Nebil Fehmi
Katar Başbakanı 15 Ocak Çarşamba günü, İsrail ile Hamas'ın, Gazze'de ateşkes sağlanması ve her iki taraftan rehine ve tutukluların serbest bırakılmasını öngören bir anlaşma taslağını kabul ettiğini ve anlaşmanın Pazar günü (dün) yürürlüğe gireceğini duyurmuştu. Açıklamanın yapıldığı ilk dakikalardan itibaren taraflar birbirlerini anlaşmanın hayata geçmesini geciktirmekle suçluyorlar.
Gazze halkının kahramanca fedakarlıkları, İsrail cezaevlerinde uzun süredir tutuklu bulunan Filistinli tutukluların çektiği acılar, Gazze’de insanların kitlesel olarak yerinden edilmesi ve hatta kaçırılan İsrailli sivillerin ve diğerlerinin aileleri göz önüne alındığında, anlaşmayı insani açıdan memnuniyetle karşılıyorum. Ben her zaman işgalci ile işgal devleti arasındaki ayrıma bağlı kaldım. Anlaşmanın tam olarak uygulanması halinde, Gazze'deki mevcut savaş sona erecek ve Filistinlilerin elindeki 100 İsrailli rehine karşılığında 1.000 Filistinli tutuklu serbest bırakılacak.
Anlaşmanın, tutuklu ve rehine takası, yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü, insani yardımların artırılması ve İsrail güçlerinin belirli bölgelere çekilmesi olmak üzere üç aşamada hayata geçirilmesi bekleniyor. Birinci aşamanın 16'ncı gününde, ikinci ve üçüncü aşamaların detaylarıyla ilgili görüşmelere başlanacağı biliniyor. Bu da şu an açıklanan anlaşmanın, ihtilafı çözmeye yönelik geçici bir adım olduğu, ancak kritik duruma tam, detaylı ve kapsamlı bir çözüm düzeyine ulaşmadığı anlamına geliyor.
Anlaşmanın kendisi değerlendirildiğinde, uygulanması halinde, Ekim 2023 ve sonrasında Gazze’deki olaylarla bağlantılı çatışmaların durmasıyla sonuçlanacağı unutulmamalı. Bu yararlı bir adım, ancak Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmez. Bu nedenle daha fazla çatışmaya, şiddete ve karşı şiddete tanık olacağız. Çünkü Batı Şeria ve Gazze'de hâlâ işgal altında olan Filistin halkı, ulusal kimliğine sıkıca sarılıyor. İsrail ise onun kendi kaderini tayin etmesini engelliyor, işgal ve şiddet kullanımında ısrar ediyor.
Aşırı ve anlamsız bir iyimserliğin yanı sıra, ateşkesin ve acıların son bulmasının yeterli olmasa bile gerekli adımlar olduğunu göz ardı eden aşırı ve haksız kötümserlikten de kaçınmalıyız. Her ne kadar unsurları geçen mayıs ayından bu yana masada olsa da tarafların şu anda bir anlaşmaya varma motivasyonlarını gözden geçirerek, potansiyel olumlu yönlerle riskler hakkında sağlam bir değerlendirme yapılabilir. Bu değerlendirme Güvenlik Konseyi'nin 2245 sayılı kararını içeren Amerikan fikirleri bağlamında olmalı. Bilhassa anlaşmanın açıklanmasının ardından ve yürürlüğe girmesinden önce Gazze'de 20'den fazla insanın hayatını kaybetmesi göz önüne alındığında, tarafların imzalanan anlaşmaya olan bağlılıklarının ciddiyeti de tespit edilmeli. Buna ek olarak serbest bırakılacak Filistinli gruplar da dahil olmak üzere, henüz açıklığa kavuşmamış ve belirsiz noktalar bulunuyor; İsrail güçleri tampon bölgede mi kalacak yoksa tamamen mi çekilecek? Dahası anlaşmanın ikinci ve üçüncü aşama unsurlarının ertelenmesi iyi niyetin bulunmadığı varsayımını akla getiriyor. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre burada şu soruyu sormak gerekiyor: Anlaşmanın onaylanması manevra amaçlı taktik bir hamle midir, yoksa taraflar arasında güvenli ve istikrarlı koşullara ulaşma yönünde ısrarcı ve gayretli bir eğilimin göstergesi midir?
Özellikle Güvenlik Konseyi kararında çok önemli bir unsurun atlandığı göz önüne alındığında, kazanımları en üst düzeye çıkarmak ve olumsuz etki ve tehlikeleri sınırlamak için gelecekte nelerin olabileceğini öngörmek de önemlidir. İsrail ile Hamas'ın anlaşmaya yanaşmadığını, iç içe geçen koşulların, içeriden ve dışarıdan gelen ağır baskıların onları uzlaşmacı bir çözüme doğru yönelttiğini söylemek abartı olmaz. İç baskılarla kastedilen, her iki tarafta da devam eden kayıpların, kaçırılan İsraillilerin ailelerinin, Gazze halkı ve Filistinli tutukluların iki taraf üzerindeki baskılarının zirveye ulaşmasıdır. Dış baskıysa Biden’dan önce Trump’ın, krizin ABD başkanlığını devralmasından önce yatıştırılması yönündeki baskılarının arttığı bir dönemde Mısır ve Katar’ın arabuluculuk rolünü yoğunlaştırmasıdır. Dolayısıyla anlaşma, dürüstlük ve adaletle uygulanmasının sağlanması için dikkatle takip edilmesi gereken bir “zorunlu anlaşmadır”.
