ırkçılığın yaygın olduğu dönemde Oscar kazanan ilk siyahi: Hattie McDaniel

ABD'li film yapımcısı, aktör ve Hattie McDaniel'in yeğeni Kevin John Goff: O dönem beyazlar, siyahileri Jim Crow (kıt akıllı, ilkel bir siyahi tiplemesi) olarak adlandırıyordu.

ırkçılığın yaygın olduğu dönemde Oscar kazanan ilk siyahi: Hattie McDaniel
TT

ırkçılığın yaygın olduğu dönemde Oscar kazanan ilk siyahi: Hattie McDaniel

ırkçılığın yaygın olduğu dönemde Oscar kazanan ilk siyahi: Hattie McDaniel

Oscar ödüllü ilk Afrikalı-Amerikalı oyuncu Hattie McDaniel'in yeğeni Kevin John Goff, büyük teyzesinin kariyeri boyunca ırkçılıkla mücadele ettiğini belirterek, "İlk olmak zordur, tıpkı daha önce hiç gidilmemiş bir dağda patika açmak gibi. Hattie için hiç patikası olmayan yoldan gitmek zorlu bir yolculuk olacaktı, bunu biliyordu ve hazırlıklıydı." dedi.

AA'nın Hollywood sinemasında oyunculara yönelik ırk ayrımcılığını konu aldığı 2 haberden oluşan "Hollywood'un ötekileri" başlıklı dosyasının ikinci haberinde, anne ve babası köle olarak doğan aktris, şarkıcı ve radyo sanatçısı Hattie McDaniel'in siyahi bir kadın olarak Hollywood'a uzanan kariyeri ve bu yolda ırkçılığa karşı verdiği mücadele ele alındı.

Hattie McDaniel'in kız kardeşi Etta McDaniel'in torunu olan ABD'li film yapımcısı ve aktör Kevin John Goff, AA muhabirine yaptığı açıklamada, büyük teyzesi Hattie McDaniel'in Gone with the Wind (Rüzgar Gibi Geçti) filmindeki performansıyla Akademi Ödülü'ne (Oscar) aday gösterilen ve kazanan ilk siyahi kadın olduğunu vurgulayarak, bunun Amerikan sinema tarihinde dönüm noktası olduğunu söyledi.

Goff, Hattie McDaniel'in ABD'nin Wichita kentinde 13 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 10 Haziran 1893'te dünyaya geldiğini dile getirerek, "Hattie'nin serüveni muhtemelen doğduğu andan itibaren başladı. Hep eğlendirmek isterdi. Daha küçük bir kızken bile ailesini ve arkadaşlarını eğlendirirdi. Hayatının en başından itibaren ne olmak istediğini biliyordu." diye konuştu.

Ünlü oyuncunun siyahi karşıtı ırkçılığın yaygın olduğu bir dönemde yetiştiğine dikkati çeken Goff, "O dönem beyazlar, siyahileri Jim Crow (kıt akıllı, ilkel bir siyahi tiplemesi) olarak adlandırıyordu. Jim Crow, bir tür ırkçılık biçimiydi. Hatta Jim Crow yasaları vardı. Örneğin, beyazlarla ayrı çeşmelerden su içmeniz gerekiyordu. Beyaz meslektaşlarına sunulan ama siyahilere sunulmayan fırsatlar vardı. O, en başından 1952'de ölünceye kadar bu dünyada büyüdü." ifadesini kullandı.

- "Eğer siyahi bir oyuncuysanız, alabileceğiniz belirli türde roller vardı"

Goff, Hattie McDaniel'in kariyerine şarkıcı ve söz yazarı olarak başladığını aktararak, Hattie'nin 1910'lu yıllardan itibaren oyuncu olarak film sektörüne girmek istediğini ancak aldığı küçük rollerden kazandığı para kendisine yetmediği için ev işlerine gittiğini kaydetti.

