Pandeminin 5. yılı: Sayılar ve sorularla Kovid-19 salgını

Kovid-19 virüsünün en son varyantı Omicron, Kasım 2021'de ortaya çıkmıştı ancak sonrasında çeşitli alt varyantlar da kaydedildi (Unsplash)
Kovid-19 virüsünün en son varyantı Omicron, Kasım 2021'de ortaya çıkmıştı ancak sonrasında çeşitli alt varyantlar da kaydedildi (Unsplash)
TT

Pandeminin 5. yılı: Sayılar ve sorularla Kovid-19 salgını

Kovid-19 virüsünün en son varyantı Omicron, Kasım 2021'de ortaya çıkmıştı ancak sonrasında çeşitli alt varyantlar da kaydedildi (Unsplash)
Kovid-19 virüsünün en son varyantı Omicron, Kasım 2021'de ortaya çıkmıştı ancak sonrasında çeşitli alt varyantlar da kaydedildi (Unsplash)

Bundan 5 yıl önce bu aylarda, dünyadaki neredeyse herkes yeni bir yaşantıya alışmaya çalışıyordu.

Günler birbirine karışmış, işini veya okulunu nasıl yürüteceğini anlamaya çalışıyor, evde dururken oyalanacak bir şeyler arıyor ve bütün bunlara yoğun bir sağlık endişesi eşlik ediyordu.

Kısa sürede "yeni normal" adını alan bu durum, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı hissi uyandırıyordu. 

Çin'in Vuhan kentinde 2019 Kasım'da ortaya çıkan Kovid-19 virüsü, hızla dünyanın geri kalanına yayılmış ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020'de pandemi ilan etmişti. Aynı gün Türkiye'deki ilk koronavirüs vakası duyurulmuştu. 

Küresel çapta kritik öneme sahip bu günün 5. yıldönümü vesilesiyle, Logos'ta bu hafta Kovid-19 pandemisinin sağlıktan ekonomiye, eğitimden günlük yaşantıya yarattığı etkileri, salgın ve aşılarla ilgili hâlâ merak edilen konuları ve dünyanın tekrar böyle bir sınava hazır olup olmadığını masaya yatırıyoruz. 

5 yılın ardından durum ne?

Günlük yaşantıya bakınca pandemi sona ermiş gibi görünse de uzmanlar bu konu üzerinde fikir birliği sağlamış değil. 

Karantina uygulamaları artık büyük ölçüde kaldırıldığı ve virüsten hayatını kaybedenlerin sayısı ilk iki yıla göre ciddi derecede azaldığı için salgının geride kaldığını varsaymak normal. Ayrıca DSÖ de Mayıs 2023'te Kovid-19 küresel acil durumunun sona erdiğini duyurmuştu.

Diğer yandan özellikle ABD'de vakaların arttığı dönemler endişe yaratıyor. Türkiye'de hastalığın gidişatına dair güncel bir kayıt yok ancak bazı uzmanlar Eylül 2024'te bir sıçrama yaşandığını düşünüyor.

Bunun yanı sıra virüse yakalanmak eskisi kadar yüksek bir tehlike teşkil etmiyor ancak enfeksiyon, pek çok kişinin hayatını yıllarca esir alabiliyor.

Bilim insanlarının hâlâ anlamaya ve tedavi etmeye çalıştığı uzun Kovid'in dünya çapında 400 milyon kişiyi etkilediği tahmin ediliyor. 

Kovid-19 virüsüne yakalanan herkeste görülebilecek bu kronik hastalıkta yorgunluk, nefes almakta zorlanma, bilişsel becerilerde gerileme ve kalp çarpıntısı gibi semptomlar haftalar, aylar, hatta yıllarca sürebiliyor.

Washington Üniversitesi St. Louis kampüsünden uzun Kovid araştırmacısı Dr. Ziyad Al-Aly "Kalp sorunları, böbrek sorunları ve metabolik sorunları olan hastalar var. Uzun Kovid bazı bireylerde hafif seyredebilir ve engeller yaratmayabilir" diyerek ekliyor:

Ancak bazı durumlarda, insanların yatağa düşmesine ve işlerini kaybetmesine neden olacak kadar ciddi engeller oluşturabilir.

Hangi sorular hâlâ cevap bekliyor?

Pandemi süreciyle ilgili ilk günden beri en çok merak edilen sorulardan biri virüsün nasıl ortaya çıktığı. 

Bilim insanlarının hâlâ kesin bir şekilde çözemediği (ve belki de hiç çözemeyeceği) bu sorunun yanıtı olarak iki teori öne çıkıyor.

