DSÖ: Mevcut Kovid-19 aşıları güvenli ve etkili olmayı sürdürüyor

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), mevcut Kovid-19 aşılarının güvenli ve etkili olmayı sürdürdüğünü bildirdi

(AA)
(AA)
TT

DSÖ: Mevcut Kovid-19 aşıları güvenli ve etkili olmayı sürdürüyor

(AA)
(AA)

DSÖ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, DSÖ'nün haftalık basın toplantısında güncel sağlık konularına ilişkin değerlendirmede bulundu.

Kuzey yarımkürede kış mevsimi öncesi Kovid-19 ile ilgili endişe verici eğilimleri görmeye devam ettiklerini dile getiren Ghebreyesus, özellikle Avrupa ve ABD'de son 28 günde Kovid-19 nedeniyle hastaneye yatışlar ve yoğun bakıma kabullerin arttığını söyledi.

Ghebreyesus, Kovid-19 ile ilgili aşılamanın en fazla risk altındaki kişiler için düşük kaldığını, dünya nüfusunun 3'te 2'sinin ilk doz aşıyı aldığını fakat sadece 3'te 1'inin hatırlatma dozunu vurulduğunu ifade etti.

"Kovid-19, 2 yıl önceki gibi akut kriz olmayabilir ancak bu onu görmezden geleceğimiz anlamına gelmiyor" diyen Ghebreyesus, ülkelerin Kovid-19 ile mücadele için çok fazla yatırım yaptığını ve bu konudaki önlemlerini sürdürmeleri gerektiğini vurguladı.

"Mevcut Kovid-19 aşıları güvenli ve etkili olmayı sürdürüyor"

"Son dönemde vakalar artarken yeni varyantların daha bulaşıcı ve tehlikeli olduğunu söyleyebilir misiniz? Yeni varyantlar için yeni aşı programlarına ihtiyaç duyulacak mı?" sorusunu yanıtlayan DSÖ'nün Kovid-19'a Karşı Mücadele Teknik Heyeti Lideri Maria Van Kerkhove, Kovid-19'un yaygın yeni varyantları olan EG.5.1 (Eris) , XBB.1.5 ve BA.2.86'nın (Pirola) ciddiyet düzeyinde bir değişiklik tespit etmediklerini dile getirdi.

Kovid-19'a karşı alınan önlemlerin işe yaradığını vurgulayan Kerkhove, "Mevcut Kovid-19 aşıları güvenli ve etkili olmayı sürdürüyor, ciddi hastalıkları ve ölümleri önlüyor" dedi.



Çocuklar arasında yayılan zatürre hakkında bilinmesi gerekenler

Mevcut salgın döneminde çocuklarda görülen zatürrelerdeki farklılıklar araştırılıyor. (Reuters)
Mevcut salgın döneminde çocuklarda görülen zatürrelerdeki farklılıklar araştırılıyor. (Reuters)
TT

Çocuklar arasında yayılan zatürre hakkında bilinmesi gerekenler

Mevcut salgın döneminde çocuklarda görülen zatürrelerdeki farklılıklar araştırılıyor. (Reuters)
Mevcut salgın döneminde çocuklarda görülen zatürrelerdeki farklılıklar araştırılıyor. (Reuters)

Hollanda, Danimarka, ABD’nin bazı bölgeleri ve Çin’de çocuklar arasında normalden daha yüksek zatürre oranlarına ulaşılırken, halk sağlığı yetkilileri dünya çapında enfeksiyonları izliyor, vakaları ve semptomlarını kaydediyor. Science Alert sitesinde yayınlanan bir rapora göre söz konusu salgınlarda endişe edilecek yeni bir virüs veya başka türde yeni bir patojen bulunmuyor.

Science Alert’a göre vakalara genellikle bakteriyel veya viral bir enfeksiyon neden oluyor. Zatürre, soluk borusunun iltihaplanması olan bronşitten daha derinlerde akciğer dokusunu etkileyebiliyor ve göğüs akciğer röntgeninde beyaz bir gölge olarak gözlemleniyor. Aynı zamanda ateş, solunum sorunları ve göğüs ağrısı gibi semptomlara da neden olabiliyor.

RSV (Respiratuar Sinsityal Virus) ve mikoplazma pnömonisi dahil olmak üzere bilinen solunum yolu patojenleri genellikle yılın bu zamanında rapor edilirken, bu yıl da aynı durumun söz konusu olması bekleniyor. Mikoplazma salgınları birkaç yılda bir ortaya çıkarak, yaygın olarak kullanılan antibiyotiklere direnç gösterebiliyor.

Euronews haber sitesine göre mikoplazma pnömonisi, hafif solunum yolu enfeksiyonlarından şiddetli zatürreye kadar farklı vakalara neden olabiliyor.

Science Alert'e göre enfekte çocukların ve yetişkinlerin çoğunda, birkaç gün sonra kendiliğinden kaybolacak olan grip benzeri semptomlar görülürken, bazıları tedavi gerektiren ve bazı durumlarda hastaneye kaldırılmayı gerektiren daha ciddi bir akciğer enfeksiyonuna maruz kalabiliyor.

Bu seferki salgında herhangi bir farklılık var mı?

Sağlıklı çocuklar, zararsız solunum yolu virüslerine erken yaşta yakalanmaktan büyük bir fayda sağlıyor. Zira bu virüslerle enfekte olmaları, bağışıklık sistemlerini eğitmeye ve gelecekte benzer mikroplara karşı bağışıklık kazanmalarına yardımcı oluyor.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre RSV (Respiratuar Sinsityal Virus), adenovirüsler, enterovirüsler, rinovirüsler ve koronavirüsler dahil olmak üzere 200’den fazla virüs solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabiliyor. Ayrıca gençlerde benzer enfeksiyonlarla daha önce karşılaşılmaması durumda belirtiler daha ciddi görülebilirken bir bağışıklığın yeni bir patojene karşı antikor geliştirmesi yaklaşık bir hafta sürüyor.

Enfeksiyon bittikten sonra hafıza hücreleri gelecekte oluşabilecek enfeksiyonlara karşı korunma sağlamak için vücutta kalıyor. Koronavirüs gibi soğuk algınlığı virüslerine karşı antikorların yaklaşık iki yıl sonra azaldığı ve bebeklerde RSV’ye karşı gelişen antikorların daha da hızlı azalabileceği tahmin ediliyor. Ancak hafıza hücreleri varlığını sürdürüyor. Virüsler de bağışıklıktan kaçmak için tanınmayacak şekilde mutasyona uğruyor.

Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre bu yıl beklenen viral enfeksiyonlarda farklılık görülmedi ve pandemi öncesi seviyelere göre beklenen dalgalar rapor edildi. Mikoplazma pnömonisi enfeksiyonları da öngörüldüğü şekilde kaydedildi.

Bununla birlikte, mikoplazmaya karşı sürü bağışıklığının azaldığı ve epidemiyolojik kısıtlamalardan sonra ciddi vakaların yeniden ortaya çıktığına dair bir uyarı da verildi.

Eş zamanlı enfeksiyonun bilinmeyen etkileri

Koronavirüs kısıtlamaları geçmişte kaldı ve okullarda, bakım evlerinde ve diğer yüksek riskli ortamlarda sıklıkla bulunan insanların aynı anda birçok bulaşıcı hastalıkla karşılaşması ‘muhtemel’ olarak değerlendiriliyor.

Birleşik Krallık ve ABD’de akut hepatitli çocuklarda yapılan çalışmalar, çoklu viral enfeksiyonların beklenmedik karaciğer hasarına neden olduğunu gösterdi. Birden fazla enfeksiyon daha ciddi hastalıklara yol açabiliyor, zararsız olduğu düşünülen virüsler bile daha ciddi doku hasarına yol açabiliyor.

Bilim laboratuvarlarında birden fazla solunum yolu virüsüyle enfekte olmanın hibrit virüslere yol açabileceği gösterildi. Bu hibrit virüsler, bireysel virüslerden farklı davranarak farklı semptomlara neden olabilir ve hatta bağışıklık sisteminden kaçabiliyor.

Yeni bir tehlikeli salgının ortaya çıkıp çıkmadığını anlamak için bilinmesi gerekenler

Daha tehlikeli olabilecek yeni varyantların tespit edilebilmesi için bilinen enfeksiyonlar ve semptomların kaydedilmesi ve rapor edilmesi gerekiyor.

Grip mevsiminde hastaneler dolup taşabiliyor ancak grip tek başına dolaşıma girmiyor. İnsanlara aynı anda birden fazla solunum yolu virüsü bulaştığında semptomlar kötüleşebiliyor.

Solunum yolu enfeksiyonları, iyileşmesi zaman alan akciğer hasarına neden olabiliyor.

Bir solunum yolu enfeksiyonunun ardından diğerinin gelmesi bu iyileşme süresini uzatabilirken bu da daha şiddetli semptomlara ve daha uzun hastalığa yol açabiliyor. Söz konusu durum özellikle yıllık grip aşısını yaptırmaları ve mevsimsel enfeksiyonlara yakalanmaktan kaçınmaları tavsiye edilen astım hastalarında görülüyor.

Zatürreye neden olan enfeksiyonlar bulaşıcıdır. Bu bağlamda, Kovid-19 salgını, solunum yolu enfeksiyonuna yakalanmayı önlemek için enfekte kişilerle temastan kaçınma, havalandırmayı etkili hale getirme, make kullanma ve el hijyenini koruma gibi önlemlerin önemini gösterdi.

Zararsız enfeksiyonların, özellikle de birden fazla patojenin olduğu eşzamanlı olanların etkisi hakkında bildiklerimiz göz önüne alındığında, yayılmayı durdurmak için harekete geçmek kritik bir önem teşkil ediyor.


Aralıklı oruç Alzheimer riskini azaltır mı?

Aralıklı orucun özelliği, gün içerisinde tüketilmesi gereken kalori miktarının belirtilmesini gerektirmemesi (Reuters)
Aralıklı orucun özelliği, gün içerisinde tüketilmesi gereken kalori miktarının belirtilmesini gerektirmemesi (Reuters)
TT

Aralıklı oruç Alzheimer riskini azaltır mı?

Aralıklı orucun özelliği, gün içerisinde tüketilmesi gereken kalori miktarının belirtilmesini gerektirmemesi (Reuters)
Aralıklı orucun özelliği, gün içerisinde tüketilmesi gereken kalori miktarının belirtilmesini gerektirmemesi (Reuters)

Yeni bir çalışma, aralıklı oruç şeklinde beslenmenin, Alzheimer hastalığını önleme veya yavaşlatmaya yardımcı olabileceğini ortaya koydu.

Şarku’l Avsat’ın Fox News’ten aktardığı habere göre, Kaliforniya Üniversitesi San Diego Tıp Fakültesi’ndeki araştırmacılar, belirli fare gruplarının beslenme programını, her gün yalnızca altı saatlik aralıklarda yemek yiyebilecekleri şekilde ayarladı.

Diğer bir gruba ise günün herhangi bir saatinde yemek yeme izni verildi.

Ekip, farelerin kısa ve uzun süreli hafızasının gücünü ölçmek için üzerlerinde çeşitli testler gerçekleştirdi.

Ayrıca onları, inflamasyon düzeylerini ve Alzheimer ile ilişkili bazı proteinleri ölçmek için çeşitli kan testlerine de tabi tuttu.

Çalışma ekibi, aralıklı orucu takip eden farelerin hafızasında gözle görülür bir iyileşme ve uyku bozukluklarında bir azalma buldu.

Ayrıca, beyinde Alzheimer hastalığının ayırt edici özelliği olan amiloid proteinlerinin daha az biriktiği de görüldü. 

FOTO: Alzheimer’lı bir hastanın beyninin CT taraması (Reuters)
Alzheimer’lı bir hastanın beyninin CT taraması (Reuters)

San Diego Tıp Fakültesi Sinir Bilimleri Bölümü’nde profesör olan çalışma yazarı Paula Desplats, araştırmalarına ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

“Çalışmamıza başladığımızda aralıklı orucun kalp hastalığı ve diyabet gibi diğer hastalıkları önlemede önemli olumlu etkilerini görmeyi bekliyorduk, ancak plakları ve iltihabı azaltmada ve hafızayı iyileştirmede bu kadar derin etkiler beklemiyorduk.”

Desplats, aralıklı orucun, gün içerisinde tüketilmesi gereken kalori miktarının belirtilmesini ya da kişinin alışık olduğu beslenmenin değiştirilmesini gerektirmediğini de ekledi.

Araştırmacılar, bu sonuçları doğrulamak için gelecekte insanlar üzerinde de testler yapacaklarını bildirdi.

Aralıklı oruç, belirli bir süre boyunca yemek yeme esasına dayanan bir beslenme türü olarak biliniyor.

‘Oruç’ denilen zaman aralığında sadece su içilmesine izin verilirken, kalori içeren yiyecek ve içeceklerin tüketilmesine izin verilmiyor.

Sadece belirlenen saatlerde normal şekilde yemek yenilebiliyor.

