Tekinsiz sokaklardan distopyalara: 2025'in en iyi 10 dizisi

Paradise'ta Oscar adayı Sterling K. Brown'a (sağda) ABD Başkanı Cal Bradford rolünde X-Men yıldızı James Marsden (ortada) eşlik ediyor (Hulu)
Paradise'ta Oscar adayı Sterling K. Brown'a (sağda) ABD Başkanı Cal Bradford rolünde X-Men yıldızı James Marsden (ortada) eşlik ediyor (Hulu)
TT

Tekinsiz sokaklardan distopyalara: 2025'in en iyi 10 dizisi

Paradise'ta Oscar adayı Sterling K. Brown'a (sağda) ABD Başkanı Cal Bradford rolünde X-Men yıldızı James Marsden (ortada) eşlik ediyor (Hulu)
Paradise'ta Oscar adayı Sterling K. Brown'a (sağda) ABD Başkanı Cal Bradford rolünde X-Men yıldızı James Marsden (ortada) eşlik ediyor (Hulu)

Yıl sonları eleştiri dünyasında hep aynı ritüelle gelir: Her sanat dalı için hazırlanan sayısız "en iyiler" listesi... Bu elbette tatlı bir kurgu; eleştirmenlere geriye dönüp kalan izleri işaretleme, izleyiciye de bitmeyen izleme listesinde bir yol haritası sunma fırsatı verir. Ama bazı yıllar vardır ki, eleme ve sıralama işi her zamankinden daha zorlayıcı olur.

2025, televizyon açısından tam da böyle bir yıldı. Grevlerin ardından sektör yeniden nefes aldı, Vince Gilligan'dan Steven Knight'a kadar pek çok güçlü yaratıcı yeni projelerle ekrana döndü. Hatta beyazperdede görmeye alışık olduğumuz yıldızlar televizyona taşındı, uzun süredir beklenen diziler geri geldi ve ekran dolup taştı. Öte yandan, endüstrinin giderek daha temkinli ve hesaplı kararlar alması, yeni ve "dışarıdan" seslerin görünürlüğünü her zamankinden biraz daha zor hale getirdi.

Bu liste tam da bu noktada bilinçli bir sapak alıyor. Adolescence, The Studio ya da Andor gibi zaten geniş kitlelerin konuştuğu ve yıl boyu ödülleri toplamış yapımları özellikle dışarıda bırakıp, biraz daha kıyıda köşede kalmış ama zihinde uzun süre yankılanan dizilere odaklanıyoruz. Dept. Q'nun karakter odaklı suç anlatısından Dying for Sex'in kırılgan cesaretine, Pluribus'un rahatsız edici sorularından Task'in ağır ama umutlu karanlığına uzanan bu seçki, "büyük" olmaktan çok kalıcı olmayı başaran işlerden oluşuyor.

2025'in en iyi dizileri listemiz, televizyonun hâlâ risk alabilen, şaşırtabilen ve izleyiciyi konfor alanının dışına çıkarabilen bir mecra olduğunu hatırlatan yapımlara küçük ama ısrarlı bir selam.

Pluribus

Vince Gilligan, Breaking Bad ve Better Call Saul'un ardından bu kez dünyanın sonunu neredeyse huzurlu bir ihtimal gibi gösteren sarsıcı bir bilimkurgu fikriyle karşımıza çıkıyor. Pluribus, insanlığın büyük bölümünü tek bir bilinçte birleştiren gizemli bir salgına karşı bağışıklık kazanan sayılı kişiden biri olan Carol'ı merkezine alıyor. Rhea Seehorn'un canlandırdığı Carol, dizinin deyimiyle "dünyadaki en mutsuz insan" ve belki de tam bu yüzden, herkesin mutlu göründüğü bu yeni düzende en rahatsız edici soruları sormaya devam edebilen tek kişi. Herkesin bilgiye, huzura ve ortak bir uyuma kavuştuğu bir dünyada, bireyselliğin hâlâ savunulmaya değer olup olmadığı fikri, dizi boyunca izleyicinin zihnini kemiriyor. 

