Uzmanından ramazanda sağlıklı beslenme önerileri

AA
AA
TT

Uzmanından ramazanda sağlıklı beslenme önerileri

AA
AA

Medicana Sağlık Grubu Beslenme ve Diyet Uzmanı Diyetisyen Kübra Sert, ramazanda sağlıklı beslenmek için yapılması gerekenlerle ilgili önerilerde bulundu.

Hastanede yapılan açıklamada görüşlerine yer verilen Sert, ramazanın gelmesiyle birlikte, uzun açlık sürelerinin oluştuğu bir düzene geçiş yapıldığını ifade etti.

Sert, normal günlerde eksik alınan besinlerin ara öğünlerle destekleme şansı olduğunu ancak ramazanda bu durumun mümkün olmadığını aktardı.

Ramazanda besin çeşitliliğini artırmak ve tek tip beslenmeden kaçınmanın büyük önem taşıdığını vurgulayan Sert, "Ramazan ayı boyunca dengeli ve yeterli beslenmek ve sahuru atlamamak büyük önem taşıyor. Sahur sayesinde hem metabolizma hızı yavaşlamıyor hem de oruçluyken aç kalınan süre azalıyor." ifadelerini kullandı.

Sert, ramazanda sağlıklı beslenmek için önerilerde bulanarak, gün içerisinde kan şekerinin düşmemesi için sahurda zengin protein kaynakları, lif ve posada içeriği yüksek besinlere yer verilmesi kan şekerini dengede tutarak, iftara kadar olan açlık süresini daha kolay atlatmaya katkı sağladığını kaydetti.

Sahurda acı, baharat ve tuz içeriği yüksek gıdalar tüketilmemesi veya sınırlandırılması gerektiğinin altını çizen Sert, şu açıklamalarda bulundu:

"Yüksek tuz ve baharat içeren gıdalar daha fazla susamaya neden olacaktır. Yaklaşık 14-15 saat açlık sonrası tüketilen besinleri iyi seçmek tansiyon ve şeker problemleri yaşamanın önüne geçer. Orucu 1 kepçe çorbayla açıp 10-15 dakika bekleyip daha sonra ana yemeğe geçmek, olası sindirim problemleri yaşamayı önleyebilir. Aynı zamanda besinleri iyi çiğnemek hazımsızlık sorunları yaşamaya da engel olabilir. İftar ve sahur arasına ara öğün ekleyerek, aralıklı beslenmeye geçilmelidir. İftardan sonra yapılacak ara öğün, mutlaka 1-1.5 saat sonra tüketilmeli."

"1,5-2 litre su tüketmeye özen gösterilmeli"

Sert, ramazanda en çok dikkat edilmesi gereken noktalardan biri su tüketimi olduğuna dikkati çekerek, "Azalan öğün sayısı ve uzun açlık sebebiyle su tüketimi de azalır. İftardan sahura kadar olan sürede mutlaka 1,5-2 litre su tüketmeye özen gösterilmeli. Su tüketimini aralıklara bölerek hızlı tüketmenin önüne geçilebilir." önerisinde bulundu.

Oruç nedeniyle açlık hissinin verdiği halsizlikle beraber hareketsizlik, bağırsak- sindirim problemlerine neden olabileceğini belirten Sert, sözlerini şöyle tamamladı:

"İftar sonrası 40-45 dakikalık yürüyüşler yapmak sindirim problemlerini engelleyebilir. Ramazanda kalori alımını kontrol altında tutmak ve hazımsızlık yaşamamak için sağlıklı pişirme yöntemleri tercih edilmeli. Kızartma-kavurma gibi yüksek yağlı pişirme yöntemleri daha yüksek kalori alımına neden olmaktadır. Aynı zamanda uzun süre bu şekilde beslenmek birçok kronik hastalık açısından risk teşkil etmektedir. Alternatif pişirme yöntemleri olarak ızgara, haşlama, fırınlama ve buğulamayı tercih edebilirsiniz."



AstraZeneca'nın itirafı sonrası ortaya çıkan soru: Koronavirüs aşılarına ilişkin korkular haklı mıydı?

Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
TT

AstraZeneca'nın itirafı sonrası ortaya çıkan soru: Koronavirüs aşılarına ilişkin korkular haklı mıydı?

Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)

Carine Eliane

AstraZeneca'nın aşısının nadir görülen birtakım yan etkileri olduğunu itiraf etmesi, şirket tarafından bu konuda yapılan ilk açıklama olması nedeniyle uluslararası kamuoyunda şok etkisi yarattı. Açıklama, dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından kabul gören aşıyla ilgili söylentileri doğrular nitelikteydi. İngiltere merkezli şirket, aşıdan zarar gören 51 ailenin İngiliz Yüksek Mahkemesi nezdinde açtığı davaya yanıt olarak pandemi döneminde Oxford Üniversitesi ile birlikte geliştirdiği aşının ‘nadir durumlarda’ trombositopeni ve tromboz, yani kan pıhtılaşması ile seyreden tarsal tünel sendromu (TTS) hastalığına neden olabileceğini kabul etmişti. Davacı aileler 100 milyon sterline kadar tazminat talep ediyorlar.

Üreticinin aşının yan etkileri konusunda ilk kez yaptığı bu itiraf, kendilerini ölümcül virüsten korumak için bu aşıyı tercih eden insanlar arasında paniğe yol açtı. İtiraf aynı zamanda virüsten korumak amacıyla üretilen ve piyasaya sürüldükleri ilk günden itibaren bilimsel olarak kanıtlanmayan yan etkileriyle ilgili birçok haberin basında yer aldığı çeşitli aşıların olası yan etkileri hakkında soru işaretlerinin yeniden ortaya çıkmasına neden oldu.