Çeşitli çalışmalar, aralıklı orucun kan şekerini kontrol etmeye ve kardiyovasküler hastalık riskini azaltmaya yardımcı olabileceğini daha önce göstermişti.

İngiltere’de geçen ay yapılan bir araştırmada, günde 14 saat boyunca aralıklı oruç şeklinde beslenmenin, (14 saatlik oruç tutmayı ve 10 saat içerisinde yemek yemeyi içerir) ruh halini ve uykuyu iyileştirebileceğini ve açlık düzeylerini azaltabileceğini gösterdi.


Bilim insanları hamileleri vejetaryen beslenmeye karşı uyarıyor

Vejetaryen beslenme anne adaylarının ve fetüslerin sağlığına zarar verebilir (AP)
Vejetaryen beslenme anne adaylarının ve fetüslerin sağlığına zarar verebilir (AP)
TT

Bilim insanları hamileleri vejetaryen beslenmeye karşı uyarıyor

Vejetaryen beslenme anne adaylarının ve fetüslerin sağlığına zarar verebilir (AP)
Vejetaryen beslenme anne adaylarının ve fetüslerin sağlığına zarar verebilir (AP)

Yeni bir çalışma, hamile kadınları vejetaryen beslenmeye karşı uyararak, bu diyetin yeterli besin alamamalarına neden olabileceğini öne sürdü.

İngiliz The Telegraph gazetesine göre, vejetaryen bin 729 kadının vitamin düzeylerinin ele alındığı çalışmada, birçok hamile kadının et ve süt ürünlerinde bulunan D vitamini ve B12 vitamininin yanı sıra folik asit ve riboflavin gibi vitaminlerin eksikliğinden muzdarip olduğunu ortaya çıkardı.

Folik asit ve B12 vitamini fetüslerdeki doğum kusurlarını önlemeye yardımcı olurken, D vitamini kemik, diş ve kas sağlığını destekliyor.

Riboflavin ise, rahimdeki çocuklarda kemik, kas ve sinirlerin büyümesini destekliyor.

Araştırmacılar, vejetaryen beslenen kadınların yüzde 90’ından fazlasında bu vitaminlerden bir veya daha fazlasının düşük düzeyde olduğunu tespit etti.

Daha sonra katılımcılar iki gruba ayrıldı. Gruplardan ilki 870 kadından, ikincisi ise 859 kadından oluşuyordu.

İkinci gruba 400 miligram folik asit, 12 miligram demir, 150 miligram kalsiyum, 150 miligram iyot ve 720 miligram beta-karoten içeren takviyeler verildi.

Ekip, hamileliğin çeşitli aşamalarında ve çocuklarının doğumundan 6 ay sonra tüm katılımcılardan kan örnekleri topladı.

Araştırmacılar, ek takviye alan ikinci grubun ‘hamilelik sırasında ve sonrasında vitamin eksikliklerinin önemli ölçüde iyileştiğini’ söyledi.

Araştırmanın baş yazarı ve Southampton Üniversitesi’nde Epidemiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Keith Godfrey “Bazı bilim insanlarının net sıfır karbon emisyonuna ulaşmak için et ve süt ürünlerine olan bağımlılığımızı azaltma çağrıları sonucunda anne adaylarının bitkisel besinleri tüketmesine yol açabilir ancak bunun doğmamış çocuklar üzerinde kalıcı olumsuz etkileri olabilir” dedi.

Godfrey, özellikle B ve D vitamini takviyesi almanın erken doğum riskini yarı yarıya azalttığını, ayrıca doğum sonu kanama oranlarının da azalmasını sağladığını belirtti.


Göz ve böbrek hastalıkları arasında nasıl bir ilişki var?

Göz CT taraması (Edinburgh Üniversitesi)
Göz CT taraması (Edinburgh Üniversitesi)
TT

Göz ve böbrek hastalıkları arasında nasıl bir ilişki var?

Göz CT taraması (Edinburgh Üniversitesi)
Göz CT taraması (Edinburgh Üniversitesi)

Birleşik Krallık’ta yapılan bir araştırma, 3 boyutlu göz taramalarının böbrek sağlığı hakkında hayati ipuçları verebileceğini ayrıca böbrek hastalıklarının ilerlemesinin takibine yardımcı olabileceği sonucuna ulaştı.

Araştırmacılar, bu gelişmenin, genellikle erken evrelerde belirti vermeden gelişen böbrek hastalıklarının takibinde devrim yaratabileceğini açıkladı.  Bulgular Nature Communications dergisinde yayınlandı.

Göz, vücudun ‘mikro dolaşım’ adı verilen önemli bir sürecin takip edilebildiği tek kısmıdır ve böbrek hastalıklarında genellikle en küçük kan damarlarındaki kan akışı etkilenir.

Yaygın bir şekilde kullanılan bir göz CT tarayıcısı, dakikalar içinde retinanın 3 boyutlu kesit görüntülerini almak için ışık dalgalarını kullanır.

Ekip, cihazı kullanarak böbrek nakli hastaları da dahil olmak üzere böbrek hastalıklarının çeşitli aşamalarındaki 204 hasta ve 86 sağlıklı gönüllü üzerinde göz muayeneleri gerçekleştirdi.

Araştırmacılar, ışığı algılayan ve beyne sinyaller gönderen doku tabakası olan retinadaki değişiklikleri tespit etmek için büyütülmüş görüntüleri kullandı. Böylece görüntülerin böbrek sağlığını izlemek için hızlı ve müdahalesiz bir yol sunduğu sonucuna ulaşıldı.

Ayrıca kronik böbrek hastalığı olan hastaların sağlıklı gönüllülere kıyasla daha ince retinalara sahip olduğu sonucuna da ulaşıldı. Çalışma ayrıca retina incelmesinin böbrek fonksiyonlarının azalmasıyla birlikte ilerlediğini gösterdi.

Başarılı bir nakilden sonra böbrek fonksiyonu normale döndüğünde bu değişikliklerin de tersine döndüğü gözlemlendi. Hastalığın en ağır formuna sahip olan ve böbrek nakli yapılan hastalarda da, ameliyattan sonra retinada hızlı bir kalınlaşma görüldü.

Bu bağlamda, Araştırmanın ortak araştırmacısı ve Edinburgh Üniversitesi Böbrek Fizyolojisi Anabilim Dalı başkanı Profesör Matthew Bailey Şarku’l Avsat’a “Böbrek hastalıkları yaygın görülür. Doktorların hastalığın nasıl ilerlediğini ve tedaviye yanıt verdiğini görebilmek için hastanın durumunu takip etmesi önemlidir. Bu temel olarak kanda ve idrarda bulunan maddelerin ölçülmesiyle yapılır. Ancak böbrek fonksiyonundaki değişiklikleri izlemek için bu hassas bir takip yönetimi değildir” dedi.