ty
Fotoğraf: Apple TV

X-Files kökenlerine dönen Gilligan'ın yavaş yavaş açılan anlatımı, her bölümde seyirciyi bir adım daha huzursuz ederken, Seehorn'un neredeyse tek başına sırtladığı performans diziyi duygusal olarak ayakta tutuyor. Pluribus, yüksek konseptli bilimkurgusunu hiçbir zaman karakterlerin önüne geçirmiyor; aksine, yalnızlık, aidiyet ve inatçı insan doğası üzerine beklenmedik derecede dokunaklı bir hikaye anlatıyor. Kimi zaman komik, kimi zaman ürkütücü, çoğu zaman da rahatsız edici biçimde tanıdık hissettiren bu dünya, diziyi basit bir "Ya şöyle olsaydı?" denemesinin çok ötesine taşıyor. 

Bu kıyameti yapay zekadan yalnızlık salgınına kadar pek çok başlık üzerinden okumak mümkün. Ancak dizinin merkezinde, çok daha temel bir soru yatıyor: İnsan olmak aslında ne anlama geliyor? Carol insanlardan hoşlanmayan bir karakter olabilir. Fakat kurtarılmak istemeyen bir dünyayı kurtarmaya çalışırken, bizi kusurlarımıza rağmen neden mücadeleye etmeye değer olduğumuz üzerine düşünmeye zorluyor.

Kısacası Pluribus, izleyiciye yalnızca bir distopya sunmuyor; "normal" dediğimiz şeyin ne kadar kıymetli olduğunu sorgulatan, uzun süre akıldan çıkmayan bir deneyime dönüşüyor.

IMDb: 8,3
Nereden izlenir: Apple TV

Dept. Q

Hiç kuşkusuz Dept. Q, 2025'in en güzel sürprizlerinden biri ve listeye girmeyi fazlasıyla hak ediyor. Slow Horses'ı sevenlerin hemen bağ kuracağı dizi, bu kez İskoçya'da, uyumsuz ve deyim yerindeyse hayatın sillesini yemiş polislerden oluşan bir ekibin etrafında dönüyor. 

Matthew Goode, görev başında vurulduktan sonra hayata ve mesleğine küsmüş dedektif Carl Morck rolünde harikalar yaratıyor. Üstelik huysuz, mesafeli ve sevmesi zor bir karakteri izlemeyi bile şaşırtıcı biçimde sürükleyici kılmayı başarıyor. 

defr
Fotoğraf: Netflix

Bodrum kata sürülen Morck'un, rafa kaldırılmış dosyalar ve hevesli ama beceriksiz bir ekiple yeniden oyuna girmesi, dizinin kara mizah damarını güçlendiriyor. Evde onu bekleyen sinir bozucu ev arkadaşı ve öfkeli ergen oğluyla birlikte, karakterin yalnızlığı ve tükenmişliği yavaş yavaş ete kemiğe bürünüyor. 

The Queen's Gambit'le tanınan Scott Frank'in imzasını taşıyan senaryo tempolu ama aceleci değil; gerilimi yükseltirken duyguyu asla arka plana atmıyor. Özellikle Morck'la felçli ortağı arasındaki sessiz, yarım kalmış cümlelerle dolu sahneler dizinin kalbini oluşturuyor. Çözülen dava karakterlerin biraz gölgesinde kalsa da Dept. Q'yu güçlü kılan aslında tam olarak bu: Uzun soluklu bir dizi olacağının sinyallerini veren karakter merkezli bir suç hikayesi oluşu. İkinci sezonu iple çekmemek elde değil.

IMDb: 8,2
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor

Mussolini: Yüzyılın Oğlu (Mussolini: Son of the Century)

Faşizmin yükselişi rahat izlenen bir hikaye değil ve Mussolini: Yüzyılın Oğlu bu rahatsızlığı bilinçli olarak seyircinin üzerine bırakıyor. Joe Wright'ın Antonio Scurati'nin romanından uyarladığı dizi, I. Dünya Savaşı sonrası İtalya'da Benito Mussolini'nin bir gazeteciden otokrata dönüşümünü karanlık, neredeyse boğucu bir estetikle takip ediyor. 