En muhtemel senaryo, SARS‐CoV‐2'nin diğer koronavirüsler gibi yarasalarda görüldüğünü, daha sonra rakun köpeği, pangolin ya da bambu sıçanı gibi bir türe bulaştığını ve ardından Vuhan'daki bir hayvan pazarında insanlara sıçradığını savunuyor. 

Özellikle ilk dönemlerde komplo teorisi olduğu gerekçesiyle büyük ölçüde göz ardı edilen bir diğer ihtimalse virüsün laboratuvardan sızdığı veya sızdırıldığı. 

Vuhan'da koronavirüsleri inceleyen birkaç laboratuvar bulunması, bu savı destekliyor. FBI ve CIA'e göre de salgın "yüksek ihtimalle" böyle başladı.

Ancak DSÖ'nün 2021 tarihli raporu, virüsün dolaşıma bir laboratuvar sızıntısı sonucu girmesini "son derece düşük bir ihtimal" diye nitelendiriyor. 

Buna karşın bazı bilim insanları raporun, sızıntı teorisini yeterince önemsemediğini söylüyor. Bir grup araştırmacı Science dergisinde kaleme aldıkları yazıda "Yeterli veri elde edene kadar hem doğal hem de laboratuvar kaynaklı yayılmalarla ilgili hipotezleri ciddiye almalıyız" diye yazmıştı.

sdefrgty
Aşılarda çip olduğu ve kablosuz ağlara bağlanabildiği gibi komplo teorileri epey yaygınlaşmıştı (AP)

Kovid-19 pandemisine dair net bir cevap bulamayan sorulardan biri de kaç kişinin hayatını kaybettiği üzerine. 

Karantina uygulamalarına karşı çıkan bazı komplo teorisyenleri, ölüm sayılarının şişirildiğini iddia etse de uzmanlar gerçek sayının aslında daha yüksek olduğu görüşünde.

Salgında dünya çapında en az 7 milyon, Türkiye'deyse en az 100 bin kişinin hayatını kaybettiği düşünülüyor.

Ancak uzmanlar, kesin ölüm nedeninin belirlenmesinin zorluğundan dolayı virüsün aslında daha fazla hayata mal olduğunu söylüyor. Bir kişi, Kovid'e yakalandıktan sonra organ yetmezliği, kalp krizi gibi nedenlerden öldüğünde ölüm nedeni olarak bunlar yazılabiliyor. Oysa resmi kayda geçen bu nedenler aslında çoğunlukla Kovid-19'un doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. 

Ayrıca virüsün özellikle yaşlıların bünyesini zayıflatarak başka sağlık sorunlarına karşı daha hassas hale getirmesi de mümkün. 

Aşılar kalp krizine yol açıyor mu?

Kovid-19 ve virüse karşı geliştirilen aşılarla ilgili hâlâ endişe uyandıran bir diğer konuysa kalp sağlığıyla ilgili. 

Özellikle aşıların, genç ve ergenlerde kalp krizi vakalarının artmasına yol açtığı öne sürülüyor. 

Genç nüfusta kalp krizi vakalarının gerçekten artmasına karşın bu eğilimin aşılardan kaynaklandığını söylemek pek mümkün görünmüyor. Bunun birinci nedeni, artışın pandemiden önceye dayanması. 2019 tarihli bir araştırmada, 40 yaşın altındaki kişilerde kalp krizlerinin son 10 yılda arttığı bulunmuştu. 

Bilim insanları bu durumun işlenmiş gıdalar tüketmek, obezite, hareketsiz yaşam, sigara ve uyuşturucu kullanımı ve yüksek tansiyonun fark edilmemesi gibi etmenlerden kaynaklanabileceğini söylüyor.

Diğer yandan bazı araştırmalar, Kovid-19 mRNA aşılarıyla miyokardit ve perikardit riskinin artması arasında bir bağlantıya işaret ediyor. Miyokardit kalp kasının iltihaplanması, perikardit ise kalbin etrafındaki zarın iltihaplanmasına karşılık geliyor. Aşının ikinci dozunun ardından özellikle 25 yaş altı erkeklerde miyokardit riski artıyor gibi görünüyor.

Fakat ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri'nin bir araştırması mRNA aşılarıyla, gençlerdeki kalp sorunlarının artması arasında yeterince güçlü bir ilişki saptayamamıştı.

Ayrıca bilim insanları aşıdan ziyade, virüsün kendisinin kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini artırdığını belirtiyor. 

