"En Büyük Kız Çocuk Sendromu" gerçek mi?

Doğum sırası ve cinsiyet kişiliği belirleyebilir mi?

En büyük kız çocuklarının, kardeşlerinden daha yüksek standartlara tabi tutulduğu düşünülüyor (Pexels)
En büyük kız çocuklarının, kardeşlerinden daha yüksek standartlara tabi tutulduğu düşünülüyor (Pexels)
TT

"En Büyük Kız Çocuk Sendromu" gerçek mi?

En büyük kız çocuklarının, kardeşlerinden daha yüksek standartlara tabi tutulduğu düşünülüyor (Pexels)
En büyük kız çocuklarının, kardeşlerinden daha yüksek standartlara tabi tutulduğu düşünülüyor (Pexels)

Son dönemlerde sosyal medyada sıkça karşılaşılan "en büyük kız çocuk sendromu" resmen zihinsel hastalık sınıfına girmese de pek çok kadın "semptomların" kendilerine uyduğunu söylüyor. 

Bu durum esasen ailenin en büyük kız çocuğunun hem doğum sırası hem de cinsiyeti nedeniyle evde daha fazla sorumluluk alması ve üzerinde daha fazla baskı oluşmasını ifade ediyor. 

Evlilik ve aile terapisti Kati Morton'ın yaklaşık 7 milyon kullanıcı tarafından izlenen TikTok videosunda açıkladığı üzere bu sendroma sahip kişilerde görülen 8 özellik var:

1. Yoğun bir sorumluluk duygusu

2. Üstün başarılı ve çok azimli olma

3. Çok endişelenme ve anksiyete yaşama

4. Kendi ihtiyaçlarını görmezden gelerek başkalarını memnun etmeye çalışma 

5. Sınır koymakta zorlanma

6. Kardeşlere ve aileye gücenme

7. Suçluluk duygusuyla boğuşma

8. Yetişkinlikte kurulan ilişkilerde zorlanma 

Sağlıklı yaşam odaklı yayın yapan Health'e konuşan Morton "En büyük kız çocukları kendilerini üçüncü ebeveyn gibi hissettiklerini ve genellikle tüm ailenin duygusal bakımından sorumlu olduklarını paylaşıyor" diye açıklıyor. 

Almanya'daki Leipzig Üniversitesi Wilhelm Wundt Psikoloji Enstitüsü'nden kişilik psikoloğu Dr. Julia Rohrer ise büyük çocukların genellikle daha fazla sorumluluk aldığını söyleyerek şöyle ekliyor: 

Birçok ailede kadınlar daha fazla ev ve bakım işi yapıyor. Bu ikisini birleştirince, en azından bazı ailelerde en büyük kızın diğer tüm çocuklardan daha fazla sorumluluk alma ihtimali yükseliyor.

Araştırmalar ne diyor?

En büyük kız çocuk sendromu sosyal medyada yankı uyandırmasına karşın uzmanlar meseleye şüpheyle yaklaşıyor. 

Annelerin doğum öncesinde yaşadığı stresin kız çocuklarının, özellikle de ilk doğanların sosyal açıdan daha hızlı gelişmesine yol açtığını öne süren 2024 tarihli bir araştırma sıklıkla dayanak olarak kullanılıyor. Fakat Dr. Rohrer bu çalışmaya mesafeli yaklaşılması gerektiğini belirterek şöyle diyor: 

Veriler birçok yönden kesilip biçilmiş, bu yüzden sadece kız çocukları arasında buldukları bu doğum sırasına bağlı etkiye çok fazla güvenmezdim.

ABD'deki Houston Üniversitesi'nden psikolog Rodica Damian da doğum sırasıyla kişilik arasındaki bağlantıları inceleyen çalışmaların örneklem kümesinin genellikle çok küçük olduğuna dikkat çekiyor.

Almanya, Birleşik Krallık ve ABD'deki en az 20 bin kişinin incelendiği 2015 tarihli bir araştırmadaysa doğum sırası ve kişilik arasında bir bağlantı bulunamazken büyük çocukların IQ değerlerinin biraz daha yüksek olduğu saptanmıştı. 

Dr. Rohrer, en büyük kız çocuk sendromunun bazı kişilerin yaşadığı sıkıntılara açıklama getirmesine şüpheyle yaklaşıyor. Psikolog, doğum sırası bir kişinin kişiliğini belirlemese de toplumsal beklentilerin kısmen büyük kız sendromunun bazı "semptomlarını" açıklayabileceğini söylüyor.

İlk doğan bazı kız çocuklarının sorumlulukları kolayca üstlenmeye meyilli olabileceğini belirten Dr. Rohrer, bunun herkesle ilgilenen en büyük kız çocuğu rolüne itilmelerine yol açabileceğini ifade ediyor. 

Bazı uzmanlarsa doğum sırasının kişiliği belirleyip belirlemediği sorusunun pek önemli olmadığı görüşünde. Evlilik ve aile terapisti Sara Stanizai, "Bence insanlar sadece anlam ve kendini anlama arayışında" diyerek doğum sırasının yanı sıra burçları ve bağlanma biçimlerini örnek gösteriyor: 

İnsanlar sadece bir dizi anahtar kelime ve deneyimlerini tanımlamanın yollarını arıyor.