Işık-gölge oyunları, kırılan dördüncü duvar ve Tom Rowlands imzalı sert müzikler, anlatıyı klasik bir biyografiden ziyade bir politik kabusa dönüştürüyor. Luca Marinelli, Mussolini'yi cazibeyle şiddeti aynı bedende taşıyan bir figür olarak canlandırırken, ekranda neredeyse rahatsız edici bir güç kuruyor.

dfergt
Fotoğraf: MUBI

Dizinin asıl başarısı, faşizmi karmaşık bir ideoloji gibi sunmak yerine, ilkesiz bir güç biriktirme pratiği olarak çıplak biçimde göstermesinde yatıyor. Bu yönüyle hikaye yalnızca geçmişe değil, bugünün politik diline de rahatsız edici bir ayna tutuyor. 

Gösterişli anlatımı, operayla erken dönem sinema estetiğini harmanlayan rejisi ve alaycı mizahı sayesinde dizi didaktik olmaktan bilinçle kaçıyor. Mussolini: Yüzyılın Oğlu, tarih tekerrür etmese de yöntemlerin ürkütücü biçimde tanıdık kaldığını hatırlatan, yılın en sarsıcı televizyon deneyimlerinden biri.

IMDb: 8,2
Nereden izlenir: MUBI

Task

Brad Ingelsby, Mare of Easttown'la yarattığı evreni bu kez daha sessiz, daha incelikli ama bir o kadar da sarsıcı bir yere taşıyor. Pennsylvania'nın gri arka planında geçen Task, ilk bakışta tanıdık bir suç hikayesi gibi görünse de kısa sürede ritmi ve duygusal dokusuyla farkını hissettiriyor. 

Mark Ruffalo'nun canlandırdığı, yasın ve tükenmişliğin içinde sürüklenen FBI ajanıyla Tom Pelphrey'nin oynadığı, hayatını ailesi için "yanlış" yollardan düzeltmeye çalışan çöpçü-soyguncu, kaçınılmaz bir çarpışmaya doğru ilerliyor. Pelphrey'nin performansı dizinin gizli silahı: Hem kırılgan hem tehditkar. Empati kurulabilen ama bir o kadar tehlikeli. Ruffalo ise azla çok anlatan performansıyla, izleyiciyi yoran bir "trajedi nesnesi"ne dönüşmeden, oynadığı karaktere katman kazandırıyor. 

edfrgty
Fotoğraf: HBO

Task, büyük çatışmalar kadar sessizliklerle, yarım kalan cümlelerle ve bakışlarla da ilerliyor. Ve tam her şeyi çözdüğünüzü sandığınız anda yön değiştirerek, karanlığın içinden beklenmedik bir umut kırıntısı çıkarıyor. Özetle Task, bittikten sonra bile izleyicinin zihninde dolaşmayı sürdürüyor.

IMDb: 8,0
Nereden izlenir: HBO Max

It: Welcome to Derry

It: Welcome to Derry, yalnızca Pennywise'ın kökenine değil, korkunun bir kasaba ölçeğinde nasıl örgütlendiğine bakan, rahatsız edici derecede etkili bir başlangıç hikayesi. 1962'de Maine'in Derry kasabasında geçen dizi, bir çocuğun gizemli kayboluşuyla açılıyor ve kısa sürede olayın tekinsizliği okul sıralarındaki bir grup çocuğun etrafında yoğunlaşıyor.

Bill Skarsgård, 2017 ve 2019 tarihli filmlerden tanıdığımız Pennywise'ı bu kez daha sinsi ve derine işleyen bir tehdit olarak yeniden inşa ediyor. Ancak dizi, yüzeyde bir korku anlatısı gibi görünse de Soğuk Savaş paranoyasını, ırkçılığı, istismarı ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmaları hikayenin omurgasına yerleştiriyor.

asdfrgt
Fotoğraf: HBO

Andy Muschietti'nin yaratıcı dünyasından beslenen anlatı, kanlı anlardan çok gündelik hayatın içindeki kötülüğü büyüterek gerilim kurmayı tercih ediyor. Bu tercih, Welcome to Derry'yi sıradan bir öncül olmaktan çıkarıp duygusal açıdan da ağır ve rahatsız edici bir seyir deneyimine dönüştürüyor.