Ayrıca “Gözün arkasındaki ince tabakalar, ışığa tepki veren sensörlerin yanı sıra çok sayıda küçük kan damarı içerir. Bu nedenle çalışmamızda göz muayenelerinin kullanılmasına karar verdik ve böbrek hastalıklarının ilerleme hızını gösteren bir yöntem olduğu sonucuna ulaştık” ifadelerini kullandı.

Bailey, bu yöntemin pratik uygulamalarının, doktorlara böbrek fonksiyonları hakkında daha fazla bilgi sunarak hastalarının durumlarını takip etmelerine yardımcı olmayı amaçladığını açıkladı. Bu muayeneler noninvaziv, hızlı ve ekonomik olduğunu da vurguladı.

Sonraki adımla ilgili olarak ekibin şu anda böbrek hastalıklarını göz muayenesi yoluyla bilgisayar üzerinde hızlı bir şekilde erken teşhis etmesini sağlayacak yapay zeka yöntemleri geliştirmek için çalıştığını belirtti.


Bilim dışkıyı bağırsaklar için ilaca dönüştürüyor

Bağırsak mikrobiyotası, Fransız Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen kapsamlı araştırmaların odak noktasını teşkil ediyor (Reuters)
Bağırsak mikrobiyotası, Fransız Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen kapsamlı araştırmaların odak noktasını teşkil ediyor (Reuters)
TT

Bilim dışkıyı bağırsaklar için ilaca dönüştürüyor

Bağırsak mikrobiyotası, Fransız Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen kapsamlı araştırmaların odak noktasını teşkil ediyor (Reuters)
Bağırsak mikrobiyotası, Fransız Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen kapsamlı araştırmaların odak noktasını teşkil ediyor (Reuters)

Mikrobiyoloji alanındaki gelişmeler, biyofarmasötik şirketlerinin bağırsaklarda yaşayan milyarlarca mikroorganizmayı kullanarak ilaç üretmesine ve hatta hastaları tedavi etmek için sağlıklı bireylerin dışkısını kullanmasına olanak sağlıyor.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Biyoteknoloji şirketi MaaT Pharma, Fransa'nın Lyon bölgesinde bulunan ve sadece mikroorganizmalara dayalı ilaçlara adanmış Avrupa'nın en büyüğü olan yeni fabrikasında, kanserli hastaların iyileşme şansını artırmayı ve yoğun tedavi nedeniyle zarar gören bağırsak mikrobiyotasını yeniden canlandırarak immünoterapilere yanıt verme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlıyor.

Şirket, genellikle kemik iliği nakli veya kan kanseri vakalarında kök hücre nakli olarak bilinen kan oluşturan hücrelerin naklinden sonra ortaya çıkan ve ölüme yol açabilen nadir bir hastalık olan graft-versus-host hastalığı (GVHD) olarak bilinen hastalığı tedavi etmek için klinik çalışmaların son aşamasında olan MaaT013 (MaaT013) ilacını geliştirmek için çalışıyor.

Denemenin ilk sonuçlarının 2024 ortalarında ortaya çıkması bekleniyor ancak bu ilaç acil ihtiyacı olanlar için bir dizi Avrupa ülkesinde zaten mevcut.

Biyoteknoloji şirketi, Lyon'un eteklerindeki yeni fabrikasında ürettiği bu terapötik çözümden yılda dokuz bin doz satmayı bekliyor.

Şirket, toplanan dışkıyı, bu amaç için özel olarak üretilmiş bir tür hava geçirmez konteyner içinde teslim alıyor.

Bu miktarlardaki dışkı Nantes'daki bir şirket tarafından toplanmakta, tren ve kamyonlarla beş santigrat derece sıcaklıktaki soğuk kutularda fabrikaya taşınmakta ve serbest bırakıldıktan sonra en fazla 72 saat içinde arıtılmakta.

25 gösterge

Amaç, donör dışkısını en iyi şekilde karıştırmak, zengin ve çeşitli bir mikroorganizma koleksiyonu elde etmek, hastanın sindirim sistemini yeniden doldurmak ve mikrobiyotasını eski haline getirmek için bir lavman gibi rektal yoldan hastalara yeniden enjekte etmeyi içeriyor.

Fabrikanın Üretim Müdürü Cécile Bella-Ness, "Başvuru formunu dolduran 3 bin gönüllüden sadece 30'u iyi bir sindirim sağlığı ve ruh sağlığı için gerekli kriterleri karşılıyor. Ruh sağlığı ile mikroorganizmalar arasında bir bağlantı bulunuyor. Bu durum kan bağışına benziyor ama biraz daha gelişmiş bir şekilde” dedi.

Genellikle üretim başlamadan birkaç hafta önce sosyal ağlar aracılığıyla ve üniversite kampüslerinde gönüllü olan bağışçılar, maddi tazminat karşılığında dışkı toplama aşaması boyunca her 60 günde bir kan testleri ve günlük dışkı testleri yaptırmak zorunda.

MaaT Pharma'nın teknoloji geliştirme direktörü Carolyn Schwentner, "her bir dışkının 25 farklı hastalık göstergesine göre test edildiğini" açıkladı.

Dondurma sırasında bakterileri korumak için bir seyreltici ekleniyor.

Daha sonra beş santigrat derece sıcaklıktaki bir inkübatöre yerleştirilen ve ardından dondurulan torbalara dağıtılıyor.

Kapsül formunda

"MAT033" adı verilen bir kapsül formülasyonu şu anda kan kanseri (sonuçlar 2026'da bekleniyor) ve Charcot hastalığı olan hastaların iyileşme şansını artırmak için değerlendiriliyor.

Diğer Fransız biyoteknoloji şirketleri de bu yeni terapötik ufukla ilgileniyor.

Exeliom Biosciences, sindirim sistemindeki faydalı bakterilerin (Faecalibacterium prausnitzii) anti-enflamatuar özelliklerine dayanan ve "bağırsak bakterilerinin yıldızı" olarak tanımlanan bir ilaç üzerinde çalışıyor.

Enterome, tedavileri belirlemek için 20 milyondan fazla bağırsak mikrobiyom proteininden oluşan veri tabanına güveniyor. Teşhis alanında GMT, mikrobiyomu analiz etmek için bir program oluşturdu.

Tüm bu şirketler çalışmalarında bağırsak mikrobiyotası hakkındaki bilimsel verilere dayanıyor.

