Notice: MemcachePool::get(): Server aawsat-prod.9eolhu.0001.euw1.cache.amazonaws.com (tcp 11211, udp 0) failed with: VALUE prod_%3Aconfig%3A-system.logging 1 234 (0) in /var/www/html/modules/contrib/memcache/src/Driver/MemcacheDriver.php on line 60
Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

ABD’li yetkililerin Sudani’ye sunacakları kendi konularının bir listesi var

Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
TT

Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)

Robert Ford

ABD’nin Bağdat’taki Büyükelçiliği, Dicle Nehri'ne bakan ideal bir konuma ve binden fazla çalışan kapasitesiyle devasa bir büyüklüğe sahiptir. Ancak bugün 2007 yılında açıldığında ABD’nin 14 hükümet departmanından ve kurumundan temsilcilere tahsis edilen ofislerin çoğu boş. Büyükelçiliğin açılış töreni sırasında Büyükelçi Ryan Crocker'ın yanındaydım ve konuşmasında büyükelçilik binasının açılışının ABD-Irak ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olacağını söylediğini hala hatırlıyorum.

Ancak açılışın üzerinden geçen 17 yılın ardından şu an Hazine, Tarım ve Ticaret bakanlıkları gibi birçok bakanlık Irak'taki temsilcilerini geri çekmiş durumda. Bir kısmı, İran destekli milislerin tekrarlanan saldırılarından kaynaklı olarak geri çekildiler. Bu çekilmeler, eski Başkan Barack Obama yönetiminden bu yana ABD'nin odağının Irak'tan Asya ve Avrupa'ya doğru kaymasıyla birlikte gerçekleşti. Sonuç olarak Crocker tarafından imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması, Washington'da bir zamanlar gördüğü ilgiyi kaybetti. Anlaşma, İran destekli milisler ile ABD güçleri arasında devam eden çatışmaların gölgesinde kaldı. Bugün ise Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, ABD’nin İran’ın Irak’taki nüfuzuna ilişkin kaygılarına rağmen, anlaşmayı yeniden canlandırmak umuduyla önümüzdeki hafta Washington'a gitmeye hazırlanıyor.

Yeni bir güvenlik eksenli ilişkiye geçiş

DEAŞ’ın Moskova’da gerçekleştirdiği terör saldırısının ardından ABD'li bazı yetkililer örgütün tehdidine ilişkin endişelerini yeniden dile getirdiler. Ancak daha güçlü bir ABD-Irak ilişkisi sadece DEAŞ kaynaklı nedenler temelinde var olamaz, ilişkinin odak noktası bunun ötesine geçmeli. ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıkları tarafından şubat ayında yayınlanan ortak bir rapor, Irak'taki DEAŞ tehdidinin ‘etkin bir şekilde kontrol altında’ olduğunu ve örgütün tekrarlanan saldırılarından ziyade kendini koruma aşamasına geçtiğini vurguladı. Raporda Irak güçlerinin, DEAŞ’ın hareket kabiliyetini nasıl azalttığı ve operasyonel özgürlüğünü nasıl kısıtladığı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyordu.

Irak sahasındaki ABD'li yetkililerden gelen bu değerlendirme, Başbakan Sudani'nin neden Irak'ta DEAŞ’la mücadele eden Uluslararası Koalisyon güçlerinin görevini başarıyla tamamladığına inandığının da bir göstergesi.

Rapora göre ABD'nin İran destekli milislere yönelik insansız hava aracı (İHA) saldırıları, ABD'li danışmanlar ile Iraklı ortakları arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi. Sudani şimdi Irak’ta hem güvenlik güçleri içinde olan hem de siyasi uzantıları da bulunan İran destekli milislerin öfkesini azaltmak için ABD ordusunun Irak'ta faaliyet gösterme şeklini değiştirmek istiyor.

Başbakan Sudani, petrol işçileriyle birlikte Bağdat'ın kuzeyindeki Beyci petrol rafinerisinin yeniden açılış törenine katıldı, 23 Şubat 2024 (AFP)

Ancak Irak Başbakanı Sudani, her ne kadar ofisi ve Irak ordusu tarafından ABD askerlerinin geri çekilmesi konusunda müzakerelerin yapıldığına dair daha önce açıklamalarda bulunsalar da bu değişiklikleri abartmamaya dikkat ediyor. Iraklı bir general, mart ayı sonlarında Al Arabiya TV'ye yaptığı açıklamada, daha küçük bir ABD gücüyle yetinme ihtimaline atıfla Irak'ın ‘büyük uluslararası güçlere’ ihtiyacı olmadığını söyledi.