Dizi kusursuz değil; bazı karakterler daha derinleştirilebilirdi, bazı anlarsa fazla tanıdık hissettiriyor. Ama finalde geriye kalan duygu net: It: Welcome to Derry, asıl korkunun palyaçodan değil, insanların birbirine yapabildiklerinden doğduğunu hatırlatıyor.

IMDb: 7,9
Nereden izlenir: HBO Max

Paradise

Paradise, bir başkan suikastını merkezine alsa da asıl gücü, izleyicinin ayağının altındaki zemini sürekli kaydıran dünyasında saklı. This Is Us'la duygusal anlatının ustası olduğunu kanıtlayan Dan Fogelman, bu kez zamanı, hafızayı ve sırları bükerek çok daha karanlık bir politik gerilim kuruyor.

Sterling K. Brown'ın canlandırdığı Gizli Servis ajanı Xavier Collins, suikastın ardından kendini yalnızca bir komplonun değil, tanıdık görünen ama giderek yabancılaşan bir düzenin ortasında buluyor. James Marsden'ın hayat verdiği karizmatik başkan Cal Bradford ise geri dönüşlerle derinleşen, ekrandan silinse bile hikayenin ruhunu belirleyen bir figüre dönüşüyor.

frgt
Fotoğraf: FX / Hulu

Dizi, Beyaz Saray'da işlenen bir cinayeti anlatmakla yetinmeyip, "normal" sandığımız dünyanın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor. Fogelman'ın alametifarikası olan duygusal kırılmalar, şoke edici ters köşelerle birleşince Paradise, temposunu hiç düşürmeden ilerliyor. Özellikle 7. bölüm, hem oyunculuklar hem de anlatının açtığı karanlık ihtimaller açısından dizinin kalbini oluşturuyor.

Finale gelindiğinde ise her şey netleşiyor: Paradise, yalnızca politik bir gerilim değil, bugüne fazlasıyla benzeyen bir geleceğe açılan rahatsız edici bir kapı.

IMDb: 7,9
Nereden izlenir: Disney+

Dying for Sex 

Ölüme dair bir diziyi izlemek kadar önermek de cesaret istiyor, farkındayız. Ama inanın Dying for Sex, sizi pişman etmeyecek. 

Ölümle yüzleştiği anda, hayatı ve bedeniyle ilişkisinin eksik kalan yanlarını tamamlamaya karar veren bir kadının hikayesi, dizinin çıkış noktasını oluşturuyor. Gerçek bir podcast'ten uyarlanan yapım, atlattığını sandığı 4. evre kanserin geri döndüğünü öğrenen Molly'nin, sevgisiz evliliğini geride bırakıp bedeniyle ve arzularıyla yeniden tanışma kararını merkezine alıyor. 

drfgt
Fotoğraf: FX / Hulu

Michelle Williams, hayranlık uyandıran kariyerinde özel bir yere oturan bu performansıyla, Molly'yi kırılgan, komik, öfkeli ve capcanlı kılıyor. Karşısında Jenny Slate, dostluk kavramını romantize etmeden ama derin bir sevgiyle oynayarak dizinin duygusal omurgasını kuruyor. 

Cinsellik burada bir provokasyon değil; ölüm gerçeğiyle yüzleşirken hayatı sonuna kadar hissetme arzusunun doğal bir uzantısı. Liz Meriwether ve Kim Rosenstock'un yazımı, ilham verici nutuklara ya da gözyaşı sömürüsüne hiç sapmadan, acı ve mizahı aynı potada eritmeyi başarıyor. Rob Delaney'nin sessiz ve yürek burkan performansı, dizinin duygusal derinliğini daha da artırıyor. 

Dying for Sex, ölümle ilgili olmasına rağmen hayata dair son derece iştah açıcı bir dizi. Bu da onu izlemek için kesinlikle güçlü bir sebep.

IMDb: 7,6
Nereden izlenir: Disney+

The Chair Company

The Chair Company, ilk bakışta önemsiz görünen bir kazanın giderek tekinsizleşen bir hikayeye dönüşmesiyle açılıyor.