Bağırsak mikrobiyotası, Fransız Ulusal Tarım, Gıda ve Çevre Araştırma Enstitüsü tarafından yürütülen kapsamlı araştırmaların odak noktası ve bu amaçla bilimin gelişmesi için dışkı örneklerini vermek isteyen bağışçıları toplamak üzere büyük bir kampanya düzenliyor.


Çin solunum yolu hastalıklarındaki artışla mücadele ederken, Avrupa’da çocuklarda görülen zatürre vakaları ortaya çıkıyor

Çin, birçok hastaneyi dolduran zatürre vakalarına tanık oldu (Reuters)
Çin, birçok hastaneyi dolduran zatürre vakalarına tanık oldu (Reuters)
TT

Çin solunum yolu hastalıklarındaki artışla mücadele ederken, Avrupa’da çocuklarda görülen zatürre vakaları ortaya çıkıyor

Çin, birçok hastaneyi dolduran zatürre vakalarına tanık oldu (Reuters)
Çin, birçok hastaneyi dolduran zatürre vakalarına tanık oldu (Reuters)

Çin, solunum yolu hastalıklarında benzeri görülmemiş bir artışla mücadele ederken, İrlanda ve Fransa, çocuklarda zatürre vakalarında keskin bir artış kaydeden birkaç Avrupa ülkesi arasında yer alıyor.

Şarku’l Avsat’ın The Telegraph gazetesinden aktardığı habere göre, İrlanda, Fransa, Hollanda ve Danimarka’da enfeksiyona neden olan bakteri olan Mikoplazma pnömoniya’da artış olduğu bildirildi.

Danimarka ve Fransa’da enfeksiyonlar salgın seviyelerine yükseldi.

Danimarka’da ekim ayından bu yana vakalarda üç kat artış görüldü ve geçen hafta itibarıyla toplam 541 vaka kaydedildi.

Veri analiz şirketi Airfinity, Fransa’nın da salgın düzeyindeki enfeksiyonlarla boğuştuğunu bildirdi.

Bu arada Hollanda’da, geçen yılın zirve rakamlarına kıyasla yüzde 124’lük bir artış görüldü.

İrlanda’da ise çocuklar ve gençlerde 15 Mikoplazma pnömoniya vakası bildirildi. Bu, bir önceki yıla göre, 14 vakalık bir artış anlamına geliyor.

Çin’de, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) nedeniyle getirilen kısıtlamaların kaldırılması ve bunun da genellikle kış mevsimine eşlik eden hastalıkta artışa yol açması nedeniyle, genellikle ‘yürüyen zatürre’ olarak bilinen enfeksiyon vakalarıyla birçok hastane doldu.

Hastalık, geçtiğimiz hafta Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), Pekin, Liaoning ve diğer bölgelerdeki çocuk hastanelerinde teşhis edilemeyen zatürre raporları hakkında daha fazla bilgi için Çin’den resmi bir talepte bulunmasıyla gündeme geldi.

Çinli yetkililer, zatürre dalgasına neden olan herhangi bir ‘yeni’ patojene dair hiçbir kanıt bulunmadığını söylerken, uluslararası düzeyde bazı yetkililer ise ülkenin şeffaflığı konusunda şüphelerini dile getirdi.

Hindistan, Nepal, Tayvan ve Tayland’ın da aralarında bulunduğu Asya’daki ülkeler, gözetimi artırdı ve sağlık çalışanlarından zatürre vakalarına karşı dikkatli olmalarını istedi.

Söz konusu enfeksiyon, enfekte kişilerin burun ve boğazından çıkan damlacıklarla temas yoluyla yayılıyor ve çocuklarda yetişkinlerden daha yaygın olarak görülüyor.

Vakaların çoğu, komplikasyonsuz bir şekilde antibiyotik tedavisiyle düzeliyor, ancak antibiyotik direnci endişe verici olarak kabul ediliyor.

Bu durum, özellikle zatürreyi tedavi etmek için kullanılan bir tür antibiyotik olan makrolid direncinin yüzde 90’a kadar çıktığı Asya’da endişe verici bir hal aldı.


İğnesiz aşı yöntemi geliştirildi

Aşı içeriğini ultrason ile deriden vücuda ulaştırılabileceği belirtiliyor. (Shutterstock)
Aşı içeriğini ultrason ile deriden vücuda ulaştırılabileceği belirtiliyor. (Shutterstock)
TT

İğnesiz aşı yöntemi geliştirildi

Aşı içeriğini ultrason ile deriden vücuda ulaştırılabileceği belirtiliyor. (Shutterstock)
Aşı içeriğini ultrason ile deriden vücuda ulaştırılabileceği belirtiliyor. (Shutterstock)

İngiliz araştırmacılar aşıların iğneye ihtiyaç duyulmadan vücuda ulaştırılmasını sağlayacak yeni bir yöntem geliştirildiğini duyurdu. Yeni çalışmada, söz konusu yöntemin, cilde zarar veren ve ağrıya neden olan iğneler kullanılmadan, ultrason ile cilde uygulamaya dayandığı açıklandı. Araştırmanın sonuçları pazartesi günü Avustralya’da düzenlenen uluslararası bir bilimsel konferansta sunuldu.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’ne göre, yetişkinlerin tahminen dörtte biri ve çocukların üçte ikisinin güçlü bir iğne korkusu yaşıyor. Ancak halk sağlığı politikalarının çoğu enjeksiyon yoluyla uygulanan aşılara dayanıyor.

Araştırmacılara göre aşının ultrason kullanılarak iğnesiz olarak uygulanması, yüksek yoğunluklu ultrason darbelerinin ciltte aşı için bir yol oluşturan küçük kabarcıklar oluşturulması ile gerçekleşiyor. Aşı parçacıkları daha sonra kabarcıklar yoluyla iletiliyor ve bu da ilacın çevredeki dokuya yayılmasını sağlıyor.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Oxford Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden, çalışmanın baş araştırmacısı Darcy Dunn-Lawless şu açıklamada bulundu:

“Yöntemimiz, bir ses dalgasına tepki olarak kabarcıkların oluşması ve patlaması anlamına gelen ‘kavitasyon’ adı verilen akustik etkiye dayanıyor. Bu kabarcık patlamalarının ürettiği yoğun mekanik enerji patlamalarından üç ana yolla yararlanmayı hedefliyoruz. Birincisi, ölü deri hücrelerinin dış tabakasındaki geçişleri temizlemek ve aşı moleküllerinin geçmesine izin vermek. İkincisi, ilaç moleküllerini bu geçitlere yönlendiren bir pompa görevi yapmasını sağlamak. Son olarak, bazı aşı türlerinin işlev görmesi için hücrenin içine girmesi gerektiğinden, hücreleri çevreleyen zarları açmak.