Pandemi ve aşılarla ilgili haberler arasında

Pandemi sırasında piyasaya sürülen aşıların yan etkileri ve etkinlikleri hakkında çok sayıda haber yapıldı. Aşıların hiçbiri suçlamalardan kurtulamadı. Onlarca yıldır piyasada var olan diğer aşılara kıyasla rekor denebilecek kadar kısa bir deneme ve çalışma döneminde piyasaya sürülmeleri haklarındaki şüpheleri artırdı.

Lübnan Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi Başkanı Dr. Abdurrahman el-Bizri, AstraZeneca'nın aşının yan etkileriyle ilgili son itirafının ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak için şunları söyledi:

Bu itiraf, birkaç aile tarafından şirkete karşı açılan ve şirketin kendisini savunmasını sağlayacak bilimsel belgeleri sunmakla yükümlü olduğu davaya cevaben yapıldı.

Şirket, AstraZeneca aşısının trombosit eksikliği ile kan pıhtılarının oluştuğu ve tıbbi olarak tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilen TTS hastalığına yol açabilecek yan etkileri olduğunu zaten kabul etmişti.”

Bizri, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Şirket, bu nadir yan etkinin aşının piyasaya sürülmesinden bu yana gözlemlendiğini ve yüz binde bir görülme ihtimali olduğunu açıkladı. Ayrıca yan etkinin görülme riskinin özellikle belirli bir yaş grubunda yüksek olduğu kaydetti. Bu yüzden Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi o dönemde, nasıl müdahale edileceğiyle ilgili henüz yeterli bilgi bulunmayan bu yan etkiye karşı çekincesi nedeniyle Lübnan'a söz konusu aşıdan büyük miktarlarda getirmek konusunda isteksizdi. Dolayısıyla zaten nadir görülen yan etki olasılığını en aza indirmek için Lübnan'da sınırlı miktarda AstraZeneca aşısı kullanıldı. Ayrıca bu yan etkinin görülme riskinin daha yüksek olabileceği 30-40 yaş arası kişilere bu aşıyı yapmamaya özen gösterdik. Lübnan'da aşı yapıldıktan sonra bir kişi öldü. Ancak bunun aşıdan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ya da aşı ile ölüm arasında bir bağlantı olup olmadığı tespit edilemedi.”

Aşı resmi sağlık otoriteleri tarafından onaylandıktan sonra, bu yan etki Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve diğer ilgili kurumlarca kabul edildi. Aşı, aşı olduktan sonra bu yan etkiyi yaşayanlar için uygun tedavinin geliştirilmesiyle dünya genelinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Böylece sağlık sektörü o zamandan beri bu yan etkiyle mücadele etme ve hastaya zamanında müdahale etmek için doğru tedavi yöntemini uygulamaya hazırdı. O zamandan bu yana tüm resmi sağlık kurumları aşının faydalarının yan etkilerinden çok daha ağır bastığının altını çizdiler. Nadir durumlarda TSS’ye yol açan yan etkiye gelince, uzmanlar aşının ilk günlerinden beri bu yan etkinin farkındalar ve nasıl tedavi edileceğini biliyorlar. Yan etki yeni tespit edilmedi. Aşı yaptıran kişilerden birinde bu yan etkinin görülmesi halinde doktorlara tedavi için gerekli tüm bilgilendirmeler yapıldı.

Endişeye mahal yok

AstraZeneca'nın itirafı doğal olarak Lübnan'da ve tüm dünyada bu aşıyı yaptıran pek çok kişiyi endişelendirdi. Aşının etkisinin ve buna bağlı riskin yıllarca sürüp sürmeyeceği ya da zaman içinde vücuttan yavaş yavaş kaybolup kaybolmayacağı konusunda pek çok soru işareti ortaya çıktı. Bizri, AstraZeneca aşısı olan kişilerin endişelenmesine mahal olmadığını şu hususları vurgulayarak ifade etti:

“Bahsedilen yan etki, aşı yapıldıktan sonraki iki ila üç hafta içinde ortaya çıkıyor. Birkaç yıl sonra görülmesi söz konusu değil. Dolayısıyla, aşıyı üç yıldan daha uzun bir süre önce yaptırmış olanlar söylendiği gibi risk altında değiller, endişelenmelerine gerek yok.

Bizri'ye göre aşının gerçek riskinden bahsetmek ise dünya genelinde aşı olan on milyonlarca kişi olmasına rağmen sadece birkaç ailenin mahkemeye gitmiş olması göz önüne alındığında mantıklı görünmüyor.

Öte yandan Johnson & Johnson aşısı, AstraZeneca aşısında kullanılana benzer bir teknoloji ile üretildi. Ancak Lübnan Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi, Pfizer ve Moderna aşılarından yeterli miktarda bulunduğu ve daha fazla aşıya ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle ve özellikle de aşı AstraZeneca aşısıyla aynı teknolojiyle üretildiğinden Sağlık Bakanlığı’na Johnson & Johnson tarafından yapılan aşı bağışını teşekkür ederek geri çevirmesini tavsiye etti. Zira bağışın kabul edilmesi halinde AstraZeneca aşısındaki aynı riskten korkuluyordu. Rusya’nın geliştirdiği Sputnik aşısı da aynı teknolojiyle üretilmişti, ancak çeşitli nedenlerle dünya genelinde pek rağbet görmedi.

Çin tarafından geliştirilen aşı ise virüsü önlemek için piyasaya sürülen ilk aşılardan biriydi ve resmi sağlık yetkilileri tarafından güvenli kabul edildi. Fakat daha sonra kullanıma sunulan RNa teknolojisiyle üretilmiş diğer aşılara kıyasla etkisinin sınırlı olduğu ortaya çıktı.

