Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak ziyareti: Önce PKK ile mücadele sonra su

PKK ile mücadele iki ülke arasındaki ilişkilerde hassas bir konu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, 22 Nisan'da Bağdat'ta iki ülke arasında ikili anlaşmaların imzalandığı bir toplantıya katılımları sırasında (AP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, 22 Nisan'da Bağdat'ta iki ülke arasında ikili anlaşmaların imzalandığı bir toplantıya katılımları sırasında (AP)
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak ziyareti: Önce PKK ile mücadele sonra su

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, 22 Nisan'da Bağdat'ta iki ülke arasında ikili anlaşmaların imzalandığı bir toplantıya katılımları sırasında (AP)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, 22 Nisan'da Bağdat'ta iki ülke arasında ikili anlaşmaların imzalandığı bir toplantıya katılımları sırasında (AP)

İyad el-Anber

Irak-Türkiye ilişkileri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde İslam medeniyetinin sembolik bir işareti olarak Türk sultanlarının kahramanlıklarına ve maceralarına ilişkin tarihi anlatılardan esinlenen uzun bir Türk pembe dizisine benziyor. Bu dizilerde büyüleyici manzaralar, lüks kostümler ve yakışıklı oyuncular ekranı doldurur. Söz konusu dizilerin ortak temaları romantizm ve intikamdır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin davetlisi olarak Bağdat'a yaptığı ziyaretin teması da böyleydi. Cumhurbaşkanı'nın Bağdat’ta yaptığı konuşma, Irak-Türkiye ilişkilerini şekillendirebilecek romantizm ve defalarca kez terörist olarak nitelendirdiği Kuzey Irak'ta faaliyet gösteren PKK gruplarından intikam alma konusunda ipuçları verdi.

Irak'ı ‘Türkiye'nin ortak tarihi, beşeri ve kültürel bağları olan önemli bir komşusu’ olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Irak ile ilişkilerimizi, karşılıklı saygı ve iyi komşuluk ilkesi temelinde, ortak çıkarlarımızı gözeterek ilerletme yönünde güçlü siyasi iradeye sahibiz” ifadelerini kullandı.

Erdoğan'ın Irak’ı ilk ziyaretinden 13 yıl sonra gerçekleştirdiği en son ziyareti arasındaki tek fark siyasi pozisyonu oldu. Erdoğan, 2011 yılında Irak’a gerçekleştirdiği ilk ziyaretinde Başbakandı.  Ardından 2017 yılındaki anayasa değişikliğinden sonra tüm yürütme yetkilerini elinde bulunduran cumhurbaşkanı olarak iktidarda kalmaya devam etti. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki ziyaretini tarihi olarak birbirinden ayıran en önemli nokta Erdoğan'ın siyasi pozisyonundaki değişiklikten ziyade, adımlarının yavaşlamasına ve yüzündeki ifadeye rağmen, iki ülke arasındaki aynı meseleler hakkında konuşmaya devam etmesiydi. Erdoğan, Türkiye'nin ne istediğini ve ulusal güvenliği için neyi gerekli gördüğünü dile getirmeyi sürdürdü.

Yeni başlangıçlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Irak Başbakanı Sudani ile düzenlenen ortak basın toplantısındaki konuşmasını “Bölgesel gelişmeler açısından kritik bir dönemde gerçekleşen ziyaretimin inşallah yeni başlangıçlara vesile olacağına inanıyorum” diyerek sonlandırdı.

Öte yandan ‘Kalkınma Yolu Projesi’ belki de ilk kez üst düzey siyasi bir görüşmede tartışılan yeni başlangıçlardan biri olarak ele alındı. Kalkınma Yolu Projesi, Başbakan Sudani’nin, Irak ile bölgesel komşuları arasındaki ilişkilerin ekonomik ortaklığa dönüşmesinde bir dönüm noktası olacağına inandığı en önemli stratejik proje. Bu yüzden Katar Ulaştırma Bakanı ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Enerji ve Altyapı Bakanı'nın Irak’ı ziyareti ve Irak, Türkiye, Katar ve BAE arasında dörtlü bir mutabakat zaptının imzalanması, bu proje üzerinde anlaşmaya varılması açısından önemli bir adım oldu.

“Ziyarette, iki ülke arasındaki ticareti artırabilecek Kalkınma Yolu Projesi’nin hayati önemine değinildi.

Erdoğan-Sudani görüşmesinde Irak ve Türkiye arasında, tamamı Stratejik Çerçeve Anlaşması başlığı altında olmak üzere enerji, tarım, su, sağlık, eğitim ve güvenlik alanlarında 26 mutabakat zaptı ve anlaşma imzalandı.

Başbakan Sudani anlaşmayı ‘güvenlik, enerji ve ekonomi için sürdürülebilir stratejik bir yol haritası’ olarak tanımlarken Cumhurbaşkan Erdoğan, bunu onaylayarak Başbakan ile imzaladıkları Ortak İşbirliği için Stratejik Çerçeve Anlaşması’nı ‘kendileri için güçlü bir yol haritası’ olarak nitelendirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz yıl yaklaşık 20 milyar dolara ulaşan ticaret hacminin daha yüksek seviyelere çıkarılması için atılması gereken adımları vurguladı. Ziyarette bu hedefe ulaşmak için Kalkınma Yolu Projesi’nin hayati önemine değinilirken projenin iki ülke arasındaki ticaret hacmini arttırmak için yapay engellerin aşılmasına yardımcı olabileceği belirtildi.

Önce terörle mücadele sonra su

Irak ve Türkiye arasında, iki ülkenin ortak yüksek çıkarlarına ilişkin tartışma konularını belirleyen önceliklerde açıkça bir fark vardı. Irak, su dosyasının görüşülmesine öncelik verilmesini isterken Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasını, Irak ve Türkiye arasındaki Stratejik Çerçeve Anlaşması'nın dosyalarının takibinden sorumlu ortak komitelerin kurulması kararı aldıklarını söyleyerek tamamladı, ancak iki ülke arasındaki su meselesine değinmedi. Bunun yerine Erdoğan, güvenlikten ticarete, ulaşımdan tarıma kadar pek çok başlıkta akdedilen metinlerin, ilişkilerinin ahdi zeminini güçlendirirken yeni iş birliği imkânlarını da beraberinde getireceğini kaydetti.

Buna karşılık Başbakan Sudani, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ortak basın toplantısında su konusunda iki ülke arasında bir çerçeve anlaşma imzalandığından söz ettiyse de Irak Başbakanlığı Basın Ofisi'nin internet sitesinde söz konusu anlaşma ‘Irak Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Su Alanında İşbirliği Çerçeve Anlaşması Muhtırası’ olarak tanımladı. Anlaşmanın eşitlik, iyi niyet ve iyi komşuluk ilkeleri temelinde su alanında anlayış ve iş birliğinin geliştirilmesini içerecek şekilde detaylandırıldığı bir parafın olduğu açıklamada bu dosya ile ilgili konulara açıklama getirilmekten ziyade çeşitli vizyonlara atıf yapıldı.

“Irak Başbakanlığı Basın Ofisi'nden yapılan açıklamaya göre anlaşmada, Irak'ta su kaynaklarına yönelik altyapı ve yatırım projelerinin uygulanmasına yönelik bir vizyonun geliştirilmesi yer alıyor.

Öte yandan Irak Başbakanlığı Basın Ofisi'nden yapılan açıklamaya göre anlaşmada, Irak'ta su kaynaklarına yönelik altyapı ve yatırım projelerinin uygulanmasına yönelik bir vizyonun geliştirilmesi yer alıyor. Sınırları aşan su kaynaklarının adil ve hakkaniyetli bir şekilde paylaşılmasıyla ilgili olan bu vizyon, suyun akıllıca ve verimli şekilde kullanılmasını öngörüyor. Dicle ve Fırat havzalarında su yönetiminin iyileştirilmesi için ortak projelerle iş birliğine değinilen diğer paraflarda ayrıca Türk şirketlere sulama projeleri için su toplama sistemleri ve barajlar, kanalların kaplanması, filtrasyon ve tuzdan arındırma tesislerinin kurulması ve su arıtma tesisleri gibi altyapının ve uzmanlık ve deneyim alışverişinin yanı sıra modern sulama sistemleri ve teknolojilerini kullanıldığı projelerin hayata geçirilmesi için iş birliği çağrısı yapıldı.