Geçen yıl yapılan bir araştırmada pandeminin başında Kovid-19'a yakalanan kişilerin kalp ve damar hastalığına yakalanma riskinin, enfekte olmayanlardan iki kat yüksek olduğu tespit edilmişti.

Bilim insanları aşı olmanın, kalp krizi ve felç de dahil olmak üzere bu sorunları yaşama ihtimalini düşürdüğünü söylüyor. Hakemli dergi Nature Communications'ta 2024'te yayımlanan başka bir çalışmada, kalp krizi ve felç görülme sıklığının, aşının ilk dozundan sonra yüzde 10, ikinci dozun ardından da AstraZeneca'da yüzde 27 ve BioNTech'te yüzde 20 kadar daha düşük olduğu bulunmuştu.

Bu nedenle uzmanlar, çoğu kişi için Kovid-19 aşısı yaptırmanın faydalarının olası risklerinden çok daha ağır bastığını söylüyor. 

Sağlık sistemi nasıl etkilendi?

Pandemi dünya çapında sektörleri, günlük yaşantıyı, ekonomiyi kayda değer derecede etkilerken, sürecin özellikle ilk dönemlerinde sağlık sistemi büyük bir darbe aldı.

Pek çok ülkede, virüsün hızla yayılması karşısında yeterli altyapı ve görevlinin bulunmaması dünyanın böyle bir krize karşı ne kadar savunmasız olduğunu gözler önüne serdi. 

Türk Tabipleri Birliği'nin pandeminin 6. ayında yayımladığı rapora göre, Türkiye'nin daha ağır kayıplar vermemesinin arkasında "Sağlık Bakanlığı'nın bütün hazırlıksızlığına karşın hızla organize olarak daha fazla ölümlerin gerçekleşmesinin önüne geçen, 'her şeye rağmen ayakta kalmayı başarabilen' köklü, büyük kamu hastaneleri ve kamucu/toplumcu hekimlik geleneği" yatıyor.

Salgının doğrudan yarattığı sağlık sorunlarının yanı sıra temel sağlık hizmetlerinin aksaması sonucu, diğer hastalıklardan kaynaklanan riskler de çeşitli ülkelerde artış gösterdi.

Yapılan araştırmalar, acil olmadığı düşünülen hizmetlerin iptali veya ertelenmesi, ulaşım ve sokağa çıkma kısıtlamaları veya virüse yakalanmaktan korkan kişilerin hastaneye gitmemesiyle, diğer hastalıklara yönelik uygulamalarda küresel çapta aksama yaşandığına işaret ediyor.

Dönemin Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 2021 Haziran'da yaptığı açıklamada "Salgın süresince salgından yaklaşık 50 bin insanımızı kaybettik. Salgın sebebiyle ertelenen sağlık hizmetleri sebebiyle yaşadığımız kayıp ise bundan çok daha büyük" diyerek eklemişti:

Örneğin, kalp krizi teşhisleri salgın döneminde yüzde 56 azalmasına rağmen kalp krizine bağlı ölümler yüzde 10'dan fazla artış gösterdi. Bu durumun temel sebebi salgın döneminde sağlık hizmetine ulaşımın yavaşlaması ya da salgın dışındaki sebeplerden hastanelere gitmekten imtina edilmesi.

Pandeminin sağlık sektöründeki kalıcı etilerine bakınca, diğer alanlardaki gibi teknolojinin benimsenmesi öne çıkıyor. Özellikle doktorlarla uzaktan iletişim kurarak muayene olmak bu dönemde ihtiyaç haline gelirken, gittikçe daha fazla yaygınlaşıyor.

Dünya ekonomisinde nasıl bir değişime yol açtı?

Salgını önleme çabaları, karantina uygulamaları, işsizlik gibi nedenlerden dolayı Kovid-19 pandemisi ekonomide büyük bir sarsıntı yaratırken, tüketici alışkanları ve çalışma biçimlerini de dönüştürdü.

Dünya bu sürecin etkilerini yaşamaya devam ederken, ciddi bir enflasyonla boğuşuyor. Pandemi sırasında tüm dünya merkez bankalarının ekonomiyi ayakta tutmak için aşırı para basması, karantina sonrası harcamalar, hükümet teşvik paketleri, işgücü ve hammadde kıtlığının tetiklediği enflasyon, 2022'de birçok ülkede zirve yaptı.

Reuters'ın aktardığı üzere ülkelerin refah ve geçim kaynaklarını korumak için borçlanmasının ardından, küresel kamu borcu 2020'den bu yana yüzde 12 artış gösterdi.

