Şarku’l Avsat Özel: Çözüm yeşil betonda

Lizbon / Nesim Ramazan

Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, çimento endüstrisi küresel karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %8'inden sorumlu (Greenment)
Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, çimento endüstrisi küresel karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %8'inden sorumlu (Greenment)
TT

Şarku’l Avsat Özel: Çözüm yeşil betonda

Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, çimento endüstrisi küresel karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %8'inden sorumlu (Greenment)
Uluslararası Enerji Ajansı'na göre, çimento endüstrisi küresel karbondioksit emisyonlarının yaklaşık %8'inden sorumlu (Greenment)

Gezegenimiz iklim değişikliği ve çevresel bozulmayla ilgili acil zorluklarla karşı karşıya kalırken, geleneksel olarak karbon ayak iziyle bilinen inşaat sektörü, dünyanın çeşitli ülkelerinde gözle görülür bir dönüşüme tanık oluyor.

Kentsel gelişimi yeniden tanımlamak amacıyla yenilikçi, çevre dostu yapı malzemeleri ortaya çıkıyor. Sürdürülebilir yapı malzemelerine yönelik bu paradigma değişimi, sadece şehirlerimizi inşa etme şeklimizde devrim yaratmayı vaat etmekle kalmıyor, aynı zamanda iklim değişikliği ve hava kirliliğine karşı mücadelede de bir umut ışığı oluyor.

Yeşil beton

Greenment, sürdürülebilir yapı malzemeleri alanında öncü yaklaşımıyla çevre dostu bina uygulamaları için yeni standartlar belirlemeye çalışan, gelişmekte olan lider bir şirkettir. Greenment'in kurucu ortağı Omid Asgari, Portekiz'in Lizbon kentinden Şarku’l Avsat'a verdiği özel röportajda, şirketin on yıl önce henüz araştırma ve geliştirme aşamasındayken başlayan yolculuğunu anlatıyor.

xz vc
Greenment, yenilikçi çimentosunu kullanarak bugüne kadar 55 proje geliştirmeyi başardı. (Greenment)

Hava kirliliğiyle mücadele etmeye kararlı olan Asgari, kentsel peyzajların yeşil canlılığını yeniden kazanabileceği bir gelecek hayal etti. Temel fikir, bitkilerin büyüyebileceği, karbon emisyonlarını emebileceği ve kent sakinlerinin refahını artırabileceği yenilikçi çimento kullanmaktı.

Bazı araştırmalara göre yılda 7 milyon insanın hava kirliliği nedeniyle öldüğünü gösteren Dünya Sağlık Örgütü'nün korkunç istatistikleri, Asgari ve ekibine görevlerinin aciliyetini keskin bir şekilde hatırlattı.

Çevre dostu çimento

Greenment, kapsamlı araştırma ve geliştirme çalışmaları sayesinde sıradan çimentoyu bitki yetiştirebilen çevre dostu bir malzemeye dönüştürmek için benzersiz katkı maddeleri ve hazırlama yöntemleri formüle etmiştir.

Asıl zorluk, bazı çevre uzmanlarının azılı bir çevre kirletici olarak nitelendirdiği çimentoyu bitki yaşamına uygun hale getirmekti. Yıllar süren araştırmaların ardından Greenment bu önemli başarıyı elde etti.

Yeşil çimento nasıl çalışır?

Greenment tarafından üretilen çimento, nemi tutan ve hava akışına izin veren küçük delikler içerecek şekilde tasarlanmıştır. Bu da bitkilerin büyümesi için ideal bir ortam yaratır. Sonuç, çevreye duyarlı, doğal ve çevre dostu bir malzemedir. Tıpkı geleneksel toprak gibi düzenli sulama gerektirmesine rağmen, avantajları çok daha fazladır.

sdvegfb
"Greenment" nemi korur ve içine emer, bu da bitkilerin büyümesine yardımcı olur (Greenment)

Greenment'in ana hedeflerinden biri, toprak bazlı tarımın mümkün olmadığı kentsel peyzajlara yeşil alanları yeniden kazandırmaktır. Yüksek binalar, otoyollar, güverteler ve çatı bahçeleri bu yenilikçi çimentodan faydalanabilir. Girişim, bitkilerin beton yapılar üzerinde ve içinde yetişmesine izin vererek, doğanın güzelliğini ve faydalarını şehirlere geri getirmeyi amaçlıyor.

Greenment beton ürünlerinde yetiştirilecek bitkiler için bazı iyi seçenekler arasında sulu meyveler, kaktüsler ve eğrelti otları bulunur.