Görsel kaldırıldı.
IKBY Başbakanı Mesrur Barzani (solda) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan (ortada) ve IKBY Başkanı Neçirvan Barzani (sağda) Erbil'de bir araya geldiler (AFP)

Irak hükümetinin 10 yıl sürecek ve her iki tarafın da kabul etmesiyle otomatik olarak birer yıl uzatılacak bir anlaşmadan bahsetmesine rağmen yukarıdaki paragrafları bir anlaşma olarak tanımlaması yanlış. Çünkü böyle bir anlaşmanın açık olması, Irak Temsilciler Meclisi’ne sunulması ve egemen bir anlaşma olarak milletvekillerinin üçte ikisi tarafından oylanması gerekiyor.

Teknik açıdan bakıldığında da Türkiye ve Irak arasındaki su krizinin tekrarlanması durumunda başvurulabilecek, şartları açık bir anlaşma olarak değerlendirilemez. Çünkü metinde açık ve spesifik detaylar ve paragraflar yer almıyor.

“Sudani hükümeti PKK'nın Irak'taki varlığını ele alma konusunda halen açık bir vizyona sahip değil.

Irak Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile yaptığı görüşmenin ana gündem maddesinin güvenlik dosyası olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘güvenlik ve terörle mücadelede iş birliğinin en önemli gündem maddeleri arasında yer aldığını’ ifade etti. PKK'nın bir ‘terörist örgütü’ olduğunu bir kez daha ifade eden Erdoğan, ‘Irak'ta yasaklı örgüt’ olarak ilan edilmesinden duyduğu memnuniyeti ifade etti. Irak topraklarından Türkiye'yi hedef alan PKK ve uzantılarına karşı atılabilecek ortak adımların ele alındığı görüşmenin ardından Erdoğan, bu vesileyle, PKK’nın Irak’ta ‘terör örgütü’ olarak ilan edilmesinin, Irak topraklarındaki varlığının bir an önce sona ermesine katkıda bulunacağına dair güçlü inancını muhataplarıyla paylaştığını belirterek “Bu aynı zamanda iyi komşuluğumuzun ve kardeşliğimizin de bir gereğidir” dedi.

Irak ve Türkiye arasındaki kuzey sınır bölgelerindeki PKK meselesinin karmaşıklığı, Türkiye’nin IKBY topraklarına askeri müdahalede bulunması, Irak sınırı içinde 22 askeri üs kurması ve Türkiye sınırındaki köylere ve kırsal alanlara füzeli saldırılar gerçekleştirmesi için bir bahane oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat ve IKBY’ye yaptığı ziyarette bu meseleler ele alınmazken iki ülke arasındaki ticaret hacminin artırılmasından bahsedilerek Kalkınma Yolu Projesi’ne öncelik verildi.

Öte yandan Sudani hükümetinin PKK'nın Irak'taki varlığını ele alma konusunda halen açık bir vizyona sahip olmaması, Irak ile Türkiye arasındaki Stratejik Çerçeve Anlaşması'nın uygulanmasında ilerleme kaydedilmesi noktasında sorun teşkil edebilir. Türkiye, PKK'nın ‘terör örgütü’ olarak tanımlanmasında ısrar ederken, Irak sadece ‘yasaklı örgüt’ olarak tanımlamakla yetinmek istiyor.

PKK'nın Irak'taki faaliyetlerinin engellenmesi meselesi, özellikle PKK dahil tüm silahlı örgütlerin Sincar bölgesinin tamamından çıkarılmasını ve güvenlik dosyasının Irak polisine ve ordusuna devredilmesini öngören Sincar Anlaşması'nın uygulanması konusunda anlaşmazlık yaşanmasından sonra artık Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmayıp Iraklı taraflar arasında da bir anlaşmazlığa dönüştüğünden iyice karmaşık bir hal aldı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İngiltere'de üç kişi Hong Kong casusu olma iddiasıyla hakim karşısında

Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
TT

İngiltere'de üç kişi Hong Kong casusu olma iddiasıyla hakim karşısında

Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)

Üç kişiye Ulusal Güvenlik Yasası uyarınca Hong Kong istihbarat servisine yardım etme ve dış müdahalede bulunma suçları isnat edildi.

38 yaşındaki Chi Leung (Peter) Wai, 37 yaşındaki Matthew Trickett ve 63 yaşındaki Chung Biu Yuen bugün Westminster Sulh Ceza Mahkemesi'ne çıkarılacak.

Metropoliten Polisi, Hong Kong soruşturmasının Rusya'yı da kapsayan ayrı bir davayla ilgili olmadığını açıkladı.

Metropoliten Polisi Terörle Mücadele Birimi Şefi Amir Dominic Murphy şunları söyledi: 

Bu soruşturma kapsamında İngiltere genelinde bir dizi gözaltı ve arama yapıldı. Soruşturma Londra'dan yönetilse de Terörle Mücadele Polisi ağı bu faaliyetin engellenmesinde hayati bir rol oynadı ve soruşturmanın başından bu yana Kraliyet Savcılık Servisi'yle yakın çalıştık. Bu suçlar endişe verici olsa da kamuoyunu kendilerine yönelik daha büyük bir tehdit olduğuna inanmadığımızın güvencesini vermek isterim. Bu soruşturma halen sürüyor ancak dava açıldığına göre, halkı bu davayla ilgili daha fazla spekülasyon yapmamaya ya da yorumda bulunmamaya çağırıyorum.

Metropoliten Polisi Terörle Mücadele Birimi görevlilerinin yürüttüğü soruşturma kapsamında toplam 11 kişi gözaltına alındı.

Yetkililer, 8 erkek ve bir kadının 1 Mayıs'ta Yorkshire bölgesinde, bir erkeğin Londra'da ve bir başka erkeğin de ertesi gün yine Yorkshire bölgesinde gözaltına alındığını söyledi.

Bu kişiler Londra'nın merkezindeki bir polis karakolunda ve West Midlands'teki bir polis karakolunda tutuldu. 11 kişinin tamamı Ulusal Güvenlik Yasasının 27. bölümü uyarınca gözaltına alındı.

Kendilerine suç isnat edilmeyen 7 erkek ve bir kadın 10 Mayıs'ta ya da öncesinde serbest bırakıldı.

Independent Türkçe


Kovid-19 aşılı kalp hastalarının aşısızlardan uzun yaşadığı gösterildi

Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
TT

Kovid-19 aşılı kalp hastalarının aşısızlardan uzun yaşadığı gösterildi

Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))

Kovid-19 aşısı yaptıran kalp yetmezliği hastalarının yaptırmayanlardan daha uzun yaşadığı tespit edildi. 

Daha önceki çalışmalarda Kovid-19'un kalp yetmezliği hastalarında daha kötü etkiler yaratmasının yanı sıra aşının kalp damar hastası kişilere uygulanmasının güvenli olduğu bulunmuştu. 

Yakın zamanda yapılan başka bir araştırmada da Kovid-19 aşılarının, kalp yetmezliği riskini yüzde 55 ve enfeksiyonun ardından kan pıhtılaşması riskini yüzde 78 azalttığı saptanmıştı.

Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin 11-14 Mayıs'ta Portekiz'de düzenlenen 2024 Kalp Yetmezliği toplantısında sunulan yeni araştırmadaysa aşının bu hastalıktan muzdarip kişilerin yaşam süresi üzerindeki etkisi incelendi. 

Güney Kore'den 18 yaş ve üstü 651 bin 127 kişinin verisini inceleyen araştırmacılar katılımcıların aşı durumu ve bunun çıktıları hakkında bilgi edinmek için Kore Ulusal Sağlık Sigortası Hizmeti'nin veri tabanından yararlandı. Araştırmaya dahil edilen kişilerin ortalama yaşı 69,5'ti.  

İki veya daha fazla doz Kovid-19 aşısı yaptıranlar aşılanmış; hiç aşı olmayan veya bir doz yaptıranlarsa aşılanmamış diye tanımlandı. Katılımcıların yüzde 83'ü ilk kategorideydi. 

Araştırmacılar daha isabetli bir sonuç elde etmek adına yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum ve diğer hastalıklar gibi faktörlere göre katılımcıları eşleştirdi. 

6 aylık bir takip süresinin sonunda aşılanmış kalp yetmezliği hastalarının herhangi bir sebepten ölme ihtimalinin yüzde 82 daha düşük olduğu kaydedildi. Ayrıca aşılanmamış hastalara göre kalp yetmezliğinden hastaneye kaldırılma riskleri de yüzde 47 daha düşük çıktı. 