Konaklama, gıda hizmetleri ve imalat gibi, salgında büyük darbe alan sektörlerde kadın istihdamının yüksek olması ve evdeki çocuklara bakma yükünü genellikle annelerin üstlenmesi nedeniyle, özellikle kadınların işgücüne katılımı pandemiyle birlikte azaldı. Cinsiyetler arası istihdam farkının 2020'den itibaren pek kapanmadığı bildiriliyor.

fdrgt
Turizm sektörü kısıtlamalar sonucu pandemiden ciddi bir darbe alırken, artık büyük ölçüde toparlandığı söylenebilir (Reuters)

Kovid-19'un ilk akla gelen kalıcı etkilerinden biri de uzaktan çalışma sisteminin benimsenmesi. LinkedIn'de kıdemli ekonomist olan Kory Kantenga, "Pandemi, hepimizin evden çalışabileceğini gösterdi" diyor. 

Pek çok şirket tamamen uzaktan veya hibrit çalışmayı uygulamaya devam ederken, imalat veya hizmet gibi sektörlerdeki işçiler genellikle bu imkana sahip olamıyor. 

Bu sistemin ev fiyat ve kiralarını artırırken, ofis kiralarında düşüşe yol açtığı aktarılıyor.

Uzaktan çalışmanın üretkenliği düşürüp düşürmediğine dair de bir tartışma var. Araştırmalar çok farklı sonuçlara ulaşırken, bazıları iyi bazıları kötü geldiğini öne sürüyor.

Stanford Üniversitesi'nden ekonomist ve uzaktan çalışma uzmanı Nick Bloom, bu durumu çalışanların organize edilme biçimine bağlıyor:

Eğer iyi bir yönetim ve teşvikle tamamen uzaktan çalışmayı ayarlarsanız ve insanlar yüz yüze görüşürse, bu işe yarayabilir. İşe yaramıyor gibi görünen şey ise insanları hiç yüz yüze görüşmeden evlerine göndermek.

Pandeminin ekonomik alanda yarattığı kalıcı bir değişim de internetten alışverişte sıçrama yaşanması. Salgında e-ticaret şirketleri, aşı firmalarıyla birlikte en çok kazanç sağlayan sektörler arasına girerken, salgın kısıtlamaları sonrası da bu eğilim devam etti.

Ayrıca Forbes'un aktardığı üzere anlık bir hevesle alışveriş yapma oranı da pandemide epey yükseldi. Pandeminin yarattığı kontrol kaybı ve korku, insanların huzuru başka bir yerde aramasına yol açmış görünüyor.

Eğitime etkisi iyi mi, kötü mü oldu?

Virüsün yayılmaya başlamasıyla birlikte okulların kapanması hem eğitim alma biçiminde uzun vadeli etkiler yarattı hem de çocuk ve gençlerin gelişiminde iz bıraktı. 

Uzaktan eğitim sayesinde öğretmen ve öğrenciler yeni araçlar kullanmaya başladı ve eğitime daha kolay bir şekilde ulaşılabileceği anlaşıldı.

Ayrıca ebeveynler, evde kalan çocuklarına yemek yapma veya resim çizme gibi yeni alışkanlıklar kazandırma imkanı buldu.

Diğer yandan her yaştan öğrenci, sosyal ortamından kopmanın sancısını çekti. Ayrıca ekonomik yetersizlikler nedeniyle çevrimiçi derse giremeyen çocuklar, eğitiminden geri kaldı. 

Bazı uzmanlar bu süreçte, kız çocuklarının ev işleri yapmaya itildiği ve erken yaşta evlendirilme riskiyle karşılaştığını dile getiriyor. 2022'de UNICEF, dünya genelinde 11 milyonu aşkın kız çocuğunun, salgın sonrasında okula dönmeme ihtimali olduğunu belirtmişti.

Bunların yanı sıra ders sürelerinin kısalması, pandeminin başındaki ani geçişte yeni düzene ayak uydurmada zorluk yaşanması ve öğrencilerin sınıf ortamındaki verimi bilgisayar ekranından alamaması gibi sorunlara dikkat çekiliyor.

Artık yüz yüze eğitime geçilmesine karşın uzmanlar, bu dönemin çocukların öğrenme becerilerini etkilediğini ifade ediyor. Ayrıca Çin'de yapılan bir araştırmada üniversite öğrencilerinin de 2019-2022 döneminde akademik başarısının kayda değer derecede düştüğü gözlemlenmişti.