Başrolde komedyen Tim Robinson, gündelik hayatın küçük çatlaklarından sızan takıntı ve kırılganlık hallerini kara mizahla görünür kılmaya devam ediyor.

Dizinin merkezinde, Ohio'da yeni bir alışveriş merkezi projesi üzerinde çalışan Ron Trosper var; sahnede oturduğu sandalyenin kırılmasıyla yaşadığı utanç, onun için telafisi olmayan bir kırılma anına dönüşüyor. Çoğu insanın birkaç saniyede unutacağı bu olay, Robinson evreninde paranoya, öfke ve takıntıyla örülü absürt bir yolculuğun kapısını aralıyor.

cdfgt
Fotoğraf: HBO

Robinson, her an patlamaya hazır bu karakteri yavaş yavaş çözülen bir ruh haliyle derinleştiriyor. Zach Kanin'le birlikte kurduğu anlatı, diziyi yalnızca bir ofis komedisi olmaktan çıkarıp, modern çalışma hayatının insanı nasıl içten içe kemirdiğine dair tuhaf ama tanıdık bir tabloya dönüştürüyor.

Soğuk ofis mekanları, anlamsız nezaket kalıpları ve tekrar eden detaylar, Ron'un akıl sağlığındaki çatlakları giderek daha görünür kılıyor. Ve dizi sona erdiğinde, ardında bir sandalyeye aynı gözle bakamayacak izleyiciler ve rahatsız edici olduğu kadar unutulmaz bir deneyim bırakıyor.

IMDb: 7,5
Nereden izlenir: Türkiye'de bir platformda bulunmuyor

The Lowdown

2025'in en keyifli sürprizlerinden The Lowdown, Sterlin Harjo'nun Reservation Dogs sonrası kariyerinde attığı en cesur adımlardan biri. Tulsa sokaklarında geçen bu neo-noir, Ethan Hawke'un canlandırdığı ve kendini "gerçek avcısı" ilan eden Lee Raybon'u merkeze alıyor. Dizi, Raybon'u nüfuzlu bir ailenin kara koyununun şüpheli intiharını araştırırken izliyor. Raybon, klasik sert dedektiflerden çok, Büyük Lebowski'yi bile deneyimli gösteren, savrula savrula ilerleyen bir anti-kahraman portresi çiziyor. Bu tercih, dizinin tonunu aynı anda hem komik hem de tedirgin edici kılıyor.

dfrgt
Fotoğraf: FX / Hulu

Harjo, tıpkı önceki işinde olduğu gibi Oklahoma'yı yalnızca bir mekan değil, Amerika'nın kibir, baskı ve ihtimallerle dolu tarihinin canlı bir özeti olarak kullanıyor. Irk, sınıf, toprak ve geçmişle hesaplaşma, tek bir dosyanın ucundan çekildikçe şehrin gizlenmiş çatlaklarını görünür kılıyor.

Ethan Hawke başta olmak üzere Keith David, Jeanne Tripplehorn ve Kyle MacLachlan'ın katkıları, diziyi karakterler açısından son derece zengin kılıyor. The Lowdown, sıkı bir polisiye olmaktan çok, atmosferi, anları ve yan hikayeleriyle yaşayan bir dünya kuruyor. Finaliyle ise izleyiciyi hem sersemleten hem de hikayenin en başından itibaren örülen tüm ipuçlarını yeniden gözden geçirmeye zorlayan dizilerden biri olmayı başarıyor.

IMDb: 7,3
Nereden izlenir: Disney+

A Thousand Blows

A Thousand Blows, izleyiciyi daha ilk bölümden gerilimi yüksek, tavizsiz bir evrene sokan, sert ama son derece canlı bir dönem dizisi. Steven Knight, Peaky Blinders'tan tanıdığımız karanlık dokuyu bu kez 1880'lerin Doğu Londra'sına taşıyor ve Viktorya dönemi İngilteresi'ni romantize etmeden, tüm acımasızlığıyla resmediyor. 