Çevresel faydalar bitki büyümesinin ötesine geçer

Greenment çözümü sadece bitkilerin büyümesini kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda birçok ek fayda da sunar. Nemi koruyarak su kullanımını yüzde 40'a kadar azaltır. Ayrıca, ısı ve ses yalıtım özelliklerine sahiptir; bu da onu sürdürülebilir inşaat projeleri için çok yönlü bir seçim haline getirir.

Küresel olarak genişleme hedefleri

Greenment'in yolculuğu, bitki dostu çimento geliştirmenin teknik karmaşıklıklarından inşaat sektörünün dinamikleriyle başa çıkmaya kadar zorluklarla dolu olmuştur. Ancak azim ve vizyonlarına sarsılmaz bir bağlılık onları ileriye taşıdı. On yıllık bir araştırma ve geliştirme sürecinin ardından Greenment ticarileşmenin eşiğinde ve devrim niteliğindeki çözümlerini küresel pazara sunmaya hazır.

İnşaatın çevresel etkileri konusunda artan farkındalıkla birlikte, mimarlar ve peyzajcılar da dahil olmak üzere sektör profesyonelleri, ufuktaki ortaklıklar ve işbirlikleriyle erişimini daha da genişletmeye hazırlanan Greenment tarafından sunulan sürdürülebilir çimentoya artan bir ilgi gösteriyor.

Greenment'in vizyoner bir fikirden somut bir gerçekliğe uzanan yolculuğu, küresel zorluklarla yüzleşmede inovasyonun gücünü somutlaştırıyor. Sürdürülebilir çimento çözümüyle şirket, çevreye daha duyarlı bir yapı endüstrisi için bir umut ışığı sunmakta, karbon emisyonlarını azaltmakta ve dünyanın dört bir yanındaki kentsel ortamlar için daha yeşil, daha sağlıklı bir geleceğin habercisi olmaktadır.

Misyonunun etkisi inşaatın ötesine geçerek, sürdürülebilir çözümlere çaresizce ihtiyaç duyan bir gezegene can simidi sağlıyor.



"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
TT

"Neandertaller neden yok oldu" sorusuna yeni yanıt

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)
Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin neden yok olduğu hâlâ bilinmiyor (Reuters)

Bilim insanları Neandertallerin yok olmasında modern insanların kritik bir rol oynamış olabileceğini tespit etti.

Yaklaşık 40 bin yıl önce soyu tükenen Neandertallerin sonunu neyin getirdiği tam olarak bilinmiyor ancak ortaya atılan pek çok teori var. 

Bazıları modern insanlarla (Homo sapiens) Neandertaller arasında bir savaş çıktığını iddia etse de birden fazla genetik veya toplumsal faktörün Neandertalleri dezavantajlı bir konumda bırakarak yavaş yavaş sonlarını getirmiş olması daha muhtemel görünüyor.

Ancak yine de yeni bir araştırmaya göre Homo sapiens, bu en yakın akrabasının çöküşüne katkı sağlamış olabilir.

Genetik çalışmalar iki türün yaklaşık 45 bin ila 50 bin yıl önce sürekli çiftleştiğini gösteriyor. Hatta bugün yaşayan, Afrika kökenli olmayan insanların genomunun yaklaşık yüzde 2'si Neandertallerden geliyor.

Öte yandan modern insanlarda, sadece anneden gelen mitokondriyal DNA'da Neandertallerin izi yok ve bunun nedeni bilinmiyor.

Zürih Üniversitesi'nden Patrick Eppenberger ve ekibine göre bu, Neandertal ve modern insan ebeveynlere sahip kadınların, genetik bir uyumsuzluk nedeniyle başarısız bir gebelik yaşama ihtimalinin daha yüksek olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Henüz hakem değerlendirmesinden geçmeyen çalışmada bilim insanları, kanda oksijen taşınmasında kritik bir gen olan PIEZO1'in iki türdeki varyantlarını inceledi. 

Araştırmacılar, modern insan ve Neandertal DNA'sını analiz ederek iki varyantın nasıl etkileşime girdiğini anlamak için PIEZO1 proteinindeki farklılıkları modelledi. 

Neandertal varyantı V1'in, modern insandaki V2'ye kıyasla oksijeni daha güçlü bağlayan kırmızı kan hücreleri ortaya çıkardığı saptandı. 

Bilim insanları iki tür çiftleştiğinde V1'in baskın geleceğini ve bebekte bir sorun olmayacağını söylüyor.

Ancak V1 ve V2'ye sahip melez bir anne, V2'ye sahip bir fetüs taşıdığında sorun çıkacağını belirtiyorlar. Çalışmaya göre anneyle bebeğin oksijeni bağlamasındaki farklılık, plasenta yoluyla daha az oksijen taşınmasına yol açmış olabilir.