Dünya genelinde en fazla kullanılan aşı ise Pfizer aşısı oldu. Özellikle Lübnan'da yüzde 70 ila 80 oranında kullanılan aşı güvenli bulundu. Her tıbbi müdahalede olduğu gibi, aşılarda da belirli bir risk ve yan etki ihtimali olduğunu inkar etmediklerini vurgulayan Bizri, “Ancak ister ilaçlarda ister aşılarda olsun, kullanımın fizibilitesini belirlemek için her zaman riske karşı faydaları ölçüyoruz. Psikolojik, ekonomik ve sosyal yansımaları nedeniyle sürdürülemeyen karantina dönemi sonrası pandemiyi durdurmak ve normal hayata dönmek için bu aşılar gerekliydi, göz ardı edilemezdi. Bu aşılardan olmanın yararı riskinden çok daha ağır basıyordu. Koronavirüse yakalananların başına gelenlerle kıyaslandığında risk bile ihmal edilebilir düzeydeydi” şeklinde konuştu.

dse vfde
Pfizer’in aşısı dünyada ve özellikle Lübnan'da en yaygın kullanılan aşıydı (Getty Images)

Şu an Kuzey Avrupa’daki bazı ülkeler düzenli olarak aşılamaya devam ederken, aralarında Lübnan’ın da olduğu bazı ülkelerse pandeminin kontrol altına alınmasından ve gerekli toplumsal bağışıklık sağlandıktan sonra zorunlu aşı uygulamasına son verme kararı aldılar. Ayrıca hastalığın yönetimi de pandemi dönemine kıyasla daha iyi hale gelirken artık sağlık sistemi üzerinde aşırı bir baskı söz konusu değil. Lübnan, daha önce kontrol altına alınabilen diğer hastalıklar karşısında aşı kampanyalarını güçlendirme eğilimi de dahil olmak üzere, sağlık sisteminde belirli kriterlere öncelik veren ülkelerden biri. Ancak ülkede kovid-19 pandemisi ve ekonomik kriz nedeniyle aşılama oranlarındaki düşüşün yanı sıra bilimsel araştırmaların yetersizliği gerekçe gösterilerek aşılara olan güvenin azalmasına yol açan aşı karşıtı propaganda kampanyası nedeniyle onlarca yıldır kontrol altında tutulan kızamık, çiçek, hepatit ve çocuk felci gibi bazı hastalıklar yeniden görülmeye başladı. Kızamığın koronavirüse kıyasla çok daha bulaşıcı bir hastalık olduğunu belirten Bizri, asılsız söylentilere itibar etmek yerine doktorlara ve onların aşı konusundaki rehberliğine güvenilmesi gerektiğini vurguladı.

Her aşının yan etkileri vardır

Dünyada hiç yan etkisi olmayan bir aşının olmadığını vurgulayan Mikrobiyoloji uzmanı Doç. Dr. Jacques Choucair ise şunları söyledi:

“Dünyada yan etkisi olmadan piyasaya sürülebilecek bir aşı yok ama yan etki riski milyonda ikiyi geçmez. AstraZeneca aşısı, Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) ve resmi sağlık makamlarının onayı olmadan piyasaya sürülemezdi. Masaya yatırılan onlarca aşıdan sekiz ya da dokuzunun kullanımı ve dağıtımı onaylandı. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar aşılanmamış olsaydı, çok daha fazlası yollarda ölecekti. Şu anda dünyayı kasıp kavuran yeni varyantlarla virüsün beş yıl içinde bir pandemi olarak geri dönme riski bulunduğundan, insanların yeniden aşılanması üzerinde duruluyor. Aşıya karşı çıkanların olması, bunun güvenilebilecek bilimsel bir gerçek olduğu anlamına gelmiyor.”

Dolayısıyla hastalıklardan korunmak için aşının önemi büyük. Zira virüs hiçbir zaman kalıcı olarak ortadan kaldırılamaz. Doç. Dr. Choucair, çocuk felci, kızamık ve hepatit B aşıları piyasaya sürüldüğünde, bu aşılarla ilgili pek çok söylentinin ortaya atıldığını, ancak daha sonra bunların asılsız olduğunun ortaya çıktığını ve aşılarla birlikte bu hastalıklara bağlı ölümlerin durduğunu hatırlattı. Genellikle bu tür aşıların EMEA, COVAX, FDA vb. kuruluşların onayı olmadan kullanılmalarına izin verilmez. Yine aynı kurumlar tarafından söz konusu aşılarla ilgili deneyler ve çalışmalar yapılır.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre koronavirüs aşılarının üretim hızına değinen Doç. Dr. Choucair, şu ifadeleri kullandı:

“Grip aşısı her yıl yenileniyor ve üç ay içinde hazır hale geliyor. Tıp alanındaki tüm teknolojik gelişmelere rağmen bundan kimsenin şüphesi yok. Parasetamol gibi en basit ilaçlar bile, karaciğer fonksiyonlarının durmasına yol açabiliyor. Örneğin, bir kerede çok miktarda alındığında ölüme neden olabiliyor. Aspirin bile bir pıhtıdan hayatınızı kurtarabilir ama diğer yandan beyin kanamasına sebep olabilir. Koronavirüs aşısına gelince, eğer yüzde 96 etkili ise yan etkileri sınırlı ve nadir olduğundan ve uzun vadeli yan etkileri olmadığından hastalığı önlemek için yaptırmak gerekir. Öte yandan Kovid-19'un hafıza kaybı, yorgunluk ve kas ağrıları gibi uzun vadeli semptomlara neden olduğu bilimsel olarak kanıtlandı. Tıpta her zaman fayda-zarar dengesi için kullanılması gereken belli bir miktar vardır.”