McDaniel'in filmlerde genellikle hizmetçi rolünde olduğuna işaret eden Goff, şunları aktardı:

"Hattie gerçek hayatta da hizmetçilik yaptı. Evleri temizledi, beyaz aileler için yemek pişirdi. Hayatta kalmak için her türlü işi yapıyordu. Bu onun için kesinlikle hayatta kalma mücadelesiydi. İlk olmak zordur, tıpkı daha önce hiç gidilmemiş bir dağda patika açmak gibi. Hattie için hiç patikası olmayan yoldan gitmek zorlu bir yolculuk olacaktı, bunu biliyordu ve hazırlıklıydı. Bir bakıma, bu tür şeylerin onu rahatsız etmesine izin vermedi."

Goff, McDaniel'in çok çalışarak, ilk kez 1932'de bir hizmetçiyi canlandırdığı The Golden West'te (Altın Batı) çıkış yaptığını dile getirerek, "İç savaşta yaralanan ve hayatının geri kalanında bu yarayı taşıyan babasının izinden gittiğini düşünüyorum. Babasının acı çekmesine ve ağır yaralı olmasına rağmen yine de dışarı çıkıp ağır işlerde çalışmasına şahit olmuştu. Sanırım Hattie asla vazgeçmemek için bu dürtü ve tutkuyu aldı. Hollywood'la ilgilenmeye başladığında pes etmek nedir bilmiyordu." ifadesini kullandı.

Şöhreti arttıkça McDaniel'in hizmetçi rollerinde yer almasının, siyahi hareketin tepkisini çektiğine değinen Goff, "Bu onun suçu değildi. Eğer siyahi bir oyuncuysanız, alabileceğiniz sadece belirli türde roller vardı. Bir uşak veya hizmetçi olurdunuz. Birinin evini temizlerdiniz. Belki pamuk tarlasında çalışırdınız ve pek de zeki olmayan biri gibi muamele görürdünüz. Bu, beyaz toplumun ve beyaz Hollywood'un siyahi oyuncu ve siyahi insanlara muamele etme şekliydi." diye konuştu.

- "Filmin Atlanta'daki galasına davet edilmemesi eminim ki onu incitmiştir"

Goff, Hattie McDaniel'in kariyerinde 1939 yapımı Rüzgar Gibi Geçti filminin kritik öneme sahip olduğunu vurgulayarak, "Rüzgar Gibi Geçti 1939'da gösterime girdiğinde gelmiş geçmiş en büyük filmdi. Herkes film hakkında konuşuyor, herkes izlemek istiyor, her oyuncu işin içinde olmayı diliyordu. Hattie, halihazırda birkaç filmde rol almıştı ama bu onun en büyük fırsatı olacaktı." dedi.

McDaniel'in filmde Mammy adında bir dadıyı canlandırdığını ifade eden Goff, şöyle devam etti:

"Hattie böyle bir filmde yer almanın, diğer siyahi sanatçıların da daha fazla imkana sahip olması adına muhteşem bir fırsat olacağını biliyordu. Çünkü o zamana kadar siyahi aktörler yalnızca belirli rol ve filmlerde yer alabiliyordu. Siyahi biri hiçbir zaman başrol alamazdı, başrolü oynayabileceği düşünülmezdi. Bu yüzden gerçekten harika bir performans sergilemesi gerektiğini biliyordu ki böylece dünyanın gözlerini açabilsin ve insanlar 'Ben siyahiyim ve bu büyüklükte bir filmin üstesinden gelebilirim' mesajını alsın. O bunu yaptı."

McDaniel'in, filmin Atlanta'daki galasına kentteki ayrımcı Jim Crow yasaları nedeniyle katılmadığının altını çizen Goff, şunları söyledi:

"Eminim incinmiş ve davet edilmemek ona iyi hissettirmemiştir. Filmdeki rol arkadaşı Clark Gable, Hattie ile birlikte filmdeki diğer siyahi oyuncuların davet edilmediğini öğrendiğinde, 'Pekala ben de gitmiyorum' dedi. Hattie adil olmayan şekilde muamele görüyordu ama yine de rol arkadaşına ve başrol oyuncusuna 'Hayır, gitmen ve filmi temsil etmen gerekiyor, sen filmin büyük bir parçasısın' dedi. Bu durum, kendisi için hoş olmayan durumlarda bile cesaretli olduğunu ve bunun başkalarına da yansımasını istemediğini gösteriyor."