Jamaika'dan Londra'ya büyük umutlarla gelen Hezekiah ve Alec'in hikayesi, kısa sürede sistematik ırkçılık, sınıf nefreti ve hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor. Hezekiah'nın boks ringinde bulduğu geçici güç, onu sokakların gerçek hakimi olan suç dünyasının da hedefi haline getiriyor.

efrt
Fotoğraf: Disney+ / Hulu

Erin Doherty'nin canlandırdığı Mary Carr, dizinin erkek egemen şiddet evrenine beklenmedik bir tehdit ve çekim merkezi ekliyor. Ancak her sahneyi gölgede bırakan isim, hiç kuşkusuz Sugar Goodson rolündeki Stephen Graham; kısa süreli varlığı bile dizinin tansiyonunu yukarı çekmeye yetiyor. 

Kısacası A Thousand Blows, yalnızca yumrukların değil, sadakatin, intikamın ve hayatta kalma içgüdüsünün de çarpıştığı bir hikaye anlatıyor. Yılın en sert dizilerinden biri olmasının ötesinde, izleyiciyi ringin ortasına çekip, kaçacak yer bırakmayan bir deneyim.

IMDb: 7,3
Nereden izlenir: Disney+



ABD'de göçmen operasyonları: "Vudu bebeği" bulundu

Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
TT

ABD'de göçmen operasyonları: "Vudu bebeği" bulundu

Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)
Federal göçmenlik operasyonunun devam ettiği New Orleans'ta, ICE memurunun "vudu bebeği" bir ağaca bağlanmış halde bulundu (Eyalet Başsavcısı Liz Murrill / X)

ABD İç Güvenlik Bakanlığı'nın (DHS) sınır dışı etme operasyonu New Orleans'ta sürüp giderken, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) memurlarını andıran bir "vudu bebeği" ağaca bağlanmış halde bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın göçmen baskınlarının son hedefi New Orleans. DHS'e göre "Catahoula Crunch" Operasyonu kapsamında 3 Aralık'tan bu yana 250'den fazla kişi gözaltına alındı.

Fotoğraflarda görüldüğü üzere "ICE" yazılı siyah bir yelek ve buna uyumlu şapkasıyla maskeli bir memuru tasvir eden, keçeden yapılmış bir bebek ağaca bağlanmış ve onlarca iğne batırılmış halde bulundu. Vudu, Louisiana'da yaygın bir uygulama ve New Orleans'taki dükkanlar bu dini uygulamayla ilgili eşyalar satıyor.

Bebeği kimin yaptığı veya ağaca kimin bağladığı henüz bilinmiyor.

Louisiana'nın Cumhuriyetçi başsavcısı Liz Murrill bir sosyal medya gönderisinde "Yasadışı göçmenlik yanlısı radikallerin tartışmayı kaybettiğini, @ICEgov'un vudu bebeklerini kullanmalarından ve New Orleans'taki Çocuklara Karşı İnternet Suçları Görev Gücü'ne rahat vermemelerinden anlayabilirsiniz" yazarak sözkonusu bebeğin fotoğrafını paylaştı.

The Independent cevap hakkı için DHS'le iletişime geçti.

Şikago, Charlotte ve Los Angeles'taki benzer operasyonların ardından Trump'ın göçmenlik politikasının son hedefi New Orleans. Louisiana'nın en büyük şehrine yapılan federal konuşlandırma protestolara yol açtı.

New Orleans'ın müstakbel belediye başkanı Helena Moreno, Catahoula Crunch Operasyonu'nun şehirde "ciddi endişeye" yol açarak bir "korku kültürü" yarattığını söylüyor.

Moreno, federal göçmenlik görevlileri tarafından durdurulduklarında ne yapmaları gerektiğiyle ilgili vatandaşlara tavsiye veren ve yasal kaynaklara bağlantılar sağlayan "Haklarınızı Bilin" adlı bir internet sitesi açtı; New Orleans Belediye Meclisi de yurttaşların, federal memurların suiistimallerini veya görevi kötüye kullanmalarını bildirmesi için bir portal oluşturdu.