Buna karşın ABD’li yetkililer ne Irak'tan ne de İran'dan ABD güçlerinin tamamen geri çekilmesi yönünde bir baskı olmadığını vurgulayarak, Irak'ın askeri kabiliyetlerini güçlendirme görevinin devam ettiğini belirttiler. Sudani ve ABD Başkanı Joe Biden arasında 15 Nisan'da yapılması planlanan görüşmede Irak’ta görevli ABD’li askeri danışmanların gelecekteki rollerine dair detaylara değinilmesi beklenmese de Sudani'nin Irak koalisyonunun askeri teknik komiteleri tarafından varılan Irak güvenlik güçlerinin operasyonel ve istihbarat yetenekleriyle ilgili değerlendirmelerin sonuçlarının onaylanması için çaba sarf etmesi bekleniyor.

“Ne Irak'tan ne de İran'dan ABD güçlerinin tamamen geri çekilmesi yönünde bir baskı olmadığını vurgulayan ABD’li yetkililer, Irak'ın askeri kabiliyetlerini güçlendirme görevinin devam ettiğini belirttiler.”

Irak tarafında ise Başbakan Sudani, ABD'nin askeri yardımlarının ve eğitim görevlerinin devam etmesini istiyor. Zira Bağdat'ın F-16 savaş uçaklarının ve Abrams tanklarının bakımı için yardıma ihtiyacı var. Iraklılar bu yardımın ikili bir anlaşma çerçevesinde yapılmasını istiyor. Teorik olarak, ABD Savunma Bakanlığı'nın Bağdat Büyükelçiliği bünyesindeki Güvenlik İşbirliği Ofisi, ABD'nin Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle yaptığı askeri anlaşmalara benzer şekilde bunun yapılmasını kolaylaştırabilir. Fakat Sudani, hem İran destekli milisleri hem de İranlı destekçilerini ABD'nin askeri danışmanların Irak’ta kalmaya devam etmesi gerektiği konusunda ikna etme zorluğuyla karşı karşıya ve bu durum, İran destekli milisler ve İranlı destekçileri için ABD’nin Irak'taki varlığının azalması halinde kaç adet ölümcül İHA bulunduracağı konusunda soru işaretleri yaratıyor.

ABD Hazine Bakanlığı’nın ve ABD dolarının Irak'taki kritik rolü

ABD ordusunun Irak'taki varlığı sık sık manşetlere taşınıyor. ABD Hazine Bakanlığı ve ABD dolarının Irak’taki etkisi Irak halkının günlük hayatında daha önemli, ancak rolü daha az öne çıkıyor.

Irak Merkez Bankası'nın ülkenin güneyindeki Basra şehrinde bulunan genel merkezi (AFP)

Şu an Irak’ın petrol ihracatı günlük ortalama 3,3 milyon varil civarında. Irak Petrol Bakanlığı, ocak ayında petrol ihracatından elde edilen gelirin 8 milyar dolar olduğunu açıkladı. Bu gelir, Irak hükümetinin New York’taki ABD Merkez Bankası (FED) hesabına yatırılıyor. Bu hesapta biriken meblağ 2024 yılı başı itibariyle 100 milyar doların üzerinde. Şarku’l Avsat’ın Majalla  dergisinden aktardığı analize göre New York'taki bu hesap, ABD hükümetine Irak üzerinde muazzam bir baskı gücü sağlıyor.

Washington, Irak Merkez Bankası'nın Irak'tan İran'a dolar akışını durdurmasını istiyor. Geçtiğimiz yıl Irak’ın 14 bankasının dolar ticareti yapmasını yasaklayan ABD yönetimi, geçtiğimiz ocak ayında da Al-Huda Bank’a İran'a yasadışı yollardan dolar transferi yaptığı gerekçesiyle yaptırım uyguladı.