- "Siyahi olduğu için Hollywood mezarlığına defnedilemedi"

Rüzgar Gibi Geçti filmindeki Mammy karakterinin büyük teyzesine "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında Akademi Ödülü kazandırdığını dile getiren Goff, "Bunun büyük bir an olduğunu ve tarih yazdığını biliyordu. Ödülü almak için çıktığında gözyaşları içindeydi ve konuşmasını zar zor bitirebildi. Sesinden ne kadar duygusal olduğunu anlayabiliyordunuz." diye konuştu.

Goff, Hattie McDaniel'in Oscar ödülünün 1970'lerin başında kaybolduğu bilgisini vererek, "Babamın görmek istediği şeylerden biri buydu, yıllar önce vefat etti ama Akademi'nin bu ödülü yenisiyle değiştirdiğini görmek istiyordu ve bu gerçekleşti. Oscar’ı 1 Ekim'de Washington DC'deki Howard Üniversitesi'nde değiştirdiler. Ben de o törende yer almak için oradaydım. Hattie'nin Oscar'ı geri geldi." şeklinde konuştu.

Meme kanseri nedeniyle 26 Ekim 1952'de hayatını kaybeden Hattie McDaniel'in, Oscar ödüllü bir sanatçı olmasına rağmen son isteğinin ırkçı nedenlerle reddedildiğinin altını çizen Goff, sözlerini "Hattie, Hollywood mezarlığına gömülmek istemişti ama 'Hayır, buraya defnedilmene izin vermeyeceğiz. Siyahileri kabul etmiyoruz.' demişler. Yani hayatı boyunca bu tür şeylerle karşılaştı. Buna alışkın olduğunu söylemek istemiyorum ama bu tür şeylere hazırlıklı olduğunu ve üstesinden gelebildiğini düşünüyorum." şeklinde tamamladı.



Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?

Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?
Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?
TT

Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?

Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?
Bilim dünyasını karıştıracak araştırma: Lucy, homininlerin atası değil mi?

Araştırmacılar ünlü Lucy'nin, sanıldığı gibi bütün insan türlerinin atası olmayabileceğine dair kanıtlar buldu.

1974'te Etiyopya'da keşfedilen ve daha sonra Lucy adını alan fosiller, insan evriminde önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor. 

Yaklaşık 3,2 milyon yıllık iskeleti, keşfedildiği dönemde bilinen en eksiksiz erken hominin isketletlerinden biriydi. 

Australopithecus afarensis adını alan tür 50 yıldır Homo sapiens (modern insan) de dahil tüm insan türlerinin atası kabul ediliyordu. 

Ancak Arizona Eyalet Üniversitesi'nden Yohannes Haile-Selassie ve ekibinin yeni araştırması, insanların A. afarensis'in değil başka bir türün soyundan gelmiş olabileceğini öne sürüyor.

Bilim insanları Etiyopya'nın Afar bölgesinde 2009'da bazı ayak kemikleri bulmuş ve bunların A. afarensis'ten farklı bir türe ait olduğunu belirlemişti.

Haile-Selassie ve ekibi daha sonra bölgede diş fosilleri keşfederek bunların ve ayak kemiklerinin, Australopithecus deyiremeda adlı yeni bir türe ait olduğunu 2015'te duyurmuştu. 

Ancak yine de ellerinde yeterli sayıda örnek olmadığı için kemikleri ayrı bir tür altında sınıflandırma konusunda kararsızlardı. 

dfrgt
Australopithecus deyiremeda'nın ayak kemikleri, ağaçlara tırmanmada Lucy'den daha becerlikli olduğunu gösteriyor (Yohannes Haile-Selassie)

Aynı bölgede ortaya çıkarılan çene ve diş kemikleri, artık A. deyiremeda'nın bir tür olarak yerini sağlamlaştırdı. Araştırmacılar henüz kesinliği kanıtlanmasa da daha önceki ayak fosillerinin de bu türden geldiğini düşünüyor.

Bulguları önde gelen hakemli dergi Nature'da dün (26 Kasım) yayımlanan çalışmaya göre A. afarensis ve A. deyiremeda, yaklaşık 3,3 ila 3,5 milyon yıl önce Afrika'nın doğusunda birlikte yaşamış.

