Sevsen Cemil Hassan
Çadırlar ve çadırlarda yaşamak her zaman bizde romantik duygular uyandırmıştır. Filmlerde ve fotoğraflarda görmüşüzdür, roman veya edebi metin okurken hayal etmişizdir. Örneğin bir maceracının ormanda yaşadığı hayat ya da deniz kenarında ve kumsallarda eğlenmek isteyen birinin veya bavulunu hazırlamış mutlu bir ailenin, eğlenerek ve doğanın tadını çıkararak vakit geçirmek için büyüleyici yerlere gitmesi güzel ve baştan çıkarıcıdır. Belki de aşırı iklime sahip bölgelerde, örneğin karların arasında veya gece ile gündüz arasındaki zıt ruh hallerinin olduğu çöllerde kamp yapmayı deneyimleyenler vardır.
Çadır yaşamı, bir seçim olduğunda, başlangıçların şaşkınlığına, modern yaşamın karmaşıklığına, koşuşturmasına, bitmek bilmeyen ihtiyaçlarına doğru kaçıp giden bir nostalji biçimidir. İnsanın geçmişine dair her şey gibi bir romantizmi var, sanki insanın hayatını özel bir estetikle süslemek için kullandığı bir nevi antika. Ama bu antika, günümüz hayatını kolaylaştırmada etkili olamıyor. Sonrasında kalkınma, her alanda olağanüstü bir düzeye ulaştı.
Geçici yaşam
Çadırda yaşamak, kampa akıllı cihazlar ve benzeri birçok çağdaş araç eşlik etse bile, mevcut yaşamın lüksünden vazgeçilerek, mütevazı yaşam olanaklarıyla sınırlı küçük bir yerin kurulduğu geçici bir yaşamdır. Ayrıca genel olarak insanın ihtiyaç ve özlemleriyle ilgili her şeyin ilkelliğine yaklaşan bir yaşamdır. Geçici yaşama, kişisel karar ve özgür irade ile olduğu ve herhangi bir tarafça dikte edilmediği sürece ve yaşam için gerekli olan şeyler asgari düzeyde sağlandığı sürece arzu edilen bir durumdur.
Kampa akıllı cihazlar ve benzeri birçok çağdaş araç eşlik etse bile, genel olarak insanın ihtiyaç ve özlemleriyle ilgili her şeyin ilkelliğine yaklaşan bir yaşamdır.
İnsan, ev inşa etmeyi öğrenmeden önce mağaralar da dahil olmak üzere binlerce yıldır vahşi doğada yaşadı. Arkeolojik araştırmalar, Neolitik Çağ’da insanın evrimi sırasında çadırları icat ettiğini ve bunları taşınabilir barınak olarak kullandığını söylüyor. Çadırlar genellikle çöl ve engebeli arazilerde kullanılıyordu ve hava koşullarından ve yırtıcı hayvanlardan koruma sağlıyordu. Bu yaşam tarzı, dünyanın bazı bölgelerinde, özellikle de Suriye ve genel olarak Ortadoğu da dahil olmak üzere hâlâ hayvancılıkla geçinen kabileler arasında günümüze kadar varlığını sürdürüyor. Ancak bu kabilelerin yaşamlarının doğası ve ekonomik faaliyetleri ve çalışma alanlarının dayattığı sosyal sistemler bu tür konutları zorunlu kılmaktadır. Bir kısmının ulaşım yerlerine yakın şehirlerde evleri var ve kendi üyeleri arasında organize olacak şekilde buralara sığınabiliyorlar. Ama çadırlar da onların hayatının vazgeçilmez bir parçası.
Savaşın dayattığı kamplar
Filistin’de özellikle Nekbe’den günümüze kadar yaşanan savaşlar nedeniyle yerleşim alanlarından göçler zorunlu hale gelmiştir. Kamplar, İsrail’in Gazze’ye karşı yürüttüğü savaşta bugüne kadar Arap- İsrail çatışmasının kızışmasıyla dalgalar halinde yerlerinden edilen Filistinlilerin, ardından da rejim ve müttefiklerinin kendisine karşı ayaklanan bölgelere karşı şiddet kullanmakta ısrar etmesi ve devam eden savaşa çok sayıda tarafın müdahalesi nedeniyle yerinden edilen Suriyelilerin resmi mekânı haline geldi. Büyük bir kısmı, tamamı çadırlardan oluşan kamplarda yaşamaya başladı. Suriyeliler, geçici yaşam için (ancak on iki yılı geçti) yurt içinde ve komşu ülkelerdeki kamplara, insani yardım kuruluşlarının, hükümetlerin sağladığı ya da bireylerin ellerinde bulunan kumaş ve artıklarla kendi yaptıkları çadırlarla çeşitli şekillerde yaptıkları çadırlara dağıldı. Kalıcı hale gelmek üzere olan geçici yaşamlarının ve bununla birlikte çektikleri acıların sona ereceğine, altyapı ve kamu tesislerine sahip, hükümetlerin yaşamlarını garanti altına aldığı düzenli evlerde, mahallelerde ve şehirlerde yaşamaya geri döneceklerine dair, uzaktan da olsa bir umut ışığı bile kalmadı.