Başbakan Sudani, geçtiğimiz eylül ayında ABD Hazine Bakan Yardımcısıyla ve geçtiğimiz ocak ayında ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Brian Nelson ile Bağdat’a yaptığı ziyareti sırasında, ABD’nin Irak'ta döviz kuru ve bankacılık sektörü işlemlerini sekteye uğratabilecek yeni yaptırımlar uygulamasının önüne geçilmesi için yapılabilecekleri görüşmüştü. ABD'nin baskısı altındaki Irak hükümeti, yerel pazarda dolar yerine Irak dinarının kullanılmasını savunuyor ve yaptırımlı dolar transferlerini önlemek için ABD Hazine Bakanlığı tarafından yakından izlenen uluslararası döviz transferi sistemi SWIFT’in kullanılmasını teşvik ediyor. Burada ABD Hazine Bakanlığı'nın İstihbarat Ofisi, ABD'nin birçok ülkeye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle kapsama alanının son 15 yılda önemli ölçüde genişlediğini söylemekte fayda var.

Başbakan Sudani, Washington ziyareti sırasında hükümetinin bu konuda ciddi adımlar attığını vurgulayacak ve ABD Hazine Bakanlığı'nın Irak merkezli bazı bankalara getirdiği dolar kısıtlamasının kaldırılmasını isteyecek. Hazine Bakanlığı, Bağdat'ın Irak bankalarını kara para aklamayı önleme ve terörist gruplara fon akışını engelleme konusunda uluslararası standartlara getirme konusunda ilerleme kaydettiğini kabul ediyor. Ancak 28 Ocak'ta Ürdün'de Iraklı bir milisin üç ABD askerini öldürmesinin ardından Hazine Bakanlığından bir yetkili, ABD yönetiminin Irak hükümetinden İran destekli milisleri tespit edip tasfiye etmesine yardımcı olmasını beklediği yönünde bir açıklama yaptı.

Sudani hükümetinin, uluslararası ilkelere bağlılığını yinelemesi ve İran destekli milis gruplara yönelik tüm dolar akışını durdurmak için zamana ihtiyacı olduğunu vurgulaması bekleniyor. Ancak Washington'ın zihninde ‘Irak Başbakanı’nı, yabancı ülkelerin askerlerine ve çıkarlarına saldırmaktan vazgeçmeleri için milislerin çoğunu finanse eden Irak bütçesini kullanmaya nasıl ikna edeceği’ sorusu dolaşıyor.

İki karışık mesele: Enerji ve yatırım

Washington, Bağdat ile yeni büyük petrol anlaşmaları yapmak istemiyor. ABD’liler bunun yerine açıklamalarında Irak'ın enerji bağımsızlığını kazanmasına yardımcı olmayı vurgulasa da aslında Irak'ın İran'la enerji ticaretini ve özellikle de Irak'ın İran'dan elektrik ve doğal gaz ithalatını sona erdirmeyi amaçlıyorlar.

Biden, Irak'ın İran'a elektrik ithalatı için dövizle ödeme yapmasına olanak tanıyan yaptırımlara istisnalar sağladığından, Cumhuriyetçi Parti'nin siyasi saldırısı altında. ABD’liler, Irak'ın İran’dan tedarik edilen elektriğe olan bağımlılığını azaltmak için Irak’ın elektrik ağını Ürdün ve Suudi Arabistan elektrik ağlarına bağlama projelerinde daha fazla ilerleme kaydedilmesini teşvik ederken bir yandan da Washington, Irak’ı petrol kuyularından çıkarılan rezervi yakmayı bırakıp İran'dan ithal edilen doğalgazın yerine kullanmak üzere bir plan hazırlamaya teşvik ediyor.

Irak'ın güneyindeki Nehr Bin Ömer petrol sahası (AFP)

Öte yandan Bağdat, ABD’lilerin enerji sektörüne yatırım yapmasını isterken ABD’liler, Irak'taki yatırım ortamındaki zorluklara dikkat çekiyorlar. Örneğin ABD'li enerji devi Exxon, Irak'ın güneyindeki büyük Kurna petrol sahasından çekildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve ABD Başkanlık Küresel Altyapı ve Enerji Koordinatörü Amos Hochstein, Bağdat'a, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ndeki (IKBY) enerji projelerine yatırım yapan ABD’li şirketlerin, Bağdat'ın gelecekteki tüm petrol ve doğalgaz sözleşmelerinin, üretim paylaşımlı sözleşmelerden kar paylaşımlı sözleşmelere dönüştürülmesinde ısrar etmesi nedeniyle zor durumda olduğunu söylediler. Bunun yanında IKBY’deki uluslararası şirketler sözleşmelerinde değişiklik yapılmasını reddettiklerinden Bağdat, IKBY’nin Türkiye'ye giden boru hattını kapalı tutmaya devam ediyor.