Dahası, A. deyiremeda'nın kemikleri üzerinde yapılan analizler, A. afarensis'ten ziyade onun atası olan Australopithecus anamensis'le daha yakın akraba olduğuna işaret ediyor. 

Yani A. anamensis, hem Lucy'nin türünün hem de A. deyiremeda'nın atası gibi görünüyor. Bilim insanları bu nedenle Lucy'nin, daha sonraki Australopithecus türlerinin ve Homo cinsinin atası olmayabileceğini düşünüyor.

Çalışmada yer almayan ancak makaleyle birlikte yayımlanan bir yazı kaleme alan insan evrimi uzmanı Dr. Fred Spoor, bulguların bilim dünyasını "karıştıracağını" söylüyor. 

"Onlarca yıldır Lucy ve akrabalarının atalarımız olduğunu söyleyen ders kitapları ve belgeseller hazırlandı" diyen Spoor ekliyor: 

A. anamensis tanımlandığında bile, A. afarensis'in atası olarak görüldü ve bu nedenle evrim ağacında onun arkasına yerleştirildi. Yeni araştırma, A. anamensis'in yalnızca Lucy'nin atası olmadığını, aynı zamanda bizimki de dahil birçok başka insan türünün de ondan türemiş olabileceğini öne sürüyor.

Çalışmada ayrıca A. afarensis ve A. deyiremeda birbirlerine çok yakın yaşasa da doğrudan rekabete girmedikleri öne sürülüyor.

Dişlerin kimyasal analizi, A. deyiremeda'nın yaprak, meyve ve kabuklu yemişlerle beslenirken, A. afarensis'in tahıl ve otlarla hayatını sürdürdüğünü gösteriyor. Bilim insanları farklı kaynaklara ihtiyaç duymalarının rekabetin önüne geçtiğini düşünüyor.

Ayak yapıları da farklı yaşam tarzlarına işaret ediyor. A. afarensis çoğunlukla iki ayak üzerinde yürürken, A. deyiremeda vaktini ağaçlara tırmanarak geçirmiş gibi duruyor. 

Spoor "Bu türlerin beslenme şekilleri ve davranışları farklı olsa da yollarının kesişmiş olması muhtemel" diyerek ekliyor: 

Ancak ne ölçüde kesiştiğini bilmiyoruz.

Bilim insanları hem iki türün ilişkisine hem de insanların evrimine daha fazla ışık tutmak için çalışmalara devam etmeyi planlıyor.

Yeni fosiller bulmak için Etiyopya'ya tekrar gitmeyi planlayan Haile-Selassie "Örneğin A. anamensis'in ayağının nasıl göründüğünü hâlâ bilmiyoruz. Bu bize A. deyiremeda gibi bir başparmağı olup olmadığını ve ne kadar akraba olduklarını gösterebilir" ifadelerini kullanıyor:

Bunu öğrenmek, bu türler ve birbirleriyle nasıl ilişkili oldukları hakkında bildiklerimizi geliştirmek açısından çok önemli.

Independent Türkçe, Londra Doğa Tarihi Müzesi, Science Alert, IFLScience, Nature


Teslimat drone'u internet kablosunu kesen Amazon'a federal soruşturma

Amazon Prime Air teslimat drone'u, 2019 Mart'ta uçuş denemesinde (Amazon)
Amazon Prime Air teslimat drone'u, 2019 Mart'ta uçuş denemesinde (Amazon)
TT

Teslimat drone'u internet kablosunu kesen Amazon'a federal soruşturma

Amazon Prime Air teslimat drone'u, 2019 Mart'ta uçuş denemesinde (Amazon)
Amazon Prime Air teslimat drone'u, 2019 Mart'ta uçuş denemesinde (Amazon)

Amazon Prime Air teslimat drone'u, 2019 Mart'ta uçuş denemesinde (Amazon)

ABD Federal Havacılık İdaresi (FAA), geçen hafta Waco'da meydana gelen olayın ardından perakende devinin Prime Air teslimat hizmetini soruşturduğunu açıkladı.