Araştırmanın yazarlarından Dr. Kyeong-Hyeon Chun "Kalp yetmezliği hastaları, sağlıklarını korumak için Kovid-19'a karşı aşı yaptırmalı" diye çağrıda bulunarak şöyle ekliyor: 

Bu, kalp yetmezliği hastalarından oluşan geniş bir popülasyonda Kovid-19 aşısının etkinliğine ilişkin ilk analizi sunan ve aşılamanın açık bir faydasını gösteren ilk çalışma. 

Öte yandan Dr. Chun bulguların bütün kalp yetmezliği hastaları için geçerli olmayabileceğinin altını çizerek şöyle ekliyor:

Durumu stabil olmayan hastalarda aşılamanın riskleri göz önüne alınmalı.

Ayrıca Güney Kore'de yürütülen bu çalışmanın sonuçları, dünyanın başka yerlerindeki kalp hastalarına uyarlanamayabilir. Araştırmanın takip süresi de aşının uzun vadeli etkilerine ışık tutmada yetersiz kalıyor. 

Bu sepeblerden dolayı Kovid-19 aşısı olmayı düşünen kalp yetmezliği hastalarının doktorlarına danışmasında fayda var.

Independent Türkçe, Earth, Avrupa Kardiyoloji Derneği, ABC News


Doğum oranları dünyayı alarma geçirdi: Demografik kış geliyor

Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
TT

Doğum oranları dünyayı alarma geçirdi: Demografik kış geliyor

Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)

Geçen hafta Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, ülkedeki düşük doğum oranlarına ilişkin sorunların çözümü kapsamında bir bakanlık kurmayı planladıklarını söyleyerek dünyada gündem oldu. Güney Kore, 2023'te 0,72'yle en düşük doğum oranına sahip ülkeler arasında ilk sıraya yerleşse de bu sorun küresel. 

ABD'nin Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, üreme hızının düşmesinin niye endişe yarattığını bugünkü haberinde işledi. Mevcut doğum oranlarının dünya nüfusunu korumaya yetmeyebileceği vurgulandı. 

Zengin ülkelerin yanı sıra gelişmekte olanlarda da oran düşüyor. Hindistan, nüfus bakımından Çin'i geçse de halihazırdaki doğum oranının ikame seviyesinin altında kaldığı yani ülkenin mevcut nüfusunun korunamayacağı bildiriliyor. 

Pensilvanya Üniversitesi'nden demografi uzmanı Jesús Fernández-Villaverde, "Demografik kış geliyor" diyor. 

Pek çok nüfus bilimci, 40 yıl içinde dünya nüfusunun düşmeye başlayacağını tahmin ediyor. Bu durum tarihte çok az yaşandı. 

2017'de küresel doğum oranı 2,5'ti. Birleşmiş Milletler (BM) 2,4'e düşüşü 2020'lerin sonlarında beklerken 2021'de 2,3 görüldü. Küresel ikame oranı 2,2 olarak kabul ediliyor. 

BM'nin yeni rakamları açıklamaması üzerine harekete geçen Fernández-Villaverde geçen sene oranın 2,1-2,2 civarında olduğunu tahmin ediyor. Bu da küresel ikame oranının tarihte ilk kez yakalanamadığını ortaya koyuyor. 

Washington Üniversitesi Sağlık Ölçüm ve Değerlendirme Enstitüsü, dünya nüfusunun 2061'de 9,5 milyarla zirveyi gördükten sonra düşeceğini öngörüyor. 

İkinci demografik dönüşüm başladı mı?

18. yüzyılda endüstrileşmeye başlayan ülkelerde de doğum oranlarının azaldığına işaret eden tarihçiler, o zamandan sonra bir kere daha demografik dönüşümün başlamış olabileceğini söylüyor.

İlk demografik dönüşümde kadınların işgücüne katılımı, çocuk ölüm oranlarının azalması ve ortalama hayat süresinin artmasıyla birlikte çok sayıda çocuk doğurma isteğinin azaldığını vurguluyorlar. 

Halihazırda yaşandığı savunulan ikinci demografik dönüşümdeyse evlilik ve ebeveynliğe verilen önemin azaldığı, çocuk sahibi olmamanın normalleştirildiği bildiriliyor.

Maryland Üniversitesi'nden Melissa Kearney şöyle anlatıyor: 

İnsanların kariyer inşası, boş zaman faaliyetleri, ev dışındaki ilişkilere zaman ayırma gibi tercihleri varsa çocuk yetiştirmekten uzaklaşmaları daha muhtemel oluyor.

Çocuklara zaman ve para ayırmanın güçlüğü, ekonomik krizlerle birleşince üreme kararı daha da zorlaşıyor. 

Küresel Yaşlanma Enstitüsü Başkanı Richard Jackson, düşük doğum oranı döngüsüne girildiğinde toplumun normlarının da değiştiğini vurguluyor:

Çevrenizdekilerin daha az çocuk yaptığını gördüğünüzde tüm toplumsal iklim değişiyor.

Liderlerin çabaları yetersiz mi?

Siyasetçiler de işgücü arzındaki azalmanın ekonomik büyümeyi de yavaşlatacağını ve daha düşük emekli maaşlarının daha da az çocuğa yol açacağını düşünerek endişeleniyor. "ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerin nüfusları düşerse süpergüç olarak kalabilecekler mi?" sorusu da tartışılıyor. 

Eski ABD Başkanı Donald Trump, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, iş insanı Elon Musk, Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni gibi pek çok nüfuzlu kişi, doğum oranlarının düşüklüğüne dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da meseleye uzun süredir dikkat çekerek "en az üç çocuk" yapma çağrısında bulunuyor. Konuyla ilgili adımların ne kadar etkili olduğuysa tartışmalı. 

Doğum oranlarını artırmak için en uzun süredir çabalayan ülkelerden Japonya, 1990'ların başında 1,5 rakamını gördü. 

Ebeveyn izni gibi üremeye dair teşvikler pek de işe yaramış sayılmaz. Rakamlar 2005'te 1,26; 2015'te 1,45; 2022'deyse 1,26 oldu. Gelişmiş ülkelerde ikame oranı 2,1 olsa da bu rakama hiç yaklaşılamadı. 

Bu sene Japonya'da hane gelirinden bağımsız olarak çocuk yardımı, üç çocuğu olanlara ücretsiz lise eğitimi ve ücretli ebeveyn iznini kapsayan bir program daha başlatıldı. Ancak muhalefet sorunun para değil zaman olduğunu söylüyor. Haftada 4 gün çalışmanın bu işi çözebileceğini söyleyenler var. 

Demografi-göç ilişkisi

Gelişmiş ülkelerde düşen nüfusun göçle idare edilmesi fikri pek çok açıdan sorunlu. 

Birincisi göç veren ülkeler, kalifiye elemanlarını kaybediyor. Ancak son göçmen dalgalarında niteliksiz işçiler gelişmiş ülkelere gitti. 

Bu da ikinci sorunu büyütüyor: Gelişmiş ülkelerdeki siyasi ortam göçmen karşıtlığına doğru gidiyor. 

Nüfusun azaldığı yerlerin hayalet kasabalara dönmesi de bir başka mesele. 

Papa: İnsan hayatı bir sorun değil, hediyedir

Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis de geçen hafta İtalya'da düzenlenen ve doğum oranlarındaki düşüşün ele alındığı bir konferansta bu konuya değinmişti. Katoliklerin ruhani lideri, Avrupa'da düşen doğum oranlarına uzun vadeli çözümlerle yaklaşılması gerektiğini, Yaşlı Kıta'nın doğumlardaki düşüş nedeniyle giderek "daha yaşlı bir kıtaya" dönüştüğünü söylemişti.

Doğum kontrol uygulamalarını eleştiren Papa, şu ifadeleri kullanmıştı: 

Bir demografi uzmanının bana söylediği gibi şu anda en fazla gelir getiren yatırımlar, silah fabrikaları ve doğum kontrol ilaçları. Biri hayatı yok ediyor, diğeri engelliyor. Sorun karmaşık ancak bu, konuyu ele almamak için bir mazeret olamaz ve olmamalıdır. İnsan hayatı bir sorun değil, hediyedir. Dünyadaki kirliliğin ve açlığın temelinde doğan çocuklar değil, sadece kendini düşünenlerin tercihleri ve materyalizm ile tüketim çılgınlığı vardır.

