladı. Beş oğlu kısa sürede Londra, Paris, Viyana, Napoli ve Frankfurt'a dağıldı ve Avrupa'yı kapsayan bir bankacılık imparatorluğu kurdular.

Bu bankacılık imparatorluğunun kurucuları, istikrarlı ve sakin adımlarla İsrail Devleti'nin kurulması için ekonomik, siyasi ve maddi temelleri atmak için çalıştılar. Rothschild ailesi, Osmanlı Filistin'inde arazi satın almaktan İsrail Yüksek Mahkemesi'nin inşasına kadar, henüz adı dahi olmayan bir ulusun oluşumuna katkıda bulundu. Baron Edmond James de Rothschild, 1880'lerden 1920'lere kadar fonlarını o dönemde Osmanlı kontrolü altındaki topraklara yönlendirdi, tarım arazilerine yatırım yaptı, İbrani okullarını destekledi ve şarap imalathaneleri kurdu. İngiliz Siyonist Federasyonu'nun başkanı olan İngiliz aristokrat Lionel Walter Rothschild, 1917'de Balfour Deklarasyonu'nun resmi alıcısıydı. James Armand de Rothschild ve eşi Dorothy daha sonra bu görevi devraldı ve İsrail parlamentosu binası Knesset'in inşası için 1,25 milyon sterlin bağışladı. James'in ölümünden sonra Dorothy, İsrail Yüksek Mahkemesi'nin kurulması için gerekli finansmanı üstlendi.

Geçen yıl vefat eden Lord Jacob Rothschild, dördüncü baron ve Victor'un oğluydu. Aynı zamanda İsrail'deki büyük projeleri desteklemeye devam eden Yad Hanadiv Vakfı'nın başkanıydı ve onun liderliği döneminde vakıf, Kudüs'teki yeni İsrail Ulusal Kütüphanesi'nin finansmanına katkıda bulundu.

Dünyanın gizli hükümdarları

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Yahudi devletinin kurucuları olarak uzun bir geçmişe sahip olan Rothschild ailesi, ABD Başkanı Donald Trump'ın ‘Gazze Rivierası’ adı altında Gazze Şeridi'ni yeniden inşa etme konusundaki tartışmalı planını ortaya attığında, doğal olarak, vatanları olarak kurmak istedikleri devletin genişlemesi kapsamında projenin ana finansörleri olarak öne çıktı. Yahudiler için ulusal bir vatan olarak kurmak istedikleri devletin genişlemesi kapsamında projenin ana finansörleri olarak ‘Rothschild ailesi’ adının öne çıkması doğaldı. Ancak bu durum, Rothschild ailesinin tarihi boyunca süregelen birçok efsaneden biri olabilir. Örneğin Nathan Rothschild'ın Londra'da Napolyon'un Waterloo'da yenilgiye uğradığı haberini ilk alan kişi olması nedeniyle ailenin servetini biriktirdiği yönündeki anlatı, ailenin hakkındaki en yaygın efsanelerden biri. Nathan Rothschild'ın Napolyon'un kazandığını iddia ederek borsanın çökmesine neden olduğu ve İngilizlerin zaferi haberi geldiğinde değerini geri kazanan hisse senetlerini satın aldığı söylenir. Bu hikayenin hiçbir dayanağı olmasa da Rothschildların ‘dünyanın gizli hükümdarları’ olduğu şeklinde heyecan verici hikayelerin önemli bir parçası olmaya devam ediyor.

Belki de Trump'ın Gazze Rivierası projesinin finansal yönündeki belirsizlik, ‘Gazze Yeniden Yapılanma, Ekonomik Büyüme ve Dönüşüm Fonu’ adı altında bir fon kurulmasından ibaret olmasıdır. Bu projede Gazzelileri buranın dışına nakletme, daha doğrusu ‘nüfusu yerinden etme’ planını içermesi, buna karşılık olarak 5 bin dolar ve dört yıl boyunca konut ve bir yıl boyunca gıda için mali destek sağlanması öngörülüyor. Planın metni bu yönden tarihte Yahudiler tarafından Filistin topraklarının satın alınmasıyla olanları akıllara getirdi.

Filistin topraklarının satın alınması

Sonuç olarak İsrailli iş adamlarının Gazze Şeridi'nde arazi satın almak ve İsrail'in genişlemesini finanse etmek için 300 milyar dolar ayırdıkları söylentisi, konuyla ilgili yayılan söylentilerden sadece biri. Bu söylenti, eylül ayı başlarında dillendirilmeye başlandı ve fonun Gazze topraklarının yaklaşık yüzde 30'unu 99 yıla kadar kiralamasını öneren Trump'ın planıyla inandırıcılık kazandı. Plana göre kiralanan topraklar projenin başlangıç sermayesi veya varlıkları olarak kabul ediliyor.

ABD medyasında yer alan belgelere dayanan plan, buradaki ‘kamu’ arazilerinin gelir getirici varlıklar olarak kullanılması, Gazze Şeridi’nin yeniden inşasından sonra 300 milyar doları aşan bir değer tahmininin parçası olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla belirtilen rakam, kiralanacak ve fon için finansman olarak kullanılacak kamu arazilerinin yüzde 30'unun tahmini değeri olarak görülüyor.

Trilyon dolarlık plan

Gazze'nin yeniden inşası planı veya ABD Başkanı’nın ‘Gazze Rivierası’ olarak adlandırdığı proje ile ilgili olarak Ekonomi Profesörü Joseph Pelzman tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz yıl temmuz ayında ABD’deki George Washington Üniversitesi tarafından yayınlanan makale başvurulması gereken, güvenilir bir kaynaktan alınan bir belge olarak karşılımıza çıkıyor. Makale, inşa, işletme ve ulaşım temelli uzun vadeli bir yatırım modeli aracılığıyla savaş sonrası Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ekonomik bir vizyon sunuyor.