Eğitimin daha alt kademelerinde öğrencilerin notlarında gerileme göze çarparken, uzmanlar gelişimsel sorunlara da dikkat çekiyor.

Harvard Eğitim Bilimleri Enstitüsü'nden Heather Hill şu ifadeleri kullanıyor:

Öğretmenler sınıfa geri döndüklerinde, 'Vay canına, bu çocuklar nasıl öğrenci olunacağını unutmuş' dedi ve ilk fark edilen şeylerden biri, davranış sorunlarındaki artıştı.

Hayatın geri kalanını nasıl dönüştürdü?

Küresel çapta bir sağlık krizi yaşanması ve sosyal yaşantının felç olması elbette hayatı çok çeşitli yönlerden değiştiren bir olaydı. 

Bir yandan bu endişe dolu ortam ruh sağlığını kötü etkiliyor, diğer yandan insanlar, fırıncılık becerilerini geliştirmek veya yeni bir dil öğrenmek gibi faydalı uğraşlar arıyordu. 

Sosyal yaşantı artık pandemi öncesi zamanlara geri dönmesine karşın, sürecin toplumda uzun vadeli etkileri olduğu da görülüyor.

Bunlar arasında insanların sağlığına daha fazla dikkat etmesi göze çarparken, ruh sağlığının öneminin de arttığı söylenebilir. 

Uzmanlar pandemi döneminde artan psikolojik sıkıntıların, bu sorunların daha fazla konuşulmasına alan açtığını ve çevrimiçi terapi uygulamaları sayesinde daha çok kişinin bu hizmetlere erişebildiğini söylüyor. 

Yaşantının büyük ölçüde internet ortamına taşındığı bu dönemin miraslarından biri de Zoom gibi platformlar oldu. Çevrimiçi görüşmeler daha önce de yapılıyordu ancak pandemiden itibaren hem uzak yerlerde yaşayan yakınlarla hem de eğitim, toplantı gibi nedenlerle bu araçlara başvurmak daha yaygın bir hal aldı.

Bu dönemde sosyal medyada yanlış bilgilerin hızla yayılması da birtakım toplumsal etkilere sahip görünüyor. 

Birmingham Üniversitesi Alabama kampüsünden sosyolog Mieke Beth Thomeer, "Pandemi sırasında uzmanlığa ve insanlara duyulan güvende büyük bir düşüşün yanı sıra yanlış bilgilendirmede de bir artış var gibi görünüyor" diyerek ekliyor: 

Medyada ya da internette söylenenleri eleştirmek iyi olabilir ancak toplum, insanların özellikle halk sağlığı kurumları ve tıp uzmanları tarafından sağlanan bilgilere karşı daha küçümseyici ve alaycı olma eğiliminde olduğu bir yere savrulmuş gibi görünüyor.

Dünya yeni bir pandemiye hazır mı?

Kovid-19'un bize öğrettiği en acı derslerden biri, hayatların ve geçim kaynaklarının sınır tanımayan görünmez bir tehdit tarafından yok edilebileceğiydi.

DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, pandeminin 5. yıldönümü sebebiyle kaleme aldığı yazıda dünyanın böyle bir krize artık hazır olup olmadığı sorusunu "Hem evet hem hayır" diye yanıtlıyor. 

Bir sonraki pandemiye neyin yol açacağı üzerine yoğun tartışma ve araştırmalar yapılırken, özellikle son bir yıldır kuş gribi öne çıkıyor. 2024'ün yaz aylarında maymun çiçeği virüsü de kısa süreli bir endişe yaratmıştı.

Bazı bilim insanları, influenzaya dikkat edilmesi gerektiğini, diğerleri de küresel salgına virüslerin değil, ilaca dirençli bakterilerin yol açabileceğini söylüyor. Halihazırda hiç bilinmeyen bir patojenin pandemi yaratma riski de var ve DSÖ bunu "X hastalığı" diye tanımlıyor.

Kovid-19 pandemisi devletlerin ve sektörlerin yetersizliklerini gösterirken, aslında başka bir krize hazırlık yapma imkanı da tanıdı. 

Ayrıca sağlık endüstrisi, rekor sayılabilecek bir hızla aşı geliştirebilip bunu kısa sürede milyarlara varan ölçeklerde üretebileceğini de ortaya koydu. Bu sayede milyonlarca kişinin hayatının kurtarıldığı tahmin edilirken, uzmanlar halkın özverili davranmasına da dikkat çekiyor. 

Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu'ndan Dr. Bill Hanage, "Sadece aşıyla değil, temaslarını gönüllü olarak sınırlayan, hastayken evde kalacak kadar duyarlı olan ve kendileri yerine, beraber yaşadıkları kişilerin taşıdığı risklere öncelik veren insanlar sayesinde hayat kurtardık" diyor.

Ancak pek çok uzman, büyük ölçüde sosyal sebeplerden dolayı yeni bir pandemiye hazırlıklı olunmadığı görüşünde. 

Bilimsel çalışmalar umut verse de salgın döneminde yayılan yanlış bilgiler ve komplo teorilerinin, sağlık sistemine, aşılara ve kurumlara güvenin sarsılmasına yol açtığına dikkat çekiliyor.

Dr. Al-Aly: "Bence daha da hazırlıksız ve daha kötü durumdayız çünkü Kovid'i politize ettik: aşılar, tedaviler, maskeler. Her bir pandemi müdahalesini siyasileştirdik" diyerek ekliyor:

Mart 2025'te bir pandemi patlak verirse, aşı olma oranının Kovid-19'dan çok daha düşük olacağını, ABD'de milyonlarca kişiyi koruyan maske ve birçok halk sağlığı önlemine yönelik daha az heves olacağını tahmin ediyorum.

Uzmanlar ayrıca ABD Başkanı Donald Trump'ın Dünya Sağlık Örgütü'nden ayrılma kararının da böyle bir krizin yönetimine büyük darbe vuracağını tahmin ediyor.

Kaliforniya Üniversitesi'nden bulaşıcı hastalıklar uzmanı Dr. Peter Chin-Hong "DSÖ birçok ülke tarafından finanse ediliyor ancak aslan payını ABD sağlıyor, bu nedenle ABD'nin çekilmesi dünya sağlığının organizasyonunu genel olarak zorlaştıracaktır" diye açıklıyor: 

İkinci neden de küresel sağlıkla ilgili resmin tamamını göremeyecek olmamız. 

Sayılarla Kovid-19 pandemisi

777 milyon 594 bin 331: Dünya çapında kaydedilen vaka sayısı

Yüzde 169: Zoom'un 2020'nin ilk çeyreğindeki büyüme oranı

114 milyon: 2020'de yaşanan iş kaybı

0: Türkmenistan'da kaydedilen vaka sayısı

Yüzde 50: Türkiye'de evde ilk kez ekmek yapan veya yapma sıklığını artıranların oranı 

928,5 milyar: 2020-2022'de satılan tek kullanımlık maske sayısı

Eksi 40 dolar: 21 Nisan 2020'de WTI türü petrolün varil başına fiyatı

1 trilyon dolar: Uzun Kovid'in yol açtığı tahmini yıllık küresel ekonomik zarar 

14,4 milyon: Aşılar sayesinde önlendiği düşünülen ölüm sayısı

1,6 milyar: 2021 itibarıyla pandemi nedeniyle okula gitmeyen öğrenci sayısı

Independent Türkçe



Güney Kore'de gündüz diskosu modası

Seoul Morning Coffee Club adlı mekandaki etkinliklere ülkedeki yabancılar da ilgi gösteriyor (Kim Keun Young/SMCC)
Seoul Morning Coffee Club adlı mekandaki etkinliklere ülkedeki yabancılar da ilgi gösteriyor (Kim Keun Young/SMCC)
TT

Güney Kore'de gündüz diskosu modası

Seoul Morning Coffee Club adlı mekandaki etkinliklere ülkedeki yabancılar da ilgi gösteriyor (Kim Keun Young/SMCC)
Seoul Morning Coffee Club adlı mekandaki etkinliklere ülkedeki yabancılar da ilgi gösteriyor (Kim Keun Young/SMCC)

İçki tüketiminin fazlalığıyla bilinen Güney Kore'de yeni nesiller eğlenmek için gündüz partilerine gidiyor. 

Sabah 8'de başlayan etkinliklerde alkol yerine kafein tüketen gençler böylece hem güne enerjik başlıyor hem de akşamdan kalmalık yaşamıyor. 

Mekandaki ses seviyesini düşük bulanlar, kulaklık takarak sesini yükselttikleri müzikle dans edebiliyor.

Washington Post, bu partilere katılan kişilerle konuştu.

Amerikan gazetesi, Asya ülkesinde Z kuşağının önceki nesillere göre sağlıklı yaşamı daha çok benimsediğini bildiriyor. 

32 yaşındaki Kim Hyo-hee, arkadaşlarıyla birlikte 5 bin metre koştuktan sonra gündüz diskosuna geldiğini söylüyor:

Gençken gece kulüplerine giderdim ama çok yorucu, içki içmek gerekiyor. Burada temiz bir eğlence var. Kalp egzersizi de yapılmış oluyor. Güne müthiş hissederek başlıyorum.