Papa ayrıca, annelerin çalışma hayatı veya çocuklarına bakma arasında seçim yapmak zorunda kalmamaları için çaba gösterilmesi gerektiğini belirtmişti. Francis, bunun için genç çiftlere iş güvencesi sağlanması ve onların ev alma gibi zorluklardan kurtarılması gerektiğini kaydetmişti.

Independent Türkçe


Hangi endişeler Mısır-İran ilişkilerinin “tamamen normalleşmesini” engelliyor?

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
TT

Hangi endişeler Mısır-İran ilişkilerinin “tamamen normalleşmesini” engelliyor?

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)

İbrahim Mustafa

Mısır ve İran, yaklaşık 45 yıldır kopuk olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri normale dönebilecek ‘ortak bir nokta’ bulmak amacıyla çabalarına hız kazandırdı. İki ülkenin yetkilileri arasındaki temaslar son 18 ayda sıklaşırken iki ülkenin dışişleri bakanlıkları ilişkileri normalleştirmek için bir ‘yol haritası’ üzerinde çalışıyorlar.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) tarafından 4-5 Mayıs tarihlerinde Gambiya’da düzenlenen 15. İslam Zirvesi sırasında Mısır ve İran dışişleri bakanları arasında yapılan görüşme, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın son sinyali olarak değerlendirildi. Mısır Dışişleri Bakanlığı tarafından 4 Mayıs'ta yapılan açıklamada tarafların Mısır ve İran cumhurbaşkanlarının daha önce verdikleri direktifler doğrultusunda ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla çözüm bekleyen tüm önemli konuları ve meseleleri ele almak üzere istişarelere devam etmede mutabık kaldıkları belirtildi. Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Emir Hüseyin Abdullahiyan, Mısırlı mevkidaşıyla yaptığı görüşmeden günler sonra Kahire ve Tahran'ın ‘iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri normal seyrine döndürme yolunda olduğunu’ söyleyerek daha net bir açıklamada bulundu.

Geçtiğimiz yıl Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi arasında yapılan görüşmeyle en üst düzeye taşınan iki ülke arasındaki yetkililer arasında kamuoyu önünde gerçekleşen görüşmeler henüz 1990'lı yılların başlarından bu yana maslahatgüzar düzeyinde seyreden ilişkilerin düzeyini yükseltecek resmi bir açıklamaya dönüşmedi. İki ülke arasındaki ilişkiler, Mısır'ın 1979 yılında İsrail ile imzaladığı barış anlaşmasının ardından kopmuştu.

Örtüşen çıkarlar

Kısa bir süre önce BRICS’e katılan iki ülkenin birçok dosyada birbiriyle örtüşe çıkarları bulunuyor. Mısır Planlama ve Ekonomik Kalkınma Bakanı Dr. Hala es-Said’e göre Mısır’ın döviz gelirleri, Husilerin Kızıldeniz'deki silahlı eylemlerinden etkilendi. Çünkü Husilerin bölgedeki eylemleri Süveyş Kanalı’nın gelirlerinde yüzde 50’lik bir düşüşe neden oldu. Süveyş Kanalı’nın gelirleri geçtiğimiz nisan ayında 575 milyon dolar oldu. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde bu rakam 904 milyon dolardı.

Husiler geçtiğimiz kasım ayında, ‘Gazze halkına destek’ iddiasıyla İsrail limanlarına giden ticari gemilere saldırılar düzenlemişti. Husilerin saldırıları, büyük nakliye şirketlerinin Kızıldeniz’i ve Süveyş Kanalı'nı kullanmaktan kaçınmasına ve bunun yerine Ümit Burnu rotasını tercih etmesine yol açtı.

Küresel ticaretin yüzde 12'si ve konteyner taşımacılığının yüzde 30'u Süveyş Kanalı üzerinden yapılıyor. Süvey Kanalı’nın 2022-2023 mali yılındaki geliri 9,4 milyar dolardı.

Bölgesel zorluklar

Eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Büyükelçi Cemal Beyumi, Ortadoğu'da devam eden kaosun yanı sıra Libya, Sudan, Suriye, Filistin ve diğer krizlerin gölgesinde İslam ülkeleri arasında mevcut zorluklarla koordineli bir şekilde başa çıkma çabası çerçevesinde Kahire ve Tahran'ı birbirine yaklaştırdığını düşünüyor.

The Independent Arabia’ya açıklamalarda bulunan Beyumi, Mısır’ın merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat döneminde, İsrail ile barış anlaşmasının ardından ‘kibirli tutumu’ nedeniyle ilişkileri koparanın önce İran olduğuna dikkat çekti. Aralarındaki ilişkileri normale döndürmenin ve Ortadoğu'nun iç işlerine dışarıdan müdahaleyi önlemek için aralarında koordinasyon sağlamanın her iki ülkenin de çıkarına olduğunu vurgulayan Mısırlı eski yetkili, şu an iki ülke arasındaki ilişkilerin maslahatgüzar düzeyinde olmasına rağmen, her iki ülkenin yetkilileri tarafından yapılan açıklamaların ‘olumlu olduğunu ve her birinin diğerini kardeş ülke olarak tanımladığını’ söyledi.

Kahire ve Tahran arasında tam normalleşme ve büyükelçi atama için halihazırda diplomatik iletişim düzeyinde zemin oluştuğundan sadece takvim konusunda bir anlaşmaya ihtiyaç duyulduğunu belirten Kahire ve Tahran'daki diplomatik misyonların başındaki kişilerin unvanları ‘maslahatgüzar’ olmasına rağmen, her zaman yüksek nitelikli ve deneyimli diplomatların seçildiğine dikkati çekti.

Yakınlaşmanın ayak sesleri

Mısır-İran yakınlaşmasının ayak sesleri, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri'nin 2022 yılının kasım ayında Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27) oturum aralarında İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Çevre Koruma Kurumu Başkanı Ali Selaceke ile bir araya gelmesiyle duyulmaya başladı.

Bu görüşmeden bir ay sonra Cumhurbaşkanı Sisi, Ürdün'de düzenlenen 2. Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı Genel Oturumu sırasında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile ‘ayaküstü’ bir araya geldi. Bu görüşmenin peşinden Abdullahiyan, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani tarafından Mısır-İran diyaloğunun başlatılması önerisinde bulunduğunu açıkladı.

Mısır ile ilişkilerin ciddi ve karşılıklı gelişime ve açıklığa tanıklık edeceğini umduğunu ifade eden Abdullahiyan, Kahire ile ilişkilerin İran'ın dış politikasının öncelikleri arasında yer aldığını vurguladı. Abdullahiyan ayrıca ikili ilişkilerin düzeyini yükseltmek için çaba sarf eden ve iki ülkeyi teşvik eden adı açıklanmayan ülkeler olduğunu da belirtti. Basında yer alan ve bu ülkelerin Umman ve Irak olduğu belirtilen haberlere göre her iki ülke de Mısır ve İran arasındaki soğukluğun giderilmesinde rol oynuyor.

Ancak İran'ın iyimserliğine Mısır'dan sert bir yanıt geldi. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri Mısır-İran ilişkileriyle ilgili olarak basında yer alan haberleri yalanlarken ‘bu haberlerin gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını’ söyledi.

İki ülkenin dışişleri bakanı geçtiğimiz eylül ayında New York'ta BM Genel Kurulu çerçevesinde bir araya geldi. Bundan birkaç gün sonra da iki ülkenin maliye bakanları Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) toplantısı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh'te bir araya geldi.

İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ev sahipliğinde 22-24 Ağustos 2023’te düzenlenen 15. BRICS Zirvesi oturum aralarında Mısır Meclis Başkanı Hanefi Cibali ile bir araya geldi. İki ülke arasındaki yakınlaşma, 2023 yılının kasım ayında Riyad'da düzenlenen ortak Arap-İslam zirvesi öncesinde Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin bir araya gelmesiyle sonuçlandı.