Anlaşmanın hayata geçirilmesi kolay olmayacak ve diğer aşamalarda müzakerelerin mutlaka başarıyla sonuçlanacağını varsaymak da hatalı olacaktır. Başarılı olmaları özellikle Filistinlileri ilgilendiriyor, çünkü İsrail ilan ettiği hedeflere ulaşamadı. Hamas'ı zayıflattı ancak ortadan kaldırmadı ve İsrail Maliye Bakanı, savaşın ilk aşamadan sonra yeniden başlayacağına dair Başbakan'dan yazılı garanti almayı şart koştu. İsrail, Hamas liderlerini sonsuza dek ve her yerde hedef alacağını defalarca duyurdu. Gazze içinde güvenlik konularında hâlâ üstünlük ve son söz sahibi olma konusunda ısrar ediyor. Bu durum, Gazze'den tamamen çekilmesi ve Şeride yönelik genişletilmiş güvenlik önlemleri konusunda bazı soruları gündeme getiriyor. İsrail, Filistinlilerin ulusal kimliklerini yaşamalarını engellemeye devam ettiği sürece direniş bitmeyecektir. Bilakis, durum ve şartların gereklerine göre öne çıkacak ve şiddetine şiddetle karşılık verecektir.
İmzalanan anlaşmadaki yeni gelişmeler arasında, anlaşma maddelerini uygulamaya koymak üzere merkezi Mısır'da olacak, Katar ve ABD'nin de yer alacağı bir takip komitesinin oluşturulması yer alıyor. Bu, oluşturulması ve kurulması gereken bir komite ve kararların alınma yöntemi, herhangi bir ihlalin sonuçlarının nasıl ele alınacağı üzerinde dikkatli ve kesin bir şekilde anlaşmaya varılmalı. Böylece komite olaylara karışmadan gerekli takip ve izleme yeteneklerine sahip olacaktır. Ek olarak İsrail'e karşı geleneksel Amerikan taraflılığı ve İsrail'den hesap sorulmasını reddetmesi göz önüne alındığında, tüm taraflar güvenilirliklerini de korumalılar. Aynı şekilde bu komitenin, önümüzdeki dönemde Gazze Şeridi'nin idari yapısıyla karıştırılmaması gerekir. Söz konusu idari yapı özünde Filistinli olmalı, Filistinlilere haklarını sağlamalı, Şeridin İsrail ile ilişkisinde son söz sahibi olmamalı, İsrail'in Gazze'de kalma hakkını örtülü olarak kabul etmemeli, dahası Batı Şeria ile siyasi iletişimini ve bütünleşmesini sürdürmeli.
İsrail'in tutumunun ve mevcut hükümetinin olumsuzluğu beni şaşırtmadı, aksine ABD'nin ve iki devletli çözüme açık bir atıf içeren (2245) sayılı Güvenlik Konseyi kararının sponsoru olmasına rağmen, Biden yönetiminin yayınlanan açıklamalarında Filistin-İsrail ihtilafının çözümüne ve Filistin devletine dair hiçbir atıf yapılmaması beni rahatsız etti. Trump'ın temsilcisi de İsrail ile Suudi Arabistan arasında barışa ulaşmak için İbrahim Anlaşmaları’nın devam ettirilmesine önem verildiğini vurguladı. Riyad'tan yapılan resmî açıklamada ise anlaşmanın memnuniyetle karşılandığı ve Arap-İsrail ihtilafına kapsamlı bir çözüm bulunması yönündeki arzu teyit edildi. İkili barış anlaşmalarının bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına bağlı olduğu bir kez daha vurgulandı.
Mısır, işgal altındaki Filistin halkına destek amacıyla yakın zamanda bir konferans düzenleyecek ve bu konferansın odak noktası da Gazze olacak. Bu olumlu ve gerekli bir adım çünkü uluslararası toplumun tamamının bu çabaya katılması gerekiyor. Yaz başında Filistin devletinin kurulması konusunda bir konferans düzenlenmesine yönelik ortak bir Suudi Arabistan çabasının olduğunu da biliyorum. Bu da takdire şayan bir adım, zira kendi kaderini tayin etme ve egemen bir devlet aracılığıyla ulusal kimliğini ifade etme olanağı sağlanması gibi, Filistin halkının dünyadaki çeşitli halklarla aynı haklara sahip olduğunu vurgulayan Arap sesi yükselmeli. Zira ikinci Trump yönetimi, mevcut durumu korumak ve gereksiz çatışmalardan kaçınmak için anlaşmalara varırken, yalnızca mevcut gerçekliği ve anlık yaklaşımları önemseyecek ve bunlara odaklanacaktır. Tarihsel veya hukuki kaygılarla ilgilenmeyecektir.