Fetüsün anneden yeterli oksijen alabilmesi için hemoglobinin oksijene bağlanma kapasitesinin uyumlu olması gerekiyor. Annenin kanı oksijeni çok güçlü tutarsa fetüste oksijen seviyeleri düşerek yavaş büyümeye ve hatta düşüğe neden olabilir.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Binlerce yıl boyunca bir arada yaşama sonucu modern insanlardan Neandertal popülasyonlarına düşük seviyelerdeki gen akışı bile, nesiller boyunca birleşerek kademeli bir üreme dezavantajına yol açmış olabilir.

Bilim insanları Homo sapiens popülasyonları daha büyük olduğu için bu durumdan aynı şekilde etkilenmeyeceğini öne sürüyor. 

Ayrıca yeni çalışma, neden Neandertallerin mitokondriyal DNA'sının varlığını sürdürmediğini de açıklayabilir. 

Queensland Teknoloji Üniversitesi'nden Sally Wasef, bir sonraki nesilde uyumsuzluk görülmesinin iyi bir bakış açısı olduğunu ifade ediyor. Çalışmada yer almayan Wasef "Bununla birlikte, bu bulgunun tüm hikayeyi açıkladığını sanmıyorum" diyerek ekliyor: 

Sınırlı bir etki yaratmış ve diğer ekolojik ve sosyal baskılara katkıda bulunmuş olması muhtemel.

Independent Türkçe, New Scientist, IFLScience, bioRxiv


Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
TT

Yaşlandıkça zaman neden daha hızlı geçiyormuş gibi geliyor?

Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)
Uzmanlar yaşlıları "zamanın akıp gittiği" hissinden kurtarabilecek önerilerini paylaştı (Unsplash)

Bilim insanları yaşlandıkça zamanın neden daha hızlı geçiyormuş gibi geldiğine dair yeni bir açıklama sundu

İnsanların ilerleyen yaşlarda zamanın eskiye göre daha hızlı aktığını hissetmesiyle ilgili farklı açıklamalar var.

Örneğin çocukluk döneminde beyin daha fazla yeni bilgi işlediği için zaman daha yavaş akıyormuş gibi geliyor. Yaşlandıkça yeni deneyimlerin azalması ve algının canlılığını yitirmesi de bu hissin bir diğer nedeni.

Uluslararası bir araştırma ekibi, bulguları hakemli dergi Communications Biology'de yayımlanan yeni çalışmalarında beyin taramalarını inceleyerek bu soruya cevap aradı.

Bilim insanları Cambridge Yaşlanma ve Sinirbilim Merkezi'nin uzun zamana yayılan bir çalışmasının verilerini kullandı. 

Bu çalışma kapsamında yaşları 18'le 88 arasında değişen 577 katılımcı, Alfred Hitchcock Presents dizisinin "Bang! You're Dead" adlı bölümünün 8 dakikasını izledi. Bu sırada beyin aktiviteleri fonksiyonel MR yöntemiyle takip edildi.

Daha önceki çalışmalarda, beynin peş peşe yaşanan olayları nasıl izlediğini görmede ideal bir araç olduğu anlaşıldığı için bu video seçildi.

Araştırmacılar, beyindeki sabit örüntülerdeki geçişi anbean takip eden bir algoritma kullanarak fMR kayıtlarını analiz etti.

8 dakikalık video boyunca yaşlı katılımcıların beyni yeni aktivite durumlarına daha seyrek geçiş yaptı ve bu durumlar, genç katılımcılara kıyasla daha uzun sürdü.

Araştırmacılar makalede şöyle yazıyor:

Bu, aynı zaman aralığında daha uzun (ve dolayısıyla daha az) sinirsel durum yaşanmasının, daha yaşlı kişilerdeki 'zaman daha hızlı akıp geçiyor' hissine katkıda bulunabileceğini gösteriyor.

Bulgular, Aristoteles'e kadar dayanan bir zaman anlayışıyla da örtüşüyor: Belirli bir zaman diliminde ne kadar çok önemli olay meydana gelirse, o süre o kadar uzun hissedilir.

Çalışmada yer almayan dilbilimci Joanna Szadura da çalışmadaki hipotezin sağlam temellere dayandığını ancak herkesin iki zaman ölçeğine sahip olduğunu da hesaba katmak gerektiğini söylüyor.

Toplum, zamanı doğrusal bir şekilde saatlere, günlere ve yıllara ayırıp ölçüyor. Ancak Szadura herkesin bir de içsel "saati" olduğunu vurguluyor. Örneğin bir yıl, 5 yaşındaki bir çocuğun hayatının yüzde 20'sine, 50 yaşındaki birininse sadece yüzde 2'sine denk geliyor. 