DHS, baskınların "suçlu yasadışı göçmenleri" hedef aldığını söylese de Associated Press'in ele geçirdiği kolluk kuvvetleri kayıtları, New Orleans operasyonunun ilk iki gününde gözaltına alınan 38 kişinin üçte birinden azının sabıkası olduğunu göstermişti.

New Orleans'ı temsil eden Demokrat Partili Senatör Royce Duplessis, önceki haftalarda AP'ye yaptığı açıklamada, "Bu, zaten bildiğimiz şeyi doğruluyor; mesele kamu güvenliği değil, mesele kaos ve korkuyu körüklemek, toplulukları terörize etmek" demişti. 

Göçmenlerin şiddet yanlısı olduğu yönündeki hastalıklı klişeyi daha da güçlendiriyor.

New Orleans'tan gelen haberler, ülke genelindeki daha büyük bir örüntüye uyuyor gibi görünüyor.

Kâr amacı gütmeyen veri toplama kuruluşu Transactional Records Access Clearinghouse'a göre, 30 Kasım itibarıyla ICE tarafından gözaltında tutulan kişilerin yaklaşık yüzde 73'ünün sabıka kaydı yok.

New Orleans göçmen operasyonunun bitiş tarihi henüz açıklanmadı.

Independent Türkçe


Güney Kore’de kellik tartışması: “Ölüm kalım meselesine dönüştü”

Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
TT

Güney Kore’de kellik tartışması: “Ölüm kalım meselesine dönüştü”

Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)
Lee'nin teklifini eleştirenler, kelliğe kıyasla daha önemli hastalıklara yoğunlaşılmasını istiyor (Reuters)

Güney Kore Devlet Başkanı Lee Jae-myung, kellikle mücadelenin "ölüm kalım meselesi" haline geldiğini söyledi.

Lee, kamu sağlık sigortasının saç dökülmesi tedavilerini de içerecek şekilde genişletilmesini istediğini belirtti.

62 yaşındaki lider, salı günkü açıklamasında kelliğin sadece gençler için "kozmetik bir sorun" olmadığını, toplum için bir "ölüm kalım meselesine" dönüştüğünü savundu.

Ülkede sadece alopesi areata gibi tıbbi nedenlerle oluşan saç dökülmelerine yönelik tedavilerin masrafları devlet tarafından karşılanıyor. "Saçkıran" diye de bilinen bu hastalık, genellikle bağışıklık sisteminin kendine saldırması sonucu kişinin saç, sakal, kirpik ya da kaşlarının kısa süre içinde dökülmesine yol açıyor.

Diğer yandan yaygın erkek tipi kellik için uygulanan tedavilerin çoğu, sigorta kapsamı dışında kalıyor. Lee, sigorta kapsamının genişletilmesi gerektiğini belirterek şunları söyledi:

Sigorta primlerini ödedikleri halde yardım alamamalarını haksızlık olarak gören gençler olabilir. Bu durum yabancılaşma hissini ciddi boyutlara çıkarabilir.

Güney Kore'nin sağlık sigortası sistemi halihazırda mali sorunlarla boğuşuyor. Sistem, geçen yıl 11,4 trilyon won'la (yaklaşık 330 milyar TL) rekor açık vermişti. Yaşlanan nüfusun da etkisiyle 2026'da açığın 4,1 trilyon won (yaklaşık 119 milyar TL) daha artabileceği öngörülüyor.

Öte yandan Kore Tabipler Birliği'nden yapılan açıklamada, Lee'nin saç dökülmesi tedavisini önceliklendiren yaklaşımı eleştirildi:

Sağlık sigortası fonlarını saç dökülmesi tedavisine harcamak yerine, kanser ve diğer ciddi hastalıkların tedavisine öncelik verilmesi daha uygun olacaktır.

Katı güzellik standartlarıyla tanınan Doğu Asya ülkesinde kellikten muzdarip gençler toplumsal dışlanmayla karşılaşabiliyor. Yetkililere göre, geçen yıl saç dökülmesi nedeniyle hastanelere başvuran 240 bin kişinin yüzde 40'ı 20'li veya 30'lu yaşlardaydı.