"AstraZeneca aşısını "ticari nedenlerle" geri çekiyor"

"AstraZeneca, aşısının trombositopeni sendromuna neden olmuş olabileceğini söyledi.
"AstraZeneca, aşısının trombositopeni sendromuna neden olmuş olabileceğini söyledi.
TT

"AstraZeneca aşısını "ticari nedenlerle" geri çekiyor"

"AstraZeneca, aşısının trombositopeni sendromuna neden olmuş olabileceğini söyledi.
"AstraZeneca, aşısının trombositopeni sendromuna neden olmuş olabileceğini söyledi.

İngiliz ilaç üreticisi AstraZeneca dün (Çarşamba) salgının patlak vermesi sırasında üretilen ilk aşılardan biri olan Kovid-19 aşısı Vaxifria'nın "ticari nedenlerle" ve güncellenmiş doz fazlalığı nedeniyle geri çekildiğini duyurdu.

Bu gelişme, AstraZeneca'nın şubat ayında koronavirüs aşısının trombositopeni sendromu nedeniyle "bazı alıcılarda nadir görülen yan etkilere neden olabileceğini" kabul ettiği haberinden günler sonra meydana geldi. Bu itiraf, şirketin pandemi sırasında yapılan aşılanmanın ardından meydana gelen çok sayıda ölümle ilgili suçlamalara ve tazminat talep eden davalara verdiği yanıtın bir parçasıydı.

Aşının bu potansiyel komplikasyonları Birleşik Krallık'ta en az 81 ölümle ilişkilendirildi. Ancak üretici, aşının geri çekilmesi kararının davayla ilgili olduğu haberlerini reddetti.

Aşının geri çekilmesiyle ilgili olarak bir AstraZeneca sözcüsü AFP’ye göre şunları söyledi: “O zamandan eri varyantlar için çok sayıda (Covid-19) aşı geliştirildiği göz önüne alındığında, güncellenmiş aşıların fazlası mevcut. Bu durum, artık üretilmeyen ve tedariki duran Vaxifria'ya olan talebin azalmasına yol açtı. Şimdi bu bölümü bitirmek ve Kovid salgınına önemli bir katkıda bulunmak için ileriye dönük net bir yol belirlemek üzere organizatörler ve ortaklarımızla birlikte çalışacağız."


Aralıklı orucun kronik karaciğer iltihaplanmasını önlediği görüldü

Aralıklı oruç, genellikle kilo vermek isteyenler tarafından uygulanıyor (Pexels)
Aralıklı oruç, genellikle kilo vermek isteyenler tarafından uygulanıyor (Pexels)
TT

Aralıklı orucun kronik karaciğer iltihaplanmasını önlediği görüldü

Aralıklı oruç, genellikle kilo vermek isteyenler tarafından uygulanıyor (Pexels)
Aralıklı oruç, genellikle kilo vermek isteyenler tarafından uygulanıyor (Pexels)

Aralıklı orucun karaciğer iltihaplanması ve kanserinin önüne geçebildiği bulundu. 

Genetik özellikler ve aşırı kilo gibi sebeblerden kaynaklanan, alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması tedavi edilmediğinde nonalkolik steatohepatit (NASH) gibi daha ileri bir seviyeye taşınabiliyor. Karaciğerin iltihaplandığı NASH, kansere de neden olabiliyor. 

Alman Kanser Araştırma Merkezi ve Tübingen Üniversitesi'nden araştırmacılar, son yıllarda popülarite kazanan aralıklı orucun bu hastalıklar üzerindeki etkisini inceledi. 

Cell Metabolism adlı bilimsel dergide dün yayımlanan çalışma kapsamında fareler 32 hafta boyunca yağ ve şeker ağırlıklı beslendi. Ardından bir grup fare bu şekilde beslenmeye devam ederken diğer gruba 5-2 aralıklı oruç uygulandı: Haftanın 5 günü boyunca yemek yiyen fareler, peş peşe olmayan iki gün bir şey yemeden sadece su içti. 

Oruç tutmadıkları günlerde yüksek kalorili gıdalarla beslenen fareler kilo almadı, daha az karaciğer hastalığı belirtisi gösterdi ve karaciğer hasarını gösteren biyobelirteç seviyeleri daha düşüktü. Bu hayvanların NASH'e karşı direnç gösterdiği kaydedildi. 

Öte yandan sınırsızca beslenen ilk gruptaki fareler kilo aldı, vücut yağları arttı ve kronik karaciğer iltihabına yakalandı. 

Bu bulguları aralıklı oruca bağlayan araştırmacılar 5-2 diyetin, 6-1'e göre; 24 saatlik orucun da 12 saate göre daha iyi sonuç verdiğini saptadı. 

Bilim insanları ayrıca NASH görülen farelerin 4 ay boyunca aralıklı oruç tuttuktan sonra kan değerlerinin iyileştiğini, karaciğerlerindeki yağlanma ve iltihaplanmanın azaldığını kaydetti. 

Araştırmanın yazarlarından Mathias Heikenwälder, bulguları şöyle değerlendiriyor:

Bu bize 5-2 aralıklı orucun hem NASH ve karaciğer kanserinin önlenmesinde hem de yerleşik kronik karaciğer iltihabının tedavisinde büyük bir potansiyele sahip olduğunu gösteriyor.