 EurekAlert’e verdiği röportajda Dunn-Lawless, başlangıçtaki in vivo testlere göre, yeni yöntemle iletilen aşı içeriğinin geleneksel enjeksiyonlara kıyasla daha yüksek yanıt sağladığını açıkladı.

Araştırmacılar bunun, ultrasonik uygulamanın hedeflediği ve iğneyi alan kasların aksine bağışıklık açısından zengin olan ciltten kaynaklanabileceğine inanıyor.

Lawless, ekibin elde ettiği sonucun, bu yöntemin yan etki riski az, maliyetleri düşürmeye ve etkinliği artırmaya yardımcı olabilecek daha etkili bir yöntem olduğunu belirtti. Ekibin, bu yaklaşımın DNA bazlı aşılar gibi belirli aşılar üzerindeki etkinliğini ve güvenliğini keşfetmek için gelecekteki araştırmalarına devam edeceğini de sözlerine ekledi.


Çin'de çocukları kırıp geçiren gizemli enfeksiyonla ilgili bilinenler

Uzmanlara göre Çin'deki salgın küresel tehdit oluşturmuyor (Reuters)
Uzmanlara göre Çin'deki salgın küresel tehdit oluşturmuyor (Reuters)
TT

Çin'de çocukları kırıp geçiren gizemli enfeksiyonla ilgili bilinenler

Uzmanlara göre Çin'deki salgın küresel tehdit oluşturmuyor (Reuters)
Uzmanlara göre Çin'deki salgın küresel tehdit oluşturmuyor (Reuters)

Çin'de son birkaç haftadır çocuklar arasında hızla yayılan zatürre vakaları dünyayı alarma geçirdi.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) yetkilileri vakalarla ilgili Çin hükümetinden bilgi talep ederken, akıllarda "Yeni bir salgın mı başlıyor?" sorusu var.

WHO endişeleri gidermek için daha sonra yaptığı açıklamada, Çinli sağlık yetkililerinin olağandışı ya da yeni patojen tespit etmediğini, doktorlar ve halk sağlığı araştırmacılarının uluslararası alarm vermeyi gerektirecek bir kanıt bulmadığını bildirdi.

Konuyla ilgili açıklamada bulunan ABD'li yetkililer de yeni bir virüse rastlanmadığını duyurdu.

Uzmanlara göre şimdiye dek elde edilen kanıtlar, soğuk havaların ve Çin'in sıkı Kovid karantinalarından çıkmasının etkisiyle grip gibi halihazırda var olan bulaşıcı hastalıklarda artış olduğuna işaret ediyor.

Yine de Tayvan'daki yetkililer yaşlılara, çocuklara ve bağışıklığı zayıf kişilere Çin'e seyahat etmekten kaçınmalarını tavsiye ediyor.

Bazı sosyal medya kullanıcıları hastanelerde tedavi altına alınan çocukların fotoğraflarını yayımlarken, özellikle kuzeybatı bölgelerindeki hastanelerin çok kalabalık olduğu göze çarpıyor.

Çinli çocukları hasta eden nedir?

WHO'ya göre Çin'in geçen hafta paylaştığı veriler, çocukların ekimden bu yana soğuk algınlığı ve grip virüslerinin yanı sıra solunum sinsityal virüsü (RSV) nedeniyle hastaneye kaldırıldığını gösteriyor.

Kurum ayrıca, genellikle hafif hastalıklara neden olan Mycoplasma pneumoniae bakterisinden kaynaklı enfeksiyonların da mayıstan bu yana arttığını bildirdi.

Geçen ay sonu yapılan basın toplantısında Çinli sağlık yetkilileri, bu enfeksiyonların Kovid'le birlikte çocuklarda solunum yolu hastalıklarında artışa neden olduğunu söylemişti.

Bazı ebeveynler çocuk hastanelerinde 8 saat beklemek zorunda kaldıklarını söylüyor.

Neden çocuklar?

Ülkeler son dönemde Kovid kısıtlamalarını kaldırırken, çocuklardaki rutin solunum yolu hastalıklarında da artış görülüyor.

Geçen yıl ABD'de kış yaklaşırken Kovid, grip ve RSV'den oluşan "üçlü salgın" beklenenden daha erken gelmişti. Vaka sayısındaki artış hastaneleri de zora sokmuştu. Bundan önce Avustralya da kötü bir grip mevsimi geçirmişti.

Bilim insanları bu salgınları, çocukların bağışıklık sistemlerinin, Kovid karantinaları sırasında yaygın virüslerle mücadele etmeyi "unutmasına" veya hiç öğrenememesine bağlıyor.

Zira normal şartlarda okullarda ve kreşlerde bu virüslerle tanışması gereken çocuklar, evde karantinada kaldıkları için bu patojenlerle hiç karşılaşmadı. Dolayısıyla bağışıklık sistemleri de gelişmedi.

Çinli çocuklar, ülkede karantina süresinin uzunluğu nedeniyle özellikle savunmasız kalmış olabilir. Bu durum, karantina sonrası rutin enfeksiyonların daha ciddi hale gelmesine yol açıyor.

Antibiyotik direnci önemli rol oynuyor

Uzmanlar ayrıca Çin'de mikoplazma zatürresine neden olan bakterilerin antibiyotiklere karşı ciddi bir direnç geliştirdiğini saptadı. Bu da salgınların şiddetini artırabilecek bir durum.

WHO yetkilileri bununla ilgili daha fazla bilgi edinmeye çalışıyor.

Hindistan'daki Jawaharlal Nehru Üniversitesi'nde epidemiyolog ve toplum sağlığı profesörü Rajib Dasgupta, bazı durumlarda bu bakterinin neden olduğu enfeksiyondan kaynaklanan ciddi komplikasyonların görüldüğünü aktardı.

Ancak bilim insanına göre çoğu kişi, antibiyotik tedavisi görmeden de iyileşebiliyor.

Salgın ne kadar büyük?

Reuters'a açıklamada bulunan WHO yetkilileri, salgının boyutuyla ilgili şu bilgilere yer verdi:

Çinli sağlık yetkilileri, gözlemledikleri mevcut vaka sayısının, Kovid-19 salgını öncesinde yaşanan en son soğuk mevsimdeki zirve noktasından daha yüksek olmadığını tespit etti.

Pekin Tıp Grubu'ndan Cecille Brion, "Gördüğümüz vakalar alışılmadık değil" ifadelerini kullandı:

Çünkü hâlâ aynı öksürük, soğuk algınlığı, ateş belirtileri var ve bunun iyi tarafı da tedavi edilebilir olması.