36 yaşındaki Kim Go-yang da şu yorumu yapıyor:

Güney Kore'nin içkisiz eğlenebilecek daha fazla etkinliğe ihtiyacı var. Sürekli içmenin manası ne? En nihayetinde başını derde sokuyorsun.

Bu etkinliklerden birinde plakların başına geçen DJ Minji de gündüz partilerini sevenlerden:

Bazıları parti kültürüne olumsuz bakıyordu. Müzikseverler de bu algı yüzünden yeterince eğlenemiyordu. O yüzden bu değişimi çok iyi karşılıyorum.

Washington Post bu tarz aktivitelerin Avrupa, ABD, Avustralya ve Singapur gibi yerlerde de popüler olduğunu aktarıyor. 

Ancak iş hayatında da içkinin önemli yer kapladığı Güney Kore'nin böyle bir adım atmasının daha dikkat çekici olduğu savunuluyor. 

Zira profesyonel hayatta katı hiyerarşinin bulunduğu ülkede çalışanlar iş partileriyle kaynaşıp çevre ediniyor.

Asya ülkesinde alkol tüketimine dair önemli görgü kurallarının bulunduğu, çocukların dillerinden düşmeyen APT. şarkısının da aslında bir içki oyununa dayandığı hatırlatılıyor. 

Diğer yandan son anketler, bazı patronların çalışanlarını içki içmeye zorladığı partilere gençlerin pek de sıcak bakmadığını gösteriyor. 

Ülkedeki resmi kayıtlara göre de alkol tüketimi azalıyor. 2011'den 2023'e kişi başı alkol tüketiminde yaklaşık yüzde 15'lik bir düşüş görüldü. 

Independent Türkçe, Washington Post, Korea Herald


Avatar 3, 2025'in sonuna damga vuruyor

71 yaşındaki üç Oscarlı yönetmen James Cameron, Avatar: Ateş ve Kül'de izleyicileri farklı bir Na'vi kabilesiyle tanıştırıyor (20th Century Studios)
71 yaşındaki üç Oscarlı yönetmen James Cameron, Avatar: Ateş ve Kül'de izleyicileri farklı bir Na'vi kabilesiyle tanıştırıyor (20th Century Studios)
TT

Avatar 3, 2025'in sonuna damga vuruyor

71 yaşındaki üç Oscarlı yönetmen James Cameron, Avatar: Ateş ve Kül'de izleyicileri farklı bir Na'vi kabilesiyle tanıştırıyor (20th Century Studios)
71 yaşındaki üç Oscarlı yönetmen James Cameron, Avatar: Ateş ve Kül'de izleyicileri farklı bir Na'vi kabilesiyle tanıştırıyor (20th Century Studios)

Avatar evreninin yeni halkası Ateş ve Kül (Avatar: Fire and Ash), ikinci hafta sonunda da izleyicinin ilgisini koruyarak 2025'i gişenin zirvesinde kapatmaya hazırlanıyor.

Film, cuma-pazar döneminde yaklaşık 60 milyon dolar hasılat elde ederek ikinci hafta sonunda yüzde 33'lük bir düşüş yaşadı. Nihai rakamlar, bugünün performansına göre netleşecek.

Bu performans, 2022 yapımı Avatar: Suyun Yolu'nun (Avatar: Way of Water) ikinci hafta sonunda yaşadığı yüzde 52'lik düşüşten daha iyi bir tablo ortaya koyuyor. Ancak 2009'daki ilk Avatar'ın ikinci hafta sonunda yalnızca yüzde 1,8 gerilemiş olması hâlâ aşılamayan bir rekor olarak duruyor.

Noel tatilinin etkisiyle Ateş ve Kül'ün Kuzey Amerika'daki 4 günlük hasılatı 84 milyon dolara ulaştı. Film, ikinci cuma gününde 3 bin 800 salonda 22,6 milyon dolar topladı. Pazar günü itibarıyla ABD toplamının 213,7 milyon dolara ulaşması bekleniyor. Yapım, küresel ölçekte ise şimdiden 500 milyon dolar barajını aşmış durumda.

Filmin ikinci hafta sonunda izleyici profili de güçlü seyrini sürdürdü. Genel izleyici oranı yüzde 88 olarak ölçülürken, ebeveynler yüzde 7, 12 yaş altı çocuklar ise yüzde 4'lük paya sahip oldu. 