Düzenleyici kurum yaptığı açıklamada, "18 Kasım Salı günü yerel saatle 12.45 civarında bir MK30 drone'u, Teksas'ın Waco kentindeki bir kabloya çarptı" dedi ve bu olayı "araştırdıklarını" ekledi.

ABD Ulusal Ulaşım Güvenliği Kurulu (NTSB), kurumun olayı soruşturmadığını açıkladı.

Bir Amazon sözcüsü, "Bu bir kaza değildi" dedi.

18 Kasım'da bir teslimatı tamamladıktan sonra bir drone, yüksekteki ince bir internet kablosunu kesti ve ardından tasarlandığı gibi "Güvenli Acil Durum İnişi" gerçekleştirdi. Sözcü, "yaralanma veya yaygın internet kesintisi yaşanmadığını" da sözlerine ekledi.

Olayı ilk kez duyuran CNBC tarafından incelenen video görüntüleri, Amazon'un MK30 drone'larından birinin bir müşterisinin bahçesinden yükselirken, 6 pervanesinden birinin internet kablosuna dolandığını gösteriyordu. Daha sonra motorlarını kapatan drone, kontrollü bir iniş gerçekleşti.

Bu durum, NTSB ve FAA'nın, ekimde Arizona'da iki Amazon Prime Air drone'unun bir vinç koluna çarptığı ayrı bir olayı araştıracaklarını açıklamasının ardından yaşandı.

Amazon, 2023'te Teksas'ın College Station kentindeki müşterilerine Amazon Eczanesi'yle ortaklaşa drone'larla reçeteli ilaç teslimatına başlamıştı.

E-ticaret şirketi, 2030 sonuna kadar yılda 500 milyon paketi drone'larla teslim etmeyi hedefliyor.

Amazon, bu yıl Durham'a bağlı Darlington'daki lojistik merkezinden ilk Birleşik Krallık (BK) drone teslimat hizmetini başlatma planlarını duyurmuştu..

Başarılı olması durumunda Amazon, BK Sivil Havacılık Otoritesi'nden planlama izni ve yetki alınması koşuluyla ülke genelinde daha geniş bir uygulama başlatacağını belirtmişti.

O dönemde bir sözcü, "BK'deki müşterilerimiz için drone teslimatını gerçeğe dönüştürmeye hazır ve heyecanlıyız" demişti.

Dünyanın başka yerlerinde düzenleyici kurumlar ve hizmet verdiğimiz topluluklarla yakın işbirliği içinde güvenli ve güvenilir drone teslimat hizmetleri oluşturduk ve BK'de de aynısını yapmak üzere çalışıyoruz.

Independent Türkçe için çeviren: Çağatay Koparal


Sosyobiyolojik paradoks: İnsanın evrimi, yarattığı dünyaya yetişemiyor

Kent ortamı vahşi doğadan daha güvenli olsa da kendine has bazı zorlukları da var (Unsplash)
Kent ortamı vahşi doğadan daha güvenli olsa da kendine has bazı zorlukları da var (Unsplash)
TT

Sosyobiyolojik paradoks: İnsanın evrimi, yarattığı dünyaya yetişemiyor

Kent ortamı vahşi doğadan daha güvenli olsa da kendine has bazı zorlukları da var (Unsplash)
Kent ortamı vahşi doğadan daha güvenli olsa da kendine has bazı zorlukları da var (Unsplash)

Yeni bir araştırmaya göre insanlar modern dünyaya ayak uyduracak düzeyde evrimleşmedi. Araştırmacılar bu çarpıklığı, çeşitli sağlık sorunlarıyla ilişkilendiriyor.

İnsanlığın asıl sorunu şu: Taş devri duygularımız, Ortaçağ kurumlarımız ve tanrısal bir teknolojimiz var.

Sosyobiyolojinin öncü ismi Edward O. Wilson'ın bu sözleri sarf etmesinin ardından geçen yıllarda teknoloji çok daha gelişti. 

İnsan biyolojisinin bu ortama ayak uydurmakta zorlandığını öne süren araştırma sayısı artıyor.

