Webb Uzay Teleskobu, Güneş Sistemi Asteroit Kuşağı'nda ilk defa su tespit etti

Güneş Sistemi ana Asteroid Kuşağı'nda bulunan 238P/Read Kuyruklu Yıldızı'nda, Dünya'daki okyanusların kaynağı olabilecek su tespit edildi ancak karbondioksit bulunmuyor

AA
AA
TT

Webb Uzay Teleskobu, Güneş Sistemi Asteroit Kuşağı'nda ilk defa su tespit etti

AA
AA

James Webb Uzay Teleskobu (JWST) Güneş Sistemi ana Asteroid Kuşağı'nda bulunan ve Dünya okyanuslarının kaynağı olabileceği değerlendirilen ilk su keşfini yaptı.

ABC News'in haberine göre, NASA'nın yaptığı açıklamada, Webb Teleskobu keşfinin bilim insanlarına Dünya okyanuslarının nasıl oluştuğuna dair fikir verebileceği belirtildi.

Webb teleskobunun yakın kızılötesi tayfçeker cihazını kullanan astronomlar, Jüpiter ve Mars arasında yörüngede bulunan 238P/Read Kuyruklu Yıldızı'nın etrafında su buharı bulunduğunu doğruladı.

NASA açıklamasında, keşfin, Jüpiter'in yörüngesindeki daha sıcak Asteroit Kuşağı'nda buz halindeki suyun korunabileceğine ve oluşumunun ilk dönemlerinde Dünya'ya düşen asteroitler yoluyla Dünya'daki suyun kaynağını oluşturabileceğine dair görüşleri doğruladığı kaydedildi.

Dünya'daki suyun kaynağı kuyruklu yıldızlar olabilir

Bir yıldızın yakınlarındaki suyun gaz halinde olduğu ve Dünya benzeri, oluşum halindeki kayalık gezegenlerden ayrılmış olabileceği belirtilen açıklamada, bazı astronomların, Dünya'daki suyun kaynağının kuyruklu yıldızlar olduğunu düşündüğüne işaret edildi.

Webb Gezegen Bilimi Projesi'nde çalışan bilim insanı, çalışmanın yazarlarından Dr. Stefanie Milam, "Bildiğimiz kadarıyla evrende yaşam barındıran tek gezegen olan Dünya'mızdaki suyun buraya nasıl geldiği hala gizemini koruyor." dedi.

Dr. Milam, "Güneş Sistemi'ndeki su dağılımının öyküsünü anlamak, diğer gezegen sistemlerini ve Dünya benzeri bir gezegene ev sahipliği yapıp yapamayacaklarını anlamamıza yardımcı olacaktır." ifadesini kullandı.

Read Kuyruklu Yıldızı'nın asteroit kuşağında bulunan bir ana kuşak kuyruklu yıldız olduğu, belirli dönemlerde koma adı da verilen halesinin ve kuyruğunun ortaya çıktığı, sınıflandırmasının ise 2006'da Michael Read ve diğer iki bilim insanı tarafından yapıldığı kaydedildi.

Geleneksel kuyruklu yıldızların, buz halindeki suyun Güneş ışınlarından uzakta olduğu için korunabileceği bir alan olan Neptün'ün yörüngesinin ötesinde bulunduğu, kuyruklarının Güneş'e yaklaştıkça buharlaşan donmuş maddelerden oluştuğu belirtildi.

Read Kuyruklu Yıldızı'nda su var ancak karbondioksit bulunmuyor

Çalışmanın lideri, Maryland Üniversitesi öğretim üyesi, astronom Michael Kelley, "Geçmişte ana kuşakta kuyruklu yıldızların tüm özelliklerine sahip uzay cisimleri gördük ancak yalnızca Webb'den gelen bu kesin izgesel verilerle bu görüntüleri oluşturanın kesinlikle su buzu olduğunu söyleyebiliriz." dedi.

Öte yandan, Webb'den gelen ölçümler, 238P/Read Kuyruklu Yıldızı'nda karbondioksit olmadığını gösterdi.

Araştırmacılar, normal şartlarda bir kuyruklu yıldızın buharlaşabilen maddesinin yaklaşık yüzde 10'unun karbondioksitten oluştuğunu, Read'da söz konusu gazın olmamasının suyun varlığından daha şaşırtıcı olduğuna işaret edildi.

Konunun iki mantıklı açıklaması olabileceğini kaydeden Kelley, "Read'in Asteroit Kuşağı'nda uzun süre kalması bunun olası sebeplerinden birisi olabilir, karbondioksit su buzundan daha kolay buharlaşır ve milyarlarca yıl içinde kuyruklu yıldızdan ayrılmış olabilir." dedi.