Toplamda 49 sayfadan oluşan araştırma makalesine göre Gazze Şeridi’nin yeniden inşasının 5 ila 10 yıl arasında 1 ila 2 trilyon dolara mal olması tahmin ediliyor. Gazze'nin yeniden inşasını, uzun vadeli bir kira sözleşmesi kapsamında 50 yıl boyunca burayı yönetme ve işletme hakkını elde edecek olan birkaç ülkeden gelen yabancı yatırımlarla gerçekleştirmeyi öneren Prof. Pelzman’a göre bu süre zarfında modern sivil ve hukuki kurumlar kurulacak. Sürecin sonunda, yönetişim halka devredilecek ve hukukun üstünlüğüne ve serbest ekonomi sistemine dayalı iyi yönetişim kurumları kurulacak.

Makale, Gazze'nin yeniden inşası için dört finansman kaynağı öneriyor. Bunlar; ‘ılımlı’ Arap ve bölge ülkeleri ile yatırımcılara 50 yıllık geçici mülkiyet hakkı tanıyan bir imtiyaz sistemi aracılığıyla uluslararası ekonomik güçler. Özellikle Arap Körfez ülkelerini eğitim ve ekonomi alanında rol model ve potansiyel finansörler olarak gösteren makale, finansman ve denetim konusunda potansiyel ortaklar olarak ABD ve Abraham Anlaşmaları’na katılan ülkelere işaret ediyor. Bunun yanında enerji, altyapı, teknoloji ve turizm alanlarında yatırım yapabilecek uluslararası özel sektör şirketleri finansman kaynağı olarak öneren makalede son olarak, başlangıç sermayesi ve risk garantisi sağlayacak Dünya Bankası ve Körfez ülkelerinin fonları gibi uluslararası finans kurumları sayıyor.

Trump'ın Gazze Rivierası’na ilişkin ilk önerisinin ve sonraki önerilerinin temelini bu makale oluşturuyor. Bu önerilerin en sonuncusu, Gazze halkının yerinden edilmesinden veya nakledilmesinden açıkça bahsetmemekle birlikte, Gazze halkının yerinde kalması koşuluyla Gazze Şeridi'nin yeniden inşasını içeren Gazze savaşını sona erdirme planıydı.

Gazze fonu planı

İlk belge, geçtiğimiz temmuz ayında İngiliz gazetesi Financial Times tarafından yayınlanan alıntılar gibi görünüyor. Amerikan medyası, yeniden inşa sürecinin finansörleri hakkında daha net bilgiler içeren daha ayrıntılı bir versiyonunu yayınladı. ‘Gazze Yeniden İnşa, Ekonomik Büyüme ve Dönüşüm Fonu’ (GREAT Trust) adlı teklif, Gazze Şeridi'ni devasa bir ekonomik projeye dönüştürmeyi amaçlıyor. Bu fon aracılığıyla Gazze, İsrail ve Arap ülkelerini içeren Abraham Anlaşmaları'na dayalı bölgesel bir sistem içinde İsrail ile ekonomik olarak entegre olacak ve Filistin Yönetimi'nin de daha sonraki bir aşamada bu sisteme katılacağı varsayılıyor.

dfrgt
Gazze Şeridi’nin GREAT Trust’un önerildiği belgede öngörüldüğü şekilde yeniden yapılanma sonrası görünümü

Finansman, kamudan 70 milyar ila 100 milyar dolar arasında bir ilk kamu yatırımı ve kamu-özel sektör ortaklıkları yoluyla 35 ila 65 milyar dolarlık ek özel yatırımla, ilk 10 yıl için ortaklıklar ve özel sektörden toplam tahmini 133,4 milyar dolarlık bir maliyetle sağlanacak. Bu yatırımların altyapı, yeniden inşa, kalıcı konutlar, tıbbi ve eğitim tesisleri ve güvenlik dahil olmak üzere 10 farklı ‘mega projeyi’ kapsaması bekleniyor.

Musk ve Trump’ın projeleri

Bahsi geçen mega projelerden biri, Tesla'nın sahibi Elon Musk'ın bu sektöre yatırım yaptığını gösteren ‘Elon Musk Akıllı Üretim Bölgesi’ adını taşıyor. Diğer mega projeler arasında, ABD Başkanı tRump’ın sahibi olduğu şirketler aracılığıyla, öncelikle bir gayrimenkul geliştiricisi olarak yatırım yaptığı görünen bir grup turistik tatil köyü ve yapay adadan oluşan ‘Gazze Rivierası ve Trump Adaları” projesi bulunuyor. Gazze'deki tesisleri Mısır, İsrail ve Körfez ülkelerindeki limanlara bağlayan Refah'daki ‘İbrahim Sınır Kapısı’nın lojistik merkezi ve Gazze'yi el-Ariş ve İsrail'e bağlayan, Avrupa ve Körfez ülkeleriyle serbest ticaret sistemi ve Körfez ülkeleri ile İsrail'e hizmet veren veri merkezleri ve elektrikli otomobiller gibi ileri imalat sektörleri bulunan özel bir ekonomik bölge kurulmasını öngörüyor.

Ancak bu plan çerçevesinde yeniden inşa süreci boyunca Gazze nüfusunun yalnızca yüzde 75'inin Gazze Şeridi’nde kalacağı tahmin ediliyor. Başka bir ülkeye yerleşmek isteyenlere 5 bin dolarlık mali teşviklerin yanı sıra dört yıllık kira ve gıda yardımı ile ilgili diğer teşvikler de sunuluyor. Plan, yeniden yerleşenlerin üçte ikisinin Gazze'ye dönmeyeceğini varsayıyor.