“Bağdat, ABD’lilerin enerji sektörüne yatırım yapmasını isterken ABD’liler, Irak'taki yatırım ortamındaki zorluklara dikkat çekiyorlar.”

Irak Dışişleri Bakanı ve Petrol Bakanı, geçtiğimiz haftalarda Bağdat'ın IKBY’de faaliyet gösteren uluslararası şirketlere üretim maliyetleri için daha yüksek tazminat ödemek üzere bütçede değişiklik yapabileceklerini ifade ettiler. Ancak Irak Temsilciler Meclisi, henüz herhangi bir değişikliği onaylamazken konunun ele alınacağı oturumlarda tartışmalar hararetli geçebilir. Ancak Irak Temsilciler Meclisi, hükümetin IKBY’deki uluslararası şirketlerle müzakere etmesine izin verecek şekilde bütçede değişiklik yapsa bile, Bağdat ile bu şirketler arasındaki müzakerelerin kolay geçmesi beklenmiyor. Biden yönetimi, Başbakan Sudani ile görüşmelerde bu ticaret meselesini gündemine alırsa sadece üstü kapalı vaatlerde bulunmakla yetinecektir.

Bağdat ve Erbil arasında arabuluculuk mu yapılacak?

IKBY petrolünün geçtiği boru hattı meselesinin çözüme kavuşturulması Sudani'nin Washington'daki konumunu güçlendirecektir. Donald Trump'ın yakın müttefiklerinden Senatör Tom Cotton’ın başını çektiği ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi Parti’nin bazı üyeleri, geçtiğimiz ay gönderdikleri açık bir mektupla Başkan Biden’ı Sudani'yi kabul ettiği için eleştirmişti. Mektup, İran'ın Bağdat üzerindeki etkisinden dolayı duyulan derin bir güvensizliğe işaret ediyordu. Mektupta ayrıca, Washington'daki pek çok kişinin ABD’nin Irak'taki en yakın dostu olarak gördüğü IKBY’de faaliyet gösteren uluslararası petrol şirketlerinin yaşadığı sıkıntıların, Başbakan Sudani'nin bu şirketlere olan düşmanlığının bir kanıtı olduğu vurgulandı.

ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Alina Romanovsky, son iki ay içerisinde Erbil'i iki kez ziyaret etti. ABD’li büyükelçi her iki ziyaretinde de hem Bağdat’taki Sudani hükümetini hem de Erbil’deki Başbakan Mesrur Barzani hükümetini ulusal petrol yasası, IKBY’deki devlet çalışanlarına maaşlarının ödenmesi ve 10 Haziran'da yapılması planlanan seçimler gibi konulardaki anlaşmazlıklarını çözmeye çağırdı.

Barzani hükümeti, Başkan Biden'ın Başbakan Sudani’ye söz konusu meselelerde taviz vermesi için baskı yapmasını umuyor. Biden yönetiminin Erbil’in bazı argümanlarına sıcak bakması muhtemel olsa da Başkan Biden’ın Bağdat ve Erbil arasında anlaşmazlığa neden olan bu meselelerde Sudani’ye baskı yapmak için ayrıntılara gireceğini düşünmek güç. Çünkü Biden, George W. Bush değil. Aynı şekilde ABD’nin 2024 yılında Irak'taki rolü, 2004 yılındaki, hatta 2014'teki gibi değil. Biden'ın ilgisi ve siyasi geleceği Irak'tan ziyade Gazze'ye odaklanmasını gerektiriyor.

ABD’li yetkililerin Sudani’ye sunacakları kendi konularının bir listesi var. Ancak iki ülke arasında yapılan Stratejik Çerçeve Anlaşması sadece teknik yardım ve küçük projelerle ilgili olmaya devam edecek. ABD’deki başkanlık seçimlerine kalan altı ay içinde ABD'nin Irak'a yönelik yeni ve önemli bir girişimi olması beklenmiyor.

Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Yıkıcı savaşın ötesinde, dini grupların devleti yok etmesi

Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
TT

Yıkıcı savaşın ötesinde, dini grupların devleti yok etmesi

Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)

Refik Huri

Lübnanlılar, Samuel Huntington'ın “Biz Kimiz?” kitabında Amerikalılara sorduğu soruya cevap verebilecek nitelikte değiller. Huntington sorusunu “eritme potasının” vatanseverlik ve Birlik bayrağı altında savaşmanın birleştirdiği bir Amerikan halkına dönüştürdüğü, dünyanın tüm halklarından oluşan bir karışıma yöneltmişti. Onu bu soruyu sormaya iten kaygı, özellikle Latin Amerika'dan gelen milyonlarca göçmenin Amerikan halkının kimliği üzerindeki etkisiydi.

Tam aksine Lübnan'da ise tek kökenden gelen “yerli” halk küçük bir ülkede ulusal birliği sağlama konusunda başarısız oldu. Sanki bir kısmı mülteciler nedeniyle tarihi kimlik için endişelenen, diğer bir kısmı sosyal dokuyu değiştirmek için demografiye ve mültecilere güvenen halklar grubundan oluşuyormuş gibi davranmaya başladı. Bölünme her konuda derin ve keskin.

Lahey'deki Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı başkanlığını yürüten Nevaf Selam gibi bir doktor ve yargıcın, Lübnan'da başbakanlığa aday gösterilmesi, İran ile bağlantılı “direniş ekseninin” kesin reddiyle karşılaşıyor. Açıklanan sahte bahane onun ABD’nin adayı olması, asıl amaç ise İran'a sadık bir cumhurbaşkanı ve başbakanını göreve getirmek, aksi takdirde cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluğu süresiz olarak devam ettirmek.

Dahası Lübnan'ı kontrol eden ve Suriye'de rejimin yanında savaşan, İran stratejisi kapsamında Irak, Yemen ve Gazze'de bölgesel rol oynayan Hizbullah, Lübnanlıların çoğunun muhalefetine rağmen Lübnan'ı İsrail ile yıkıcı bir savaşa sokuyor. Kendisini destekleyen Şii çevrenin yerinden edilmesi ve diğer dini grupların yaşadığı bölgelere iltica etmesinin ardından savaşı sürdürmekte ısrar ediyor. Savaşın mantığını, yönetimini, zararlarını tartışan herkesi ihanet ve “Amerikan-İsrail projesine” hizmet etmekle suçlamayı da bırakmıyor.

Lübnan, partileri, akımları ve dini grupları bölge ve dünya ülkeleri ile özel ilişkiler arayışında olan tek ülke olmasa da az sayıdaki ülkeden biri. Lübnanlı güçler arasındaki iç ilişkiler gerginken ve kimi zaman kopma noktasına varırken, dış güçlerle ilişkilerin güçlü kalması ironiktir. İçeride diyalog kesilse bile bu kesinti sınırları aşmıyor, dışarısı ile diyalog devam ediyor. Lübnan'da cumhurbaşkanını seçmek ve iktidarı kurmak için dış güçler yerel güçler arasında sıklıkla arabuluculuk yaptılar. Geçmişte durum böyleydi, şimdi de böyle ve hiçbir şey bunun gelecekte de devam etmesine engel değil.

19. yüzyılın ikinci yarısında Lübnan Dağı Mutasarrıflığı döneminde vali, Osmanlı padişahı tebaasından Lübnanlı olmayan bir Hıristiyandı. Yedi büyük gücün onayıyla padişah tarafından atanır ve kendisine paşa unvanı verilirdi. Her dini grup ve mezhep, konsoloslar aracılığıyla bu ülkelerden birinin himayesine ve korumasına güveniyordu. Ortodokslar Rusya'nın, Maruniler Fransa'nın, Katolikler Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, Dürziler ve Protestanlar Büyük Britanya'nın himayesindeydiler. Sünniler padişahın dininden ve tebaasından oldukları için korunmaya muhtaç değillerdi.