Sağlık Bakanı Jeong Eun Kyeong ise saç dökülmesi yaşayan gençlerin iş arama sürecinde özgüvenlerini yitirebileceğini, bunun da ruh sağlıklarını olumsuz etkileyeceğini savunuyor.

Lee, 2022'de düzenlenen devlet başkanlığı seçimleri için yürüttüğü kampanyada da saç dökülmesi tedavisi masraflarının devlet tarafından ödeneceği vaadiyle gündem olmuştu. Lee, o dönemki seçimleri Yon Suk-yol karşısında kaybetmişti.

Independent Türkçe, Guardian, BBC


Tom Cruise'un "dünyanın en güçlü adamını" canlandırdığı Digger'dan ilk görüntüler

Hollywood'un en büyük yıldızlarından Tom Cruise, sinema sektöründe geçirdiği yaklaşık 40 yıl boyunca, beyazperdede 9 bin metreden fazla koştu (Paramount Pictures)
Hollywood'un en büyük yıldızlarından Tom Cruise, sinema sektöründe geçirdiği yaklaşık 40 yıl boyunca, beyazperdede 9 bin metreden fazla koştu (Paramount Pictures)
TT

Tom Cruise'un "dünyanın en güçlü adamını" canlandırdığı Digger'dan ilk görüntüler

Hollywood'un en büyük yıldızlarından Tom Cruise, sinema sektöründe geçirdiği yaklaşık 40 yıl boyunca, beyazperdede 9 bin metreden fazla koştu (Paramount Pictures)
Hollywood'un en büyük yıldızlarından Tom Cruise, sinema sektöründe geçirdiği yaklaşık 40 yıl boyunca, beyazperdede 9 bin metreden fazla koştu (Paramount Pictures)

Alejandro G. Iñárritu'nun merakla beklenen yeni filminin bilinmeyenleri yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor.

Başrolünde Tom Cruise'un oynayacağı yapımın adının Digger olacağı ve 2 Ekim 2026'da vizyona gireceği bildirildi. 

Yayımlanan afişte film, "felaket boyutunda bir komedi" diye tanımlanıyor.

Çekimleri Birleşik Krallık'ta yapılan ve 6 ayda tamamlanan film, Meksikalı yönetmenin 2015 yapımı Diriliş'ten (The Revenant) sonra çektiği ilk İngilizce film. 

Paramparça Aşklar Köpekler (Amores Perros), 21 Gram (21 Grams) ve Babil gibi pek çok övgü toplayan projeye imza atan Iñárritu'yla birlikte Cruise da filmin yapımcıları arasında yer alıyor. 

62 yaşındaki yönetmen senaryoyu yazarken Birdman'deki ekip arkadaşları Nicolas Giacobone ve Alexander Dinelaris'in yanı sıra Sabina Berman'la da çalıştı. 

fgtyh
Türkçe'de "Kazıcı" anlamına gelen Digger'ın afişi de yayımlandı (Warner Bros.)

63 yaşındaki Hollywood yıldızının Digger Rockwell karakterini canlandıracağı filmin konusu henüz tam olarak bilinmiyor. 

Warner Bros. Cruise'un "dünyanın en güçlü adamını" canlandırdığını ve "insanlığın kurtarıcısı olduğunu kanıtlamak için çılgınca bir göreve çıkan" Digger Rockwell'in "sonrasında neden olduğu felaketin her şeyi yok ettiğini" bildiriyor. 

Filmde Sandra Hüller, John Goodman, Michael Stuhlbarg, Jesse Plemons, Sophie Wilde, Riz Ahmed ve Emma D’Arcy gibi önemli oyuncular da yer alıyor. 

Cruise son olarak Mission: Impossible - Son Hesaplaşma (Mission: Impossible - The Final Reckoning) ve Top Gun: Maverick'le izleyicilerin karşısına çıkmıştı.

Iñárritu ise Diriliş sonrasında yalnızca tek bir uzun metraj film çekti: 2022'de vizyona giren Bardo, Bir Avuç Doğrunun Yalan Yanlış Güncesi (Bardo, falsa crónica de unas cuantas verdades) 4 Oscarlı yönetmenin önceki filmleri kadar beğeni toplamadı. 

Independent Türkçe, Variety, TheWrap