Öncelik ekonomi

İran işleri uzmanı Ahmed Faruk, İran ve Mısır arasında halihazırda ‘çıkarların gözetilmesi düzeyinde’ ilişkiler olduğunu belirtti. Temsil düzeyinin büyükelçilik seviyesine çıkarılması için müzakerelerin sürdüğünü söyleyen Faruk, “Temsil düzeyinin büyükelçilik seviyesine çıkarılması, ilişkilerin tam olarak normalleşmesinin ve ilişkilerin normalleşmesinin birincil amacı olan ekonomik ve ticari alanlarda iş birliğinin, ardından Mısır'ın Ortadoğu bölgesindeki güvenlik ve askeri ağırlığı nedeniyle güvenlik ve askeri alanda iş birliğinin önünü açacak” dedi. İran işleri uzmanı, iki ülkenin Bağlantısızlar Hareketi ve BRICS başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası örgütlerde siyasi koordinasyonun da artacağına dikkati çekti.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia’dan aktardığı değerlendirmede İran'ın her zaman Mısır'ın medeniyet, kültür ve Ortadoğu’daki ağırlığı bakımından kendisine denk olduğunu söylediğini belirten Faruk, bu durumun Mısır’ın şüpheyle yaklaşması ve ulusal güvenliğini tehdit edebilecek İran’ın kültürel ve ideolojik yönelimleri sebebiyle ilişkilerin tam anlamıyla normalleşmesinin önündeki engellerden biri olduğunu vurguladı.

İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazzi, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek döneminde, dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir ile İki ülke arasındaki güvenlik sorunları ve siyasi anlaşmazlıklar çözüldükten sonra ilişkilerin seviyesinin yükseltilmesi için hazırlık amacıyla bir ortak bildiriye vardıklarını, ancak Kahire'deki güvenlik servislerinin bunun duyurulmasını engellediğini açıklamıştı. Harrazi, dolayısıyla iki ülke ilişkilerinin normalleşmesini engelleyen siyasi meseleler ve güvenlik sorunları olduğunu belirtmişti.

Güvenlik alanındaki gelişmeler

İlişkilerin tamamen normalleşmesinin ortak çıkar alanlarında ve Filistin meselesi ve Gazze’deki savaş gibi her iki tarafı da ilgilendiren konularda daha fazla koordinasyon yapılması anlamına geldiğini söyledi. Faruk’a göre bunun yanında Mısır, İran'ın söz sahibi olduğu Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde değişen oranlarda varlık göstermeyi ve her şeyden önce Husilerin Kızıldeniz'deki silahlı eylemlerinden kaynaklanan ve Süveyş Kanalı'nda seyrüseferi etkileyen zorlukları ele almayı istiyor. Bölgedeki son gelişmelerin iki ülkenin ilişkilerin seviyesini yükseltme isteğini arttırdığını belirten İran işleri uzmanı, “Ancak güvenlik ve kültür alanlarıyla ilgili endişelerin giderilmesi ve iki tarafın bu alanlarda koordinasyon mekanizmalarına ne ölçüde ulaşabildiği de tam normalleşmede rol oynuyor” diye konuştu.

Öte yandan İsrail basınında yer alan haberlere göre Kahire ve Tahran arasında son dönemde gelişen yakınlaşma İsrail'i endişelendirdi. İsrail merkezli Yediot Ahronot gazetesi, geçtiğimiz ocak ayında, “Mısır ve İran Gazze'deki savaş kisvesi altında yakınlaşıyor” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde Tel Aviv ‘ilerleyen Mısır-İran yakınlaşması’ konusunda uyarıldı.

İranlı siyaset bilimci İmad Abşinas, The Independent Arabia’ya daha önce yaptığı bir açıklamada, Kahire ve Tahran’ın ilişkilerin tamamen normalleştiğini resmen ilan etme aşamasına gelememesini, Kahire’nin ABD ve İsrail'den bu adımı atmaması için ciddi siyasi baskı görmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Abşinas, bu baskıların ‘bir süredir devam ettiğini ve Gazze’deki savaşın patlak vermesinden sonra bölgedeki mevcut durumun bir sonucu olmadığını’ da sözlerine eklemişti.

Tartışma noktaları

İran, Mısır’ın 1979 yılında İsrail ile barış anlaşması imzalaması ve aynı yılın başlarında gerçekleşen devrimle iktidardan düşürülen Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi kabul etmesinin ardından Mısır ile diplomatik ilişkilerini kesmişti.

Mısırlı ve İranlı yetkililer arasında 1990'ların başında uluslararası forumlarda bazı görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmelerin sonucunda iki ülkenin diplomatik temsilcilikleri büyükelçilik seviyesine yükseltildi ve Mısır, İran'ın Mısır bankalarında dondurulan fonlarını serbest bıraktı.

Onlarca yıldan sonra Tahran'ı ziyaret eden ilk Mısır Cumhurbaşkanı olan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler önemli ölçüde iyileşti. Ancak Mursi bu ziyareti, Tahran’da yapılan Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi'ne katılmak için gerçekleştirmişti. Aynı şekilde 2013 yılının nisan ayında dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad İİT Zirvesi için Kahire'yi ziyaret etti. Ahmedinejad, burada resmi törenle karşılandı.

Ancak bu ziyaretler diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması yönünde resmi bir karara dönüşmedi. Mısır’da 30 Haziran 2013’te başlayan darbe sürecinin ardından Mursi'nin iktidardan düşürülmesinden sonra Cumhurbaşkanı Sisi'nin 2014 yılında göreve başlama yemin törenine katılması için İran Cumhurbaşkanı'na yapılan resmi davet dışında herhangi bir gelişme olmadı ve ilişkiler yeniden çıkmaza girdi. Tahran, Sisi’nin yemin töreninde dönemin Dışişleri Bakan Yardımcısı olan mevcut İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan tarafından temsil edildi.


Hindistan'da seçimler dördüncü aşamaya girerken dini söylemler yoğunlaşıyor

Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
TT

Hindistan'da seçimler dördüncü aşamaya girerken dini söylemler yoğunlaşıyor

Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)

Hindistan'da seçmenler bugün (Pazartesi) yedi hafta sürecek genel seçimlerin dördüncü aşamasında oylarını kullanırken, ekonomik eşitsizlikler ve dini bölünmeler üzerine seçim söylemleri yoğunlaştı.

Dünyanın en kalabalık ülkesinde yaklaşık bir milyar kişinin oy kullanma hakkına sahip olduğu yedi aşamalı seçimde oy verme işlemi 19 Nisan'da başladı. Oyların sayımı ise 4 Haziran'da yapılacak.

Başbakan Narendra Modi, Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi'ni (BJP) (Hindistan Halk Partisi) ana rakibi Hindistan Ulusal Kongresi (kısaca Kongre Partisi) de dahil olmak üzere yirmiden fazla muhalefet partisinden oluşan bir koalisyonla karşı karşıya getiren oylamada, Hindistan'da nadir görülen bir durum olan üst üste üçüncü dönemi kazanmaya çalışıyor.

xcs
Keşmir'in güneyindeki bir oy verme merkezinin dışında kimlik doğrulaması için bekleyen seçmenler (Reuters)

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Modi'nin güçlü yardımcısı ve ülkenin İçişleri Bakanı Amit Şah oy verme işlemi başlarken yaptığı açıklamada, “Herkesi kararlı bir hükümet lehine oy vermeye çağırıyorum” şeklinde konuştu.

On eyalet ve bölgede 96 sandalye için yapılacak seçimler bugün yapılıyor. Seçimlerde yaklaşık 177 milyon kişi oy kullanma hakkına sahip. Sandalyelerin büyük bir kısmı BJP'nin ülkenin diğer bölgelerinde olduğu kadar güçlü olmadığı güney ve doğu eyaletleri Telangana, Andhra Pradesh ve Odisha'da bulunuyor.

İlk üç aşamadaki düşük rakamlar, güçlü bir merkezi sorunun olmadığı seçimde, seçmenlerin ilgisizliğine dair endişeleri artırdığı için katılım yakından takip ediliyor.

Sıcak havanın oy verme üzerindeki etkisi de takip ediliyor. Zira ülkenin pek çok yerinde 40 derece ve üzerinde yüksek sıcaklıklar yaşanıyor.

sxdcfvgrtb
Telangana'da oyunu kullandıktan sonra parmağına mürekkep sürülen Hintli bir seçmen (Reuters)

Katılımın düşük olması, BJP ve müttefiklerinin kamuoyu yoklamalarında öngörülen ezici zaferi elde edip edemeyecekleri konusunda şüphelere yol açtı.

Analistler, düşük katılımın Modi'yi ilk aşamadan sonra kampanyasının seyrini değiştirmeye ittiğini ve odağını, ‘Kongre Partisi’ni yoksul kabile grupları ve Hindu kastları pahasına Müslüman azınlıklara yönelik refah yardımlarını genişletmeyi planlamakla suçlamaya’ kaydırdığını söylüyor.