Bu değişimlere yol açan mekanizmayi inceleyen araştırmacılar, bu beslenme biçiminin yarattığı koruyucu etkiden iki proteinin sorumlu olduğunu tespit etti: PPAR-alpha ve PCK1. Yağ asitlerinin parçalanmasını artırmak ve yağ birikimini engellemek için beraber çalışan bu proteinler farelerde devre dışı bırakıldığında, aralıklı oruç iltihaplanmayı da fibrosisi de engelleyemedi. 

Bu proteinler NASH'li insanlardan alınan doku örneklerinde de düşük seviyelerde görülüyor. PPAR-alpha'nın etkilerini taklit eden bir ilaç farelere verildiğinde, aralıklı orucun metabolizma üzerindeki etkilerinin bir kısmını yaratmayı başardı. Öte yandan PCK1 etkilerini taklit eden bir ilaç henüz yok. 

Heikenwälder, "Uzun vadede sıkı bir diyete sadık kalamayan insanlar her zaman olacak" diyerek şöyle ekliyor:

Bu nedenle orucun koruyucu etkilerini tam olarak taklit etmek için hangi ilaç kombinasyonlarını kullanabileceğimizi araştırmaya devam etmek istiyoruz.

Independent Türkçe, New Atlas, Science Daily, Cell Metabolism


Ağır demans hastaları ölüme aylar kala hafızalarını yeniden kazanabiliyor

Fotoğraf: Pexels
Fotoğraf: Pexels
TT

Ağır demans hastaları ölüme aylar kala hafızalarını yeniden kazanabiliyor

Fotoğraf: Pexels
Fotoğraf: Pexels

Bazı ileri evre demans hastaları ölümden önce (bazen altı ay kadar önce) kısa süreliğine eski hallerine dönebildiği yeni bir araştırmada ortaya çıktı. 

Sevdiklerinin ve sağlık çalışanlarının, demans hastalarının ölmeden önce aniden bilinçlerinin açıldığını, anlamlı konuşmalar yaptıklarını ve eski anılarını paylaştıklarını anlattıkları belgelenmiş vakalar 1850'lere kadar uzanıyor. Ancak daha önceki araştırmalar bu berraklık döneminin ölümden sadece saatler ya da günler önce geldiğini öne sürüyordu.

Alzheimer's and Dementia adlı bilimsel dergide yayımlanan yeni çalışma, bu tür hastaların bir kısmının ölmeden 6 aydan daha uzun bir süre önce hafızalarının kısa süreliğine geri geldiğini ortaya koydu. Bu bulgu, çeşitli türlerde berraklık dönemleri olduğunu ve hepsinin yaklaşan ölümün habercisi olmadığını gösteriyor. 

Çalışmaya göre bazı berraklık dönemleri sevilen birinin varlığı ya da müzik gibi dış uyaranlardan da kaynaklanabiliyor.

Çalışmada araştırmacılar, son evre Alzheimer ve benzeri demans hastalarında görülen berraklık epizotlarını (BE) inceledi ve herhangi bir zamanda böyle bir epizoda tanık olduğunu bildiren yakınını kaybetmiş 151 bakıcıyla anket yaptı.

Hasta bakıcıların yaklaşık yüzde 20'si hastalarının ölümden 7 gün önce BE yaşadığını bildirirken, üçte birinden fazlası hastanın BE'den bir hafta ila 6 ay sonra öldüğünü söyledi. 

Çalışmaya göre hastaların çoğunluğu (neredeyse yüzde 48'i) "BE'den sonra 6 aydan fazla" yaşamış. 

Bu tür BE'ler aile ziyaretleriyle aynı zamana denk geldi. Bu durum, hastalarla birlikte ikamet etmeyen ve en az temas kuran çocuklar tarafından daha sık bildirildi.

Bu bulgu, ailenin alışılmadık veya nadir ziyaretlerinin böyle bir hastada berrak bir yanıtı tetikleyebileceğini düşündürüyor. 

Araştırmacılar, "Ya da hastanın rutinine ve günlük bilişsel dalgalanmalarına alışkın olmayan aile veya arkadaşların bu dalgalanmalardan anlam çıkarması veya rutin ziyaretçilerin gözden kaçırdığı davranışlara daha yakından dikkat etmeye hazır olması mümkün" dedi.

Araştırmacılar, çalışmanın temel sınırlılığına atıfta bulunarak, bazı bakıcıların hastaların davranışlarını öznel olarak değerlendirerek BE diye yorumlamalarının, bu tür bir epizode olmayabileceğini belirtti.

Araştırmacılar, bu tür berrak epizodları doğrulamak ve bunların daha çeşitli hasta ve bakıcı örnekleminde geçerli olup olmadığını belirlemek için daha fazla çalışma yapılması çağrısında bulundu.

Araştırmacılar, "Bilişsel yeteneğin geçici olarak tersine dönmesinin daha iyi anlaşılması, bazı BE türlerini tetikleyecek ve diğerlerinin süresini uzatacak yöntemlere neden olabilir" dedi. 

Bu alandaki daha fazla kavramsallaştırma, bakım hizmeti veren profesyonellerin ve aile üyelerinin bu durumların olası görülme şekilleriyle ilgili uygun şekilde eğitilmesine ve aile üyelerinin desteklenmesine de yardımcı olabilir.

Independent Türkçe


WhatsApp'ın yeni özelliği sohbet etmeye teşvik ediyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

WhatsApp'ın yeni özelliği sohbet etmeye teşvik ediyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

WhatsApp yakında kullanıcıların hangi arkadaşlarının çevrimiçi olduğunu görmelerine izin vererek onları sohbet etmeye teşvik etmeye çalışabilir. 