Bu nedenle zaman algısı yalnızca beyindeki sinirsel olayların sayısına değil, aynı zamanda zamanı ölçme şeklimizin doğrusal olmayan doğasına da bağlı.

Araştırmacılar yaşlı kişilerin zamanını daha dolu geçirdiğini hissetmesini sağlayacak yöntemler olduğunu da belirtiyor.

Çalışmanın yazarlarından Linda Geerligs "Yeni şeyler öğrenmek, seyahat etmek ve yeni aktivitelere katılmak, geriye dönüp bakınca zamanın daha yavaş geçtiği hissine katkı sunabilir" diyerek ekliyor: 

Ancak belki daha da önemlisi, neşeli hissettiren anlamlı sosyal etkileşimler ve aktiviteler zamanın daha dolu geçtiği duygusuna katkıda bulunabilir.

Independent Türkçe, Live Science, Psychology Today, Communications Biology


Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
TT

Kovid-19 mRNA aşıları, kanser hastalarının ömrünü uzattı

mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)
mRNA aşıları bağışıklık tepkisini harekete geçirerek kansere umut oldu (Reuters)

Kovid-19'a karşı geliştirilen mRNA aşılarının, ileri evre kanser hastalarının ömrünü kayda değer derecede uzattığı bulundu. 

Tek zincirli bir molekül olan mesajcı RNA veya mRNA aşıları, bağışıklık sistemine talimat verip hücrelerin zararsız bir virüs proteini üretmesini sağlıyor.

Bu, enfeksiyona neden olmak yerine bağışıklık sistemini, virüsü hızla tanıyan ve harekete geçen koruyucu antikorlar üretmeye teşvik ediyor.

Bilim insanları bu yöntem sayesinde, normalde 10–15 yıl sürebilecek bir süreci, koronavirüsün tespitinden bir yıl bile geçmeden tamamlamıştı.

Bulguları hakemli dergi Nature'da dün (22 Ekim) yayımlanan çalışmada ABD'deki Teksas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi'nde immünoterapi gören ve Kovid-19 mRNA aşısı yaptıran kanser hastalarının verileri analiz edildi.

İmmünoterapi, hastanın bağışıklık sistemine kanser hücrelerini nasıl tanıyıp saldıracağını öğreterek çalışıyor.

Araştırma kapsamında üç veya 4. evre akciğer veya cilt kanseri olan binden fazla hasta incelendi.

Bilim insanları tedavinin ilk 100 gününde Moderna veya Pfizer/BioNTech'in mRNA aşısını olan 180 akciğer kanseri hastasının, ortalama hayatta kalma süresinin 37,3 ay olduğunu saptadı. 

Aynı durumda olan ama aşı yaptırmayan 704 hastanın ortalama hayatta kalma süresiyse 20,6 aydı. 

En ölümcül cilt kanseri türü olan ileri evre melanom hastalarından 43'ü immünoterapiye başladıktan sonraki 100 gün içinde Kovid-19 aşısı olurken, 167 hasta olmadı. Araştırmacılar, aşı yaptıranların hayatta kalma süresinin 26,7'den 40 aya kadar çıktığını tespit etti. Öte yandan çalışma bittiği sırada hastaların yaklaşık yarısı hâlâ yaşadığı için ortalama net bir şekilde hesaplanamadı.

Makalenin başyazarı Dr. Adam Grippin çalışmayı şöyle değerlendiriyor:

Bu bulgular önemli çünkü Kovid-19'u hedef alan ve geniş çapta bulunan mRNA aşılarının, bağışıklık sisteminin kanseri öldürmesine yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Bilim insanları mRNA aşısının tam olarak neden böyle bir etki yarattığını henüz bilmese de bazı tahminleri var. 

Dr. Grippin bu aşıları bağışıklık sistemini harekete geçiren "sirenler" diye tanımlıyor. Bilim insanı "Tümör hücreleri, bağışıklık sistemini kapatan proteinler olan 'bağışıklık kontrol noktaları' oluşturarak bu bağışıklık saldırısına karşı koyuyor" diyerek ekliyor: 

mRNA aşılarını bağışıklık kontrol noktası inhibitörleriyle birleştirdiğimizde, sözkonusu proteinleri bloke ediyor ve bağışıklık sisteminin kanseri öldürme gücünü açığa çıkarıyor.

Yeni çalışmanın bulguları umut verici olsa da sadece gözleme dayanıyor. Araştırmacılar, sonuçları doğrulamak için randomize ve kontrollü 3. faz klinik deneye yıl bitmeden başlamayı planlıyor.

Bu sayede akciğer ve cildin yanı sıra diğer kanser hastalarına da etkili bir tedavi geliştirmeyi umuyorlar. 

Independent Türkçe, Everyday Health, Reuters, Washington Post, Nature