Loughborough Üniversitesi'nden Daniel Longman ve Zürih Üniversitesi'nden Colin Shaw, hakemli dergi Biological Reviews'te yayımlanan makalede benzer bir sorunun yanıtını aradı: Modern dünyadaki hızlı ve kapsamlı çevresel değişiklikler, Homo sapiens'in bu ortama fiziksel uygunluğunu tehlikeye atıyor olabilir mi?

Araştırmacılar Homo sapiens'in (modern insan), tarihinin çok büyük bir kısmını doğal ortamlarda geçirdiğini ve Sanayi Devrimi'yle birlikte bunun hızla değişmeye başladığını belirtiyor.

Sanayileşme, kentleşme ve sağlıkla ilgili verileri sentezleyen araştırmacılar, insanların son yüzyılda dünyadaki hızlı değişimlere uyum sağlamak için yeterli zamanı olmadığına dair birçok işaret olduğunu savunuyor.

Örneğin doğurganlık oranlarının düşmesi, bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla alerji ve otoimmün hastalıklara daha savunmasız hale gelinmesi, bilişsel işlevlerin daha yavaş gelişmesi ve fiziksel dayanıklılığın azalması gibi durumlara dikkat çekiyorlar.

Shaw, "Ortada bir paradoks var: Bir yandan son 300 yılda gezegendeki birçok insan için muazzam bir refah, konfor ve sağlık hizmeti yaratılırken, diğer yandan bu endüstriyel başarıların bazıları bağışıklık, bilişsel, fiziksel ve üreme işlevlerimiz üzerinde epey zararlı etkilere yol açtı" ifadelerini kullanıyor.

Bilim insanları Homo sapiens'in eskiden vahşi doğada karşılaştığı stres faktörleriyle, bugünküler arasında bir fark olduğunu belirtiyor.

Örneğin eskiden bir aslanla karşı karşıya gelen insanların, hayvanla savaşmak veya kaçmak gibi iki seçeneği vardı. Shaw, "Buradaki kilit nokta, aslanın tekrar uzaklaşması" diyor.

Modern dünya da aslında bunun gibi pek çok stres faktörüyle dolu: şehir gürültüsü, hava ve ışık kirliliği, mikroplastikler, böcek ilaçları, yapay ışıklar, sürekli gelen bildirimler…

Araştırmacılar kent yaşamının günlük zorluklarının insanları sürekli tetikte tuttuğunu ifade ediyor. Ancak avcı-toplayıcı atalarımızın aksine, bunlara tepki göstermek ortadan kaybolmalarını sağlamıyor.

Shaw "Vücudumuz tüm bu stres faktörlerine sanki vahşi dünyada aslanla karşılaşmış gibi tepki veriyor" diyerek ekliyor: 

İster patronunuzla zorlu bir tartışma olsun, ister trafik gürültüsü, stres tepki sisteminiz sanki aslanlarla karşılaşıyormuşsunuz gibi davranıyor. Sonuç olarak sinir sistemi çok güçlü bir tepki gönderiyor ama toparlanmayı sağlamıyor.

Bilim insanları gittikçe daha fazla kişinin kentlerde yaşamasıyla bu sorunun daha da artmasını bekliyor.

Ekip bu tehlikeleri daha iyi anlayıp doğa ve kentle kurulan ilişkiyi yeniden değerlendirmenin bir çıkış yolu gösterebileceğini söylüyor.

Shaw "Yaklaşımlardan biri, doğayla ilişkimizi temelden yeniden düşünmek olabilir; onu önemli bir sağlık faktörü olarak ele alabilir ve avcı-toplayıcı geçmişimizden kalma alanları koruyup yenileyebiliriz" diyor:

Araştırmamız, örneğin tansiyonu, kalp atış hızını veya bağışıklık fonksiyonunu en çok hangi uyaranların etkilediğini belirleyebilir ve bu bilgiyi karar vericilere aktarabilir. Şehirlerimizi doğru şekilde tasarlamalı, doğal alanları yenilemeli, onlara değer vermeli ve buralarda daha fazla vakit geçirmeliyiz.

Independent Türkçe, IFLScience, New Atlas, Biological Reviews