Güncelleme takip sitesi WABetaInfo'ya göre, bu özellik "yakın zamanda çevrimiçi" olan kişilerin bir listesini gösterecek.

İnternet sitesi, bu özelliğin "sohbet edilecek kişileri önermeyi" amaçlayan kapsamlı bir değişikliğin parçası olduğunu belirtti. Örneğin bu sayede kullanıcıların rehberlerinde henüz sohbet etmedikleri kişiler gösterilerek yeni konuşmalar başlatılması sağlanacak. 

Ancak yeni değişiklikler, bu kişilerden hangilerinin "yakın zamanda çevrimiçi" olduğunu görme seçeneği ekliyor.

WABetaInfo, bu güncellemenin WhatsApp'ın hem Android hem de iOS sürümlerinin yayın öncesi versiyonlarında görüldüğünü bildirdi. 

Bu araç, belirli bir anda çevrimiçi olanları göstermiyor. Bunun yerine, yakın zamanda çevrimiçi olmuş kişilerin anlık görüntüsünü göstermeye odaklanıyor.

WhatsApp uzun zamandır sohbet çubuğunun üst kısmında "çevrimiçi" ve "son görülme" bilgilerini gösteriyor. Bu sayede kullanıcılar, başkalarının o anda uygulamada olup olmadıklarını ya da uygulamayı en son ne zaman açtıklarını görebiliyor. 

Şirket bu özellikte bir dizi gizlilik koruması da sunuyor. Bunların en başında, bu özelliği tamamen ya da kişilere göre kapatma seçeneği geliyor. Ayrıca bu özelliğin kapatılması, başkalarının ne zaman çevrimiçi olduğunu görmenin de artık mümkün olmadığı anlamına geliyor.

Ayrıca, daha önce sohbet etmediğiniz, rehberinize kaydetmediğiniz veya sizi engelleyen bir kullanıcının ne zaman çevrimiçi olduğunu görmek de mümkün değil.
Independent Türkçe


Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Fentanil solumaktan kaynaklanan ilk beyin hastalığı raporlandı

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

ABD'de doktorlar, dünyada fentanil dumanı solumaktan beyin hastalığı geçiren ilk vakayı bildirerek bu opioidin ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha ortaya koydu.

Fentanil, eroinden 50 kat daha tesirli.

47 yaşındaki hasta, geçen yıl şubatta otel odasında bilinçsiz ve "ölüme yakın" halde bulunduktan sonra Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nin acil servisine götürülmüştü.

Klinisyenler, fentanil dumanı solumanın hastanın beynindeki beyaz maddenin önemli bölümlerinin, hastanın bilincini kaybetmesine yol açacak ve beyinde geri dönüşü olmayan işlev kaybı ve muhtemelen ölüm riski yaratacak kadar iltihaplanmasına neden olduğunu teşhis etti.

Benzer vakalar daha önce eroin dumanı soluyan insanlarda bildirilmiş olsa da araştırmacılar Oregon'daki hastanın fentanil içeren belgelenmiş ilk vaka olduğunu söyledi.

Baş araştırmacı Chris Eden, "Bu, 40'lı yaşlarının sonunda, çocuk sahibi, ilk kez fentanil kullanan orta sınıftan bir erkeğin vakası. Bu vaka, fentanilin toplumumuzdaki herkesi etkileyebileceğini gösteriyor" dedi. 

Araştırmacılar, bu tür vakaların daha önce de yaşanmış olabileceğini ancak sendromun fizyolojisi hakkında nispeten az şey bilindiği için bunların fark edilmediğini söyledi.

Dr. Eden, "Opiatın klasik yan etkilerini çok iyi biliyoruz: Solunum depresyonu, bilinç kaybı, yönelim bozukluğu. Ancak bu vakadaki gibi muhtemelen geri dönüşü olmayan beyin hasarına yol açtığını ve beyni etkilediğini klasik olarak düşünmüyoruz" dedi.

Hasta yaklaşık bir ay hastanede kaldıktan sonra yavaş yavaş iyileşmiş, ardından konuşmasını ve işlevini yeniden kazanmasına yardımcı olan bir bakım tesisinde kalmıştı.

Araştırmacılara göre bu bulgu, ucuz ve kolayca bulunabilen fentanilin tehlikesi hakkında uyarı olarak görülmeli.

Hasta, BMJ Case Reports akademik dergisine, "Kendime, eşime ve aileme yaptıklarımdan dolayı sık sık pişmanlık duyuyorum. Hayatımı kurtaran tüm doktorlara, hemşirelere ve acil yardım görevlilerine ve beni toplumun faal bir üyesi haline getiren terapistlere minnettarım" diye konuştu.

Independent Türkçe


Kadınların menopoz öncesi dönemde depresyona girme olasılığı daha yüksek

Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
TT

Kadınların menopoz öncesi dönemde depresyona girme olasılığı daha yüksek

Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)
Menopoz öncesi dönemde östrojen ve progesteron seviyelerinde değişiklikler yaşanabilir (AFP)

Yeni bir araştırmaya göre kadınların menopoz öncesi dönemde (menopozal geçiş/perimenopoz dönemi) depresyona girme olasılığı bu döneme henüz girilmemiş olan döneme kıyasla yaklaşık yüzde 40 daha yüksek.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli CNN televizyondan aktardığı habere göre perimenopoz dönem genellikle menopozdan yaklaşık üç ila beş yıl önce başlıyor. Bu süre zarfında kadınlarda östrojen ve progesteron hormonlarının seviyelerinde dalgalanmalar yaşanıyor. Bu dalgalanmalar ise ruh halinde değişikliklere, adet düzensizliklerine ve depresyon gibi diğer semptomlara yol açabiliyor.

Bir araştırma ekibi, kadınların yaşamın farklı evrelerinde depresyona girme olasılığını tahmin etmek için daha önce yapılan ve toplam 9 bin 141 kadını kapsayan yedi ayrı çalışmayı dikkatli bir şekilde gözden geçirip inceledi.

ABD’li, Avustralyalı, Çinli, Hollandalı ve İsviçreli kadınlar, ruh halleri ve fiziksel aktiviteye olan ilgileri hakkında bilgiler paylaştılar.

Çalışma, perimenopoz döneminde olan farklı yaşlardaki kadınların, bu döneme henüz girmemiş olan kadınlara kıyasla ‘depresyon semptomları gösterme ve depresyon tanısı konma olasılıklarının yüzde 40 daha fazla’ olduğunu ortaya çıkardı.

Öte yandan araştırmacılar, menopoz sonrası kadınlarda depresyon semptomları görülme riskinde önemli bir artışa rastlamadılar.

Araştırmacılara göre perimenopoz döneminde depresyona girme olasılığının yüksek olmasının biyolojik nedenlerinden biri, bu dönemde östrojen hormonunun azalması.

Araştırmacılar, bu dönemde artan gece terlemelerinin uyku sorunlarına yol açabileceğini ve bunun da kadınları depresyona daha yatkın hale getirebileceğini belirttiler.

Araştırmanın baş yazarı olan University College London’da (UCL) klinik psikoloji profesörü olan Dr. Aimee Spector, basına yaptığı açıklamada, “Elde ettiğimiz bulgular, perimenopoz döneminde kadınların ruh sağlığının nasıl etkilendiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

Dr. Spector, ardından ekledi:

Bu kadınların tıbbi olarak, işyerinde ve evde uygun yardıma ve bakıma erişebilmelerini sağlamak için çalışmamız gerekiyor.

Ancak araştırmacılar, çalışmanın kadınların depresyon geçmişi olup olmadığını ortaya koyamadığına dikkati çektiler.


D vitamininin kanserle mücadelede yeni bir faydası bulundu

D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
TT

D vitamininin kanserle mücadelede yeni bir faydası bulundu

D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)
D vitamini, kanser kaynaklı ölüm oranının azalmasıyla ilişkilendiriliyor (Unsplash)

D vitamininin kanser tedavisinde sağladığı yeni bir fayda keşfedildi. Bir tür bağırsak florasını güçlendirdiği gözlemlenen vitamin, immünoterapiye daha iyi yanıt verilmesini sağlıyor.

Daha önceki çalışmalarda D vitamini çeşitli kanserlerin önlenmesi ve tedavisiyle ilişkilendirilmişti. Yeni araştırmadaysa bu vitaminin, bağışıklık sisteminden yararlanarak vücudun kanseri yenmesine katkı sağlayan immünoterapi adlı tedavi yöntemindeki rolü tespit edildi.

Çalışma kapsamında fareleri D vitamini açısından zengin bir diyetle besleyen araştırmacılar hayvanların bağışıklık sisteminin kansere daha iyi karşı koyduğunu ve immünoterapiye daha iyi yanıt verdiğini gözlemledi. 

Bilim insanları D vitamininin bağırsaktaki Bacteroides fragilis adlı bakteri miktarını artırması sonucu bunun gerçekleştiğini kaydetti. İnsan vücudunda da bulunan bu bakterinin tek başına yarattığı etkiyi anlamak isteyen ekip normal seviyelerde D vitamini alan farelere Bacteroides fragilis verdi. Bu fareler de tümör gelişimine daha iyi bir şekilde direnç gösterdi.

Öte yandan D vitamini açısından fakir bir beslenme biçimi uygulanan farelere verilen Bacteroides fragilis aynı etkileri yaratmadı. 

Hakemli dergi Science'ta 25 Nisan'da yayımlanan çalışmanın yazarlarından Caetano Reis e Sousa "Burada gösterdiğimiz şey sürpriz oldu: D vitamini bağırsak florasını düzenleyerek farelerin kansere karşı daha iyi bağışıklık kazanmasını sağlayan bir bakteri türünü destekleyebiliyor" diyor.

Bu bir gün insanlardaki kanser tedavisi açısından önem arz edebilir fakat D vitamininin mikrobiyom aracılığıyla bu etkiyi nasıl ve neden yarattığını bilmiyoruz. D vitamini eksikliğinin giderilmesinin kanserin önlenmesi ya da tedavisinde fayda sağladığını kesin olarak söyleyebilmemiz için daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

ABD'deki Saint John's Kanser Enstitüsü'nden cerrahi onkolog Dr. Anton Bilchik, D vitaminin kanserle mücadelede oynadığı rolün bilindiğini fakat yeni araştırmanın bu mekanizmayı ortaya çıkarması açısından önemli olduğunu söylüyor. Araştırmada yer almayan Bilchik şöyle ekliyor:

Daha da önemlisi, immünoterapinin D vitaminiyle beraber daha etkili olabileceğini gösteriyor. Yani bunlar tamamen yeni tanımlanmış mekanizmalar.

Bilchik ayrıca kanser riskini azaltma ihtimali dışında da D vitamini seviyelerinin normalin altında düşmemesi gerektiği uyarsında bulunuyor. Medical News Today'e konuşan doktor, bu vitaminin kemik erimesi (osteoporoz) riskini azaltmada oynadığı rolün altını çiziyor.

Independent Türkçe, Medical News Today, Neuroscience News, Science


"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı
TT

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir" uyarısı

Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı da olan Yavaşcaoğlu, derneğin "16. Ulusal Endoüroloji Kongresi" için geldiği Antalya'da, AA muhabirine, böbrek üstü bezlerin tüm hormonal dengeyi sağladığını söyledi.