Kalıcı konutlar, insanın gelişimi sırasında icat edildiği için, onun korunma ve güvenlik ihtiyacını karşılarken, daha sonra önce konfora, sonra lükse ulaşmak üzere evrilerek, bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye farklılık gösteren bugünkü biçimine ulaştı. Evlerin mimarisini yenileyen ve şu veya bu kategorideki insanların değer ve bilişsel sistemine göre yaşamanın gereksinimlerine uygun olarak mühendislik ve mimari hayal gücünü geliştiren kültür halini aldı. İnsani değerleri mekanla yalnızca insanlar ilişkilendirir. Ev, anlamı itibariyle, bireyin içinde ikamet ettiği, aile kurduğu, çocuklarını yetiştirdiği ve onlara gelecek hayalleri kurduğu, vatan denilen yere ait bir coğrafyaya yerleşmek anlamını içermektedir. Hayatının çoğunu bu gelecek için çalışarak geçiriyor. Barınma ise İnsan Hakları Bildirgesi ve ülke anayasaları tarafından tanınan bir insan hakkıdır. Ama Bugün Gazze’de, öncesinde genel olarak Filistin’de, bunun dışında Filistin halkı açısından ve son yıllarda Suriye’de olduğu gibi bugün yaşananlar, ister yoksul ülkelerde yaşayanlar, ister vatandaşlarının haklarını umursamayan zalim rejimler tarafından yönetilenler, ister çatışma ve savaş bölgeleri için olsun, bu iddiayı çürütüyor.
Filistin’de özellikle Nekbe’den günümüze kadar yaşanan savaşlar nedeniyle yerleşim alanlarından göçler zorunlu hale gelmiştir. Kamplar, savaşın dalgalar halinde yerlerinden ettiği Filistinliler için resmi bir yere dönüştü.
Çadırın anlamı
Bir insanın tek barınma seçeneği olan çadırda yaşaması ne anlama gelir? Peki geçici yaşamının kalıcı ve sürdürülebilir olması? Kışın çadırları söken, üzerinde uyunan çürük yatakları su altında bırakan fırtınanın, rüzgarların, yağmurların, sel ve karın insafına kalmak, yazın ise ormandaki sineklerin, sivrisineklerin ve böceklerin insafına kalmak ne anlama geliyor? Hayatının asgari alt yapıdan özel ve kamu tesislerinden yoksun olması ne anlama geliyor? Çadırların arasından akan sular ve çamurların yarı çıplak ve yalınayak çocukların oyun alanı haline dönüşmesi ne anlama geliyor? Eğitim sisteminden, okulların inşasından, eğitim süreci için gerekli materyallerin donatılmasından önce okullar, hatta yüzlerce yıl önce yaygınlaşan okullara benzeyen bir şey yok muydu?
Eğer insan, yaşamının çeşitli alanlarında gelişmeye Paleolitik çağdan bu yana, yani üç milyon yıldan fazla bir süre önce başlamışsa, yaşamı ve geçim kaynakları gelişiyorsa, konutu mağaralardan su kaynakları yakınına yerleşmeye doğru ilerlemişse, tarımını geliştirmişse, buralarda çadırdan kulübelere, ardından çevresel malzemelerden inşa edilen konutlara yönelmişse ve dünya şehirlerindeki mevcut konut biçimlerine ulaşmışsa o zaman bu çağda insanların kamplarda yaşamaya ne hakkı var? Binlerce yıllık insani gelişme nasıl baltalanabilir? Bu çağda bazı gruplar nasıl çadırlara geri dönmek zorunda kalabilir?
Bugün Gazze’deki barbar savaşta da bunu görüyoruz. Yerinden edilmeye ve cehennemden ve ölümden kaçan yüz binlerce insanı karşılamak için nasıl çadırların kurulduğuna tanık oluyoruz. Sanki Filistinliler için çadır hayatı adeta bir kader haline gelmiş gibi, ta ki ister Filistin’de yerlerinden edildikleri bölgelerde, ister Lübnan, Suriye, Ürdün gibi komşu Arap ülkelerinde toplandıkları bölgelerde kurdukları mahalleler kamp olarak anılana kadar. İsrail devletinin kuruluşunun ilanından, ilk yerinden edilme dalgalarından, gelişigüzel yığılmış inşaatlarıyla, mahalleleriyle, altyapılarıyla, aşırı kalabalıklarıyla ve çeşitli yönleriyle sefalet kamplarının kurulmasından bu yana ‘geçici’ yetmiş beş yıl geçti. İlklerin büyük bir kısmı ise konunun unutulmaması ve hakların ölmemesi için anılarını sonraki nesillere devrettikten sonra öldüler.