İzleyicilerin yüzde 52'sini çocuklarıyla birlikte gelen anneler oluşturdu. Ebeveynler, 3 saat 17 dakikalık süreye sahip film için yüzde 90 oranında "kesinlikle tavsiye ederim" yanıtını verdi. 

Çoğunluğu erkeklerden oluşan çocuk izleyiciler ise filme yüzde 62 oranında "hemen izlenmeli" değerlendirmesinde bulundu. Genel izleyicide "kesinlikle tavsiye ederim" oranı yüzde 70 olarak kaydedildi. 

Ateş ve Kül, Jake ve Neytiri'nin oğulları Neteyam'ın ölümünün ardından gelişen olaylara odaklanıyor. Film, aynı zamanda Kül Halkı diye bilinen ve Mangkwan adlı ateş klanına liderlik eden Varang karakteriyle yeni ve ürkütücü bir tehdidi tanıtıyor. 

Başrolleri paylaşan Sam Worthington ve Zoe Saldaña'nın yanı sıra Stephen Lang, Jack Champion, Sigourney Weaver ve Britain Dalton kadroya geri dönerken; Oona Chaplin ve David Thewlis seriye yeni katılan isimler arasında yer alıyor.

Independent Türkçe, Variety, Deadline


Yarım asırlık korku klasiği Jamie Lee Curtis'i nasıl teğet geçti?

William Peter Blatty'nin aynı isimli romanından uyarlanan iki Oscarlı Şeytan, 12 yaşındaki Regan'ın hikayesini anlatıyor (Warner Bros.)
William Peter Blatty'nin aynı isimli romanından uyarlanan iki Oscarlı Şeytan, 12 yaşındaki Regan'ın hikayesini anlatıyor (Warner Bros.)
TT

Yarım asırlık korku klasiği Jamie Lee Curtis'i nasıl teğet geçti?

William Peter Blatty'nin aynı isimli romanından uyarlanan iki Oscarlı Şeytan, 12 yaşındaki Regan'ın hikayesini anlatıyor (Warner Bros.)
William Peter Blatty'nin aynı isimli romanından uyarlanan iki Oscarlı Şeytan, 12 yaşındaki Regan'ın hikayesini anlatıyor (Warner Bros.)

Jamie Lee Curtis, film yıldızı annesinin tercihi sayesinde çocuk yaşta korku filmlerinde rol almadığını söylüyor.

Curtis, kısa süre önce The Drew Barrymore Show'a konuk olarak, bir yapımcının kendisini ikonik korku filmi Şeytan (The Exorcist) için seçmelere çağırmak istediğini anlattı. Ancak annesi Janet Leigh, o dönem 12 yaşında olan kızını erken yaşta şöhretten ve dünyanın en korkutucu filmlerinden birinde oynamanın yaratabileceği olası travmalardan korumak için bu teklifi reddetti.

Curtis, süreci şöyle anlattı:

Yapımcı annemi arayıp, 'Şeytan adlı kitabın film uyarlamasını yapıyorum. Jamie'nin seçmelere girmesine izin verir misiniz?' dedi. O sırada muhtemelen 12 yaşındaydım; sevimliydim, biraz da afacan sayılırdım. Ama annem net bir şekilde 'Hayır' demişti.

Curtis, programın sunucusu Drew Barrymore'a da şu sözlerle seslendi:

Şükürler olsun ki annem, gerçekten çocukluğumu yaşamamı istedi. Senin sahip olamadığın bir şeydi bu. Sana bu seçenek tanınmadı.

Barrymore, ilk rolünü henüz 7 yaşındayken E.T.'de (E.T. The Extra-Terrestrial) Elliot'ın küçük kız kardeşini canlandırarak almıştı.

1973 yapımı Şeytan'da, şeytan tarafından ele geçirilen Regan karakterini ise Linda Blair canlandırmıştı. Blair, bu rolle 1974'te En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar'a aday gösterilmişti.

Jamie Lee Curtis ise ilerleyen yıllarda korku türüyle özdeşleşen bir isim haline geldi. Oyuncu, 19 yaşındayken 1978 yapımı klasik Yabancı'yla (Halloween) büyük çıkış yakaladı. Ardından Sis (The Fog), Prom Night ve Dehşet Treni (Terror Train) gibi yapımlarda rol aldı. 

Curtis, son olarak 1978'de hayat verdiği Laurie Strode karakterini, 2022'de gösterime giren Cadılar Bayramı Sona Eriyor'la (Halloween Ends) yeniden canlandırdı.

Independent Türkçe, Variety, People