Bu bezlerin hormon salgılamayan tiplerinin belirti vermediğini dile getiren Yavaşcaoğlu, "Gittikçe kilo alma, ne yaparsa yapsın kilo verememe, tansiyon yüksekliği, arada çarpıntı, aniden yüzün kızarması gibi belirtiler, böbrek üstü bezlerden kaynaklanıyor olabilir. İyi ya da kötü huylu tümörler de meydana gelebilir. Her hekimin, mutlaka böbrek üstü beziyle ilgili hastalıkları akla getirip, ona göre tetkiklerini yaptırması gerekiyor." diye konuştu.

Yavaşcaoğlu, karın, safra kesesi ağrısı yaşayan hastaların tomografisini çekerek kontrolünü yaptıklarını, hiçbir belirtisi olmayan hastaların da rutin kontrollerinde tümöre rastlayabildiklerini ifade etti.

"Böbrek üstü bezleri ihmal edilirse vücuda çok fazla zararı var"

Fazla kilosu ve yüksek tansiyonu olanlara daha dikkatli olmasını öneren Yavaşcaoğlu, böbrek üstü bezleri ihmal edilirse vücuda çok fazla zararı olduğunu, bunun için rutin kontroller yaptırmak gerektiği kaydetti.

Böbrek üstü bezleri rahatsızlığı olanların bazen bunu ihmal edebildiğini anlatan Yavaşcaoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

"Verilemeyen inatçı kiloların sebebi böbrek üstü bezleriniz olabilir. Özellikle ensede dolgun bir yağ dokusu, dengesiz yağ dağılımı bunlar çok önemli faktörler. Bazen sadece yüksek tansiyon, arada çarpıntı olarak belirti veriyor, diyabeti tetikliyor. Bunları kontrol etmek gerekiyor. Eğer böbrek üstü bezlerinizle ilgili tümör ya da farklı bir sorun varsa bunların tedavisi artık çok kolay. Hasta yeni yöntemlerle ameliyat olup maksimum iki gün sonra evinde, bir hafta sonra da işinde olabiliyor. Hasta operasyondan sonra eski günlerine dönüyor, ne şekeri ne tansiyonu ne kilosu kalıyor. Bir anda yeniden doğmuş gibi oluyor. Böbrek üstü tümörlerinde de kapalı yöntemle hiç açmadan sadece kanserli dokuyu çıkarıp, böbreğin korunması artık mümkün."


Tip 1 diyabete yol açtığı düşünülen gen mutasyonu ilk defa incelendi

Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
TT

Tip 1 diyabete yol açtığı düşünülen gen mutasyonu ilk defa incelendi

Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)
Kronik bir hastalık olan tip 1 diyabet, her yaşta ortaya çıkabiliyor (Pexels)

Dünyada sadece iki kardeşte görülen gen mutasyonu, tip 1 diyabetin önlenmesinin anahtarı olabilir. 

Otoimmün bir hastalık olan tip 1 diyabet, bağışıklık sisteminin pankreastaki insülin üreten beta hücrelerine saldırarak normal insülin üretimini durduruyor. Bu hastalıktan muzdarip kişilerin kan şekerini kontrol altında tutmak için yaşamları boyunca insülin iğnesi yaptırması gerekiyor.

Yeni araştırmayı yürüten bilim insanları bugüne kadar iki kardeş dışında kimsede rastlanmayan bir gen mutasyonunun bu hastalığa yol açabileceğini düşünüyor. Sözkonusu mutasyon PD-L1 adlı proteini kodlayan gende gerçekleşiyor.

Araştırmacılar, çalışma yürütüldüğü sırada 10 ve 11 yaşındaki iki çocuğun hayatlarının ilk birkaç haftasında tip 1 diyabete yakalandığını belirtiyor. Journal of Experimental Medicine adlı bilimsel dergide yayımlanan çalışmada bu mutasyonun PD-L1'in düzgün çalışmasını engellediği kaydedildi.

Bu protein ve reseptörü PD-1, bağışıklık sistemini kontrol altında tutan bir tür güvenlik sistemi işlevi gördüğünden ve işlevlerini engelleyen kanser tedavileri diyabete yol açabildiğinden PD-L1, tip 1 diyabetin başlamasını durdurmada çok önemli görünüyor.

Ancak çocukların bağışıklık sisteminin, bu proteinle reseptörün sağladığı güvenlik mekanizması olmadan da düzgün çalıştığını gözlemleyen bilim insanları şoke oldu. Araştırmacılar PD-1'e bağlanan başka bir protein olan PD-L2'nin, PL-D1 görevini yerine getirmediğinde devreye girdiğini düşünüyor. 

Araştırmacılar PL-D1 proteini tip 1 diyabetin önlenmesinde kilit rol oynarken, diğer bağışıklık sistemi işlevlerinin çoğunun normal şekilde çalışmasını sağlamada pek önem arz etmediği sonucuna vardı. 

King's College London'dan immünolog Timothy Tree ortak yazarı olduğu çalışma hakkında "Artık otoimmün diyabeti önlemede kritik rol oynayan farklı hücre tipleri arasındaki iletişimi çözmemiz gerekiyor" diyor.

Bu bulgu, tip 1 diyabet gibi otoimmün diyabetlerin nasıl geliştiğine dair bilgilerimizi arttırıyor. Gelecekte diyabeti önleyebilecek tedavilerde yeni bir muhtemel hedefin önünü açıyor.

Independent Türkçe, Science Alert, Science Daily, Journal of Experimental Medicine