Fransız General Henri Gouraud’un, merkezi Şam olan Arap devletini Meysalun Muharebesi'nde Savaş Bakanı Yusuf el-Azma’yı yendikten sonra yıkmasının ve İngilizlerin, kralı Faysal bin Şerif Hüseyin'i Irak kralı yapmak zorunda kalmalarından sonra, 1 Eylül 1920'de deklare ettiği Büyük Lübnan devleti döneminde, manda devleti olan Fransa, herhangi bir mezhebin bir Avrupa ülkesiyle ilişki kurmasını engelledi. Ancak bazı mezhepler Manda Yönetimine direnirken, bazıları da Fransız-İngiliz rekabeti ışığında Londra ile ilişkiler başlattı. Mezhep liderleri arasında dayanışma sağlandığında, İngiliz General Edward Spears'ın yardımı ve Sovyetlerin desteğiyle Birinci Dünya Savaşı'nın getirdiği ve İkinci Dünya Savaşı’nın devirdiği Fransız manda yönetiminden bağımsızlıklarını kazandılar.

Bağımsızlıktan sonra Lübnan Cumhuriyeti'nin başkenti Beyrut ile resmi ilişkilerin yanı sıra mezhepler, partiler, akımlar ile ülkeler arasındaki ilişkiler modeli iyice yerleşti. Bir Maruni liderlik Fransa'ya bağlı kaldı ve bağımsızlığın erken elde edildiğine inandı. Başka bir Maruni liderliği bağımsızlık kahramanı rolünü oynadı ve Mısır ve Suriye ile iyi ilişkiler kurdu. Ortodoks liderler Arap çevre ve özellikle de Kahire ve Şam ile ilişkiler kurdular. Sünni ve Şii liderler özellikle Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır döneminde Kahire'nin peşinden gittiler. Cumhurbaşkanı Sedat'ın Kudüs ziyareti ve Camp David’e gitmesinin ardından Şam ve Riyad ile ilişki kurmaya yöneldiler. Dürzi liderler Londra, Paris ve Moskova ile kapıyı açık bırakmayı ihmal etmeden Arap çevre ile ilişkilere bağlı kaldılar.

Daha sonra, Lübnan Savaşı sırasında Washington'a yöneliş dönemi geldi ve bu savaş, Washington, Şam ve Riyad’ın büyük desteğiyle Kral Fahd, Kral İkinci Hasan ve Cumhurbaşkanı Şadli Bendcedid'in oluşturduğu üçlü Arap Komitesi aracılığıyla 1989'da Taif Anlaşması ile sona erdi. Savaş sırasında Maruni liderler, 1982'de Lübnan'ı işgal eden ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü ülkeden çıkaran İsrail ile ilişkiler kurdular. Ardından Şam, tüm mezheplerle ilişkileri tekeline aldı ve resmi otoriteyi perde arkasından yönetti. Daha sonra Suriye'nin 2005'te Lübnan'dan çekilmesi ve Hizbullah ile Emel Hareketi'nin küçük vatanda iktidara hakim olmasının ardından İran dönemi geldi.

Bütün bu dönüşümler sırasında devlet dini grupların liderlerinin otoritesinden daha zayıf bir otoriteden ibaretti. Beyrut'ta bugün otoritenin kalıntıları, şiddetli mali, ekonomik ve sosyal kriz, İsrail ile İran bağlantılı Şii liderler arasındaki savaştan başka hiçbir şey yok. İki yıldır cumhurbaşkanı yok ve savaş bitse ve mezhep liderlerinden veya onların temsilcilerinden yeniden bir otorite oluşturulsa bile güçlü bir devlet, bir hak ve hukuk devleti projesi inşa etme umudu da yok.

Bu anormal durum bir devlet inşa etmekten kaçınmanın reçetesidir. Liderlerin resmi otoritenin arkasından yabancı ülkelerle oynadıkları oyunlar durmaz ve içeride iyi ilişkiler süreci başlamazsa, ülke, mezhepler devletindeki kalıcı krizlerin tutsağı olmaya devam edecektir. Tek kurtuluş olan sivil devlet hedefine ulaşamayacaktır. Tabii ki, bazılarının uğruna çabaladığı ve fiilen Lübnan'ın özgürlüğünün, yaratıcılığının, kültürünün ve sanatının sonu anlamına gelen dini devlet de kurulmayacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.