Independent Türkçe


Elektronik ve geleneksel oyunlar arasında çocukların gelişimi

Oyunlar bilişsel, duyusal ve motor becerilerin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için etkili bir yönteme sahip (Unsplash)
Oyunlar bilişsel, duyusal ve motor becerilerin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için etkili bir yönteme sahip (Unsplash)
TT

Elektronik ve geleneksel oyunlar arasında çocukların gelişimi

Oyunlar bilişsel, duyusal ve motor becerilerin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için etkili bir yönteme sahip (Unsplash)
Oyunlar bilişsel, duyusal ve motor becerilerin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için etkili bir yönteme sahip (Unsplash)

Her türlü oyun, özellikle belirli bir yaş grubunu hedef alıyorsa ve bilgi edinmedeki psikolojik yönleri ve ilerlemeyi dikkate alan bir çalışmaya tabi tutuluyorsa, bilişsel, duyusal ve motor becerilerin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için etkili bir yöntem.

Ancak basit oyuncaklar bile bir çocuğa farklı renkler, şekiller ve dokular konusunda eğitim verebilir ve duyuların nesneleri algılama yeteneğini geliştirebilir.

Eğitici oyunlar

40'lı yılların başına dönersek top, silah, kağıt oyunları gibi basit oyunların ardından ip atlama gibi hareketli oyunları buluruz.

Daha sonra kızlar için "Barbie" ve lego oyunları ortaya çıktı ve video oyunları ortaya çıkmadan önce büyük bir popülerlik kazanarak çocuklardan ziyade yetişkinlerin dikkatini çekti.

Ardından atari, rubik küpleri ve çeşitli elektronik oyunlar yaygınlaşmaya başladı. Bununla birlikte, şekilleri ve malzemeleri yıllar içinde değişen oyuncak bebeklerin yanı sıra, sentetik şekiller, heykeller, köpük oyuncaklar ve başka birçok gerçekçi oyuncağın üretimi durmadı.

Ancak günümüzde hakim olan ve teknolojiye karşı güçlü bir önyargıya sahip olan genel eğilim göz önüne alındığında çocukların çoğunluğunun akıllı mobil cihazlara düşkün olduğunu gördükçe, bu tür oyunların artık onlara yeterince hitap etmediğini görüyoruz.

Hatta bazıları akıllı cihazlara bağımlı hale geldi, o yüzden çocukların gerçek oyunları bırakıp elektronik oyunlar aracılığıyla öğrenmeye ve eğlenceye yöneldiği bir güne gelebiliriz.

Her şeyin geleneksel görünümünden çıkıp modern teknolojik görünüme bürünme yarışında olduğu, manuel kullanım çağlarının yerini aldığı, hızlı, kolay ve her zaman ve her yerde kullanılabilen otomatik yöntemlere geçiş yaptığı bir çağdayız.

Özellikle 2000'li yılların başında ilk dijital telefonların ve ardından akıllı telefonların ortaya çıkması, oyun sektörünün nispeten kısa bir süre içinde inanılmaz bir şekilde büyümesine yardımcı oldu.

​​​​​​Elektronik oyunlar

Elektronik oyunların halk arasında dolaşan hikayesi 1970'li yıllara dayanıyor.

90'lı yıllarda cep telefonlarının popülerleşmesiyle birlikte mobil oyunlar ortaya çıkarken ilk olarak video oyunları şeklinde yayıldı ve ilk nesil mobil oyunlar basit görünüyordu.

Oyunlar önceden yüklenmiş, klasik ve karmaşıklıktan yoksundu. Ardından daha karmaşık oyunlar oluşturmaya ve bunları uygulama mağazalarından indirmeye yönelik platformlar çağına girildi. Bugün ise sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojilerini entegre etmeye geçiyoruz.

Birçok kişi, Nokia telefonları için ünlü yılan oyununun cep telefonunda yayımlanan ilk oyun olduğuna inansa da gerçek şu ki ondan önce birçok oyun geldi ve resmi olarak Tetris, 1994 yılında piyasaya sürülen ilk mobil oyun.

Tetris, benzer bir yatay sırayı tamamlamak için şekilleri üst üste doğru bir şekilde istifleme ve boşluk bırakmamaya çalışma oyunu.

Teknik alandaki uzmanlar, 1993 yılında piyasaya sürülen Scramble bulmaca oyununun şimdiye kadarki ilk mobil oyun olduğuna ve bunu 1997 yılında en büyük başarıyı elde eden Snake oyununun takip ettiğini düşünüyor.

Elektronik oyunlara karşı birçok suçlama yöneltiyor ve bunların beyin üzerindeki olumsuz etkileri konusunda uyarıda bulunuluyor (Unsplash)
Elektronik oyunlara karşı birçok suçlama yöneltiyor ve bunların beyin üzerindeki olumsuz etkileri konusunda uyarıda bulunuluyor (Unsplash)

Milyarlarca dolarlık bir endüstri

Günümüzde elektronik oyunların kendine ait küresel bir pazarı bulunmakta ve oyun türlerine göre konsol, tablet, akıllı telefon, kişisel bilgisayar vb. gibi bölümlere ayrılıyor.

Oyun pazarı, 2023 yılında 245,10 milyar dolar olarak tahmin edildiği ve tahmin dönemi boyunca yıllık yüzde 8,94'lük bileşik büyüme oranıyla 2028 yılına kadar 376,08 milyar dolara ulaşması beklendiği için artan bir büyümeye tanık oluyor.

Koronavirüs salgınının neden olduğu kapanmalar bu bileşik büyümeye katkıda bulundu.

Eğitsel oyunlar çocuğun kişiliğinin oluşumuna, büyümesine ve eğitimine katkıda bulunurken, onun aktivitesini geliştirir ve eğitim ve öğretim hedeflerine ulaşmak için katılım ve işbirliği duygusunu güçlendirir.

Elektronik oyunlar, beyin üzerindeki olumsuz etkileri konusunda çok sayıda suçlamaya ve büyük uyarılara maruz kalıyor.

Dopamin hormonunun salgılanması nedeniyle zamanla bağımlılık riskini tehdit eden bu durum, konsantre olma ve duyguları kontrol etme yeteneğini azaltır, uyku ve yeme bozukluklarına neden olur.

Bu olumsuz etkiler, empati, esneklik, dengeli davranış ve yaratıcılık gibi bir grup doğal beceri üzerinde olduğu gibi uzun saatler oturmanın omurga sağlığı, fiziksel aktivite, görme ve duyular üzerinde de görülür.

Eğitici oyunlar çocuğun kişiliğinin oluşmasına, büyümesine ve eğitimine katkıda bulunur (Unsplash)
Eğitici oyunlar çocuğun kişiliğinin oluşmasına, büyümesine ve eğitimine katkıda bulunur (Unsplash)

Oynayarak öğrenme

Ancak yeni biçimlerde sahneye geri dönen ve esas olarak öğrenme sürecini oyunla bütünleştirmek amacıyla ortaya çıkan bazı eğitim müfredatlarını takip edersek, bu tünelin sonunda başka parlak noktalar var gibi görünüyor.

Yöntemi 90'lı yılların başında Amerika Birleşik Devletleri'nde geniş çapta yayılan ve daha sonra yavaş yavaş tüm dünyaya yayılan Montessori gibi.

Montessori, psikolojik, ruhsal ve fiziksel yönleri ele alan ve bir eğitim müfredatı tasarlamak amacıyla bireylerin gelişiminin biyolojik sistemini izlemek için bilimsel yöntemi izleyen, başlı başına entegre bir eğitim süreci.

Her bireyin bireysel yeteneklerini ve özelliklerini dikkate alır ve 4 yaş aşamasını içerir.

Hem okulda hem de evde uygulanabilen bu tür müfredat, çocuğun duyuları aracılığıyla edindiği bilgilerle etkileşime geçmesini sağlayan birtakım araçlara sahip.

Bu ona tam bir hareket özgürlüğü verir ve doğrudan taklitten uzak bir deneme sunar ve bir yandan uygulamada pratiklik, diğer yandan rasyonellik kazandırır.

Ancak kesin olan şu ki, çocukları doğru eğitim ve eğlence yoluna döndürmedeki önemi göz önüne alındığında, bugün Montessori’yi eğitim sürecine etkili bir şekilde entegre etmek ve hak ettiği alanı vermek için daha fazla resmi desteğe ihtiyacı var.

Independent Arabia - Independent Türkçe


Kalp atışlarını okuyan yapay zeka lazeri kalp dinleme cihazlarının yerini alabilir

İşitme cihazları on dokuzuncu yüzyılın başlarında Fransız cerrah Rene Laennec tarafından icat edildi. (Reuters)
İşitme cihazları on dokuzuncu yüzyılın başlarında Fransız cerrah Rene Laennec tarafından icat edildi. (Reuters)
TT

Kalp atışlarını okuyan yapay zeka lazeri kalp dinleme cihazlarının yerini alabilir

İşitme cihazları on dokuzuncu yüzyılın başlarında Fransız cerrah Rene Laennec tarafından icat edildi. (Reuters)
İşitme cihazları on dokuzuncu yüzyılın başlarında Fransız cerrah Rene Laennec tarafından icat edildi. (Reuters)

Bilim insanları, bir kişinin kalp atışlarını uzaktan okuyabilen ve kardiyovasküler hastalıktan muzdarip olabileceğine dair işaretleri belirleyebilen lazerli bir kamera geliştirdi.

Şarku’l Avsat’ın The Guardian’dan aktardığı habere göre Glasgow Üniversitesi'nden araştırmacılar, yapay zeka ve kuantum teknolojilerinden yararlanan sistemin sağlığımızı izleme şeklimizi değiştirebileceğini söylüyor.

Glasgow Üniversitesi İleri Araştırmalar Merkezi'nden Prof. Dr. Daniele Faccio şunları söyledi: "Bu teknoloji alışveriş merkezlerine yerleştirilerek insanların kalp atışları hızlı bir şekilde ölçülebilir ve bu ölçümler daha sonra çevrimiçi olarak tıbbi kayıtlarına eklenebilir."

Sözlerine şöyle devam etti: "Lazer kalp monitörleri, ev ortamında çeşitli sağlık standartlarını izlemek için bir sistemin parçası olarak bir kişinin evine kurulabilir." Diğer cihazlar arasında kan basıncı anormalliklerini veya Alzheimer hastalığının erken bir belirtisi olan yürüyüşteki ince değişiklikleri takip eden monitörler yer alıyor.

Faccio, bir kişinin kalp atışlarının uzaktan izlenmesinin özellikle değerli olacağını, çünkü üfürümler veya çok hızlı veya yavaş kalp atışları gibi sorunların, felç veya kalp durması riski altında olduklarına dair bir uyarı sağlayacağını sözlerine ekledi.

Günümüzde doktorlar kalp atışlarını izlemek için stetoskop kullanıyor. Fransız cerrah René Laennec tarafından 19. yüzyılın başlarında icat edilen stetoskop, bir kişinin vücuduna yerleştirildiğinde içeride meydana gelen gürültüyü alan ve dinleyen kişiye tüpler ve kulaklıklar aracılığıyla iletilen ve güçlendirilen disk şeklindeki bir rezonatörden oluşur.

Faccio, "Stetoskopu doğru kullanmak pratik gerektir. Hastanın göğsüne çok fazla baskı uygulanırsa, kalp atışı sinyalleri zayıflar. Aynı zamanda, ana kalp atışının arkasında meydana gelen kusurların önemli işaretlerini sağlayan arka plan üfürümlerini tespit etmek zor olabilir."

Faccio ve ekibi tarafından geliştirilen sistem, saniyede iki bin kare görüntü kaydedebilen yüksek hızlı kameralar içeriyor. Bir kişinin boğazındaki deriye lazer ışını tutulur ve yansımalar, ana atardamar kan geçerken genişleyip daraldıkça derinin tam olarak ne kadar yükselip alçaldığını ölçmek için kullanılır.

Bu küçük dalgalanmaları izlemek bir kalp atışını izlemek için yeterli olmasa da, bu doğruluk şaşırtıcıdır. Bir kişinin göğsünde, örneğin nefes alıp vermesinden kaynaklanan ve kalp atışından gelen sinyalleri bastıracak çok daha büyük başka hareketler meydana gelir.

Faccio, "İşte yapay zeka burada devreye giriyor. Bir kişinin kalp atışının neden olduğu titreşimler dışında her şeyi filtrelemek için gelişmiş bilgisayar sistemleri kullanıyoruz, bu göğsünden gelen diğer seslerden çok daha zayıf bir sinyal olsa bile bir insanın kalp atışının frekansını biliyoruz ve yapay zeka buna odaklanıyor."

Elde edilen sinyallerin analizi, sağlık çalışanlarının kalp atış hızındaki değişiklikleri istatistiksel bir popülasyon ortalamasına göre değil, kişinin kendi kalp davranışına göre tespit etmelerini sağlar. Ekibiyle birlikte LightHearted AI adlı bir startup kuran ve şu anda cihazını geliştirmek için risk sermayesi arayan Faccio, bu sayede cihazın kalpte meydana gelebilecek değişiklikleri tespit etmede ve belirli kusurları belirlemede çok değerli hale geldiğini söyledi.