Kongre Partisi ise böyle bir vaatte bulunduğunu reddetti ve Modi'nin katılım oranından rahatsız olduğunu söyledi. BJP ise bunu yalanladı.

dcfve
Srinagar'da bir oy verme merkezinde görevli güvenlik personeli (AFP)

Hindistan'ın 1,4 milyarlık nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i Hindu olmakla birlikte, yaklaşık 200 milyon Müslümanın yaşadığı ülke, dünyanın üçüncü büyük Müslüman nüfusuna da sahip.

Anketler seçmenlerin en çok işsizlik ve artan fiyatlar konusunda endişe duyduğunu gösteriyor.

Rahul Gandhi liderliğindeki Kongre Partisi, Modi'nin 10 yıllık görev süresi boyunca servet eşitsizliğinin daha da kötüleştiğini savunarak, Hindistan'ın yoksul ve dezavantajlı kesimlerine yönelik temsil ve refah programlarını iyileştirmeyi amaçlıyor. Hükümet ise bu suçlamayı reddediyor.


Hamaney'in danışmanı: Tahran Washington ile görüşmelere açık

İran Dini Lideri Ali Hamaney (Reuters)
İran Dini Lideri Ali Hamaney (Reuters)
TT

Hamaney'in danışmanı: Tahran Washington ile görüşmelere açık

İran Dini Lideri Ali Hamaney (Reuters)
İran Dini Lideri Ali Hamaney (Reuters)

İran, ABD ile doğrudan görüşmelere açık olduğunu ve ezeli düşmanına yönelik politika yaklaşımını değiştirmeye istekli olduğunu gösteriyor.

Şarku’l Avsat’ın İranlı Öğrenciler Haber Ajansı’ndan (ISNA) aktardığına göre, İran Dini Lideri Ali Hamaney'in dış politika danışmanı Kemal Harrazi dün (Pazar) yaptığı açıklamada, “ABD’liler diplomasiyi en iyi seçenek olarak tanımlıyor. Biz de aynı bakış açısına sahibiz ve müzakerelere dönmeye hazırız” ifadelerini kullandı.

Harrazi'ye göre İran, eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde durdurulan nükleer müzakereleri yeniden başlatmaya da hazır olmalı.

İranlı üst düzey danışman, “O zaman nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu bölgesinden bahsedebiliriz” dedi.

DPA'ya göre İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin muhafazakâr hükümeti, 2021'de İran'da iktidara geldiğinden bu yana sık sık ‘Büyük Şeytan’ olarak nitelendirdiği ABD ile doğrudan teması şimdiye kadar güçlü ve tutarlı bir şekilde reddetti.

Tahran'daki Dışişleri Bakanlığı'na göre ABD ile diplomatik temaslar yalnızca Katar veya Umman gibi üçüncü ülkeler ve bazı durumlarda Avrupa Birliği (AB) üzerinden yürütülüyor. Dolayısıyla Harrazi'nin sözleri İran'ın yaklaşımında bir değişikliğe işaret ediyor.

Ancak hükümetin resmi temsilcileri henüz bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı.

Harrazi, geçtiğimiz Perşembe günü ABD ve İsrail'i İran'ın nükleer doktrinini gözden geçirmekle tehdit etti. Ancak bunu gerekçelendirerek, ülkesinin halen nükleer silah üretmek ya da kullanmak istemediğini belirtti.


Gallant: Gazze savaşı önümüzdeki on yıllar boyunca İsraillilerin yaşamlarını belirleyecek

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, terör kurbanları için düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (DPA)
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, terör kurbanları için düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (DPA)
TT

Gallant: Gazze savaşı önümüzdeki on yıllar boyunca İsraillilerin yaşamlarını belirleyecek

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, terör kurbanları için düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (DPA)
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, terör kurbanları için düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (DPA)

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant bugün (Pazartesi) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nde İsrail ile Hamas arasında devam eden savaşın sonucunun önümüzdeki on yıllar boyunca İsraillilerin yaşamlarını belirleyeceğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Alman haber ajansı DPA’dan aktardığı habere göre Gallant, terör kurbanlarını anma gününde yaptığı konuşmada, savaşı ‘alternatifi olmayan’ bir eylem olarak nitelendirdi. Gallant, “Bu savaş, esirlerimizi geri alana, Hamas'ın yönetimini ve askeri yeteneklerini yok edene, İsrail devletini refah ve yaratıcılığına geri döndürene ve vatandaşlarının yüzüne yeniden gülümseme yerleştirene kadar devam edecek” ifadelerini kullandı.

İsrail, Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'in güneyine düzenlediği saldırıların ardından Hamas'ı ortadan kaldırmaya yönelik askerî harekâtına başladı.

Gallant ayrıca, İsrail'in askerî harekâtının hedeflerinden birinin de Hizbullah ile çatışmalar nedeniyle Gazze ve Lübnan yakınlarındaki evlerini terk etmek zorunda kalan yaklaşık 250 bin İsrail vatandaşının geri dönmesini sağlamak olduğunu belirtti.


ABD’li Senatör Lindsey Graham, Gazze Şeridi'nin nükleer silahlarla bombalanmasını önerdi

 Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, 9 Mayıs 2024 tarihinde Washington DC'de düzenlediği basın toplantısında konuşuyor. (AP)
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, 9 Mayıs 2024 tarihinde Washington DC'de düzenlediği basın toplantısında konuşuyor. (AP)
TT

ABD’li Senatör Lindsey Graham, Gazze Şeridi'nin nükleer silahlarla bombalanmasını önerdi

 Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, 9 Mayıs 2024 tarihinde Washington DC'de düzenlediği basın toplantısında konuşuyor. (AP)
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, 9 Mayıs 2024 tarihinde Washington DC'de düzenlediği basın toplantısında konuşuyor. (AP)

ABD’li Senatör Lindsey Graham, İsrail'i askerî harekâtı sona erdirmek için ‘ne gerekiyorsa yapmaya’ çağırdı.

Pazar sabahı NBC'de yayınlanan Meet the Press programında Christine Welker'e konuşan Cumhuriyetçi Senatör Graham, İsrail'in Gazze Şeridi'ni nükleer silahla yerle bir etmekte haklı olacağını, zira ABD'nin de 1940'larda Hiroşima ve Nagazaki'de, savaşın başında ABD'nin Pearl Harbor Limanı’na saldırarak ABD'ye savaş açan Japonya'ya karşı bunu yaptığını söyledi.

Şarku’l Avsat’ın ABD merkezli The Daily Beast internet sitesinden aktardığına göre Güney Karolina Senatörü Graham, “Japonya'nın Pearl Harbor saldırısının ardından Almanlar ve Japonlarla savaşan bir ulus olarak yıkımla karşı karşıya kaldığımızda, Hiroşima ve Nagazaki'yi nükleer silahlarla bombalayarak savaşı sona erdirmeye karar verdik” ifadelerini kullandı.

Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalanmasını ABD'nin verdiği ‘doğru karar’ olarak nitelendiren Graham, “İsrail'e kaybetmeyi göze alamayacağı bir savaşı sona erdirmek için ihtiyaç duyduğu bombaları verin ve kayıpları en aza indirmek için onunla birlikte çalışın” şeklinde konuştu.

Hamas ise Graham'ın sözlerini kınayarak, ABD'li senatörün şok edici sözlerinin ‘ulaştığı ahlaki düşüşün derinliğini gösterdiğini’ belirtti.

Hamas tarafından yapılan açıklamada, “ABD'deki siyasi elit kesimlerle birlikte Graham'ın da içinde bulunduğu soykırımcı ve sömürgeci zihniyet, ahlaksız işgal ordusunun silahsız sivillere karşı işlediği tam teşekküllü soykırım suçuyla aynı çizgidedir” ifadeleri yer aldı.

Şarku’l Avsat’ın NBC'den aktardığına göre Graham, İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu ve bir Yahudi devleti olarak hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapması gerektiğini söyledi. Graham, Beyaz Saray yönetimini İran ve Gazze Şeridi'ne nükleer bomba atmaya ve Yahudileri öldürmek isteyenleri onlardan önce öldürmeye çağırdı.