7 Ekim’den bu yana Gazze’de devam eden savaş gerçeği karşısında İsrailli yetkililer, Gazze Şeridi’ne komşu bazı bölgeleri ve çatışma kuralları dahilinde karşılıklı ateşlerin açıldığı Lübnan sınırına yakın kuzey bölgelerini her yönden tahliye etmeye başladı. İsraillilerin kendilerinden sorumlu bir hükümeti olması ve İsrailli bireyin ona değer vermesi nedeniyle sorumlu yetkililer, şehirlerini ve köylerini tahliye eden İsrailliler için konut ayarlamaya ve onları güvence altına almaya başladı. Ama bunu nasıl yaptı? Birçoğu, modern yaşamın gerektirdiği her şeyin kendilerine sağlandığı otellere ve misafirhanelere nakledildi. Ancak yerleri boşaltılacak kişilerin sayısının artması ihtimaliyle birlikte, onları barındıracak hazır yer kalamayabilecek. Bu nedenle yerinden edilenlere ‘insana yakışır’ barınma sağlanması konusu, toplumun karşı karşıya kalacağı bir sorun haline gelecek ve çadır, geçici bir çözüm sağlayacaktır. Ancak bu tür bir çözüm ve yaşam İsrailliler için kabul edilebilir değil. Bu konudaki konuşmalar ise bazılarını şok ediyor; Çadırda nasıl yaşayabilirler? Bunların birinci sınıf çadırlar olacağını önceden kaydeden çağımızın çadır sektörü gelişiyor. Bazıları, yüksek kalite ve mükemmel verimliliğe sahip birçok farklı tür sunuyor. Nitekim bu bölgede bile sınıfsal ve insani bir farklılık olacak. Suriye’nin kuzeyinde ve civardaki mülteci bölgelerindeki Suriye kamplarına baktığımızda pek çok ilkel çadır biçimini göreceğiz. Çoğu, yerinden edilmişlerin kendileri tarafından yapıldı. İnsani yardım kuruluşları tarafından dağıtılanlar ise sürdürülebilirlik ve iklim faktörleriyle yüzleşme düzeyinde değil ve sayıları da yetersiz. Çünkü savaş ilerledikçe yerinden edilmişlerin sayıları giderek artıyor.
Bu mahallelerin adı kamplar olarak anılıyor. Dünya, savaşın devam ettiği bir ülkede bu büyük sayıyı merak etmiyor. Tüm bu kamplar neden?
Filistin kampları
Dünya, Gazze’yle ilgili medya haberlerini takip ederken, Filistin’de isimleri tekrarlanan kampları, bunların Gazze Şeridi’nde mi yoksa Batı Şeria’da mı olduğunu merak etmiyor mu? İsrail’in 1948’den 1967 yılına kadar işgal ettiği bölgelerden yerinden edilen Gazze sakinleri bile büyük bir nüfus bloğu oluşturuyor. Yalnızca Şerid’de sekiz kamp bulunuyor: Cibaliye, eş-Şati, en-Nuseyrat, Deyr el-Balah, el-Mağazi, Bureyc, Han Yunus ve Refah. İsimleri ve işgal güçlerinin sürekli yerleşim yerleri inşa ederek talan ettiği Batı Şeria’daki kampların isimleri her gün bültenlerde tekrarlanıyor. Batı Şeria’da yirmi dört kampı var ve İsrail güçleri, Gazze’deki savaşa paralel olarak çok sayıda kampa baskın yapıyor. İsimleri haberlerde tekrarlanıyor ve inşaat malzemelerinden yapılmış evlerden oluşan konut kompleksleri haline geldikleri doğru. Ancak bunlar sefalet mekânlarıdır ve zamandan uzak bir yaşam haline gelmenin eşiğindeler. Ancak İsrail, Filistin kimliğini silmeye yönelik gelecek planını gerçekleştirmek için onların peşinde.
Bu mahallelerin adı kamplar olarak anılıyor. Dünya, savaşın devam ettiği bir ülkede bu büyük sayıyı merak etmiyor. Tüm bu kamplar neden? Adaletsizliğin, baskının, saldırganlığın, işgalin ve yerinden edilmenin tarihini anlatıyorlar. İsrail anlatısı ise insanlığın bilincine nüfuz ederek haklarını ilk savunulan hak haline getiriyor.
Çadır, bu mazlum halkların bilincinde yer almış, acımasız kaderi andıran bir şeye dönüşmüş, kampların geçici olduğu iddiasıyla başlayan bir kader ihtimalinin korkutucu sembolü haline gelmiştir. Bu insanları düzgün bir hayat yaşama, çocuklarının enerjilerine ve gizli yeteneklerine yatırım yapma fırsatlarından mahrum bırakan uzun bir dizi dönüşümle, ‘geçici’de kalıcı bir hayat haline gelmiştir.
Gazzeli yaşlı bir adam, sesi acıdan boğulmuş şekilde, “Bir ev bulana kadar kırk yıl çalıştım. Füzeler evime isabet etti ve onu yerle bir etti. Dünya neden her türlü adaletsizliğe yüz çevirdi?” dedi.
Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir