5 bin yıllık mahzen, Taş Devri'ndeki "gelişmiş" inşaat teknolojisine işaret ediyor

Danimarka'daki bir arkeolojik kazı alanında ortaya çıkarılan mahzenin bir sanatçı tarafından tasviri (Lolland-Falster Müzesi / Radiocarbon)
Danimarka'daki bir arkeolojik kazı alanında ortaya çıkarılan mahzenin bir sanatçı tarafından tasviri (Lolland-Falster Müzesi / Radiocarbon)
TT

5 bin yıllık mahzen, Taş Devri'ndeki "gelişmiş" inşaat teknolojisine işaret ediyor

Danimarka'daki bir arkeolojik kazı alanında ortaya çıkarılan mahzenin bir sanatçı tarafından tasviri (Lolland-Falster Müzesi / Radiocarbon)
Danimarka'daki bir arkeolojik kazı alanında ortaya çıkarılan mahzenin bir sanatçı tarafından tasviri (Lolland-Falster Müzesi / Radiocarbon)

Danimarka'da Taş Devri'nden kalma 5 bin yıllık bir kazı alanında taş döşemeli bir mahzen bulan arkeologların keşfi, antik İskandinavya'daki inşaat teknolojisinde belirgin bir sıçramaya işaret ediyor.

Yaklaşık 6 bin yıl önce başlayan Huni Ağızlı Çanak Çömlek Kültürü, İskandinavya'da avcı-toplayıcı yaşam tarzından uzaklaşılarak tarıma ve hayvanların evcilleştirilmesine geçişin önünü açtı.

Bu da daha yerleşik bir yaşam tarzı, bölgedeki ilk evlerin inşa edilmesi, megalitik mezarlar ve benzeri devasa yapılar anlamına geliyordu.

Danimarka'daki Nygårdsvej 3 adlı kazı alanında yapılan arkeolojik kazılarda, içerideki direklerle desteklenen büyük bir çatı gibi Huni Ağızlı Çanak Çömlek Kültürü tasarımının özelliklerini taşıyan bu eski evlerden birkaçının kalıntıları bulundu. Zeminler, bugün hâlâ yaklaşık 1 milyar evde kullanılan döşeme malzemesi olan balçık adlı sıkıştırılmış kum ve kil karışımından yapılmış görünüyor.

Hakemli dergi Radiocarbon'da yayımlanan araştırmaya göre, dünyanın bazı bölgelerinde bu zeminlerin modası geçse de Taş Devri Avrupası'nda son teknoloji ürünüydü.

Bu yapıların inşa edildiği yer, hafif bir yükseltiye sahip konumuyla etrafının manzarasını sunması ve alanı, yakındaki turbalık ve derelerin taşkın bölgesinin üzerinde tutması nedeniyle stratejik olarak seçilmiş gibi görünüyor.

Arkeologlar bölgede ayrıca çakmaktaşı aletler, çanak çömlek parçaları ve fosilleşmiş deniz kestaneleri de dahil yaklaşık bin eser bulurken, bunların neredeyse tamamı taş döşemeli batık bir yapının etrafına toplanmıştı.

Yeraltındaki bu yapı, mevsimsel iklim değişimlerine karşı yalıtıldığı için daha istikrarlı bir sıcaklığa sahip olmuş ve yiyecek deposu görevi görmüş olabilir. Bilim insanları buranın yiyecekleri yazın serin tutmak ve kışın da donmalarını önlemek için kullanılmış olabileceğini söylüyor.

Bu, daha sonraki çalışmalarla kanıtlanırsa, yapı Avrupa'da inşa edilen en eski mahzenlerden biri sayılabilir ve kaynakların korunmasında dev bir teknolojik sıçramaya işaret edebilir.

Mahzen inşa etmeyi bilmek, erken dönem toplumlarına hasatlar arasında ve sert kışlar boyunca daha iyi hayatta kalmalarını sağlayacak bir destek sunmuş olmalı.

Son çalışma, Danimarka'da yer alan kazı alanındaki ilk ev aşamasını MÖ 3 bin 80'le 2 bin 780 arasına, ikincisiniyse MÖ 2 bin 800'den sonraya tarihliyor.

Alanda ayrıca MÖ 3 bin 600'le 3 bin 500 yılları arasına tarihlenen 7 paralel sıra halinde çok daha eski bir çit yapı olduğuna dair kanıtlar da var.

Bilim insanları, "Nygårdsvej 3'ten elde edilen arkeolojik sonuçlar, Cilalı Taş Devri Danimarkası'nın yapıları ve özellikleri hakkında önemli bir fikir veriyor" diyor.

Alanda bir yeraltı yapısının mevcut olması, her bir kazı alanının Taş Devri hakkındaki bilgilerimizi nasıl genişletebileceğinin altını çiziyor.

Araştırmacılar, kazı alanında gelecekte yapılacak kazıların Danimarka'daki erken Huni Ağızlı Çanak Çömlek Kültürü yaşamına dair daha net bir resim sunacağını umuyor.

Independent Türkçe



Okyanus tabanının altındaki zengin ekosistemi gören bilim insanları şaşkına döndü

Okyanus tabanındaki tüp solucanları, buzdağının sadece görünen yüzü (Schmidt Okyanus Enstitüsü)
Okyanus tabanındaki tüp solucanları, buzdağının sadece görünen yüzü (Schmidt Okyanus Enstitüsü)
TT

Okyanus tabanının altındaki zengin ekosistemi gören bilim insanları şaşkına döndü

Okyanus tabanındaki tüp solucanları, buzdağının sadece görünen yüzü (Schmidt Okyanus Enstitüsü)
Okyanus tabanındaki tüp solucanları, buzdağının sadece görünen yüzü (Schmidt Okyanus Enstitüsü)

Bilim insanları deniz tabanının altında şaşırtıcı derecede zengin bir ekosistem keşfetti. 

Deniz tabanında yerin altından gelen magmayla suyun karıştığı, hidrotermal baca denen yarıklar var. Normalde yaşamanın neredeyse imkansız olduğu okyanus tabanında, bu bacaların birtakım besinler sağlaması sayesinde canlılar ortaya çıkabiliyor.

Daha önceki çalışmalarda bu bacaların yakınında çeşitli hayvanlar görülmüş ancak altlarında sadece mikroplar bulunmuştu. 

Araştırmacılar, tüp solucanı denen canlıların hidrotermal bacalarda nasıl yaşadığını öğrenmek adına Büyük Okyanus'un tabanındaki volkanik açıdan aktif Doğu Pasifik Yükseltisi'ni incelemeye karar verdi. 

Yüzeyin yaklaşık 2 bin 500 altına uzaktan kumandalı bir araç gönderen ekip, tüp solucanı larvaları arıyordu. Fakat robotun deniz tabanının altını açığa çıkarmasıyla bilim insanları gördükleri karşısında şaşkına döndü. 

Tabanın yaklaşık 10 santimetre altında en az 10 farklı türün yaşadığı oyuklar vardı. 

Bulgularını Nature Communications adlı hakemli dergide dün (15 Ekim) yayımlanan makalede aktaran ekip, tüp solucanı larvalarının yanı sıra dev tüp solucanı (Riftia pachyptila) ve deniz salyangozu gibi hayvanlarla karşılaştı.

Avusturya'daki Viyana Üniversitesi'nden deniz biyoloğu ve çalışmanın ortak yazarı Monika Bright "50 santimetre uzunluğundaki canlı hayvanlar orada öyle duruyordu" diyor.

Araştırmacılar oyuklarda tüp solucanlarının hem larvalarının hem de yetişkin hallerinin bulunmasının, bu canlıların yaşam döngüsüne ışık tutabileceğini söylüyor. 

Oyuklara yayılan larvaların bir kısmı burada büyüyüp gelişirken, bazıları da deniz tabanındaki yarıklara yerleşiyor olabilir. 

Bright, "Canlı ve büyük tüp solucanlarının varlığı, larvaların bacaları aşağıdan doldurabileceği hipotezinin doğrulandığı anlamına geliyor" diyerek ekliyor: 

Bazıları yüzey altındaki koşullar uygunsa orada yaşıyor, bazıları da baca akışıyla birlikte yüzey altından dışarı atılarak yüzeye yerleşiyor olabilir.

Bu da deniz tabanıyla altındaki küçük oyukların, birbirine bağlı bir ekosistem olduğu ve soğuk ve sıcak suyun karışarak tüp solucanının büyümesini sağlayan bir ortam yarattığı anlamına gelebilir.

Deniz tabanının altındaki ekosistemin ne kadar zengin olduğu henüz bilinmiyor. Fakat araştırmacılar, burada yaşayan canlıların korunması açısından yeni çalışmanın önem arz ettiğini söylüyor. 

Bilim insanları özellikle okyanus tabanından mineraller çıkarmayı amaçlayan derin deniz madenciliğinin tehlikelerine karşı uyarıyor. 

Yeni çalışmada yer almayan biyolog Heather Olins "Bu habitatları potansiyel olarak yok etmeden önce en azından orada ne olduğunu anlamamız gerekiyor" diyor.

Araştırma ekibinden Sabine Gollner, yeraltı habitatının ne kadar derine gittiğinin ve yatay olarak nasıl bir alana yayıldığının da belirsizliğini koruduğunu ifade ediyor. Deniz biyoloğu, görünenin ötesindeki hidrotermal baca sistemini koruma açısından bu bilgilerin kritik önem taşıdığını ekliyor.

Ekip sıradaki çalışmalarında daha derine inerek bu sorulara cevap bulmayı umuyor. 

Independent Türkçe, Science Alert, National Geographic, ABC News, Nature Communications