Independent Türkçe, Health, New York Times



Alzheimer belirtilerini orta yaşta tespit edebilen kan testi geliştirildi

"Genç Finlilerde Kardiyovasküler Risk" çalışması kapsamında yapılan araştırma, 41 ila 56 yaşındaki yetişkinlerde beyinle ilgili biyobelirteç seviyelerinin yüksek olduğunu ortaya koydu (Pexels)
"Genç Finlilerde Kardiyovasküler Risk" çalışması kapsamında yapılan araştırma, 41 ila 56 yaşındaki yetişkinlerde beyinle ilgili biyobelirteç seviyelerinin yüksek olduğunu ortaya koydu (Pexels)
TT

Alzheimer belirtilerini orta yaşta tespit edebilen kan testi geliştirildi

"Genç Finlilerde Kardiyovasküler Risk" çalışması kapsamında yapılan araştırma, 41 ila 56 yaşındaki yetişkinlerde beyinle ilgili biyobelirteç seviyelerinin yüksek olduğunu ortaya koydu (Pexels)
"Genç Finlilerde Kardiyovasküler Risk" çalışması kapsamında yapılan araştırma, 41 ila 56 yaşındaki yetişkinlerde beyinle ilgili biyobelirteç seviyelerinin yüksek olduğunu ortaya koydu (Pexels)

Alzheimer hastalığının belirtilerinin, orta yaş gibi erken bir dönemde kanda tespit edilebileceğini gösteren bir çalışma, hafıza sorunları ortaya çıkmadan çok önce yapılacak rutin testlerin, risk altındaki kişileri belirlemede yardımcı olabileceğine dair umutları artırdı.

Uzun vadeli "Genç Finlilerde Kardiyovasküler Risk" çalışması kapsamında yapılan büyük bir Finlandiya projesi, 41 ila 56 yaşındaki yetişkinlerde beyinle ilgili biyobelirteçlerin yüksek seviyede olduğunu tespit etti. Bu durum, Alzheimer'la bağlantılı biyolojik değişimlerin genellikle semptomlar görülmeden onlarca yıl önce başladığına işaret ediyor.

Ebeveynlerin ve özellikle annelerin biyobelirteç düzeylerinin, çocuklarda da benzer örüntülerle ilişkili olabileceğinin aktarıldığı çalışmada, potansiyel bir kalıtsal bileşenin altı çiziliyor.

Çalışmaya toplam 2 bin 51 kişi katıldı: 1237'si 41 ila 56 yaşındaki orta yaşlı yetişkinler, 814'ü ise 59 ila 90 yaşındaki ebeveynleriydi. Turku Üniversitesi'nden araştırmacıların yürüttüğü çalışma The Lancet'ın Healthy Longevity adlı hakemli dergisinde yayımlandı.

Turku Üniversitesi Uygulamalı ve Önleyici Kardiyovasküler Tıp Araştırma Merkezi'nden kıdemli araştırmacı Suvi Rovio, "Halihazırda klinik uygulamada, Alzheimer'la ilişkili beta-amiloid patolojisini tespit etmek için görüntüleme çalışmaları veya beyin omurilik sıvısı örneği gerekiyor" diyor.

Ancak yakın zamanda geliştirilen ultra hassas ölçüm teknolojileri artık Alzheimer hastalığıyla ilişkili beyin biyobelirteçlerinin, kan örneklerinden tespit edilmesine olanak sağlıyor.

Araştırmacılar ileri yaş ve böbrek hastalığı gibi bazı faktörlerin, bilişsel gerileme başlamadan önce bile daha yüksek biyobelirteç seviyeleriyle bağlantılı olduğunu saptadı.

Ayrıca Alzheimer'ın bilinen bir genetik risk faktörü olan APOE ε4 geninin, yaşlı bireylerde daha yüksek biyobelirteç seviyeleriyle ilişkili olduğunu ancak görünüşe göre 60 yaşın altındakilerde seviyeleri henüz etkilemediğini tespit ettiler.

Ancak araştırmacılar, kan testlerinin henüz teşhis için uygun olmadığı uyarısında bulunuyor.

Rovio, "Gelecekte Alzheimer hastalığı teşhisinde kan bazlı biyobelirteçlerin güvenilir bir şekilde kullanılabilmesi için, referans değerlerin standartlaştırılması amacıyla farklı popülasyonlar ve yaş grupları arasında daha fazla araştırma yapılması gerekiyor" diyor.

Projede yer alan bir diğer kıdemli araştırmacı Marja Heiskanen bulguların, orta yaştan itibaren beyin sağlığına ilişkin yeni bilgiler sunduğunu söylüyor.

Heiskanen "Şimdiye kadar Alzheimer hastalığıyla ilişkili beyin biyobelirteçleri çoğunlukla yaşlı bireylerde incelenmişti. Çalışmamız, orta yaştan itibaren biyobelirteç seviyeleri ve ilişkili faktörler hakkında yeni bilgiler sağlıyor" ifadelerini kullanıyor.

Independent Türkçe