Kelley, ikinci olasılığın Read Kuyruklu Yıldızı'nın Güneş Sistemi'nin karbondioksit içermeyen sıcak bir bölgesinde oluşması olabileceğini vurguladı.

Araştırmanın yazarlarından, Astronomi Araştırma Üniversiteleri Birliğinden (AURA) Heidi Hammel, Asteroit Kuşağı'ndaki gök cisimlerinin küçük ve sönük olması nedeniyle önceden tespitinin zor olduğunu belirterek Webb Teleskobu'nun imkanlarıyla diğer ana kuşak kuyruklu yıldızlarda da karbondioksit olup olmadığını araştıracaklarını ifade etti.

Araştırma Nature dergisinde yayımlandı.



Bilim doğruladı: Kalbin kırılması insanları gerçekten öldürebilir

Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
TT

Bilim doğruladı: Kalbin kırılması insanları gerçekten öldürebilir

Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)
Yakınını kaybedip yasını sürekli yüksek seviyelerde yaşayanların ölme olasılığı, düşük düzeylerde yas tutanlara göre yüzde 88 daha fazla (Unsplash)

Harriette Boucher 

Yeni bir araştırma, yakınını kaybedip yoğun ve uzun süreli yas semptomlarından muzdarip olan kişilerin, sevdiklerinin ölümünden sonraki 10 yıl içinde ölme ihtimalinin, neredeyse iki kata ulaştığını ortaya koydu.

Danimarka'daki araştırmacılar, yakınını kaybedip sürekli yüksek düzeylerde yas tutanların, yasını daha düşük seviyelerde yaşayanlarla kıyasla, sağlık hizmetlerini daha fazla kullandığını ve ölme olasılığının yüzde 88 daha fazla olduğunu buldu.

Araştırmacılar, sevdiklerini kaybedenlerin yaşadığı 5 yas güzergahını tanımladı ve en ciddi şekilde etkilenenlerin daha erken ölme olasılığının daha yüksek olduğunu tespit etti.

Araştırma makalesinin yazarlarından Dr. Mette Kjærgaard Nielsen şu ifadeleri kullandı:

Yüksek yas semptomu seviyeleriyle; kalp damar hastalıkları, akıl sağlığı sorunları ve hatta intiharda görülen daha yüksek oranlar arasında bir bağlantı olduğunu daha önce bulmuştuk. Ancak ölümle ilişkisi daha fazla araştırılmalı.

Bilim insanı, "yüksek" bir yas güzergahına dair risk altında olan kişilerin erken fark edilebileceğini de söyledi:

Bir pratisyen hekim akıl sağlığına dair diğer ciddi rahatsızlıklar ve depresyonun eski belirtilerini arayabilir. Daha sonra bu hastalara kendileri özel takip sunabilir veya onları psikologların özel muayenehanelerine ya da ikinci basamak sağlık kuruluşlarına yönlendirebilirler.

Dr. Nielsen, "Pratisyen hekimler ayrıca yakınını kaybedenlerin ruh sağlığına odaklanılacak bir takip randevusu da önerebilir" dedi.

Bilim insanları, 2012'den bu yana yakınlarını kaybetmiş, yaş ortalaması 62 olan 1735 adet kadın ve erkeği 10 yıl boyunca Danimarka'da izledi. Bu süre zarfında bu kişilere, semptomlarını ve deneyimlerini değerlendiren bir dizi anket gönderildi ve araştırmacılar bunlarla katılımcıların sürekli olarak hangi düzeyde keder yaşadığını belirledi.

Grubun yüzde 66'sı yakın zamanda partnerini, yüzde 27'si bir ebeveynini ve yüzde 7'si de çok sevdiği bir başka kişiyi kaybetmişti.

Sürekli olarak yüksek düzeylerde yas belirtileri yaşayan yüzde 6'lık kesimin 10 yıl içinde ölme olasılığı, sürekli olarak düşük yas belirtileri gösterdiğini bildiren yüzde 38'e kıyasla yüzde 88 daha yüksekti.

Yüksek güzergahta olanların, yakınlarını kaybetmesinin üzerinden üç yıl geçtikten sonra sağlık hizmeti alma olasılıkları da daha yüksek çıktı.

Bu grubun konuşma terapisi veya diğer akıl sağlığı hizmetlerini alma ihtimalleri yüzde 186, antidepresan reçetesi yazılma olasılıkları yüzde 463, yatıştırıcı ya da kaygı giderici ilaç reçetesi alma ihtimalleri de yüzde 160 daha fazla.

 Independent Türkçe,independent.co.uk/news