Endonezya'nın Sumatra eyaletinde soğuk lavlar ve seller 41 kişinin ölümüne yol açtı

Batı Sumatra eyaletinde sel ve soğuk lavlardan etkilenen bölgelerden (AP)
Batı Sumatra eyaletinde sel ve soğuk lavlardan etkilenen bölgelerden (AP)
TT

Endonezya'nın Sumatra eyaletinde soğuk lavlar ve seller 41 kişinin ölümüne yol açtı

Batı Sumatra eyaletinde sel ve soğuk lavlardan etkilenen bölgelerden (AP)
Batı Sumatra eyaletinde sel ve soğuk lavlardan etkilenen bölgelerden (AP)

Yerel afet yönetim dairesinden üst düzey bir yetkili, bugün (Pazartesi) AFP'ye yaptığı açıklamada, Endonezya'nın batısındaki Sumatra'da sel ve soğuk lav akıntıları nedeniyle 41 kişinin hayatını kaybettiğini, 17 kişinin ise kayıp olduğunu bildirdi.

Dün gece 37 ölü kaydettik. Ancak bu sabahtan beri sayı 41'e yükseldi” ifadelerini kullanan yetkili, kurtarma ekiplerinin halen kayıp olan 17 kişiyi aradığını belirtti.

Ülkede yaşanan büyük felaket, Cumartesi günü yerel saatle 22:30 sularında Sumatra'nın batısındaki Agam ve Tanah Datar bölgelerinde meydana geldi. Bölgede saatlerce süren şiddetli yağışlar ani sellere ve adada bulunan volkanik bir dağ olan Marapi Dağı'ndan soğuk lav akıntılarına neden oldu.

dvfrgb
Tanah Datar'da şiddetli yağışlardan etkilenen bir bölgede hasar görmüş bir araba (Reuters)

Soğuk lav, volkanik dağı oluşturan kül, kum ve kayalar gibi farklı malzemelerin bir karışımıdır ve yağmurla karışarak volkanik dağ boyunca akabilir.

Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan 43 yaşındaki Rina Divina, “Gök gürültüsü ve kaynayan suya benzer bir ses duydum. Bu, Marapi Dağı'ndan düşen büyük kayaların sesiydi” dedi.

Agam bölgesinde yaşayan bir ev hanımı, “Büyük kayalar üzerlerine düştüğünde komşularımın evleri yıkıldı. Komşularımdan üçü (anne, baba ve çocukları) ve ayrıca 85 yaşındaki bir komşum da öldü” ifadelerini kullandı.

sthyum
Tanah Datar'da selden zarar görmüş bir bölge (AP)

Üç çocuk annesi Rina, evinin hasar görmediğini belirtti, ancak belediye merkezine tahliye edildi. Rina, şiddetli yağmur nedeniyle elektriğin kesildiğini ve ailesiyle birlikte evden kaçtığını bildirdi.

Hava karanlıktı, bu yüzden cep telefonumu el feneri olarak kullandım. Yol çamurluydu. Bu yüzden ‘Tanrım, bana yardım et!’ diye defalarca bağırdım.

Rina, yetkililer güvenli olduğuna dair güvence verene kadar evine dönmeyecek.

xsdvf
Tanah Datar'da selden zarar gören bir yol (AP)

Yerel afet yönetim dairesi yetkilileri, halen kayıp ihbarları aldıklarını söyledi.

Yetkililerden, kaç kişinin tahliye edildiğine dair bir açıklama gelmezken, kurtarma ekipleri kayıp kişileri ve kurbanları aramaya devam ediyor.

Yerel kurtarma ekibinin başkanı Abdulmelik yaptığı açıklamada, dün aralarında üç ve sekiz yaşlarında iki çocuğun da bulunduğu dokuz kurbanın kimliğinin tespit edildiğini söyledi.

Camiler ve evler hasar gördü

Adanın afet yönetim dairesi sözcüsü Abdulmehari yaptığı açıklamada, Tanah Datar bölgesinde 84 ev, 16 köprü ve iki caminin yanı sıra 20 hektar pirinç tarlasının zarar gördüğünü bildirdi.

Tanah Datar bölgesinde 370 bin kişi yaşıyor.

Yollar çamur tabakasıyla kaplandı. Çok sayıda ev çamurlu sular altında kaldı. Şiddetli yağmur mahalleleri çamur ve enkaz denizine çevirdi.

Şelalesi genellikle turistlerin ilgisini çeken Lembah Anai bölgesinde, Padang ve Bukittinggi şehirlerini birbirine bağlayan yol da hasar gördü ve trafiğe kapatıldı.

Yakınlarda iki kamyon nehrin sel sularına kapıldı.

Agam Bölgesi Afet Yönetim Dairesi Başkanı Budi Peruera Negara, onlarca ev ve kamu binasının hasar gördüğünü belirtti. Agam, 500 binden fazla insana ev sahipliği yapıyor.

zascdve
Agam vilayetinde bir bölge sular altında kaldı. (Reuters)

Negara'ya göre, bölgenin yaklaşık 90 sakini bir okula sığındı.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, arama çalışmalarına yerel kurtarma ekipleri, polis, asker ve gönüllüler katılıyor.

Bir AFP muhabiri yağışın ‘dehşet verici’ olduğunu ve bölge sakinlerinin acil durum barınaklarına yönlendirildiğini söyledi.

Yerel yönetim, iki vilayetin çeşitli bölgelerinde barınaklar ve acil yardım merkezleri açtı.

sc dfbr
Agam'da selden etkilenen bir bölgede yürüyen insanlar (Reuters)

Yetkililer, kayıp insanları aramak ve bölge sakinlerini su altında kalmamış alanlara yerleştirmek için bir kurtarma ekibi ve lastik botlar gönderdi.

44 yaşındaki Agamlı çiftçi ve beş çocuk babası Budi Rahmat, “Evim sallanıyordu, dışarı baktım ve suların aktığını gördüm. Evi boşaltmakta tereddüt ettim. Tek düşünebildiğim karımı ve çocuklarımı kurtarmak zorunda olduğumdu” ifadelerini kullandı.

Rahmat, ailesinin güvende olduğunu, çünkü bir akrabalarının tepe üzerine inşa edilmiş olan evine ulaşabildiklerini belirtti.

sxdfevrtb
Kurtarma ekipleri Tanah Datar'da sel mağdurlarını arıyor. (EPA)

Endonezya'da yağmur mevsimi boyunca sel ve toprak kaymaları sıkça yaşanır.

Mart ayında Sumatra'nın batısında meydana gelen heyelan ve sellerde en az 26 kişi hayatını kaybetmişti.

2022 yılında Sumatra'da meydana gelen sel nedeniyle yaklaşık 24 bin kişi tahliye edilmiş ve iki çocuk hayatını kaybetmişti.

asdcv
Batı Sumatra'da sel ve soğuk lavlardan etkilenen bölgeler (EPA)

Sumatra'daki çevre aktivistlerine göre, ağaç kesimi nedeniyle seller daha yıkıcı hale geldi.

“Ateş Dağı” anlamına gelen Marapi Dağı, ülkedeki en aktif yanardağlardan biri.

Aralık ayında meydana gelen bir patlamada, bölgede bulunan ve çoğu öğrenci olan 24 kişi hayatını kaybetti.


Libyalı muhalif güçler UBH’nin petrol anlaşmaları yapmasının engellenmesini talep ediyor

Libya'da Halk Hareketleri Buluşması tarafından düzenlenen gösteriden (videodan alınan ekran görüntüsü)
Libya'da Halk Hareketleri Buluşması tarafından düzenlenen gösteriden (videodan alınan ekran görüntüsü)
TT

Libyalı muhalif güçler UBH’nin petrol anlaşmaları yapmasının engellenmesini talep ediyor

Libya'da Halk Hareketleri Buluşması tarafından düzenlenen gösteriden (videodan alınan ekran görüntüsü)
Libya'da Halk Hareketleri Buluşması tarafından düzenlenen gösteriden (videodan alınan ekran görüntüsü)

Keskin siyasi bölünmelerin yaşandığı Libya’da, muhalif güçlerin Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki Ulusal Birlik Hükümeti’ne (UBH) yönelik protestoları arttı. Söz konusu protestoların amacı, UBH’nin yabancı şirketlerle petrol anlaşmaları yapmasını engellemek şeklinde özetlenebilir. Muhalifler, Dibeybe hükümetinin elini kolunu bağlayarak, onu ‘yetkilerini yasalara uygun olarak kullanma hakkı’ diye adlandırdıkları şeyden vazgeçirmeye çalışıyorlar. Aslında protestolar, Libya İstikrar Hükümeti’nin (LİH) eski başkanı Fethi Başağa’nın 2022'nin sonunda UBH’yi petrol sektöründe şüpheli anlaşmalar yapmaması konusunda uyarmasıyla başlamıştı.

Dibeybe hükümeti, Libyalıların zenginliğini tehlikeye atmadan, petrol sahalarını geliştirme konusundaki istekliliğini her zaman yineliyor. Ayrıca UBH, yapılan bu işin denetimsiz olmadığına ve sadece petrol sektörünü geliştirmek için hareket edildiğine inanıyor. Cumartesi akşamı başkent Trablus'un güneyindeki Arap Körfezi Petrol Şirketi’ne ait et-Tahara NC4 petrol sahası önünde toplanan halk, UBH’nin ulusal şirketlere ait petrol sahalarını yabancı şirketler yararına işletme imtiyazından feragat etmesini istedi. Protestolarda, Dibeybe’nin yapmak istedikleri ‘şüpheli anlaşmalar’ olarak nitelendirildi.

bgrtyh
Libya başkentinin güneyindeki et-Tahara petrol sahasının bir bölümü (Libya Ulusal Petrol Kurumu)

Libyalı siyasi analist Husam el-Kamati, bu sahaların (et-Tahara NC4, el-Latif, ve Sultan) tamamıyla Libya Ulusal Petrol Kurumu'na ait alt bir şirket olan Arap Körfezi Petrol Şirketi’ne ait olduğunu söyledi. Kamati söz konusu sahaların, büyük ham petrol rezervlerine sahip verimli sahalar olduklarına dikkat çekti.

Protestocular direniyor

Halk Hareketleri Buluşması üyesi olan protestocular, Hamada bölgesinde gerçekleştirdikleri eylemde, Libya halkının imkânlarını boşa harcamaya ya da satmaya yönelik her türlü girişimi reddettiklerini ifade ettiler. Protestocular, Libya Ulusal Petrol Kurumu'nun, tamamı Arap Körfezi Petrol Şirketi’ne ait olan imtiyazından feragat etmesi karşısında duydukları şaşkınlığı dile getirdiler. Söz konusu durum NC7 ulusal imtiyazı ile el-Latif ve Sultan sahalarında da tekrarlandı.

Libya'daki Devlet Yüksek Konseyi'nin (DYK) 42 üyesi, daha önce UBH’nin Hamada Petrol Sahası Geliştirme Anlaşması’nı reddetmişti. DYK, yabancı şirketleri yasa dışı olması nedeniyle UBH ile herhangi bir ortaklığa girmemeleri ya da üzerinde anlaşılanları dikkate almamaları konusunda uyardı. Ayrıca DYK, anlaşmanın imzalanmasının herhangi bir yasal yükümlülük getirmeyeceği konusunda da uyarıda bulundu.

DYK üyeleri tarafından atıfta bulunulan anlaşma, Dibeybe hükümetinin İtalyan ‘Eni’, Türk ‘TP’, Fransız ‘Total’ ve BAE’li ‘ADNOC’ şirketlerinden oluşan bir koalisyonla ülkenin batısındaki Hamada el-Hamra petrol sahasında bir yatırım anlaşması imzalama niyetiyle ilgiliydi.

zxsd
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, Libya Ulusal Petrol Kurumu Başkanı Ferhat Bin Kıdara ile yaptığı görüşmede (UBH)

Geliştirme sürecine ilişkin tartışmaların artmasının ardından Dibeybe, Hamada petrol sahasının geliştirilmesine yönelik prosedürlerin devam edeceğini, ancak Enerji İşleri Yüksek Konseyi'nin onuncu toplantısında üzerinde mutabık kalınan hususlar doğrultusunda teknik ya da hukuki gözlemlerin ele alınacağını ifade etti.

Şarku’l Avsat’a konuşan Kamati, “Bu protestolar birden fazla petrol tesisinde tekrarlandı. Libya sahnesindeki aktörler arasında şüpheli olarak tanımlanan anlaşmalar hakkında çok fazla konuşma oldu” ifadelerini kullandı.

Kamati, petrol sektörünün son on yılda -siyasi tarafların bazı sahaları kapatarak siyasi pazarlık unsuru olarak kullanması dışında- gerilim ve anlaşmazlıklardan uzak kaldığını beyan etti. Kamati, Ulusal Petrol Kurumu'nun her zaman bu gerilimlerden uzak, profesyonel bir şekilde çalıştığını düşünüyor.

Kamati, geçtiğimiz yıl boyunca petrol sektöründe şüpheli olduğu söylenen sözleşmeler hakkında konuşulduğuna dikkat çekti. Ulusal Petrol Kurumu'na göre et-Tahara sahası günde 2 bin 500 varil üretiyor ve petrol sektörü için gerekli bütçeler sağlandığında bu rakamın 40 bin varile ulaşması bekleniyor.

Diğer taraftan UBH’ye muhalif bir hareket olan Halk Hareketleri Buluşması, Libya halkının kabiliyetlerini baltalamaya yönelik her türlü girişimin karşısında duracağını ve şüpheli anlaşmaları engellemek için tüm imkânlarıyla çalışacağı taahhüdünde bulundu.

Denetim makamları

Halk Hareketleri Buluşması, ‘tüm Libyalıları temsil eden meşru bir hükümet kurulana kadar her türlü uluslararası anlaşma ve sözleşmeyi askıya alarak’ petrol sektöründe olup bitenlerle ilgili denetim makamlarını, Savcılığı ve Libya Denetim Bürosu’nu sorumluluklarını üstlenmeye çağırdı. Protestolar, Trablus'ta Dibeybe başkanlığındaki UBH ile doğu Libya'da Usame Hammad liderliğindeki LİH arasındaki bölünmenin ortasında gerçekleşti.

Libya Ulusal Petrol Kurumu Başkanı Ferhat Bin Kıdara geçtiğimiz hafta sonu yaptığı açıklamada, kurumun ‘üretimi günde iki milyon varile çıkarmayı’ hedeflediğini söyledi. Dibeybe, Bin Kıdara ile günlük petrol ve gaz üretimini arttırmaya yönelik geliştirme projelerinin ilerleyişini ve Ulusal Petrol Kurumu ve iştiraklerinin kalkınma planını görüştü.

Libya Ulusal Petrol Kurumu yakın zamanda, üretimi arttırmaya yönelik stratejik planının uygulanması kapsamında, Arap Körfezi Petrol Şirketi'nin 2021 yılından bu yana aktif olmayan Serir petrol sahasındaki L84 kuyusunun kapsamlı bakımını tamamladığını duyurdu.

dsvrfeb
Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) Başbakanı Abdulhamid Dibeybe, kabinedeki bazı bakanlar ve İdari Kontrol Otoritesi Başkanı ile bir araya geldi. (UBH)

Yeniden faal hale getirilen kuyudan elde edilen test sonuçları, günde 580 varilden fazla petrol üretim potansiyeli olduğunu gösterdi. Arap Körfezi Petrol Şirketi ayrıca, 2015 yılından beri hizmet dışı olan Hamada sahasındaki V01-NC8A kuyusundaki çalışmaları da başarıyla tamamladı ve üretim miktarı günde 320 varilin üzerine çıktı.

Onayların verilmesi için mekanizma

Diğer yandan Dibeybe, Eğitim, Ulaştırma ve Kabine İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanları, yürütme kurumlarının başkanları ve İdari Kontrol Otoritesi Başkanı ile bir toplantı gerçekleştirdi.

UBH tarafından dün (Pazar) yapılan açıklamada, toplantının, İdari Kontrol Otoritesi’nin yetki alanına giren bir dizi ortak dosyanın takibi, özellikle de yürütme organları tarafından imzalanan sözleşmeler için onay verme mekanizmasının düzenlenmesi ve sözleşmelerin onaylanan zaman çizelgelerine göre tamamlanmasını sağlayacak idari mekanizma üzerinde anlaşmaya varılması konularına ayrıldığı belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın UBH’ye yakın kaynaklardan edindiği bilgiye göre toplantıda ayrıca İdari Kontrol Otoritesi ekipleri ile hükümet tarafından kısa süre önce kurulan Mali Suçlar Kontrol Dairesi arasında suç ve kara para aklamayla mücadele alanında iş birliği ele alındı.

Dibeybe, hükümetin, ‘her düzeydeki gözetim organlarını düzenleyen yasa ve mevzuata uygun olarak çalıştığını’ ve tüm ortak dosyalarda iş birliğine hazır olduğunu vurguladı. Dibeybe ayrıca, hükümetin, gözetim organlarının gözlemlerini bakanlıklar, kurumlar ve kuruluşlardaki iş akışının önemli göstergeleri olarak gördüğünü belirtti.